Papers by gülçin oktay

Kültür Araştırmaları Dergisi, 2024
Sanayi Devrimi’nden bugüne içinde bulunduğumuz Antroposen Çağ, insanları doğadan uzaklaştırmakta ... more Sanayi Devrimi’nden bugüne içinde bulunduğumuz Antroposen Çağ, insanları doğadan uzaklaştırmakta ve makinelerin, hızın, kalabalıkların öne çıktığı bir düzeni idealleştirmektedir. Çağın öne çıkan en önemli özelliği ise doğa ile insan arasındaki mesafeyi açması ve doğayı kullanılacak/tüketilecek/bitmez bir kaynak hâlinde pazarlamasıdır. Yapılan propagandalar sonucunda insanların büyük çoğunluğu, doğayı hoyratça tahrip etmekte ve habitatın geleceği hakkında herhangi bir endişe taşımamaktadır. Ancak 1970’li yıllardan sonra çağın getirdiği zararlar üzerine daha çok düşünülmekte ve bunu aşmanın yolları üzerine -yeterli olmasa da- çeşitli faaliyetlerde bulunulmaktadır. Bu faaliyetlerin başında insanları ekosistemin geri dönüşü olmayan kayıplar yaşamaya başladığı konusunda bilinçlendirmek gelir. Sonraki adım ise bu kayıpları durdurmaya yönelik yenilenebilir kaynaklar üzerinde düşünmek ve bu konuda atılımlar gerçekleştirmektir. Bu sebeple işin ilk adımı olan bilinçlendirmeyi sadece yetişkinler üzerinde değil, geleceğin yetişkinleri olacak çocuklar üzerinde de sürdürmek gerekir. 2000’li yıllardan itibaren de bu çabanın gözle görülür bir sonuç verdiği ve dikkate değer bir çocuk edebiyatı literatürü oluştuğu ortadadır. Ahmet Büke’nin ve Şiirsel Taş’ın yazdığı -sırasıyla- Gökçe’nin Yolu (2018) ve Sekoyana’nın Kapıları (2017) da bu literatürün bir parçasıdır. Bu iki eser, çocuk okurların dikkatini doğaya çekmekte ve onlara doğal yaşam alanımızın dinamikleri hakkında bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Üstelik bu eserler çocuklara sadece doğayı tanıtmamakta, onları doğada bir yolculuğa çıkarmakta ve doğayla temasta bulunmalarını sağlamaktadır. İki kitapta ortak olan bu durum; doğa, çocuk ve arketip konularında pek çok ipucu sunmakta ve incelenmeye değer örnekler vermektedir. Bu makalede de adını andığımız bu iki eserden yola çıkılacak, çocuk ile doğa arasındaki ilişki irdelenecek ve bu sayede çocuk okurlara aktarılmaya çalışılan tezler üzerinde durulacaktır.

Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2023
ÖZ: Annelik, bir kadının hayatını değiştiren dönüm noktalarından biridir. Biyolojik bir süreç gib... more ÖZ: Annelik, bir kadının hayatını değiştiren dönüm noktalarından biridir. Biyolojik bir süreç gibi görünmekle birlikte annelik, kadının psikolojik durumunu da etkiler. Yüzyıllar boyunca “kutsallık” üzerinden tanımlanan annelik, son yıllarda çeşitli tartışmaların odağındadır. Buna göre; en çok dillendirilen sorular anneliğin içgüdüsel olup olmadığı ve her kadının anne olmayı isteyip istemediğidir. Bu soruların cevabı kişiden kişiye değişmekle birlikte son yıllarda kadınlar lehine bir tablo ile karşılaşmaktayız. Kadınlar artık anneliği içgüdüsel, dinî bir görev veya soyun devamlılığı dayatması üzerinden görmemekte bunu bir “tercih” üzerinden okumaktadırlar. Özellikle doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlık kazanması ve kadınların iş hayatına katılarak ekonomik özgürlüklerini ele almaları bunu kolaylaştırmıştır. Avrupa’da ve Amerika’da “childfree” kavramı üzerinden tanımlanan bu durum, gönüllü olarak çocuk sahibi olmamayı ve çocuksuzluğu bir tercih olarak görmeyi ifade eder. Türkiye’de ise çocuk sahibi olmanın bir tercih üzerinden konuşulması yaygın olmamakla birlikte son yıllarda artmaktadır. Edebiyat metinleri de kadınların hayatını meşgul eden böyle bir meseleye kayıtsız değildir. Anne, anne olmak ve çocuk; uzun zamandır edebiyat eserlerinde yer verilen bir konuyken son dönemlerde anne olmama kararı da edebiyat eserlerine konu olur. Bu eserlerden biri de Irmak Zileli’nin 2014 yılında yayımlanan Gözlerini Kaçırma romanıdır. Zileli, anneliği bir tercih üzerinden değerlendirirken çeşitli anne örnekleri üzerinden de konunun sorunlu yanlarına değinir. Üstelik Irmak Zileli sadece bu romanında değil diğer romanlarında da annelik, anne olma, anne-kız ilişkisi gibi meselelere odaklanır. Bu makalede de annelik kavramı, anneliğin edebî eserlere yansıması irdelenecek ve Irmak Zileli’nin romanları üzerinden gelinen nokta hakkında çıkarım yapılacaktır.

Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2023
ÖZ. Abdülhak Şinasi Hisar en verimli dönemini 1933-1956 yılları arasında geçirmiş, Türk edebiyatı... more ÖZ. Abdülhak Şinasi Hisar en verimli dönemini 1933-1956 yılları arasında geçirmiş, Türk edebiyatında gelenek ile modernlik arası çizgide duran önemli bir yazardır. Boğaziçi’nde, Rumeli Hisarı’nda, Çamlıca’da geçirdiği çocukluğu ve gençliği, Hisar’ın yazarlık sürecini etkilemiş ve onu bir “geçmiş zaman anlatıcısı”na dönüştürmüştür. Bu sebeple Hisar; Boğaziçi Mehtapları (1942), Boğaziçi Yalıları (1954), Geçmiş Zaman Köşkleri (1956) adlı kitaplarında geçmiş yıllara ve “Boğaziçi medeniyeti”ne dair anılarını anlatmıştır. Onun eserleri devasa bir hatıra kitabının bölümleri gibidir ve daima geçmişten beslenir. Yazar, anılarına o kadar bağımlıdır ki onun Fahim Bey ve Biz (1941), Çamlıca’daki Eniştemiz (1944), Ali Nizami Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952) adlı eserleri de bir roman olmaktan ziyade hatıraya yakındır. Dolayısıyla Hisar’ın metinleri bu karmaşık yapısı itibariyle bir anlatı olarak değerlendirilmeye daha yatkındır. Bu anlatıların ana meselesi ise eserlerin isimlerinden de anlaşıldığı gibi geçmiş zaman ve geçmiş zamanın insanlarıdır. Hisar, geçmiş zamanı anlatırken bir nostalji duygusu yaşatmakla birlikte Bergsoncu bir bakışla zamanın/değişimin kesintisiz/önlenemez yapısının da farkındadır. Bu sebeple zaman değiştikçe mekânlar ve insanlar değişmekte, değişemeyenler ise bir “tutunamayan” profili olarak yaşamlarına devam etmeye çalışmaktadırlar. Bir anlamda onun karakterleri eskiyen köşkler gibidirler; eskiseler de bir dönemin ihtişamını anımsatırlar. Bu makalede de yazarın üç romanından ve onlarda geçen Fahim Bey, Hacı Vamık Bey ve Ali Nizami Bey’den yola çıkılarak zaman, değişim ve değişimin dışında kalan karakterler incelenecektir. Aynı zamanda bu noktalar, Abdülhak Şinasi Hisar’ın kendi “tutunamayan” profili ile de kıyaslanacak ve yazar ile karakterleri arasındaki bağ değerlendirilecektir.

Marmara Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2022
Öz: Modernleşme süreci Osmanlı toplumuna askerî, tıbbî, mimarî, idarî, malî alanlarda bir dizi ye... more Öz: Modernleşme süreci Osmanlı toplumuna askerî, tıbbî, mimarî, idarî, malî alanlarda bir dizi yenilikleri getirir. Sanayileşme de modernleşme sürecinde Batı'yı yakalamanın ve kalkınmanın önemli bir adımıdır. Bu sebeple 1840-1860 ve 1860-1876 yılları arasında çeşitli fabrikalar, mektepler, sergiler açılır ve sanayileşme yolunda başarı kazanılmaya çalışılır. Ancak bir hevesle başlanan bu girişimler olumsuz sonuçlanır ve bu uğurda istenilen başarı yakalanamaz. Çok geçmeden de Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa gibi sanayileşmiş devletlerin açık pazarı hâline gelir. Bundan sonra doğa; özlenen, hayal edilen ancak bir türlü geri dönülemeyen ütopya hâline dönüşür. Edebiyat metinleri de bu arada kalmışlık hâline kayıtsız kalamaz ve doğa-şehir kıyaslamalarına yer veren önemli metinler yazılır. Bu metinlere verilecek tipik örneklerden ikisi ise T. Abdi'nin Sergüzeşt-i Kalyopi ve Seyr-i Servinaz romanlarıdır. Bu romanlar 1290 (1873) gibi bir tarihte yani henüz Osmanlı' da sanayileşme adımlarının oturmadığı bir zamanda yazılmış olmalarına rağmen şehirden bıkma, doğaya özlem duyma konularında dikkat çekici yorumlara sahiptir. Aynı zamanda T. Abdi, kahramanları Kalyopi ve Servinaz'ı şehirden uzaklaştırırken bu iki kadının yollarını ütopik adalardan, yerlerden ve ormanlardan geçirir. Bu sayede yazar eserlerine hem bir sergüzeşt havası katar hem de dönemin popüler anlatıları "robinsonad"lardan da etkilendiğini gösterir. Bu anlamda bahsedilen iki eser, ekotopya kavramının "henüz" ortada olmadığı bir dönemde "ekotopya"nın erken örnekleri sayılabilir. Aynı zamanda T. Abdi'nin iki romanına da başkarakter olarak kadınları seçmesi ve onları doğa ile bütünleştirmesi eserleri ekofeminist okumalara da elverişli hâle getirir. Bu sebeple makale, T. Abdi'nin Sergüzeşt-i Kalyopi ve Seyr-i Servinaz romanlarına odaklanacak ve bu metinleri şehirleşme, doğaya dönme/dönememe bağlamında değerlendirecektir.

Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2020
Öz : Kılık değiştirme, tarihî geçmişe sahip önemli bir kavramdır ve genellikle erkeklerin karşı c... more Öz : Kılık değiştirme, tarihî geçmişe sahip önemli bir kavramdır ve genellikle erkeklerin karşı cinsin kıyafetlerini giymesi ve davranışsal özelliklerini sergilemesi olarak tanımlanır. Oysaki tarihî örnekler üzerinden gidildiğinde kılık değiştirmenin sadece tek bir cins ile sınırlandırılamayacak bir eylem olduğu ve çeşitli nedenlerle tercih edildiği ortaya çıkar. Geç dönem Osmanlı metinlerinde de kılık değiştirme, olay örgüsünün önemli bir parçası olarak toplumsal yapının, cinsel kimliğin ve modernleşme süreçlerinin anlaşılmasında bir araçtır. Bu makale de öncelikle kadınların kılık değiştirmelerini T. Abdi’nin Sergüzeşt-i Kalyopi, Ahmet Mithat Efendi’nin Dürdâne Hanım, Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre ve Ömer Seyfettin’in Yalnız Efe adlı eserlerindeki kadın karakterler üzerinden ele alacak ve kadınların, daha da ötesinde anlatıcının bu eyleme yüklediği anlamı çözümlemeye çalışacaktır. Aynı zamanda kılık değiştirme ya da ona yakın değişimler, Samipaşazâde Sezai’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat, Ahmet Mithat Efendi’nin Felâtun Bey ile Râkım Efendi, Recaizâde Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Şık romanlarındaki erkek karakterler üzerinden de örneklendirilecektir. Bu sayede toplumsal cinsiyet kodlarının “nasıl” işlediği ve buna bağlı olarak modernleşmenin cinsiyet üzerinden “ne şekilde” algılandığı ortaya çıkarılacaktır. Son tahlilde kılık değiştirmenin ya da ona yakın değişimlerin toplum, anlatıcılar ve yazar tarafından değerlendirilme süreci “korku”, “ahlâk kaygısı” ve “değişim arzusu” çerçevesinde düşünülecektir.

Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi,, 2021
Öz: Birtakım kanun ve yönetmeliklerle denetim altına alınan yabancı okullar, millî kimlik önünde ... more Öz: Birtakım kanun ve yönetmeliklerle denetim altına alınan yabancı okullar, millî kimlik önünde her zaman bir tehdit olarak görülür. Özellikle Balkanlardaki toprak kayıplarıyla yükselişe geçen Türkçülük düşüncesi, farklı kültürler konusunda sert bir politika benimsenmesine neden olur. Cumhuriyet döneminde de yabancı okulların Türk millî kimliği önünde tehdit oluşturabilecek yönleri engellenmeye çalışılır. Millî kimliğin inşa edilmesinde kanonlaştırılan romanlar da bu tehdide kayıtsız kalamaz. Müfide Ferit’in “Pervaneler”, Mehmet İrfan’ın “Kız mı Çiçek mi Yahut Mini Mini Nadire”, Halide Nusret’in “Gül’ün Babası Kim?” ve Necmettin Halil’in “Kolejli Nereye” adlı romanları yabancı okulları ana mesele hâline getirir. Halide Edib’in “Son Eseri” ile “Mev’ut Hüküm”, Yakup Kadri’nin “Sodom ve Gomore” ve Reşat Nuri’nin “Çalıkuşu” romanlarının odak noktası yabancı okullar olmasa da konu ile ilgili önemli noktalara işaret ederler. Bu anlamda yazarlar, konuya dair birbirlerinden farklı yaklaşımlar sergileseler de yabancı okulların olumsuz etkisine açık cinsiyetin kadın olduğu sonuca ulaşırlar. Ulaşılan bu sonuç ise cinsiyet ile etkilenme ilişkisi arasında -bilinçli veya bilinçsiz- kurulan bağı gösterir.
Abstract: Brought under control by certain rules and regulations, foreign schools have always been seen as a threat to national identity. The rise of Pan-Turkism after the losses in the Balkans particularly, caused a strict policy to be adopted towards different cultures. During the Republican Period as well, the aspects of foreign schools, which could pose a threat to national identity, were attempted to be inhibited. The novels canonized in the process of building a national identity also could not remain indifferent to this threat. The novels, Mufide Ferit’s “Pervaneler”, Mehmet Irfan’s “Kız mı Çiçek mi Yahut Mini Mini Nadire”, Halide Nusret’s “Gül’ün Babası Kim”, and Necmettin Halil’s “Kolejli Nereye” had foreign schools as their main topic. The novels, Halide Edib’s “Son Eseri” and “Mev’ut Hüküm”, Yakup Kadri’s “Sodom ve Gomore” and Reşat Nuri’s “Çalıkuşu” give us some important clues about the subject, although they do not directly focus on foreign schools. Despite the different approaches they have, the names mentioned in this respect reach the conclusion that it is the female gender which is open to the negative effects of foreign schools. These conclusions show the connection created -intentionally or unintentionally- between gender and being influenced.

