Papers by Mehmet Ali Türkmenoğlu

Sosyal ve Beşerî Bilimlerde Güncel Araştırmalar-2024, 2024
Tarih, toplumun hafızası olarak öğretilmesi çok önemli bir eğitim öğretim
faaliyetidir. Ülke ço... more Tarih, toplumun hafızası olarak öğretilmesi çok önemli bir eğitim öğretim
faaliyetidir. Ülke çocuklarına milli şuur kazandırılması için vazgeçilmez olan
bu eğitimin daha küçük yaşlardan itibaren verilmeye başlanılması ise matlup
neticenin elde edilmesi için zaruridir. Bu cümleden olarak Sıbyan mekteplerinde
ilk sınıflardan itibaren okutulan derslerden birisi de tarih dersi idi. Osmanlı
Devletinde Sıbyan mekteplerinde okutulan tarih derslerinin müfredatına
baktığımızda mesela bu çalışmada referans alınan ve ekte tam transkripsiyonu
verilen kitap (Küçük Tarih-i Osmaniye) üzerinden değerlendirecek olursak
günümüzde ortaöğretimde verilen “Osmanlı Tarihi” dersiyle eşdeğer bir
hacimde, bir derinlikte olduğu dikkati çekmektedir. Kitapta Ertuğrul Gaziden
başlayıp kitabın yazıldığı döneme yakın olan yani 1839 ile 1861 yılları arasında
padişahlık yapan 31. Padişah Sultan Abdülmecid dönemine kadar tahta geçen
padişahlar anlatılmış, hanedanlığın kurucusu Osman Bey’in babası ve Kayı
boyunun ataları ile birlikte 31 padişah dönemlerinden bahsedilmiştir

6.International Anatolian Scientific Research Congress Full Text Book , 2024
Osmanlı Devleti’nin yönetim anlayışının temeli adaleti tesis etmektir. Bu anlayış hukuken şer’i h... more Osmanlı Devleti’nin yönetim anlayışının temeli adaleti tesis etmektir. Bu anlayış hukuken şer’i hükümler, padişah fermanları ve örfi kuralların sentezine dayanmaktadır. İçtimai ve iktisadi tarihin önemli kaynaklarından olan şer’iye sicilleri incelendiğinde “zulüm ve teaddi” kavramı ile verilen; idareciler veya eşkıya tarafından pek çok haksız davranış ve cürümler işlendiği ve bunların giderilmesi için tedbirler alınması yönünde iradeler yayınlandığı görülmektedir.Osmanlı Devleti’nin çok geniş bir coğrafyada hakimiyet kurması nedeniyle çok farklı bölgelerde eşkıyalık faaliyetleri baş göstermiş ve buna bağlı olarak eşkıyalık kelimesi farklı coğrafyalarda farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Osmanlı sınırları dışında konumlanan Kazak eşkıya grupları için “Kazak
eşkıyası”, İran sınırlarına yakın bölgelerdeki ve Bağdat civarındaki eşkıyalar için “Kızılbaş eşkıyası”, Irak ve Suriye bölgelerinde Kürt ve bedevi Araplardan oluşan eşkıya grupları için “Urban eşkıyası”, Balkanlardaki eşkıya grupları içinse “Sırp ve Arnavut eşkıyası” tabirleri kullanılmıştır. Eşkıyalık faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerde Osmanlı Devleti, eşkıyalarla baş edebilmek ve bunları teftiş edebilmek için kendisine sadık, güvenilir, yetenekli ve askeri ve idari becerilere sahip önemli beyleri ve vezir rütbesine sahip paşaları geniş yetkilerle donatarak bölgeye göndermiştir. Taşradaki devlet görevlerine ihsanlar vererek onların sadakatini sağlamaya çalışmıştır. Dahası, çevre eyaletlerdeki
vezir, beylerbeyi ve ayanları, emrindeki kapu halkı, sancaklar, mutasarrıflar, zeamet ve tımar sahipleri ile beraber eşkıyalık faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerde görevlendirerek eşkıyalara karşı ortak hareket etmeleri yönünde çaba sarf edilmiş; ayrıca ihtiyaç duyulan cephane, zahire, asker ve diğer mali ihtiyaçların karşılanmasına özen gösterilmiştir. Osmanlı taşrasında ortaya çıkan eşkıyalık faaliyetlerine dair zengin bir içeriğe sahip olan Mühimme Defterleri, devletin iç ve dış meselelere ait siyasi, iktisadi ve idari alanlarında alınan önemli kararların kaydedildiği defterlerdir. Bu çalışmada 111 numaralı Mühimme Defterinden faydalanılarak Bağdat dolaylarında geniş çaplı eşkıyalık faaliyetlerinde bulunmuş olan Bebe Süleyman ve adamlarının Osmanlı idarecileri ile olan mücadelesi ve devletin bu eşkıyadan kurtulma çabası ve sonuçları ele alınmıştır.

6.International Anatolian Scientific Research Congress Full Text Book, 2024
The institution of witnessing had a very important role in the functioning of Ottoman courts. Jud... more The institution of witnessing had a very important role in the functioning of Ottoman courts. Judges gave their decisions based on the testimonies of witnesses. Witnesses who performed such an important function by influencing the decision represented a segment beyond the meaning we know today.Indeed, there were two types of witnessing in the Ottoman court: One was the eyewitnesses of the event, the case before us, in the sense we understand and use today, that is, the witnesses of the parties. The other was the witnesses of the court, which was called şuhûdü’l-hal. Who were this second group of witnesses? What were their functions? What kind of a mechanism did they represent?In addition to being a judge, the Ottoman judge, who had many duties as the head of the Ottoman judicial-administrative organization and whose actions made him a very effective, visible and of course noteworthy person in society, how did he interact with this group of witnesses? Did he perhaps want many influential people in the city to be a part of his actions, at least while giving an account?
The subject of this research is who these people, called şuhûdü’l-hâl or case witnesses in the Ottoman court records, were and what factors were effective in the cases.
Pioneer and Innovative Studies in Social, Human and Administrative Sciences, 2024
The most important reason why the Ottoman State continued its dominance
for six centuries was t... more The most important reason why the Ottoman State continued its dominance
for six centuries was that it had deep-rooted institutions. Coming from an
ancient tradition and benefiting from the practices of past Islamic states, the
Ottomans rebuilt many administrative, legal, military and financial
institutions, and preserved the office of Sheikh al-Islam, which was considered
the highest religious and scientific authority, within their organization until
their last period. The study includes considerations on the historical
development of this institution from the foundation of the state to the
beginning of the 19th century and its place in the state organization.
Pioneer and Innovative Studies in Social, Human and Administrative Sciences, 2024
The foundation, which means that a person leaves his/her own property for
the benefit of societ... more The foundation, which means that a person leaves his/her own property for
the benefit of society without expecting anything in return, has an important
place in the Islamic world. Foundations established with the aim of helping
those in need have increased social solidarity and contributed to economic
prosperity. The foundation institution, which experienced its most glorious
period in the Ottoman Empire, generally had religious, social and economic
purposes. During the Ottoman period, social services were generally provided
by foundations. There are many foundations with historical and cultural value
in Urfa. Most of these foundations were established during the Ottoman
period.
Ortaçağ’dan Günümüze SURUÇ , 2024
Osmanlı Devleti’ni uzun yıllar ayakta tutan, belki de devletin en
önemli kurumu adalet sistemi ... more Osmanlı Devleti’ni uzun yıllar ayakta tutan, belki de devletin en
önemli kurumu adalet sistemi olmuştur. Bu noktada Osmanlı devletin te
meli adalettir denilse yanlış bir tanımlama olmasa gerektir. Bu temel birçok
Osmanlı kaynaklarında da ifade edilmiştir. Buna göre devletin ayakta dur
ması için adil bir padişah şarttır. Padişahın adaleti tesisi için güçlü bir ordu,
güçlü bir ordunun toplanması için zengin bir hazine, zengin bir hazinenin
varlığı için zengin ve itaatkâr bir tebaa gereklidir. Tebaanın zengin olması,
refah içinde hayatını idamesi ve itaatini temin ise onun adaletle idare edil
mesi ile mümkün olabilir. “Daire-i Adliye” olarak isimlendirilen bu daire
Osmanlı Devlet idaresini mantığıdır, Osmanlı idarecisinin yönetim aygıtına
bakış açısıdır denilebilir.

Tarih Üzerine Yazılar VI, 2023
Osmanlı mahkemesinde iki tür şahitlik vardı: Birisi bugünde anladığımız ve kullandığımız manada o... more Osmanlı mahkemesinde iki tür şahitlik vardı: Birisi bugünde anladığımız ve kullandığımız manada olayın, huzurdaki davanın görgü şahitleri yani tarafların şahitleri idi. Diğeri ise terim adıyla şuhûdü’l hâl denilen mahkemenin şahitleri idi. Bu ikinci şahitler gurubu kimlerdi? Fonksiyonları ne idi? Geç Osmanlı döneminde sayıları artan Osmanlı Mahkemelerinin içinde Şeriat Mahkemesinin görev sahası büyük ölçüde özel hukuk ile sınırlandırılmıştı belki ama klasik dönemin tek yargı mercii oldukları ve bu tek yargı merciinde de tek hakim ilkesi geçerli olduğu göz önüne alındığında bu tek hakim belki de yaptığı çalışmaların hesabını verirken bir güvenceye mi ihtiyaç duyuyordu? Bu tek hakimin hakim olmanın ötesinde Osmanlı adli-idari teşkilatının başı olarak çok fazla görevi vardı ve bunları yapması onu toplum içinde çok etkin, göz önünde ve tabii ki yaptıklarına dikkat edilir bir kişi yapıyordu. Bu kişi belki de yaptığı işlere şehrin birçok etkin kişisinin de en azından hesap verirken ortak olmasını mı istiyordu? Osmanlı Mahkeme kayıtlarında bulunan şuhûdü’l-hâl ya da dava tanıkları olarak adlandırılan bu kişileri kimlerin oluşturduğu, davalarda etkili oldukları faktörlerin neler olduğu mevzusu bu araştırmanın konusunu oluşturmaktadır. Çalışma XX. yüzyıla ait bilgiler içeren 215/1 Numaralı Urfa Şer‘îyye Sicili’ndeki belgelerin yorumlanması ve analizlerini kullanarak bu soruların cevaplarını aramaktadır.

Tarih Üzerine Yazılar VI, 2023
Sanayi öncesi tüm tarım toplumlarında olduğu gibi Osmanlı ekonomik sistemini de genellikle toprağ... more Sanayi öncesi tüm tarım toplumlarında olduğu gibi Osmanlı ekonomik sistemini de genellikle toprağa bağlı olarak toplanan vergiler oluşturmaktaydı. Para ekonomisinin yeterince gelişmemiş olduğu Klasik Dönemin şartları vergilerin doğrudan devlet tarafından toplanmasını engellemekteydi. Bu yüzden devlet vergileri toplaması için çeşitli yönetici, kadı ve askerleri görevlendirmişti. Vergi toplayanlara devlet hazinesinden doğrudan para çıkmaması için maaşlarını da halktan belirlenmiş miktarda vergi olarak toplama hakkı verilmişti. Vergileri toplayanlar zaman zaman devletin verdiği yetkiyi kötüye kullandığı, halka zulmettiği ve fazladan vergi aldığı vaki olabiliyordu. Bu tür davranışlara karşı padişahlar tedbir almak amacıyla adaletname adı altında hükümler yayınlamışlardır. Adaleti emreden bu hükümlere adaletname denilir. Bu hükümler ile ilgili birçok çalışma yapılmıştır. Ne var ki Adaletnamelerle ilgili yapılan bu çalışmaların çoğunda konu genel çerçeve içerisinde ele alınmış olup adaletnamelerin belli bir dönem içerisinde ele alınıp incelendiği çok az çalışma vardır. Halbuki her dönemin kendi özel şartları mevcut olup bu çalışmaların dönem şartları açısından da tahlil edilmesi anlaşılmalarına önemli ölçüde katkı sağlayacak bir unsurdur. Bu sebeple bu çalışmada Adaletname örnekleri içerisinde I. Ahmet döneminde yayınlanan fermanların vergilerle ilgili hükümleri tahlil edilmiş anlaşılmaya çalışılmıştır.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, 2021
14. yüzyılda bir uç beyliği olarak doğan ve üç kıtaya yayılan Osmanlı Devleti, yerleşik bir toplu... more 14. yüzyılda bir uç beyliği olarak doğan ve üç kıtaya yayılan Osmanlı Devleti, yerleşik bir toplum düzeni oluşturmuş; zamanla da askeri ve idari yapılanmasını tamamlamıştır. Sanayi öncesi, toprağa dayalı bir iktisadi düzen tesis edilmiştir. Bahsi geçen toprakların mülkiyeti devlete ait olan miri topraklar olarak da bilinmektedir. Tarım faaliyetlerinde emeği geçen köylü kesim ise kiracı niteliğinde olup yöneticisine vergi vermek ve üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmekle görevlendirilmiştir. Uygulanan tımar sistemi sayesinde Osmanlı Devleti; askeri, siyasi, sosyal ve ekonomik alanda kazanç sağlamıştır. Bu açıdan bakıldığında devlet ekonomisinin sadece tarımsal vergilere bağlı olmadığı görülmektedir.
Ülke düzeninin sağlanması, halkın huzur ve adilane bir ortamda hayatına devam etmesi, üretim çalışmaları ile ekonomik kazanç elde edilmesi, ordunun ve ülkenin iaşe ihtiyacının karşılanması gibi amaçlar ile tarımsal üretici ve idarecileri kapsayan kurallar uygulanmış; merkezi devlet ile halk arasındaki bağ böyle kurulmuştur. Osmanlı yönetimi ile toplum arasındaki ilişkide her daim devletin menfaati önemli idi. Bu düşünce reaya arasında da yayılmış; başta devletin korunmasında olmak üzere birçok alanda bu zihniyeti görmek mümkün olmuştur. Özellikle klasik dönemde devletin gelişmesinde etkili olan tımarlı sipahilerin kendi bölgelerindeki idareleri de aynı anlayışla sürmüştür.
Osmanlı klasik döneminde toprak ve tarımsal faaliyetler devletin gelişmesi için gerekli idi. Bu nedenle yönetenler ve yönetilenler arasında denge sağlanmaya çalışılmış; toprağın boş bırakılmaması, üretimde ve vergi düzeninde devamlılık hedeflenmiştir. Toprağı işleyebilecek köylü sayısının az olmasının yanında başka tımarlara göçen tarımsal nüfusun olması, sipahinin de merkezi devletin de zararına olmuştur. Böyle olumsuzlukların mümkün olduğunca engellenmesi için ek vergiler getirilmiştir. Ayrıca ölü toprakların ve yeni fethedilen yerlerin canlandırılması için uğraşılmış; toprağa bağlı olan bu sistemin devamı için teşvikler verilmiştir.
Ülke ekonomisinin tarıma dayandığı tüm orta çağ devletlerinde temel üretici olan köylü ile onun devlete yükümlülüklerini tesbit ve tahsil eden mahalli yöneticinin ilişkileri her zaman dikkat çekici olmuştur. Osmanlı Devleti özelinde konuya yaklaşıldığında sipahi ve köylü bu iki sınıfın üyeleridir.
Klasik sınıf çatışmaları teorisi savunucularının baktığı pencereden bu iki sınıfın ilişkilerine bakıldığında aralarında bir çatışma aranılır. Hatta belki de sipahi-köylü ilişkilerini izlediğimiz şer’iyye sicillerine bakıldığında bu çatışmanın görüntüsünün varlığı düşünülür. Aslında bu tesbit bir ölçüye kadar doğrudur. Bir vergi tahsildarı da olan sipahi devletten kayıtlı olan miktarı toplamak üzere aldığı tımarında yapacağı eksik tahsilâtın bedelini kendi kesesinden ödeyecek olmanın da verdiği gayret ile köylüden toplayacağı vergide asla kaçak olmamasını sağlamaya çalışmaktadır. Bu amaç ile devletin kendine verdiği yetkileri kötüye kullanan sipahiler de şüphesiz olmuştur. Çalışmada tesbit edildiği gibi köylüden yükümlü olduğu angaryalardan daha fazla angarya isteyen ya da Osmanlı Devleti’nin kaldırdığı eski bir yükümlülüğü eski adet diye yeniden canlandırmaya çalışan sipahiler buna örnek olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde adalet kavramı her zaman ön planda tutulmuştur. Bu amaç ile devlet tarafından görevlendirilen yöneticilerin yanlış tutumlarına karşı halk, korunmaya çalışılmıştır. Başta Avrupa olmak üzere birçok yerde oluşan feodalleşme sürecinin Osmanlı Devleti’nde gerçekleşmeme nedeni; devletin toprak üzerindeki tasarrufunu koruyabilmesi ve müsadere sistemi ile kontrolü elinde tutmasıdır. Böylece küçük köylü üretici, idareci konumunda olan sipahiden korunmuş; Avrupa’ya benzer bir toprak idare sistemi oluşmamıştır.
Ancak makalede mütalaa edildiği gibi Osmanlı sipahisi ve köylüsü bitmek tükenmek bilmeyen bir çatışmanın içinde olmasa gerektir. Bu bakış muhtemelen tarihi kayıtlara bir sınıf çatışması nazarı ile bakan ve baktığını da Avrupa tarihi ölçeğinde yani feodal düzende senyör-serf çatışmasında bir ölçüye kadar da gören tarihi zihniyetin eseridir. Tabii bunun yanında konuya Osmanlı özelinde bakanların temel inceleme kaynaklarının mahkeme kayıtları olması da bize bitmek tükenmek bilmeyen bir çatışma ortamı var olduğunu düşündürmektedir.
Aslında bu mahkeme kayıtları bitmek tükenmek bilmeyen bir çatışmadan çok var olan problemlerin mahkeme yoluyla çözümüne işaret etmesi sebebiyle aralarında menfaat çatışması olan iki gurubun aralarındaki sıkıntıların giderilmesi noktasında başarılı bir adım atıldığını da gösterir. Zaten her devlet gibi Osmanlı Devleti’nin de istediği budur. Yani ülkedeki menfaatleri farklı insan gurupları arasında olabilecek muhtemel anlaşmazlıkların mahkeme eliyle çözülmesidir. Zira bu sınıfların her biri devlet için ayrı bir anlam ifade etmekte ve vazgeçilmezdir. Mesela devlet ne en önemli askeri gücü olan bununda ötesinde vergisini toplayan ülkede huzur ve güveni sağlayan sipahiden vazgeçebilir ne de temel üretici olan köylüden vazgeçebilir yani birine karşı diğerini kollaması yani bir gurubu ihmal etme pahasına diğerine arka çıkması imkânsızdır.
Burada dikkat edilecek bir husus da şu olabilir ki yöneten sınıftan olan yani devlet gücünü arkasına alan sipahi köylüye karşı daha avantajlıdır. Onun için Osmanlı Devleti çoğu zaman fakir ve yoksul tabiri ile ifade ettiği köylü sınıfları koruma amacı ile hareket etmiştir. Osmanlı Devleti bu suretle adaleti sağlamayı idaresinin temel hedefi olarak tesbit ve tayin etmiştir. Makale bu amaç ile devletin yaptığı tasarruflara ve bunların sonuçlarına da yer vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Sipahi, Köylü, Mahkeme, Kadı, Vergi, Angarya

Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2022
İslam devletlerinde vakıflar, toplumun sosyal, iktisadi, kültürel ve dini açıdan
şekillenmesinde... more İslam devletlerinde vakıflar, toplumun sosyal, iktisadi, kültürel ve dini açıdan
şekillenmesinde öncü olmuştur. Menkul, gayrimenkul ve hatta para
vakıflarıyla önemli miktarda gelirler elde edilirken; bu gelirler halk için
kullanılmıştır. Temeli İslamiyet’in ilk dönemlerine dayanan bu kurumlar,
Osmanlı Devleti döneminde gelişimini tamamlamıştır. Bu süreçte yapılan
icraatlarda ve işleyiş usullerinde de değişiklikler olabilmiştir. Bu
değişikliklerden en önemlisi de diğer İslam devletlerinde görülmemiş olan ve
Osmanlı döneminde ortaya çıkan para vakıfları olmuştur. Para ekonomisinin
gelişmeye başlamasıyla ortaya çıkan bu olgu ilk olarak cevaz tartışmalarını
beraberinde getirmiştir. Bu kurumlar gerçekte ilk bankalar olup faizli çalışan
kurumlar mıdır? Yani kayıtlarda geçen 10’u 11’den borç vermek çoğu
iktisatçının anladığı gibi yüzde on faizle borç vermek midir? Yoksa bu işlem
kısaca peşin alıp vadeli satma olarak tanımlanabilecek bir ticaret midir?
Doğrusunun bu ikincisi olduğunu belirten birçok İslam bilgini bu
uygulamanın İslam şeriatına uygun olduğu yönünde fetva vermişlerdir.
Böylece İslam devletinde bankacılığın temelleri atılmış, insanların tefecilerin
baskısından kurtarılmış olduğu ifade edilmiştir. Vakıfların devlet tarafından
desteklenmesi ve belli süreçlerde denetlenmesi, bu kurumların uzun ömürlü
olmasını sağlarken insanların bu müesseselere güvenmesini de sağlamıştır.

The Journal of Academic Social Science Studies, 2012
Osmanlı devletinin birçok kurumu gibi temel toprak yönetim ve vergi toplama sistemi olan Tımar si... more Osmanlı devletinin birçok kurumu gibi temel toprak yönetim ve vergi toplama sistemi olan Tımar sistemi de kendine özgü ve kaynakları itibariyle de batılı olmaktan çok doğuludur. Gerçekten Tımar sisteminin kökenlerini kendisinden önce batı toplumlarında feodal sistemde değil Abbasilerdeki katia sisteminde veya Selçuklulardaki ikta siteminde aramak daha doğru olur.
Osmanlı Tımar sistemi Avrupa feodal düzeniyle karşılaştırılmıştır. Aslında iki sistemin
birbirinden farklılığı benzerliğinden çok daha fazladır. Osmanlı Tımar sisteminin arşiv belgelerine dayalı araştırmalarının, batılılar tarafından yapılanlara kıyasla her zaman ihmal edilebilecek bir oranda kalması bu sahada yapılan çalışmaların Avrupalı bir bakış açısıyla ele alınması sonucunu doğurmuştur.
Bu çalışmada Osmanlı Tımar sistemi ile Avrupa feodal düzeni arasındaki benzerlikler ve
farklılıklar ortaya konularak mukayese yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Feodalitesi, Osmanlı Tımar Sistemi, İkta, Katia.

Turkish Academic Research Review, 2021
Osmanlı Devletinde sipahi-köylü ilişkileri her zaman Osmanlı sosyal ve ekonomi tarihi araştırıcıl... more Osmanlı Devletinde sipahi-köylü ilişkileri her zaman Osmanlı sosyal ve ekonomi tarihi araştırıcılarının incelediği konulardan birisi olmuştur. Ancak arşiv belgelerine dayalı yerli araştırmalar bu alanda batılılar tarafından yapılanlara kıyasla her zaman ihmal edilebilecek bir oranda kalmıştır. Bu durum yapılan çalışmaların sıklıkla Oryantalist bir bakış açısıyla ele alınması sonucunu doğurmuştur. İşte bu sebeple Osmanlı Timar sistemi daima Avrupa feodal düzeniyle karşılaştırılmıştır. Aslında iki sistemin birbirinden farklılığı benzerliğinden çok daha fazladır. Gerçi Avrupa feodal düzeni Osmanlı’da bir düzenle kıyas edilecek olsa bu şüphesiz Timar sistemi olur, ancak bu kıyas Avrupalının gözüyle sistemi anlama çabasından öte gitmez. Kaldı ki bu anlama da çoğu zaman ve temel noktalarından bir yanlış anlama olur. Zira Tımarın Feodaliteyle karşılaştırılmasının sebebi sipahi ile senyörü, köylü ile serfi karşılaştırma ve anlama çabasıdır.
Ancak Osmanlı Devletinin birçok kurumu gibi temel toprak yönetim ve vergi toplama sistemi olan Timar sistemi de kendine özgü ve kaynakları itibariyle de batılı olmaktan çok doğuludur. Gerçekten Timar sisteminin kökenlerini kendisinden önce batı toplumlarında yaşanan feodal sistemde değil Abbasilerdeki katia sisteminde veya Selçuklulardaki ikta siteminde aramak daha doğru olur.
Esasen vergi toplamanın devletler için vazgeçilmezliği bir yana Ortaçağda hemen tüm devletlerde üretimin neredeyse tamamının tarımsal kaynaklı olması ve bu dönemde ulaşım vasıtalarının çok sınırlı ve yavaş olması verginin aynî olarak toplanması ve naklinden çok toplandığı yerde harcanması ihtiyacını doğurmuştur. Verginin aynî olarak toplanması ve yerinde harcanması ihtiyacı ise ülkenin her yerinde bir vergi tahsildarları teşkilatlanması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple ismi ister timar, ister katia isterse feodal düzen olsun benzeri yapılanmalar tüm Ortaçağ devletlerinde ortaya çıkmıştır.
Bu yapılanmaların ortaya çıktığı her ülkede tabii olarak bu yapının elemanlarının ilişkileri meselesi de gündeme gelmiş, her ülkenin kendi özel şartları çerçevesinde çok farklı mecralarda seyreden bu ilişki günümüz araştırıcılarının çok ilgisini çeken bir konu olmuştur. Makalede Osmanlı Devleti örneğinde bu ilişki yani vergi veren-toplayan ilişkisi ya da başka bir deyişle yöneten-yönetilen ilişkisi veya ıstılahtaki adıyla askeri-reaya ilişkisi nihayet son olarak konunun kendi adıyla ifade edecek olursak sipahi-köylü ilişkisi ele alınmıştır.