Balkanistik Dil ve Edebiyat Dergisi, 2020
Öz: Edebiyat tarihinin arka planda kalmış, kısmen de olsa unutulmuş kadın yazarlarından biri de H... more Öz: Edebiyat tarihinin arka planda kalmış, kısmen de olsa unutulmuş kadın yazarlarından biri de Halide Nusret Zorlutuna’dır. 1901-1984 yılları arasında yaşamış ve pek çok siyasi gelişmeye tanıklık etmiş yazar; ardında pek çok şiir, hatıra kitabı ve roman bırakmıştır. Aynı zamanda bir öğretmen olan Halide Nusret, 1924 yılında başladığı meslek hayatını yurdun çeşitli yerlerinde çalışarak tamamlamıştır. Yazarın öğretmenlik yaptığı ilk şehir ise Edirne’dir. Bu sebeple Edirne, Halide Nusret’in hayatında bir başlangıç ve olgunlaşma evresidir. 1924-1926 yıllarında genç öğretmen Halide Nusret’i ağırlayan Edirne Kız Muallim Mektebi ise yazarın 1933 yılında yazdığı Gül’ün Babası Kim? romanında görünür. Romanda, Meclâ karakterinin İstanbul’dan Ankara’ya uzanan yolculuğunda Edirne önemli bir duraktır. Bu sebeple roman Edirne’nin doğal ve tarihî güzellikleri, insanları, ağız özellikleri yanında İstanbul-Ankara gibi önemli şehirler arasındaki durumuna dair de izler taşır. Bir yandan da Edirne, tıpkı romanın başkarakteri Meclâ gibi Halide Nusret’in de evliliğe ve yeni bir hayata açılan kapısıdır.
Abstract: Halide Nusret Zorlutuna is one of the female authors who has been partially forgotten and remained in the background of literature. The author, who has lived between the years 1901-1984 and witnessed a lot of political developments, has left behind a considerable number of poems, memory books and novels. Moreover, Halide Nusret, who was a teacher, started her career in 1924 by working in various locations in the country. After her short experience in Istanbul, the author continued her career as a teacher for the first time in Edirne. This is the reason why Edirne is a starting and growing phase in Halide Nusret’s life. Edirne Girls School, where the young teacher Halide Nusret worked between the years 1924-1926, can be found in the novel Gül’ün Babası Kim? (“Who is Gul’s Father?”) written by the author in 1933. In the novel, the character Meclâ travels from Istanbul to Ankara, and Edirne is an important stop in her travel. This is the reason why the novel carries traces of Edirne's natural and historical beauties, people, dialects, as well as its situation among important cities such as Istanbul and Ankara. Edirne is also a place where Halide Nusret paved the way for marriage and a new life, just like the main character in her novel.

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, 2020
Öz: Edebiyat tarihimizin unutulmuş/unutturulmuş kadınlarının sayısı bir hayli kabarıktır. Bu isim... more Öz: Edebiyat tarihimizin unutulmuş/unutturulmuş kadınlarının sayısı bir hayli kabarıktır. Bu isimlerden biri de 1903-1972 yılları arasında yaşamış, çeşitli gazete ve dergilerde tefrika edildiği tespit edilen otuzdan fazla roman yazmış Suat Derviş'tir. 1990'lı yıllara kadar çoğu okuyucunun ismini dahi duymadığı Derviş, Oğlak ve İthaki Yayınları'nın yazarın eserlerini yeniden basmasıyla birlikte gündeme gelir. Suat Derviş ismine aşina okuyucular ise onu ya Fosforlu Cevriye'nin Cevriye'si ya da Ankara Mahpusu'nun Zeynep'i üzerinden tanırlar. Oysaki Suat Derviş, 1920'li yıllardan beri basın-yayın dünyasının içinde yer almış, birbirinden değerli eserlere imzasını atmış bir kadındır. Üstelik Derviş, sadece siyasî görüşlerini yansıtan eserler yazmamış, gotik öğelerle örülmüş olaylardan aşk acılarına kadar uzanan geniş temalar üzerinde durmuştur. Bu anlamda onun eserlerinde "fahişe"ler, "alt" sınıftan insanlar, aldatan kadınlar olduğu kadar "aile kızları", "üst" sınıftan kişiler, aldatılan kadınlar da vardır. Yazarın eserlerinde öne çıkan bu kadınlar, onun ataerkil bir toplumda kadın olmanın ne demek olduğuna dair algısını ortaya koyarken bir yandan da toplumun ahlâk anlayışını sorguladığı bir malzemeye dönüşür. Ayrıca bu sorgulayış sadece kadınlar üzerinden de yürütülmez. Kadını ve erkeğiyle Derviş'in roman karakterleri, bir devrin ve toplumun içerisinde büyürler ve şekillenirler. Bu anlamda, Suat Derviş'in toplum ile münasebetini anlamak ve ortaya çıkan tablonun yazarın kişiliği, kadınlığı ve yazarlığı hakkında ne anlattığını görebilmek için konu hakkında tipik örnekler veren metinlerine odaklanmak gerekir.