International Online Conference on Social Sciences Researches, 2020
İnsanların sosyal birer varlık olmaları, ihtiyaçlarını karşılamaları noktasında onların diğer ins... more İnsanların sosyal birer varlık olmaları, ihtiyaçlarını karşılamaları noktasında onların diğer insanlar ile yardımlaşmaları sürecini ortaya koymuştur. Aralarındaki sosyal konuların olumlu yanları olduğu gibi olumsuz yanlarıyla da karşılaşmaları her zaman mümkün olmuştur. Bu anlaşmazlıkların ve uyuşmazlıkların toplum üyeleri arasındaki dayanışma ile çözüme kavuşması ise mümkündür ve sıklıkla vaki olmuştur.
Uyuşmazlık kavramı anlaşmazlığın ilerlediği süreci ifade etmektedir. Anlaşmazlıktan uzlaşma sürecine geçiş ise talep sonucunda olacaktır. Bu talebin ifade edilmesi sonucu üçüncü bir kişinin olayı değerlendirmesi, arabuluculuk denilen kavramı ortaya çıkartmaktadır.
Bu çalışmada anlaşmazlıkların ve uyuşmazlıkların karşılıklı rıza doğrultusunda çözüme kavuşması için ortaya konan arabuluculuk müessesesi ele alınmıştır. Kişiler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulması noktasında başvurulan bu yöntem, mahkeme dışında ya da mahkeme içinde yapılmaktaydı. Yapılan bu yöntemin kökeni ise çok eski tarihlere dayanmaktadır.
Osmanlı Devleti Döneminde de devam eden bu uygulama için Osmanlı mahallelerinde sulh meclislerinin kurulmuş olduğu da vakidir. Anlaşılan devlet de uzlaşıyı teşvik etmektedir. Bu yol ile tarafların aralarındaki düşmanlık, dostluğa dönüştürülmeye çalışılmıştır. Makale; Osmanlı Devleti’nde arabuluculuğun işlevi, işleyişi ve Muslihûn’un görev ve sorumluluklarını içermektedir.
Toplamda üç bölümden oluşan çalışmanın ilk bölümünde Arabuluculuk kavramına ilişkin sulh, tahkim, muhakeme gibi kavramlarının değerlendirilmeleri yapılıp ikinci bölümde ise; Osmanlı Devleti’nde kullanılan arabuluculuk müessesi incelenerek işlev alanları hakkında bilgilendirme yapılmıştır. Son bölüm olan üçüncü bölümde; Osmanlı Devleti’nde Muslihûn’un görev alanına ve önemine değinip sonuç bölümü ile çalışma sonlandırılmıştır. Bu çalışmanın içeriği Şer’iyye Sicilleri ’ne dayandırılarak ifade edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER; Osmanlı, Uzlaşma, Sulh, Arabuluculuk, Muslihûn, Ceza, Hukuk

ULUSLARARASI EĞİTİM VE TARİH ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, 2021
Osmanlı Devletinin temel toprak yönetimi ve vergi toplama sistemi olan timar sistemi ile ilgili b... more Osmanlı Devletinin temel toprak yönetimi ve vergi toplama sistemi olan timar sistemi ile ilgili bugüne kadar birçok tanımlama yapılmıştır. Bunlarda vurgulanan esas nokta tarımsal üretime dayalı ekonomileri olan tüm devletler gibi tarımsal üretimin vergilendirilmesi ve bu vergi kaynaklarının mümkün oldukça mahallinde harcanarak ihtiyaçların teminidir. Geçmişi Abbasîlerdeki “katia” Selçuklulardaki “ikta” sistemlerine dayanan içeriği itibariyle ise tarıma dayalı tüm ekonomilerde izleri görülen timar sistemi devlet görevlilerine verilen belli bölgelerin vergi toplama yetkisinin belirli şartlar altında kişilere devredilmesi anlamına gelir. Bu sistemde belli kişilerin maaşları karşılığında gelir elde etmelerinin yanı sıra asıl amacın seferler münasebeti ile orduya asker yetiştirmek olduğu söylenebilir. Tımarlı sipahiler, tasarruf ettikleri tımarın geliriyle belli kurallara uyarak hem asker yetiştirir hem de sefer mevsimlerinde seferlere katılmakla mükelleftir. Tımar sistemi içeriği itibariyle bunlarla sınırlı olmayıp eyalet idaresinin ekonomik ve sosyal politikalarını da şekillendiren bir sistem olarak da ifade edilebilir. Başka bir deyişle timar sistemi yalnızca askeri bir sistem olmayıp idari bir sistem olarak da değerlendirilebilir. Tımar sisteminin Osmanlı Devletindeki uygulanışına değinilen bu makalede, sistemin amaçları, bu amaçlar doğrultusunda yapılan uygulamalar ve bu uygulamaların Osmanlı Devletine olan katkıları yer alınmaktadır. Çalışmada, Tımar sisteminin Osmanlı uygulamasında ortaya çıkan problemlere ve bunların çözümü için gösterilen çabalara da arşiv belgeleri ve şer’iye sicilleri örnekliğinde değinilmiştir. Ayrıca çalışmada Osmanlı Devleti için çok önemli bir yeri olan bu sistemin zaman içerisinde nasıl bozulduğuna ve bu bozulmanın ekonomi ve siyasi olarak nelere sebebiyet verdiği konusunda da değerlendirmeler yer almaktadır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Timar, Sipahi, Köylü, Vergi.
Land Management and Tax Collection in the Ottoman Empire
(An Evaluation on the Grooming System)
Until today, many definitions have been made about the timar system, which is the basic land management and tax collection system of the Ottoman State. The main point emphasized in these is the taxation of agricultural production like all states with economies based on agricultural production and the provision of needs by spending these tax resources locally as much as possible. History of the Abbasid "katia" the Seljuks "Besiktas" the systems as based on the content given to timar system state officials seen traces in all agriculture-based economy of certain areas of tax collection authority means to be transferred to people under certain circumstances. In this system, it can be said that besides obtaining income for certain people in return for their salaries, the main purpose is to train soldiers for the army in connection with the expeditions. Timarlı cavalrymen are obliged to both train soldiers and participate in expeditions during the expedition seasons by obeying certain rules with the income of the fief they save. The timar system is not limited to these in terms of its content, but can also be expressed as a system that shapes the economic and social policies of the state administration. In other words, the timar system can be evaluated not only as a military system but also as an administrative system. In the article referring to the application of the timar system in the Ottoman Empire, what are the aims of the system, what are the applications made in line with these purposes, and the contributions of these practices to the Ottoman Empire. In the study, the problems that emerged in the Ottoman application of the timar system and the efforts made for their solution were mentioned in the example of archive documents and sharia records. In addition, the study includes evaluations on how this system, which has a very important place for the Ottoman Empire, deteriorated over time and what this deterioration caused economically and politically.
Keywords: Ottoman Empire, Timar, Sipahi, Peasant, Tax.

Tarih Alanında Seçme Yazılar-I, 2023
İslam toplumlarında hayır müesseseleri çok hassasiyetle üzerinde durulan bir
konumda yer almıştı... more İslam toplumlarında hayır müesseseleri çok hassasiyetle üzerinde durulan bir
konumda yer almıştır. İslam devletlerinde de hayır işleri bir yandan devlet
tarafından yapılırken diğer taraftan onun ön açmasıyla neredeyse devlet
bütçesine yakın güçleriyle vakıf kurumları tarafından yapılmıştır. Geniş bir
perspektiften bakıldığında vakıflar, toplumu birçok yönden etkilemiş ve
geliştirmiştir. Bu kurumların işleyişinden elde edilen gelirler; gerek dini,
gerek sosyal gerekse de iktisadi amaçlı olarak halkın menfaati doğrultusunda
kullanılmıştır. Devlet tarafından denetlenen vakıfların idari mekanizması da iç
tüzük niteliğinde olan vakfiyenâmelerde ayrıntılı bir şekilde ifade edilmiştir.
Vakıfların uzun ömürlü ve güvenilir olmasının temelinde devletin etkisi yer
almıştır.
İslam devletlerinde birçok alanda önemli görevler üstlenen vakıflar,
devletlerin gelişimine paralel olarak özellikle Osmanlı İmparatorluğuyla
zirveye ulaşmıştır. Buna bağlı olarak faaliyetleri ve işleyiş yöntemlerinde
de değişiklikler olmuştur. Faizin hoş karşılanmadığı İslam hukukunda,
insanların yararı için, para vakıflarının ticari bir araç ve hayır kurumu olarak
kullanılması bahsedilen değişikliklerden biri olmuştur. Para vakıflarıyla
ilgili yapılan tartışma ve eleştirilere rağmen dönemin ulemasının çoğu
bu işlemin kısaca peşin alıp vadeli satma olarak tanımlanabilecek bir
ticaret olduğunu belirterek İslam şeriatına uygun olduğu yönünde fetva
vermişlerdir. İcazeti verilmiş olan bu yapılanma ile İslam devletlerinde
bankacılığın temelleri atılmış; halk nakit ihtiyacını tefecilerden değil bu
kurumlardan karşılamıştır

Ekonomi, Finans ve İşletme Yönetimi Alanında Güncel Gelişmeler -III, 2022
Saltpeter is the main ingredient of gunpowder. Saltpeter is an important military material, both ... more Saltpeter is the main ingredient of gunpowder. Saltpeter is an important military material, both because it is used in firearms and because it is a weapon used by tunnel diggers to detonate the castle during castle sieges. Saltpeter production was carried out in many cities of the Ottoman Empire. Although the places where saltpeter was produced in the Ottoman Empire have been the subject of various studies so far, the saltpeter beds in the cities of Rumkale and Birecik have not been the subject of any study until today. This study aims to reveal how the saltpeter beds in Rumkale and Birecik are operated, where the produced saltpeter is shipped, and what the problems are in the Rumkale and Birecik saltpeter beds. Many studies have been conducted on the saltpeter operation in the Ottoman Empire. In this study, the works related to saltpeter, which are within the scope of the article, were used and given in the bibliography. It is aimed to facilitate the work of those working in this field by
giving the studies on saltpeter, which is not used in the article bibliography and in a scattered state, as a collective bibliography in the appendix of the article. In the study, mühimme notebooks, which are among the important archive resources in the inventory of the Presidency of the Presidency of the Republic of Turkey, Department of Ottoman Archives were used. Archive documents were used by subjecting them to document analysis management.
Keywords: Saltpeter, Gunpowder, Petard Soldiers, Rumkale, Birecik.

ORTAÇAĞ’DAN GÜNÜMÜZE RUMKALE ve HALFETİ, 2022
Osmanlı Devleti’nin yönetim anlayışı kendi kaynaklarda Daire-i Adliye
ile ifade edildiği şekliyl... more Osmanlı Devleti’nin yönetim anlayışı kendi kaynaklarda Daire-i Adliye
ile ifade edildiği şekliyle başta adaleti tesis etmektir. Bu anlayış hukuken şer’i
hükümler, padişah fermanları ve örfi kuralların sentezine dayanmaktadır.
Şer’iye sicilleri incelendiğinde “zulüm ve teaddi” kavramı ile verilen; idareciler veya eşkıya tarafından pek çok haksız davranış ve cürümler işlendiği
ve bunların giderilmesi için tedbirler alınması yönünde iradeler yayınlandığı
görülmektedir.
Bu çalışmada, XVII-XIX Yüzyıllarda Rumkale kazasındaki asayiş sorunları ve eşkıyalık olayları incelenmiştir. Bölge coğrafi konumunun eşkıyaya sağladığı fiziki avantajın da etkisiyle her zaman eşkıyalık faaliyetleri icra edenler
için cazip bir merkez olmuştur. Devlet de tüm gücü ile bu tür faaliyetleri önlemek amacını gütmüş, merkezdeki yöneticiler yerel idarecilere gönderdikleri
emir ve fermanlarla reayaya karşı “zulüm ve teaddi” nin önlenmesini; asayiş
ve adaletin tesisine çalışılmasını defaetle emretmiştir.
Çalışmada kaynak olarak, Şikayet Defterleri, Urfa Şer‘iyye Sicilleri,
Ayıntab Şer‘iyye Sicilleri ve Rumkale Kazası mahkeme kayıtları taranarak elde
edilen belgeler kullanılmıştır. İncelenen dönemde Rumkale Kazası dâhilinde
asayişi bozan olayların, eşkıyalık olaylarının ve askeri ile reaya arsasında gerçekleşen ihtilafların sayıca fazla olması Rumkale Kazasının nüfus açısından
olsun, mali açıdan olsun büyüklüğünden çok daha fazla resmi kayıtlarda yer
etmesini yani devlet merkezinde mekânsal ve toplumsal açıdan tanınmasını sağlamıştır. Bu sebeple Rumkale kazasında meydana gelen asayişi bozan olaylar; hırsızlık ve gasp, darp ve yaralama, cinayet ve ölüm en nihayetinde ise tecavüz olayları başlıkları altında ayrı ayrı ele alınmış ve eşkıyalık olayları örneğinde devlet ve köylü arasındaki ilişki incelenmiştir. Çalışma incelendiğinde
bu her bir sorun kümesi ile alakalı kaynaklarda çok fazla sayıda belge olduğu
tespiti yapılabilecek, Osmanlı Devleti’nin bölgenin sorunlarının çözümü için
özel bir gayret sarf ettiği anlaşılabilecektir

Journal of History and Future, Aug 23, 2019
Osmanlı Devleti 19. Yüzyıla kadar batılı tarzda görülen bir fikri oluşum içine girmemiştir. Batıd... more Osmanlı Devleti 19. Yüzyıla kadar batılı tarzda görülen bir fikri oluşum içine girmemiştir. Batıda Fransız İhtilalının çıkmasıyla milliyetçilik akımları özellikle çok uluslu bir devlet olan Osmanlı’da etkisini gösterdi. Osmanlı devlet adamları ve aydınları bu durumdan Osmanlının kurtuluşu için batılı tarzda bir fikrî harekette bulundular. Bu fikir Osmanlıcılık olarak ifade ediliyordu. Bu tespit daha önceki devlet adamları ve padişahlarda Osmanlıcı fikirler olmadığı şeklinde anlaşılmamalı, belki Osmanlı devletinin tebaası olmak sebebiyle aynı milletin ferdi olunması fikrinin Tanzimat’la birlikte sistemleştirdiğini ifade etmektedir. Osmanlının dağılmaktan kurtuluşu için dönemin yönetici ve düşünürlerince ortaya atılan ve uygulanan Osmanlıcılık idealinin dayandığı fikrî ve sosyal temeller neydi? Osmanlıcılık fikrinin savunucuları kimlerdi? Osmanlıcılık hareketinin idarî, hukukî, eğitim ve edebiyattaki uygulamaları nasıldı? Bu fikrin Osmanlıda karşılığı ne oldu? Ya da daha açık bir ifade ile tasavvur edilen Osmanlı milleti niçin var edilemedi ve Osmanlı devletini kurtaramadı. Bu hedefe ulaşılamayınca bu tasavvurun fikir babaları Osmanlı Devleti’ni kurtarma için hangi yeni ideallere yöneldiler? Bu makalenin amacı bu ve buna benzer birçok soruları cevaplandırmak, Osmanlıcılık fikrinin serüveni hakkında bilgi vermektir.
KÂŞGARLI MAHMUD ANISINA TÜRKİYEVE TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI -VII, 2020