Abstract: There are quite a lot of forgotten women in the history of our literature. Suat Derviş, who lived between 1903-1972 and wrote more than thirty novels published serially in various newspapers and magazines, is one of those women. Derviş, whose name was not even known by most of the readers until the 1990s, came to the fore after Oglak and Ithaki Publishing House republished her books. For the readers who were familiar with her, Suat Derviş was famous for Cevriye of Fosforlu Cevriye or Zeynep of Ankara Mahpusu. In fact, Suat Derviş was a woman who took part in publishing business since the 1920's and produced very valuable works. Moreover, Derviş did not only write works reecting her political views, but also focused on a wide variety of themes ranging from gothic storylines to heartaches. In this sense, there were decent girls, upper-class people and betrayed women, as well as the 'prostitutes', low-class people and betraying women in her books. Such prominent gures in the works of the author showed her opinion about what 'being a woman in a patriarchal society' meant and turned into a material questioning the sense of morality of the society. This questioning is not only made over women. Both male and female characters of Derviş's novels grow and shape in an era and society. In this sense, her texts giving typical examples about the topic should be focused in order to understand Derviş's relationship with the society and to see the general picture of the author's personality, femininity and authorship.

International Journal of Human Science, 2017
Öz: Selim İleri, edebiyat dünyasına 1967 yılında Yeni Ufuklar dergisinde yayımladığı bir yazıyla ... more Öz: Selim İleri, edebiyat dünyasına 1967 yılında Yeni Ufuklar dergisinde yayımladığı bir yazıyla adım atmış, Türk edebiyatının roman, hikâye, deneme, şiir, inceleme, senaryo, oyun yazarlığı gibi pek çok türünde eserler vermiş ve vermekte olan bir yazardır. İçinde bulunduğumuz yıl itibariyle edebiyatta ellinci yılını dolduran İleri, çeşitli türde 72 kitaba adını yazmasına rağmen daha çok romancı kimliğiyle ön plana çıkar. Yıldırım Türker de 2010 yılında Radikal Gazetesi'ne yazdığı "Bir Cihan Kaynanası" adlı yazısında, Selim İleri'yi Türk edebiyatının köklerine inmesi, kıyıda kalmışların yaşamlarına değinmesi ve bu unutulmuş insanları romanlarında ele alması sebebiyle "Türk edebiyatının vefakâr arkeoloğu" olarak tanımlar. Romanlarında bunalan insanların yalnızlıklarını, kendileriyle hesaplaşma süreçlerini anlatan İleri, insanın "bireyleşme" serüvenini çeşitli olaylar ve karakterler aracılığıyla kurgu dünyasına taşır. Ölünceye Kadar Seninim romanı ise baskı sayısı fazla olan Selim İleri romanlarının yanında "biraz" kıyıda kalır. Oysaki roman, üç ihtilal süreci yaşamış, kırktan fazla aşk ve karasevda romanı yazmış, hiç evlenmemiş, "yaşlı kız" Süha Rikkat'in hikâyesini ve bu hikâyenin arkasında dönemin sosyal ve siyasî yapısının insan psikolojisine olan etkilerini anlatır. Roman; anlatıcı konusunun çetrefilli oluşu, popüler aşk romanlarının, romantizmin parodisini yapması, Süha Rikkat'in hayal ile gerçeklik arasında çıldırmaya varan psikolojisini anlatması ve tüm bu sayılanlara Selim İleri'nin bakış açısını yansıtması açısından önemlidir ve incelenmelidir.
Abstract: Selim İleri stepped into the world of literature in 1967 with an article published in the Yeni Ufuklar (New Horizons) magazine. He has produced and continues to produce works in many types of the Turkish literature such as novel, story, essay, poem, analysis, and play. Having completed his fiftieth year in literature this year, İleri is mostly known for his novels despite he has published 72 books in various types. Yıldırım Türker defines "Selim İleri" as "the archaeologist of Turkish literature" in his article titled "Bir Cihan Kaynanası (A Mother-in-Law of the World)" and published in Radikal Gazetesi (Radikal Newspaper) in 2010 because of his descent into the roots of Turkish literature, his touching upon the lives of the marginalized and including these forgotten people in his novels. İleri tells in his novels the loneliness of languished people and their processes of reckoning; he transfers the "individuation" adventure of a person into the world of fiction through various events and characters. Although his novel Ölünceye Kadar Seninim (I am yours until I die) has been published in quite many editions, it remains "somewhat" marginal compared to other Selim İleri novels. The novel, on the other hand, tells the story of the "elderly girl" Süha Rikkat, who has lived through three revolutions, wrote more than forty love and blind love novels, and never married; and in the background of this story, it tells the effects of the social and political structure of the period on human psychology. The novel is important and it.

Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, 2016
Öz: İlk Türk kadın gazeteci, İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin tek kadın üyesi ve "Sorbonne'da okuy... more Öz: İlk Türk kadın gazeteci, İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin tek kadın üyesi ve "Sorbonne'da okuyan ilk Türk kadını" olarak bilinen Selma Rıza, siyasî ve sosyal faaliyetleri, dergilerde yazdığı yazıları ve Uhuvvet adlı romanıyla da tanınan ama ihmâl edilmiş bir şahsiyettir. Oldukça geniş bir olay örgüsüne sahip olan Uhuvvet romanı, "sınıf" ve "toplumsal cinsiyet" kavramlarını farklı bir bakış açısıyla ele alması ve kendisinden sonra gelen yazarlardan özellikle "cariye/hizmetçi/kalfa" tipleri noktasında ayrılan değerlendirmeleriyle dikkate değerdir. Selma Rıza'nın Uhuvvet romanı, "üst sınıf"tan bir kadın yazarın belirtilen meselelere yaklaşımının en tipik örneklerini sunar. Bu çalışmada, romandaki karakterlere gerek anlatıcının tavırları gerek karakterlerin arasındaki diyaloglar üzerinden odaklanılarak "sınıf" yapıları ve "toplumsal cinsiyet" rollerindeki farkları ortaya çıkarmak amaçlanmış; romanın "kardeşlik" anlamına gelen başlığının sadece bir başlık olarak kaldığı ve romanda "eşitsiz" bir kardeşliğin sergilendiği öne çıkarılmıştır.
Abstract: Selma Rıza is known as the first Turkish female journalist, the only female member of the Committee of Union and Progress (İttihat ve Terakkî Cemiyeti) and “the first Turkish woman to study at Sorbonne”. Known from her political and social activities, her papers published in journals and her novel titled Uhuvvet, Selma Rıza is still a neglected figure. Having quite a wide plotline, the novel of Uhuvvet is significant because it deals with the concepts of “class” and “gender” from a different point of view and it gets separated from the works of later authors especially from the point of its evaluations of the “concubine/maid/head of female servants” types. Selma Rıza’s novel Uhuvvet presents the most typical examples to the approaches of a female author from the “upper class” to these issues. In this study, it is aimed to reveal the differences between “class” structures and “gender” roles by focusing on both the attitudes of the narrator and the dialogues between characters. It has also been put forward that the title of the novel meaning “sisterhood” has remained only as a title and it displays an “unequal” sisterhood.
Book Chapters by gülçin oktay
Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Folkloru Yazıları, 2019
Book Reviews by gülçin oktay
Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, 2018
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 2017
PhD Thesis by gülçin oktay

Öz: Bu tez, Türk romanının “Batılılaşma” sürecinde kadın karakterlerin seçilen romanlarda nasıl “... more Öz: Bu tez, Türk romanının “Batılılaşma” sürecinde kadın karakterlerin seçilen romanlarda nasıl “temsil” edildiğini, kadınların “anne”, “eş”, “sevgili”, “evlat”, “işçi”, “köylü”, “esir/cariye”, “dadı/mürebbiye”, “öğretmen”, “hayat kadını/fahişe (seks işçisi)”, “ev kızı”, “ev kadını”, “memure” gibi kimliklerle sosyal sınıf yapılarına göre nasıl “inşâ” edildiğini anlama ve yorumlama ihtiyacından doğmuştur. Bu bağlamda, kadın yazarların özellikle toplumsal cinsiyet ve sınıf farklarına dayanan “kabul” ve “tahayyül”lerini roman karakterleri üzerinde nasıl kullandıkları ve uyguladıkları tezin temel argümanını oluşturur. Bu anlamda, “edebiyat kanonu” içerisinde eleştirmen, yazar ve aydınlarca öne çıkarılan, “ideolojik” yapı çerçevesinde başarılı ya da başarısız olarak değerlendirilen, kimi zaman mevcut iktidarın gerçekleştirmeyi amaçladığı “modernleşme” projelerine katkıda bulunan eserlere odaklanılmış ve tezin bölümleri bu esasa göre kurulmuştur. Böylece kadın hareketlerinin “seçkinci” bir yapıya sahip olup olmadığı Batılılaşma, millîleşme ve ulus-devletleşme süreçleri içerisinde yazılan romanlar üzerinden değerlendirilmiştir. Sonuç olarak tezde, kadınların kendi aralarındaki “kız kardeşlik” söyleminin sorunlu tarafları, romanlarda yer alan kadın karakterlerin kimliklerine ve sınıfsal yapılarına, özellikle anlatıcının tavırları üzerinden odaklanılarak irdelenmiş ve tarihsel süreç içerisindeki değişen ve değişmeyen “söylemler” tespit edilmiştir.