TARİH ARAŞTIRMALARI-I , 2022
Vakıf kurmanın en önemli amacı, sürekli olarak sadaka verebilme isteğidir.
Bu istekten kaynaklan... more Vakıf kurmanın en önemli amacı, sürekli olarak sadaka verebilme isteğidir.
Bu istekten kaynaklanan ve git gide değişen şartlar üzerine sadaka için mal
vakfederek sadaka vermeyi devamlı hale getirmek hedeflenmiştir. Bu
amaçla Osmanlı’da kurulan vakıflar, hukuki temeller üzerine kurulmuş ve
sürekli olarak devlet denetimine tabi tutularak uzun ömürlü müesseseler
olmayı başarmıştır.
Vakıflar sayesinde devletlerin gelişmesi sürmüş, toplumların refahı artmış,
israf engellenmeye çalışılmıştır. Bu müesseselerinin resmi belgesi olan
vakfiyeler, tarih araştırmaları için önemli bilgiler içeren kıymetli belgeler
olmuştur. Bazen diğer kaynaklarda olmayan bilgilere buralarda ulaşmak
mümkün olmaktadır.
Vakfiye, vakfeden tarafından (vâkıf) oluşturulan ve kadı tarafından tescil
edilen hukuki bir belgedir. Geçmişten günümüze kadar var olan vakıfların
çalışma düzenleri taş, deri, kâğıt gibi şeylere yazılmıştır. “Vakıf kütükleri,
tapu tahrir defterleri ve şer‘iye sicillerinde yer alan sûretlerin dışında
vakfiyeler rulo yahut kitap şeklinde kaleme alınmıştır. Asıl vakfiyenin tanzim
ve tescilinden birkaç yıl sonra taşa, mermere veya kayalara kazılarak
yazılmıştır.” Vakfiyeler, Arapça olarak yazılmaya başlamış; Selçuklular
gibi Arap olmayan Müslüman milletler de genellikle teamüllere uymuştur. İlk Türkçe vakfiye, Anadolu’da Germiyanoğulları dönemine ait olup 1428
tarihinde yazılmıştır.
Bu metinler sayesinde dönemin sosyo-ekonomik, siyasi ve kültürel hayatıyla
ilgili malumat sahibi olunmaktadır. Defter şeklinde metinler olduğu gibi
varaka halinde de olabilmektedir. Giriş bölümünde, Allah’a şükür;
Peygamber’e (SAV) salat ve selam ile ayet ve hadisler de bulunur. Dua
bölümü, dua ve beddua olarak ayırılmıştır. Son bölümde olan beddua, vakfın
bekası için manevi bir tehdit maiyetindedir.
Üç bölümden oluşan bu belgelerde özellikle şu hususlar yer alır:
Vakfedilecek şeylerin neler olduğu ve bu malların nasıl idare edileceği,
gelirlerin kimlere ve nasıl kullanılacağı, vakfın nasıl yönetileceği, şuhûdul
halin mührü ve kadının hükmü.
İslam devletlerinin inkişafında etkili olan vakıf müessesesi, sadece
Müslüman ülkelerini değil; birçok açıdan neredeyse tüm dünyayı
etkilemiştir. 19. asra gelindiğinde İslam ülkelerini işgal eden Batılı devletler,
emperyalist politikalarını rahatça uygulayabilmek adına, engel olarak
gördükleri vakıf yapılarına karşı olumsuz görüşler beyan etmiş ve bu
kurumlardan kurtulmanın yollarını aramıştır. Vakıfların, ekonomiye ve
topluma zarar verdiği düşüncesini yaymışlardır. Oysa bu önyargılar tam
olarak incelenememiş olan arşiv belgeleriyle desteklendiğinde, aslında Avrupalıların da yakındığı ve çekindiği kadar İslam âlemine getirisi
olmuştur
Uploads
Papers by Mehmet Ali Türkmenoğlu
faaliyetidir. Ülke çocuklarına milli şuur kazandırılması için vazgeçilmez olan
bu eğitimin daha küçük yaşlardan itibaren verilmeye başlanılması ise matlup
neticenin elde edilmesi için zaruridir. Bu cümleden olarak Sıbyan mekteplerinde
ilk sınıflardan itibaren okutulan derslerden birisi de tarih dersi idi. Osmanlı
Devletinde Sıbyan mekteplerinde okutulan tarih derslerinin müfredatına
baktığımızda mesela bu çalışmada referans alınan ve ekte tam transkripsiyonu
verilen kitap (Küçük Tarih-i Osmaniye) üzerinden değerlendirecek olursak
günümüzde ortaöğretimde verilen “Osmanlı Tarihi” dersiyle eşdeğer bir
hacimde, bir derinlikte olduğu dikkati çekmektedir. Kitapta Ertuğrul Gaziden
başlayıp kitabın yazıldığı döneme yakın olan yani 1839 ile 1861 yılları arasında
padişahlık yapan 31. Padişah Sultan Abdülmecid dönemine kadar tahta geçen
padişahlar anlatılmış, hanedanlığın kurucusu Osman Bey’in babası ve Kayı
boyunun ataları ile birlikte 31 padişah dönemlerinden bahsedilmiştir
eşkıyası”, İran sınırlarına yakın bölgelerdeki ve Bağdat civarındaki eşkıyalar için “Kızılbaş eşkıyası”, Irak ve Suriye bölgelerinde Kürt ve bedevi Araplardan oluşan eşkıya grupları için “Urban eşkıyası”, Balkanlardaki eşkıya grupları içinse “Sırp ve Arnavut eşkıyası” tabirleri kullanılmıştır. Eşkıyalık faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerde Osmanlı Devleti, eşkıyalarla baş edebilmek ve bunları teftiş edebilmek için kendisine sadık, güvenilir, yetenekli ve askeri ve idari becerilere sahip önemli beyleri ve vezir rütbesine sahip paşaları geniş yetkilerle donatarak bölgeye göndermiştir. Taşradaki devlet görevlerine ihsanlar vererek onların sadakatini sağlamaya çalışmıştır. Dahası, çevre eyaletlerdeki
vezir, beylerbeyi ve ayanları, emrindeki kapu halkı, sancaklar, mutasarrıflar, zeamet ve tımar sahipleri ile beraber eşkıyalık faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerde görevlendirerek eşkıyalara karşı ortak hareket etmeleri yönünde çaba sarf edilmiş; ayrıca ihtiyaç duyulan cephane, zahire, asker ve diğer mali ihtiyaçların karşılanmasına özen gösterilmiştir. Osmanlı taşrasında ortaya çıkan eşkıyalık faaliyetlerine dair zengin bir içeriğe sahip olan Mühimme Defterleri, devletin iç ve dış meselelere ait siyasi, iktisadi ve idari alanlarında alınan önemli kararların kaydedildiği defterlerdir. Bu çalışmada 111 numaralı Mühimme Defterinden faydalanılarak Bağdat dolaylarında geniş çaplı eşkıyalık faaliyetlerinde bulunmuş olan Bebe Süleyman ve adamlarının Osmanlı idarecileri ile olan mücadelesi ve devletin bu eşkıyadan kurtulma çabası ve sonuçları ele alınmıştır.
The subject of this research is who these people, called şuhûdü’l-hâl or case witnesses in the Ottoman court records, were and what factors were effective in the cases.
for six centuries was that it had deep-rooted institutions. Coming from an
ancient tradition and benefiting from the practices of past Islamic states, the
Ottomans rebuilt many administrative, legal, military and financial
institutions, and preserved the office of Sheikh al-Islam, which was considered
the highest religious and scientific authority, within their organization until
their last period. The study includes considerations on the historical
development of this institution from the foundation of the state to the
beginning of the 19th century and its place in the state organization.
the benefit of society without expecting anything in return, has an important
place in the Islamic world. Foundations established with the aim of helping
those in need have increased social solidarity and contributed to economic
prosperity. The foundation institution, which experienced its most glorious
period in the Ottoman Empire, generally had religious, social and economic
purposes. During the Ottoman period, social services were generally provided
by foundations. There are many foundations with historical and cultural value
in Urfa. Most of these foundations were established during the Ottoman
period.
önemli kurumu adalet sistemi olmuştur. Bu noktada Osmanlı devletin te
meli adalettir denilse yanlış bir tanımlama olmasa gerektir. Bu temel birçok
Osmanlı kaynaklarında da ifade edilmiştir. Buna göre devletin ayakta dur
ması için adil bir padişah şarttır. Padişahın adaleti tesisi için güçlü bir ordu,
güçlü bir ordunun toplanması için zengin bir hazine, zengin bir hazinenin
varlığı için zengin ve itaatkâr bir tebaa gereklidir. Tebaanın zengin olması,
refah içinde hayatını idamesi ve itaatini temin ise onun adaletle idare edil
mesi ile mümkün olabilir. “Daire-i Adliye” olarak isimlendirilen bu daire
Osmanlı Devlet idaresini mantığıdır, Osmanlı idarecisinin yönetim aygıtına
bakış açısıdır denilebilir.
Ülke düzeninin sağlanması, halkın huzur ve adilane bir ortamda hayatına devam etmesi, üretim çalışmaları ile ekonomik kazanç elde edilmesi, ordunun ve ülkenin iaşe ihtiyacının karşılanması gibi amaçlar ile tarımsal üretici ve idarecileri kapsayan kurallar uygulanmış; merkezi devlet ile halk arasındaki bağ böyle kurulmuştur. Osmanlı yönetimi ile toplum arasındaki ilişkide her daim devletin menfaati önemli idi. Bu düşünce reaya arasında da yayılmış; başta devletin korunmasında olmak üzere birçok alanda bu zihniyeti görmek mümkün olmuştur. Özellikle klasik dönemde devletin gelişmesinde etkili olan tımarlı sipahilerin kendi bölgelerindeki idareleri de aynı anlayışla sürmüştür.
Osmanlı klasik döneminde toprak ve tarımsal faaliyetler devletin gelişmesi için gerekli idi. Bu nedenle yönetenler ve yönetilenler arasında denge sağlanmaya çalışılmış; toprağın boş bırakılmaması, üretimde ve vergi düzeninde devamlılık hedeflenmiştir. Toprağı işleyebilecek köylü sayısının az olmasının yanında başka tımarlara göçen tarımsal nüfusun olması, sipahinin de merkezi devletin de zararına olmuştur. Böyle olumsuzlukların mümkün olduğunca engellenmesi için ek vergiler getirilmiştir. Ayrıca ölü toprakların ve yeni fethedilen yerlerin canlandırılması için uğraşılmış; toprağa bağlı olan bu sistemin devamı için teşvikler verilmiştir.
Ülke ekonomisinin tarıma dayandığı tüm orta çağ devletlerinde temel üretici olan köylü ile onun devlete yükümlülüklerini tesbit ve tahsil eden mahalli yöneticinin ilişkileri her zaman dikkat çekici olmuştur. Osmanlı Devleti özelinde konuya yaklaşıldığında sipahi ve köylü bu iki sınıfın üyeleridir.
Klasik sınıf çatışmaları teorisi savunucularının baktığı pencereden bu iki sınıfın ilişkilerine bakıldığında aralarında bir çatışma aranılır. Hatta belki de sipahi-köylü ilişkilerini izlediğimiz şer’iyye sicillerine bakıldığında bu çatışmanın görüntüsünün varlığı düşünülür. Aslında bu tesbit bir ölçüye kadar doğrudur. Bir vergi tahsildarı da olan sipahi devletten kayıtlı olan miktarı toplamak üzere aldığı tımarında yapacağı eksik tahsilâtın bedelini kendi kesesinden ödeyecek olmanın da verdiği gayret ile köylüden toplayacağı vergide asla kaçak olmamasını sağlamaya çalışmaktadır. Bu amaç ile devletin kendine verdiği yetkileri kötüye kullanan sipahiler de şüphesiz olmuştur. Çalışmada tesbit edildiği gibi köylüden yükümlü olduğu angaryalardan daha fazla angarya isteyen ya da Osmanlı Devleti’nin kaldırdığı eski bir yükümlülüğü eski adet diye yeniden canlandırmaya çalışan sipahiler buna örnek olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde adalet kavramı her zaman ön planda tutulmuştur. Bu amaç ile devlet tarafından görevlendirilen yöneticilerin yanlış tutumlarına karşı halk, korunmaya çalışılmıştır. Başta Avrupa olmak üzere birçok yerde oluşan feodalleşme sürecinin Osmanlı Devleti’nde gerçekleşmeme nedeni; devletin toprak üzerindeki tasarrufunu koruyabilmesi ve müsadere sistemi ile kontrolü elinde tutmasıdır. Böylece küçük köylü üretici, idareci konumunda olan sipahiden korunmuş; Avrupa’ya benzer bir toprak idare sistemi oluşmamıştır.
Ancak makalede mütalaa edildiği gibi Osmanlı sipahisi ve köylüsü bitmek tükenmek bilmeyen bir çatışmanın içinde olmasa gerektir. Bu bakış muhtemelen tarihi kayıtlara bir sınıf çatışması nazarı ile bakan ve baktığını da Avrupa tarihi ölçeğinde yani feodal düzende senyör-serf çatışmasında bir ölçüye kadar da gören tarihi zihniyetin eseridir. Tabii bunun yanında konuya Osmanlı özelinde bakanların temel inceleme kaynaklarının mahkeme kayıtları olması da bize bitmek tükenmek bilmeyen bir çatışma ortamı var olduğunu düşündürmektedir.
Aslında bu mahkeme kayıtları bitmek tükenmek bilmeyen bir çatışmadan çok var olan problemlerin mahkeme yoluyla çözümüne işaret etmesi sebebiyle aralarında menfaat çatışması olan iki gurubun aralarındaki sıkıntıların giderilmesi noktasında başarılı bir adım atıldığını da gösterir. Zaten her devlet gibi Osmanlı Devleti’nin de istediği budur. Yani ülkedeki menfaatleri farklı insan gurupları arasında olabilecek muhtemel anlaşmazlıkların mahkeme eliyle çözülmesidir. Zira bu sınıfların her biri devlet için ayrı bir anlam ifade etmekte ve vazgeçilmezdir. Mesela devlet ne en önemli askeri gücü olan bununda ötesinde vergisini toplayan ülkede huzur ve güveni sağlayan sipahiden vazgeçebilir ne de temel üretici olan köylüden vazgeçebilir yani birine karşı diğerini kollaması yani bir gurubu ihmal etme pahasına diğerine arka çıkması imkânsızdır.
Burada dikkat edilecek bir husus da şu olabilir ki yöneten sınıftan olan yani devlet gücünü arkasına alan sipahi köylüye karşı daha avantajlıdır. Onun için Osmanlı Devleti çoğu zaman fakir ve yoksul tabiri ile ifade ettiği köylü sınıfları koruma amacı ile hareket etmiştir. Osmanlı Devleti bu suretle adaleti sağlamayı idaresinin temel hedefi olarak tesbit ve tayin etmiştir. Makale bu amaç ile devletin yaptığı tasarruflara ve bunların sonuçlarına da yer vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Sipahi, Köylü, Mahkeme, Kadı, Vergi, Angarya
şekillenmesinde öncü olmuştur. Menkul, gayrimenkul ve hatta para
vakıflarıyla önemli miktarda gelirler elde edilirken; bu gelirler halk için
kullanılmıştır. Temeli İslamiyet’in ilk dönemlerine dayanan bu kurumlar,
Osmanlı Devleti döneminde gelişimini tamamlamıştır. Bu süreçte yapılan
icraatlarda ve işleyiş usullerinde de değişiklikler olabilmiştir. Bu
değişikliklerden en önemlisi de diğer İslam devletlerinde görülmemiş olan ve
Osmanlı döneminde ortaya çıkan para vakıfları olmuştur. Para ekonomisinin
gelişmeye başlamasıyla ortaya çıkan bu olgu ilk olarak cevaz tartışmalarını
beraberinde getirmiştir. Bu kurumlar gerçekte ilk bankalar olup faizli çalışan
kurumlar mıdır? Yani kayıtlarda geçen 10’u 11’den borç vermek çoğu
iktisatçının anladığı gibi yüzde on faizle borç vermek midir? Yoksa bu işlem
kısaca peşin alıp vadeli satma olarak tanımlanabilecek bir ticaret midir?
Doğrusunun bu ikincisi olduğunu belirten birçok İslam bilgini bu
uygulamanın İslam şeriatına uygun olduğu yönünde fetva vermişlerdir.
Böylece İslam devletinde bankacılığın temelleri atılmış, insanların tefecilerin
baskısından kurtarılmış olduğu ifade edilmiştir. Vakıfların devlet tarafından
desteklenmesi ve belli süreçlerde denetlenmesi, bu kurumların uzun ömürlü
olmasını sağlarken insanların bu müesseselere güvenmesini de sağlamıştır.
Osmanlı Tımar sistemi Avrupa feodal düzeniyle karşılaştırılmıştır. Aslında iki sistemin
birbirinden farklılığı benzerliğinden çok daha fazladır. Osmanlı Tımar sisteminin arşiv belgelerine dayalı araştırmalarının, batılılar tarafından yapılanlara kıyasla her zaman ihmal edilebilecek bir oranda kalması bu sahada yapılan çalışmaların Avrupalı bir bakış açısıyla ele alınması sonucunu doğurmuştur.
Bu çalışmada Osmanlı Tımar sistemi ile Avrupa feodal düzeni arasındaki benzerlikler ve
farklılıklar ortaya konularak mukayese yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Feodalitesi, Osmanlı Tımar Sistemi, İkta, Katia.
Ancak Osmanlı Devletinin birçok kurumu gibi temel toprak yönetim ve vergi toplama sistemi olan Timar sistemi de kendine özgü ve kaynakları itibariyle de batılı olmaktan çok doğuludur. Gerçekten Timar sisteminin kökenlerini kendisinden önce batı toplumlarında yaşanan feodal sistemde değil Abbasilerdeki katia sisteminde veya Selçuklulardaki ikta siteminde aramak daha doğru olur.
Esasen vergi toplamanın devletler için vazgeçilmezliği bir yana Ortaçağda hemen tüm devletlerde üretimin neredeyse tamamının tarımsal kaynaklı olması ve bu dönemde ulaşım vasıtalarının çok sınırlı ve yavaş olması verginin aynî olarak toplanması ve naklinden çok toplandığı yerde harcanması ihtiyacını doğurmuştur. Verginin aynî olarak toplanması ve yerinde harcanması ihtiyacı ise ülkenin her yerinde bir vergi tahsildarları teşkilatlanması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple ismi ister timar, ister katia isterse feodal düzen olsun benzeri yapılanmalar tüm Ortaçağ devletlerinde ortaya çıkmıştır.
Bu yapılanmaların ortaya çıktığı her ülkede tabii olarak bu yapının elemanlarının ilişkileri meselesi de gündeme gelmiş, her ülkenin kendi özel şartları çerçevesinde çok farklı mecralarda seyreden bu ilişki günümüz araştırıcılarının çok ilgisini çeken bir konu olmuştur. Makalede Osmanlı Devleti örneğinde bu ilişki yani vergi veren-toplayan ilişkisi ya da başka bir deyişle yöneten-yönetilen ilişkisi veya ıstılahtaki adıyla askeri-reaya ilişkisi nihayet son olarak konunun kendi adıyla ifade edecek olursak sipahi-köylü ilişkisi ele alınmıştır.
Uyuşmazlık kavramı anlaşmazlığın ilerlediği süreci ifade etmektedir. Anlaşmazlıktan uzlaşma sürecine geçiş ise talep sonucunda olacaktır. Bu talebin ifade edilmesi sonucu üçüncü bir kişinin olayı değerlendirmesi, arabuluculuk denilen kavramı ortaya çıkartmaktadır.
Bu çalışmada anlaşmazlıkların ve uyuşmazlıkların karşılıklı rıza doğrultusunda çözüme kavuşması için ortaya konan arabuluculuk müessesesi ele alınmıştır. Kişiler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulması noktasında başvurulan bu yöntem, mahkeme dışında ya da mahkeme içinde yapılmaktaydı. Yapılan bu yöntemin kökeni ise çok eski tarihlere dayanmaktadır.
Osmanlı Devleti Döneminde de devam eden bu uygulama için Osmanlı mahallelerinde sulh meclislerinin kurulmuş olduğu da vakidir. Anlaşılan devlet de uzlaşıyı teşvik etmektedir. Bu yol ile tarafların aralarındaki düşmanlık, dostluğa dönüştürülmeye çalışılmıştır. Makale; Osmanlı Devleti’nde arabuluculuğun işlevi, işleyişi ve Muslihûn’un görev ve sorumluluklarını içermektedir.
Toplamda üç bölümden oluşan çalışmanın ilk bölümünde Arabuluculuk kavramına ilişkin sulh, tahkim, muhakeme gibi kavramlarının değerlendirilmeleri yapılıp ikinci bölümde ise; Osmanlı Devleti’nde kullanılan arabuluculuk müessesi incelenerek işlev alanları hakkında bilgilendirme yapılmıştır. Son bölüm olan üçüncü bölümde; Osmanlı Devleti’nde Muslihûn’un görev alanına ve önemine değinip sonuç bölümü ile çalışma sonlandırılmıştır. Bu çalışmanın içeriği Şer’iyye Sicilleri ’ne dayandırılarak ifade edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER; Osmanlı, Uzlaşma, Sulh, Arabuluculuk, Muslihûn, Ceza, Hukuk
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Timar, Sipahi, Köylü, Vergi.
Land Management and Tax Collection in the Ottoman Empire
(An Evaluation on the Grooming System)
Until today, many definitions have been made about the timar system, which is the basic land management and tax collection system of the Ottoman State. The main point emphasized in these is the taxation of agricultural production like all states with economies based on agricultural production and the provision of needs by spending these tax resources locally as much as possible. History of the Abbasid "katia" the Seljuks "Besiktas" the systems as based on the content given to timar system state officials seen traces in all agriculture-based economy of certain areas of tax collection authority means to be transferred to people under certain circumstances. In this system, it can be said that besides obtaining income for certain people in return for their salaries, the main purpose is to train soldiers for the army in connection with the expeditions. Timarlı cavalrymen are obliged to both train soldiers and participate in expeditions during the expedition seasons by obeying certain rules with the income of the fief they save. The timar system is not limited to these in terms of its content, but can also be expressed as a system that shapes the economic and social policies of the state administration. In other words, the timar system can be evaluated not only as a military system but also as an administrative system. In the article referring to the application of the timar system in the Ottoman Empire, what are the aims of the system, what are the applications made in line with these purposes, and the contributions of these practices to the Ottoman Empire. In the study, the problems that emerged in the Ottoman application of the timar system and the efforts made for their solution were mentioned in the example of archive documents and sharia records. In addition, the study includes evaluations on how this system, which has a very important place for the Ottoman Empire, deteriorated over time and what this deterioration caused economically and politically.
Keywords: Ottoman Empire, Timar, Sipahi, Peasant, Tax.
konumda yer almıştır. İslam devletlerinde de hayır işleri bir yandan devlet
tarafından yapılırken diğer taraftan onun ön açmasıyla neredeyse devlet
bütçesine yakın güçleriyle vakıf kurumları tarafından yapılmıştır. Geniş bir
perspektiften bakıldığında vakıflar, toplumu birçok yönden etkilemiş ve
geliştirmiştir. Bu kurumların işleyişinden elde edilen gelirler; gerek dini,
gerek sosyal gerekse de iktisadi amaçlı olarak halkın menfaati doğrultusunda
kullanılmıştır. Devlet tarafından denetlenen vakıfların idari mekanizması da iç
tüzük niteliğinde olan vakfiyenâmelerde ayrıntılı bir şekilde ifade edilmiştir.
Vakıfların uzun ömürlü ve güvenilir olmasının temelinde devletin etkisi yer
almıştır.
İslam devletlerinde birçok alanda önemli görevler üstlenen vakıflar,
devletlerin gelişimine paralel olarak özellikle Osmanlı İmparatorluğuyla
zirveye ulaşmıştır. Buna bağlı olarak faaliyetleri ve işleyiş yöntemlerinde
de değişiklikler olmuştur. Faizin hoş karşılanmadığı İslam hukukunda,
insanların yararı için, para vakıflarının ticari bir araç ve hayır kurumu olarak
kullanılması bahsedilen değişikliklerden biri olmuştur. Para vakıflarıyla
ilgili yapılan tartışma ve eleştirilere rağmen dönemin ulemasının çoğu
bu işlemin kısaca peşin alıp vadeli satma olarak tanımlanabilecek bir
ticaret olduğunu belirterek İslam şeriatına uygun olduğu yönünde fetva
vermişlerdir. İcazeti verilmiş olan bu yapılanma ile İslam devletlerinde
bankacılığın temelleri atılmış; halk nakit ihtiyacını tefecilerden değil bu
kurumlardan karşılamıştır
giving the studies on saltpeter, which is not used in the article bibliography and in a scattered state, as a collective bibliography in the appendix of the article. In the study, mühimme notebooks, which are among the important archive resources in the inventory of the Presidency of the Presidency of the Republic of Turkey, Department of Ottoman Archives were used. Archive documents were used by subjecting them to document analysis management.
Keywords: Saltpeter, Gunpowder, Petard Soldiers, Rumkale, Birecik.
ile ifade edildiği şekliyle başta adaleti tesis etmektir. Bu anlayış hukuken şer’i
hükümler, padişah fermanları ve örfi kuralların sentezine dayanmaktadır.
Şer’iye sicilleri incelendiğinde “zulüm ve teaddi” kavramı ile verilen; idareciler veya eşkıya tarafından pek çok haksız davranış ve cürümler işlendiği
ve bunların giderilmesi için tedbirler alınması yönünde iradeler yayınlandığı
görülmektedir.
Bu çalışmada, XVII-XIX Yüzyıllarda Rumkale kazasındaki asayiş sorunları ve eşkıyalık olayları incelenmiştir. Bölge coğrafi konumunun eşkıyaya sağladığı fiziki avantajın da etkisiyle her zaman eşkıyalık faaliyetleri icra edenler
için cazip bir merkez olmuştur. Devlet de tüm gücü ile bu tür faaliyetleri önlemek amacını gütmüş, merkezdeki yöneticiler yerel idarecilere gönderdikleri
emir ve fermanlarla reayaya karşı “zulüm ve teaddi” nin önlenmesini; asayiş
ve adaletin tesisine çalışılmasını defaetle emretmiştir.
Çalışmada kaynak olarak, Şikayet Defterleri, Urfa Şer‘iyye Sicilleri,
Ayıntab Şer‘iyye Sicilleri ve Rumkale Kazası mahkeme kayıtları taranarak elde
edilen belgeler kullanılmıştır. İncelenen dönemde Rumkale Kazası dâhilinde
asayişi bozan olayların, eşkıyalık olaylarının ve askeri ile reaya arsasında gerçekleşen ihtilafların sayıca fazla olması Rumkale Kazasının nüfus açısından
olsun, mali açıdan olsun büyüklüğünden çok daha fazla resmi kayıtlarda yer
etmesini yani devlet merkezinde mekânsal ve toplumsal açıdan tanınmasını sağlamıştır. Bu sebeple Rumkale kazasında meydana gelen asayişi bozan olaylar; hırsızlık ve gasp, darp ve yaralama, cinayet ve ölüm en nihayetinde ise tecavüz olayları başlıkları altında ayrı ayrı ele alınmış ve eşkıyalık olayları örneğinde devlet ve köylü arasındaki ilişki incelenmiştir. Çalışma incelendiğinde
bu her bir sorun kümesi ile alakalı kaynaklarda çok fazla sayıda belge olduğu
tespiti yapılabilecek, Osmanlı Devleti’nin bölgenin sorunlarının çözümü için
özel bir gayret sarf ettiği anlaşılabilecektir
Bu istekten kaynaklanan ve git gide değişen şartlar üzerine sadaka için mal
vakfederek sadaka vermeyi devamlı hale getirmek hedeflenmiştir. Bu
amaçla Osmanlı’da kurulan vakıflar, hukuki temeller üzerine kurulmuş ve
sürekli olarak devlet denetimine tabi tutularak uzun ömürlü müesseseler
olmayı başarmıştır.
Vakıflar sayesinde devletlerin gelişmesi sürmüş, toplumların refahı artmış,
israf engellenmeye çalışılmıştır. Bu müesseselerinin resmi belgesi olan
vakfiyeler, tarih araştırmaları için önemli bilgiler içeren kıymetli belgeler
olmuştur. Bazen diğer kaynaklarda olmayan bilgilere buralarda ulaşmak
mümkün olmaktadır.
Vakfiye, vakfeden tarafından (vâkıf) oluşturulan ve kadı tarafından tescil
edilen hukuki bir belgedir. Geçmişten günümüze kadar var olan vakıfların
çalışma düzenleri taş, deri, kâğıt gibi şeylere yazılmıştır. “Vakıf kütükleri,
tapu tahrir defterleri ve şer‘iye sicillerinde yer alan sûretlerin dışında
vakfiyeler rulo yahut kitap şeklinde kaleme alınmıştır. Asıl vakfiyenin tanzim
ve tescilinden birkaç yıl sonra taşa, mermere veya kayalara kazılarak
yazılmıştır.” Vakfiyeler, Arapça olarak yazılmaya başlamış; Selçuklular