Abstract: This thesis was developed with the need of understanding and interpreting how woman characters are “represented”, how they are “formed” according to their social class structures with the identities such as “mother”, “wife”, “spouse”, “daughter”, “worker”, “peasant”, “captive/odalisque”, “nurse/duenna”, “teacher”, “prostitute (sex worker)”, “house girl”, “housewife”, “civil servant” during the “Westernization” period in the selected novels. In this context, how women authors use “acceptance” and “imagination” based on gender and class differences through characters in their novels forms the main argument of the thesis. In this sense, the works which were interpreted as successful or unsuccessful within the framework of “ideological” structure highlighted by critics, authors and intellectuals in “literature canon” and which contributed to the “modernization” projects aimed to be realized by the existing government were focused and the chapters of the thesis were structured according to this principle. Thus, whether women movements have an “elitist” structure was analysed through the novels written in the period of Westernization, nationalization and being a nation-state process. As a conclusion, the problematic parts of the “sisterhood” discourse among women themselves were examined by focusing especially on the identities and social structures of female characters in the novels through the demeanors of the narrator and the changed and unchanged “discourses” in the historical period were detected.
Conference Presentations by gülçin oktay

Ege 7. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi, 2022
Öz: Çocuk ve edebiyat kavramları yan yana düşünüldüğünde son dönemde akla gelen isimlerden biri d... more Öz: Çocuk ve edebiyat kavramları yan yana düşünüldüğünde son dönemde akla gelen isimlerden biri de Nazlı Eray’dır. 1959 yılında daha ortaokul öğrencisiyken yazdığı ‘Mösyö Hristo’ hikâyesi ile edebiyat dünyasına adım atan Eray; hikâye kitapları, romanları, denemeleri ve anılarıyla edebiyat tarihi içerisinde üretken yazarlardan biridir. Eray’ın fantastik/büyülü gerçekçilik çizgisinde yazdığı eserleri onu hem geniş bir okur kitlesine ulaştırır hem de “fantastik edebiyatın kraliçesi” olarak anılmasını sağlar. 2009 yılından itibaren ise Eray, bu çizgisini çocuk kitapları yazarak sürdürmektedir. Naz ve Büyülü Bahçe (2009), Naz ve Köşkteki Vampir (2009), Gece Çiçeği İstanbul (2009), Frej Apartmanı’nın Esrarı (2009), Sihirli Saray (2010), Karga Feramuz’un Aşkı (2011), Büyülü Beyoğlu-İki Kafalı Topaç Villy (2012), Çığlık Atan Mumya (2013), Bir Böcek Sevdim (2015), Gören Gözler Duyan Kulaklar (2015), Billur Ahtapot ile Mor İnci (2016), Mırmır Osman (2021) adlı bu kitaplar Nazlı Eray’ı macera, hız ve fantastik tutkunu internet çağı çocuklarına tanıtır. Bu anlamda yazar, yetişkin okurlar ile kurduğu bağı “çocuğa görelik” ilkesini takip ederek çocuk okurlar ile de kurar. Üstelik Eray’ın tek amacı çocuklara eğlenceli bir atmosfer sunmak da değildir. Yazar, bu eğlenceli olayların yanında çocuk okuyuculara mekân bilinci aşılamak, geçmiş zamanların kültürünü ve insanlarını tanıtmak, sanat sevgisi aşılamak gibi amaçlara da sahiptir. Bu sebeple Eray’ın on iki çocuk kitabı; çocuk, edebiyat ve fantastik çerçevesinde incelenecek ve bu eserlerin çocuk okurların dünyalarına katkıları ortaya çıkarılacaktır. Ayrıca bu inceleme yapılırken çocuk edebiyatının gelişim süreci, satış ve pazarlama teknikleri de göz önünde bulundurulacak ve çocuk edebiyatının geldiği noktaya dair de çıkarımlar yapılacaktır.

Uluslararası 21. Yüzyılda Türk Dünyasında Dil, Kültür, Edebiyat Sempozyumu, 2021
Özet
Günlük hayatın içerisinde sürekli başkalarının koyduğu kurallarla yaşayan insan, kuralların... more Özet
Günlük hayatın içerisinde sürekli başkalarının koyduğu kurallarla yaşayan insan, kurallarını kendisinin koyduğu bir hayatı yaşama arzusu güder. Bu sebeple iradesi ve bilinci olan insan, çocukluğundaki gibi oyunların dünyasına sığınır. Oyunlar çocukluğun o dertsiz günlerini hatırlattığı gibi bireyi içinde bulunduğu ve kabullenemediği gerçeklerden de uzaklaştırır. Sait Faik’in ve özellikle de Oğuz Atay’ın eserlerinde oyun, kahramanların kendi gerçeklerini ve adaletlerini sağladıkları bir eylemdir. Aynı zamanda oyun, kahramanların, karmaşa ve kaos ile dolu dünyada ulaşacakları nihai sona direnme ve mücadele şeklidir. Bu durum, yazarların -sırasıyla- ‘Hişt, Hişt!..’ ve ‘Korkuyu Beklerken’ hikâyelerinde tipik şeklini alır. Bu iki hikâye, kahramanlarının içinde bulundukları çıkmazlar ve bunlarla baş etme yöntemleri açısından benzerlik gösterir. Buna göre; hikâyelerde geçen “hişt hişt” sesi ve Ubor Metenga isimli mektup ne anlama gelmektedir? Bu ses ve mektup kimden gelmekte ve neyi temsil etmektedir? Okuyucu bunları nasıl değerlendirmelidir? Bu soruların cevabını bulabilmek için bahsettiğimiz yazarların yazarlık sürecini, etkilendiği isimleri ve bu iki hikâyesini detaylı bir şekilde incelemek gerekir. Bunun neticesinde ortaya çıkacak tablo, kahramanların içinde bulundukları çıkmazları ve bunların sebeplerini ortaya koyacak; son tahlilde de bu çıkmazları aşmanın yöntemlerini gösterecektir.