gibi Arap olmayan Müslüman milletler de genellikle teamüllere uymuştur. İlk Türkçe vakfiye, Anadolu’da Germiyanoğulları dönemine ait olup 1428
tarihinde yazılmıştır.
Bu metinler sayesinde dönemin sosyo-ekonomik, siyasi ve kültürel hayatıyla
ilgili malumat sahibi olunmaktadır. Defter şeklinde metinler olduğu gibi
varaka halinde de olabilmektedir. Giriş bölümünde, Allah’a şükür;
Peygamber’e (SAV) salat ve selam ile ayet ve hadisler de bulunur. Dua
bölümü, dua ve beddua olarak ayırılmıştır. Son bölümde olan beddua, vakfın
bekası için manevi bir tehdit maiyetindedir.
Üç bölümden oluşan bu belgelerde özellikle şu hususlar yer alır:
Vakfedilecek şeylerin neler olduğu ve bu malların nasıl idare edileceği,
gelirlerin kimlere ve nasıl kullanılacağı, vakfın nasıl yönetileceği, şuhûdul
halin mührü ve kadının hükmü.
İslam devletlerinin inkişafında etkili olan vakıf müessesesi, sadece
Müslüman ülkelerini değil; birçok açıdan neredeyse tüm dünyayı
etkilemiştir. 19. asra gelindiğinde İslam ülkelerini işgal eden Batılı devletler,
emperyalist politikalarını rahatça uygulayabilmek adına, engel olarak
gördükleri vakıf yapılarına karşı olumsuz görüşler beyan etmiş ve bu
kurumlardan kurtulmanın yollarını aramıştır. Vakıfların, ekonomiye ve
topluma zarar verdiği düşüncesini yaymışlardır. Oysa bu önyargılar tam
olarak incelenememiş olan arşiv belgeleriyle desteklendiğinde, aslında Avrupalıların da yakındığı ve çekindiği kadar İslam âlemine getirisi
olmuştur
faaliyetidir. Ülke çocuklarına milli şuur kazandırılması için vazgeçilmez olan
bu eğitimin daha küçük yaşlardan itibaren verilmeye başlanılması ise matlup
neticenin elde edilmesi için zaruridir. Bu cümleden olarak Sıbyan mekteplerinde
ilk sınıflardan itibaren okutulan derslerden birisi de tarih dersi idi. Osmanlı
Devletinde Sıbyan mekteplerinde okutulan tarih derslerinin müfredatına
baktığımızda mesela bu çalışmada referans alınan ve ekte tam transkripsiyonu
verilen kitap (Küçük Tarih-i Osmaniye) üzerinden değerlendirecek olursak
günümüzde ortaöğretimde verilen “Osmanlı Tarihi” dersiyle eşdeğer bir
hacimde, bir derinlikte olduğu dikkati çekmektedir. Kitapta Ertuğrul Gaziden
başlayıp kitabın yazıldığı döneme yakın olan yani 1839 ile 1861 yılları arasında
padişahlık yapan 31. Padişah Sultan Abdülmecid dönemine kadar tahta geçen
padişahlar anlatılmış, hanedanlığın kurucusu Osman Bey’in babası ve Kayı
boyunun ataları ile birlikte 31 padişah dönemlerinden bahsedilmiştir
eşkıyası”, İran sınırlarına yakın bölgelerdeki ve Bağdat civarındaki eşkıyalar için “Kızılbaş eşkıyası”, Irak ve Suriye bölgelerinde Kürt ve bedevi Araplardan oluşan eşkıya grupları için “Urban eşkıyası”, Balkanlardaki eşkıya grupları içinse “Sırp ve Arnavut eşkıyası” tabirleri kullanılmıştır. Eşkıyalık faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerde Osmanlı Devleti, eşkıyalarla baş edebilmek ve bunları teftiş edebilmek için kendisine sadık, güvenilir, yetenekli ve askeri ve idari becerilere sahip önemli beyleri ve vezir rütbesine sahip paşaları geniş yetkilerle donatarak bölgeye göndermiştir. Taşradaki devlet görevlerine ihsanlar vererek onların sadakatini sağlamaya çalışmıştır. Dahası, çevre eyaletlerdeki
vezir, beylerbeyi ve ayanları, emrindeki kapu halkı, sancaklar, mutasarrıflar, zeamet ve tımar sahipleri ile beraber eşkıyalık faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerde görevlendirerek eşkıyalara karşı ortak hareket etmeleri yönünde çaba sarf edilmiş; ayrıca ihtiyaç duyulan cephane, zahire, asker ve diğer mali ihtiyaçların karşılanmasına özen gösterilmiştir. Osmanlı taşrasında ortaya çıkan eşkıyalık faaliyetlerine dair zengin bir içeriğe sahip olan Mühimme Defterleri, devletin iç ve dış meselelere ait siyasi, iktisadi ve idari alanlarında alınan önemli kararların kaydedildiği defterlerdir. Bu çalışmada 111 numaralı Mühimme Defterinden faydalanılarak Bağdat dolaylarında geniş çaplı eşkıyalık faaliyetlerinde bulunmuş olan Bebe Süleyman ve adamlarının Osmanlı idarecileri ile olan mücadelesi ve devletin bu eşkıyadan kurtulma çabası ve sonuçları ele alınmıştır.
The subject of this research is who these people, called şuhûdü’l-hâl or case witnesses in the Ottoman court records, were and what factors were effective in the cases.
for six centuries was that it had deep-rooted institutions. Coming from an
ancient tradition and benefiting from the practices of past Islamic states, the
Ottomans rebuilt many administrative, legal, military and financial
institutions, and preserved the office of Sheikh al-Islam, which was considered
the highest religious and scientific authority, within their organization until
their last period. The study includes considerations on the historical
development of this institution from the foundation of the state to the
beginning of the 19th century and its place in the state organization.
the benefit of society without expecting anything in return, has an important
place in the Islamic world. Foundations established with the aim of helping
those in need have increased social solidarity and contributed to economic
prosperity. The foundation institution, which experienced its most glorious
period in the Ottoman Empire, generally had religious, social and economic
purposes. During the Ottoman period, social services were generally provided
by foundations. There are many foundations with historical and cultural value
in Urfa. Most of these foundations were established during the Ottoman
period.
önemli kurumu adalet sistemi olmuştur. Bu noktada Osmanlı devletin te
meli adalettir denilse yanlış bir tanımlama olmasa gerektir. Bu temel birçok
Osmanlı kaynaklarında da ifade edilmiştir. Buna göre devletin ayakta dur
ması için adil bir padişah şarttır. Padişahın adaleti tesisi için güçlü bir ordu,
güçlü bir ordunun toplanması için zengin bir hazine, zengin bir hazinenin
varlığı için zengin ve itaatkâr bir tebaa gereklidir. Tebaanın zengin olması,
refah içinde hayatını idamesi ve itaatini temin ise onun adaletle idare edil
mesi ile mümkün olabilir. “Daire-i Adliye” olarak isimlendirilen bu daire
Osmanlı Devlet idaresini mantığıdır, Osmanlı idarecisinin yönetim aygıtına
bakış açısıdır denilebilir.
Ülke düzeninin sağlanması, halkın huzur ve adilane bir ortamda hayatına devam etmesi, üretim çalışmaları ile ekonomik kazanç elde edilmesi, ordunun ve ülkenin iaşe ihtiyacının karşılanması gibi amaçlar ile tarımsal üretici ve idarecileri kapsayan kurallar uygulanmış; merkezi devlet ile halk arasındaki bağ böyle kurulmuştur. Osmanlı yönetimi ile toplum arasındaki ilişkide her daim devletin menfaati önemli idi. Bu düşünce reaya arasında da yayılmış; başta devletin korunmasında olmak üzere birçok alanda bu zihniyeti görmek mümkün olmuştur. Özellikle klasik dönemde devletin gelişmesinde etkili olan tımarlı sipahilerin kendi bölgelerindeki idareleri de aynı anlayışla sürmüştür.
Osmanlı klasik döneminde toprak ve tarımsal faaliyetler devletin gelişmesi için gerekli idi. Bu nedenle yönetenler ve yönetilenler arasında denge sağlanmaya çalışılmış; toprağın boş bırakılmaması, üretimde ve vergi düzeninde devamlılık hedeflenmiştir. Toprağı işleyebilecek köylü sayısının az olmasının yanında başka tımarlara göçen tarımsal nüfusun olması, sipahinin de merkezi devletin de zararına olmuştur. Böyle olumsuzlukların mümkün olduğunca engellenmesi için ek vergiler getirilmiştir. Ayrıca ölü toprakların ve yeni fethedilen yerlerin canlandırılması için uğraşılmış; toprağa bağlı olan bu sistemin devamı için teşvikler verilmiştir.
Ülke ekonomisinin tarıma dayandığı tüm orta çağ devletlerinde temel üretici olan köylü ile onun devlete yükümlülüklerini tesbit ve tahsil eden mahalli yöneticinin ilişkileri her zaman dikkat çekici olmuştur. Osmanlı Devleti özelinde konuya yaklaşıldığında sipahi ve köylü bu iki sınıfın üyeleridir.
Klasik sınıf çatışmaları teorisi savunucularının baktığı pencereden bu iki sınıfın ilişkilerine bakıldığında aralarında bir çatışma aranılır. Hatta belki de sipahi-köylü ilişkilerini izlediğimiz şer’iyye sicillerine bakıldığında bu çatışmanın görüntüsünün varlığı düşünülür. Aslında bu tesbit bir ölçüye kadar doğrudur. Bir vergi tahsildarı da olan sipahi devletten kayıtlı olan miktarı toplamak üzere aldığı tımarında yapacağı eksik tahsilâtın bedelini kendi kesesinden ödeyecek olmanın da verdiği gayret ile köylüden toplayacağı vergide asla kaçak olmamasını sağlamaya çalışmaktadır. Bu amaç ile devletin kendine verdiği yetkileri kötüye kullanan sipahiler de şüphesiz olmuştur. Çalışmada tesbit edildiği gibi köylüden yükümlü olduğu angaryalardan daha fazla angarya isteyen ya da Osmanlı Devleti’nin kaldırdığı eski bir yükümlülüğü eski adet diye yeniden canlandırmaya çalışan sipahiler buna örnek olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde adalet kavramı her zaman ön planda tutulmuştur. Bu amaç ile devlet tarafından görevlendirilen yöneticilerin yanlış tutumlarına karşı halk, korunmaya çalışılmıştır. Başta Avrupa olmak üzere birçok yerde oluşan feodalleşme sürecinin Osmanlı Devleti’nde gerçekleşmeme nedeni; devletin toprak üzerindeki tasarrufunu koruyabilmesi ve müsadere sistemi ile kontrolü elinde tutmasıdır. Böylece küçük köylü üretici, idareci konumunda olan sipahiden korunmuş; Avrupa’ya benzer bir toprak idare sistemi oluşmamıştır.
Ancak makalede mütalaa edildiği gibi Osmanlı sipahisi ve köylüsü bitmek tükenmek bilmeyen bir çatışmanın içinde olmasa gerektir. Bu bakış muhtemelen tarihi kayıtlara bir sınıf çatışması nazarı ile bakan ve baktığını da Avrupa tarihi ölçeğinde yani feodal düzende senyör-serf çatışmasında bir ölçüye kadar da gören tarihi zihniyetin eseridir. Tabii bunun yanında konuya Osmanlı özelinde bakanların temel inceleme kaynaklarının mahkeme kayıtları olması da bize bitmek tükenmek bilmeyen bir çatışma ortamı var olduğunu düşündürmektedir.
Aslında bu mahkeme kayıtları bitmek tükenmek bilmeyen bir çatışmadan çok var olan problemlerin mahkeme yoluyla çözümüne işaret etmesi sebebiyle aralarında menfaat çatışması olan iki gurubun aralarındaki sıkıntıların giderilmesi noktasında başarılı bir adım atıldığını da gösterir. Zaten her devlet gibi Osmanlı Devleti’nin de istediği budur. Yani ülkedeki menfaatleri farklı insan gurupları arasında olabilecek muhtemel anlaşmazlıkların mahkeme eliyle çözülmesidir. Zira bu sınıfların her biri devlet için ayrı bir anlam ifade etmekte ve vazgeçilmezdir. Mesela devlet ne en önemli askeri gücü olan bununda ötesinde vergisini toplayan ülkede huzur ve güveni sağlayan sipahiden vazgeçebilir ne de temel üretici olan köylüden vazgeçebilir yani birine karşı diğerini kollaması yani bir gurubu ihmal etme pahasına diğerine arka çıkması imkânsızdır.
Burada dikkat edilecek bir husus da şu olabilir ki yöneten sınıftan olan yani devlet gücünü arkasına alan sipahi köylüye karşı daha avantajlıdır. Onun için Osmanlı Devleti çoğu zaman fakir ve yoksul tabiri ile ifade ettiği köylü sınıfları koruma amacı ile hareket etmiştir. Osmanlı Devleti bu suretle adaleti sağlamayı idaresinin temel hedefi olarak tesbit ve tayin etmiştir. Makale bu amaç ile devletin yaptığı tasarruflara ve bunların sonuçlarına da yer vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Sipahi, Köylü, Mahkeme, Kadı, Vergi, Angarya
şekillenmesinde öncü olmuştur. Menkul, gayrimenkul ve hatta para
vakıflarıyla önemli miktarda gelirler elde edilirken; bu gelirler halk için
kullanılmıştır. Temeli İslamiyet’in ilk dönemlerine dayanan bu kurumlar,
Osmanlı Devleti döneminde gelişimini tamamlamıştır. Bu süreçte yapılan
icraatlarda ve işleyiş usullerinde de değişiklikler olabilmiştir. Bu
değişikliklerden en önemlisi de diğer İslam devletlerinde görülmemiş olan ve
Osmanlı döneminde ortaya çıkan para vakıfları olmuştur. Para ekonomisinin
gelişmeye başlamasıyla ortaya çıkan bu olgu ilk olarak cevaz tartışmalarını
beraberinde getirmiştir. Bu kurumlar gerçekte ilk bankalar olup faizli çalışan
kurumlar mıdır? Yani kayıtlarda geçen 10’u 11’den borç vermek çoğu
iktisatçının anladığı gibi yüzde on faizle borç vermek midir? Yoksa bu işlem
kısaca peşin alıp vadeli satma olarak tanımlanabilecek bir ticaret midir?
Doğrusunun bu ikincisi olduğunu belirten birçok İslam bilgini bu
uygulamanın İslam şeriatına uygun olduğu yönünde fetva vermişlerdir.
Böylece İslam devletinde bankacılığın temelleri atılmış, insanların tefecilerin
baskısından kurtarılmış olduğu ifade edilmiştir. Vakıfların devlet tarafından
desteklenmesi ve belli süreçlerde denetlenmesi, bu kurumların uzun ömürlü
olmasını sağlarken insanların bu müesseselere güvenmesini de sağlamıştır.
Osmanlı Tımar sistemi Avrupa feodal düzeniyle karşılaştırılmıştır. Aslında iki sistemin
birbirinden farklılığı benzerliğinden çok daha fazladır. Osmanlı Tımar sisteminin arşiv belgelerine dayalı araştırmalarının, batılılar tarafından yapılanlara kıyasla her zaman ihmal edilebilecek bir oranda kalması bu sahada yapılan çalışmaların Avrupalı bir bakış açısıyla ele alınması sonucunu doğurmuştur.
Bu çalışmada Osmanlı Tımar sistemi ile Avrupa feodal düzeni arasındaki benzerlikler ve
farklılıklar ortaya konularak mukayese yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Feodalitesi, Osmanlı Tımar Sistemi, İkta, Katia.
Ancak Osmanlı Devletinin birçok kurumu gibi temel toprak yönetim ve vergi toplama sistemi olan Timar sistemi de kendine özgü ve kaynakları itibariyle de batılı olmaktan çok doğuludur. Gerçekten Timar sisteminin kökenlerini kendisinden önce batı toplumlarında yaşanan feodal sistemde değil Abbasilerdeki katia sisteminde veya Selçuklulardaki ikta siteminde aramak daha doğru olur.
Esasen vergi toplamanın devletler için vazgeçilmezliği bir yana Ortaçağda hemen tüm devletlerde üretimin neredeyse tamamının tarımsal kaynaklı olması ve bu dönemde ulaşım vasıtalarının çok sınırlı ve yavaş olması verginin aynî olarak toplanması ve naklinden çok toplandığı yerde harcanması ihtiyacını doğurmuştur. Verginin aynî olarak toplanması ve yerinde harcanması ihtiyacı ise ülkenin her yerinde bir vergi tahsildarları teşkilatlanması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple ismi ister timar, ister katia isterse feodal düzen olsun benzeri yapılanmalar tüm Ortaçağ devletlerinde ortaya çıkmıştır.
Bu yapılanmaların ortaya çıktığı her ülkede tabii olarak bu yapının elemanlarının ilişkileri meselesi de gündeme gelmiş, her ülkenin kendi özel şartları çerçevesinde çok farklı mecralarda seyreden bu ilişki günümüz araştırıcılarının çok ilgisini çeken bir konu olmuştur. Makalede Osmanlı Devleti örneğinde bu ilişki yani vergi veren-toplayan ilişkisi ya da başka bir deyişle yöneten-yönetilen ilişkisi veya ıstılahtaki adıyla askeri-reaya ilişkisi nihayet son olarak konunun kendi adıyla ifade edecek olursak sipahi-köylü ilişkisi ele alınmıştır.
Uyuşmazlık kavramı anlaşmazlığın ilerlediği süreci ifade etmektedir. Anlaşmazlıktan uzlaşma sürecine geçiş ise talep sonucunda olacaktır. Bu talebin ifade edilmesi sonucu üçüncü bir kişinin olayı değerlendirmesi, arabuluculuk denilen kavramı ortaya çıkartmaktadır.
Bu çalışmada anlaşmazlıkların ve uyuşmazlıkların karşılıklı rıza doğrultusunda çözüme kavuşması için ortaya konan arabuluculuk müessesesi ele alınmıştır. Kişiler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulması noktasında başvurulan bu yöntem, mahkeme dışında ya da mahkeme içinde yapılmaktaydı. Yapılan bu yöntemin kökeni ise çok eski tarihlere dayanmaktadır.
Osmanlı Devleti Döneminde de devam eden bu uygulama için Osmanlı mahallelerinde sulh meclislerinin kurulmuş olduğu da vakidir. Anlaşılan devlet de uzlaşıyı teşvik etmektedir. Bu yol ile tarafların aralarındaki düşmanlık, dostluğa dönüştürülmeye çalışılmıştır. Makale; Osmanlı Devleti’nde arabuluculuğun işlevi, işleyişi ve Muslihûn’un görev ve sorumluluklarını içermektedir.
Toplamda üç bölümden oluşan çalışmanın ilk bölümünde Arabuluculuk kavramına ilişkin sulh, tahkim, muhakeme gibi kavramlarının değerlendirilmeleri yapılıp ikinci bölümde ise; Osmanlı Devleti’nde kullanılan arabuluculuk müessesi incelenerek işlev alanları hakkında bilgilendirme yapılmıştır. Son bölüm olan üçüncü bölümde; Osmanlı Devleti’nde Muslihûn’un görev alanına ve önemine değinip sonuç bölümü ile çalışma sonlandırılmıştır. Bu çalışmanın içeriği Şer’iyye Sicilleri ’ne dayandırılarak ifade edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER; Osmanlı, Uzlaşma, Sulh, Arabuluculuk, Muslihûn, Ceza, Hukuk
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Timar, Sipahi, Köylü, Vergi.
Land Management and Tax Collection in the Ottoman Empire
(An Evaluation on the Grooming System)
Until today, many definitions have been made about the timar system, which is the basic land management and tax collection system of the Ottoman State. The main point emphasized in these is the taxation of agricultural production like all states with economies based on agricultural production and the provision of needs by spending these tax resources locally as much as possible. History of the Abbasid "katia" the Seljuks "Besiktas" the systems as based on the content given to timar system state officials seen traces in all agriculture-based economy of certain areas of tax collection authority means to be transferred to people under certain circumstances. In this system, it can be said that besides obtaining income for certain people in return for their salaries, the main purpose is to train soldiers for the army in connection with the expeditions. Timarlı cavalrymen are obliged to both train soldiers and participate in expeditions during the expedition seasons by obeying certain rules with the income of the fief they save. The timar system is not limited to these in terms of its content, but can also be expressed as a system that shapes the economic and social policies of the state administration. In other words, the timar system can be evaluated not only as a military system but also as an administrative system. In the article referring to the application of the timar system in the Ottoman Empire, what are the aims of the system, what are the applications made in line with these purposes, and the contributions of these practices to the Ottoman Empire. In the study, the problems that emerged in the Ottoman application of the timar system and the efforts made for their solution were mentioned in the example of archive documents and sharia records. In addition, the study includes evaluations on how this system, which has a very important place for the Ottoman Empire, deteriorated over time and what this deterioration caused economically and politically.
Keywords: Ottoman Empire, Timar, Sipahi, Peasant, Tax.
konumda yer almıştır. İslam devletlerinde de hayır işleri bir yandan devlet
tarafından yapılırken diğer taraftan onun ön açmasıyla neredeyse devlet
bütçesine yakın güçleriyle vakıf kurumları tarafından yapılmıştır. Geniş bir
perspektiften bakıldığında vakıflar, toplumu birçok yönden etkilemiş ve
geliştirmiştir. Bu kurumların işleyişinden elde edilen gelirler; gerek dini,
gerek sosyal gerekse de iktisadi amaçlı olarak halkın menfaati doğrultusunda
kullanılmıştır. Devlet tarafından denetlenen vakıfların idari mekanizması da iç
tüzük niteliğinde olan vakfiyenâmelerde ayrıntılı bir şekilde ifade edilmiştir.
Vakıfların uzun ömürlü ve güvenilir olmasının temelinde devletin etkisi yer
almıştır.
İslam devletlerinde birçok alanda önemli görevler üstlenen vakıflar,
devletlerin gelişimine paralel olarak özellikle Osmanlı İmparatorluğuyla
zirveye ulaşmıştır. Buna bağlı olarak faaliyetleri ve işleyiş yöntemlerinde
de değişiklikler olmuştur. Faizin hoş karşılanmadığı İslam hukukunda,
insanların yararı için, para vakıflarının ticari bir araç ve hayır kurumu olarak
kullanılması bahsedilen değişikliklerden biri olmuştur. Para vakıflarıyla
ilgili yapılan tartışma ve eleştirilere rağmen dönemin ulemasının çoğu
bu işlemin kısaca peşin alıp vadeli satma olarak tanımlanabilecek bir
ticaret olduğunu belirterek İslam şeriatına uygun olduğu yönünde fetva
vermişlerdir. İcazeti verilmiş olan bu yapılanma ile İslam devletlerinde
bankacılığın temelleri atılmış; halk nakit ihtiyacını tefecilerden değil bu
kurumlardan karşılamıştır
giving the studies on saltpeter, which is not used in the article bibliography and in a scattered state, as a collective bibliography in the appendix of the article. In the study, mühimme notebooks, which are among the important archive resources in the inventory of the Presidency of the Presidency of the Republic of Turkey, Department of Ottoman Archives were used. Archive documents were used by subjecting them to document analysis management.
Keywords: Saltpeter, Gunpowder, Petard Soldiers, Rumkale, Birecik.
ile ifade edildiği şekliyle başta adaleti tesis etmektir. Bu anlayış hukuken şer’i
hükümler, padişah fermanları ve örfi kuralların sentezine dayanmaktadır.
Şer’iye sicilleri incelendiğinde “zulüm ve teaddi” kavramı ile verilen; idareciler veya eşkıya tarafından pek çok haksız davranış ve cürümler işlendiği
ve bunların giderilmesi için tedbirler alınması yönünde iradeler yayınlandığı
görülmektedir.
Bu çalışmada, XVII-XIX Yüzyıllarda Rumkale kazasındaki asayiş sorunları ve eşkıyalık olayları incelenmiştir. Bölge coğrafi konumunun eşkıyaya sağladığı fiziki avantajın da etkisiyle her zaman eşkıyalık faaliyetleri icra edenler
için cazip bir merkez olmuştur. Devlet de tüm gücü ile bu tür faaliyetleri önlemek amacını gütmüş, merkezdeki yöneticiler yerel idarecilere gönderdikleri
emir ve fermanlarla reayaya karşı “zulüm ve teaddi” nin önlenmesini; asayiş
ve adaletin tesisine çalışılmasını defaetle emretmiştir.
Çalışmada kaynak olarak, Şikayet Defterleri, Urfa Şer‘iyye Sicilleri,
Ayıntab Şer‘iyye Sicilleri ve Rumkale Kazası mahkeme kayıtları taranarak elde
edilen belgeler kullanılmıştır. İncelenen dönemde Rumkale Kazası dâhilinde
asayişi bozan olayların, eşkıyalık olaylarının ve askeri ile reaya arsasında gerçekleşen ihtilafların sayıca fazla olması Rumkale Kazasının nüfus açısından
olsun, mali açıdan olsun büyüklüğünden çok daha fazla resmi kayıtlarda yer
etmesini yani devlet merkezinde mekânsal ve toplumsal açıdan tanınmasını sağlamıştır. Bu sebeple Rumkale kazasında meydana gelen asayişi bozan olaylar; hırsızlık ve gasp, darp ve yaralama, cinayet ve ölüm en nihayetinde ise tecavüz olayları başlıkları altında ayrı ayrı ele alınmış ve eşkıyalık olayları örneğinde devlet ve köylü arasındaki ilişki incelenmiştir. Çalışma incelendiğinde
bu her bir sorun kümesi ile alakalı kaynaklarda çok fazla sayıda belge olduğu
tespiti yapılabilecek, Osmanlı Devleti’nin bölgenin sorunlarının çözümü için
özel bir gayret sarf ettiği anlaşılabilecektir
Bu istekten kaynaklanan ve git gide değişen şartlar üzerine sadaka için mal
vakfederek sadaka vermeyi devamlı hale getirmek hedeflenmiştir. Bu
amaçla Osmanlı’da kurulan vakıflar, hukuki temeller üzerine kurulmuş ve
sürekli olarak devlet denetimine tabi tutularak uzun ömürlü müesseseler
olmayı başarmıştır.
Vakıflar sayesinde devletlerin gelişmesi sürmüş, toplumların refahı artmış,
israf engellenmeye çalışılmıştır. Bu müesseselerinin resmi belgesi olan
vakfiyeler, tarih araştırmaları için önemli bilgiler içeren kıymetli belgeler
olmuştur. Bazen diğer kaynaklarda olmayan bilgilere buralarda ulaşmak
mümkün olmaktadır.
Vakfiye, vakfeden tarafından (vâkıf) oluşturulan ve kadı tarafından tescil
edilen hukuki bir belgedir. Geçmişten günümüze kadar var olan vakıfların
çalışma düzenleri taş, deri, kâğıt gibi şeylere yazılmıştır. “Vakıf kütükleri,
tapu tahrir defterleri ve şer‘iye sicillerinde yer alan sûretlerin dışında
vakfiyeler rulo yahut kitap şeklinde kaleme alınmıştır. Asıl vakfiyenin tanzim
ve tescilinden birkaç yıl sonra taşa, mermere veya kayalara kazılarak
yazılmıştır.” Vakfiyeler, Arapça olarak yazılmaya başlamış; Selçuklular
gibi Arap olmayan Müslüman milletler de genellikle teamüllere uymuştur. İlk Türkçe vakfiye, Anadolu’da Germiyanoğulları dönemine ait olup 1428
tarihinde yazılmıştır.
Bu metinler sayesinde dönemin sosyo-ekonomik, siyasi ve kültürel hayatıyla
ilgili malumat sahibi olunmaktadır. Defter şeklinde metinler olduğu gibi
varaka halinde de olabilmektedir. Giriş bölümünde, Allah’a şükür;
Peygamber’e (SAV) salat ve selam ile ayet ve hadisler de bulunur. Dua
bölümü, dua ve beddua olarak ayırılmıştır. Son bölümde olan beddua, vakfın
bekası için manevi bir tehdit maiyetindedir.
Üç bölümden oluşan bu belgelerde özellikle şu hususlar yer alır:
Vakfedilecek şeylerin neler olduğu ve bu malların nasıl idare edileceği,
gelirlerin kimlere ve nasıl kullanılacağı, vakfın nasıl yönetileceği, şuhûdul
halin mührü ve kadının hükmü.
İslam devletlerinin inkişafında etkili olan vakıf müessesesi, sadece
Müslüman ülkelerini değil; birçok açıdan neredeyse tüm dünyayı
etkilemiştir. 19. asra gelindiğinde İslam ülkelerini işgal eden Batılı devletler,
emperyalist politikalarını rahatça uygulayabilmek adına, engel olarak
gördükleri vakıf yapılarına karşı olumsuz görüşler beyan etmiş ve bu
kurumlardan kurtulmanın yollarını aramıştır. Vakıfların, ekonomiye ve
topluma zarar verdiği düşüncesini yaymışlardır. Oysa bu önyargılar tam
olarak incelenememiş olan arşiv belgeleriyle desteklendiğinde, aslında Avrupalıların da yakındığı ve çekindiği kadar İslam âlemine getirisi
olmuştur