Anahtar Kelimeler: Sait Faik, Hişt Hişt, Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, Oyun.
Uploads
Papers by gülçin oktay
Abstract: Brought under control by certain rules and regulations, foreign schools have always been seen as a threat to national identity. The rise of Pan-Turkism after the losses in the Balkans particularly, caused a strict policy to be adopted towards different cultures. During the Republican Period as well, the aspects of foreign schools, which could pose a threat to national identity, were attempted to be inhibited. The novels canonized in the process of building a national identity also could not remain indifferent to this threat. The novels, Mufide Ferit’s “Pervaneler”, Mehmet Irfan’s “Kız mı Çiçek mi Yahut Mini Mini Nadire”, Halide Nusret’s “Gül’ün Babası Kim”, and Necmettin Halil’s “Kolejli Nereye” had foreign schools as their main topic. The novels, Halide Edib’s “Son Eseri” and “Mev’ut Hüküm”, Yakup Kadri’s “Sodom ve Gomore” and Reşat Nuri’s “Çalıkuşu” give us some important clues about the subject, although they do not directly focus on foreign schools. Despite the different approaches they have, the names mentioned in this respect reach the conclusion that it is the female gender which is open to the negative effects of foreign schools. These conclusions show the connection created -intentionally or unintentionally- between gender and being influenced.
Abstract: Halide Nusret Zorlutuna is one of the female authors who has been partially forgotten and remained in the background of literature. The author, who has lived between the years 1901-1984 and witnessed a lot of political developments, has left behind a considerable number of poems, memory books and novels. Moreover, Halide Nusret, who was a teacher, started her career in 1924 by working in various locations in the country. After her short experience in Istanbul, the author continued her career as a teacher for the first time in Edirne. This is the reason why Edirne is a starting and growing phase in Halide Nusret’s life. Edirne Girls School, where the young teacher Halide Nusret worked between the years 1924-1926, can be found in the novel Gül’ün Babası Kim? (“Who is Gul’s Father?”) written by the author in 1933. In the novel, the character Meclâ travels from Istanbul to Ankara, and Edirne is an important stop in her travel. This is the reason why the novel carries traces of Edirne's natural and historical beauties, people, dialects, as well as its situation among important cities such as Istanbul and Ankara. Edirne is also a place where Halide Nusret paved the way for marriage and a new life, just like the main character in her novel.
Abstract: There are quite a lot of forgotten women in the history of our literature. Suat Derviş, who lived between 1903-1972 and wrote more than thirty novels published serially in various newspapers and magazines, is one of those women. Derviş, whose name was not even known by most of the readers until the 1990s, came to the fore after Oglak and Ithaki Publishing House republished her books. For the readers who were familiar with her, Suat Derviş was famous for Cevriye of Fosforlu Cevriye or Zeynep of Ankara Mahpusu. In fact, Suat Derviş was a woman who took part in publishing business since the 1920's and produced very valuable works. Moreover, Derviş did not only write works reecting her political views, but also focused on a wide variety of themes ranging from gothic storylines to heartaches. In this sense, there were decent girls, upper-class people and betrayed women, as well as the 'prostitutes', low-class people and betraying women in her books. Such prominent gures in the works of the author showed her opinion about what 'being a woman in a patriarchal society' meant and turned into a material questioning the sense of morality of the society. This questioning is not only made over women. Both male and female characters of Derviş's novels grow and shape in an era and society. In this sense, her texts giving typical examples about the topic should be focused in order to understand Derviş's relationship with the society and to see the general picture of the author's personality, femininity and authorship.
Abstract: Selim İleri stepped into the world of literature in 1967 with an article published in the Yeni Ufuklar (New Horizons) magazine. He has produced and continues to produce works in many types of the Turkish literature such as novel, story, essay, poem, analysis, and play. Having completed his fiftieth year in literature this year, İleri is mostly known for his novels despite he has published 72 books in various types. Yıldırım Türker defines "Selim İleri" as "the archaeologist of Turkish literature" in his article titled "Bir Cihan Kaynanası (A Mother-in-Law of the World)" and published in Radikal Gazetesi (Radikal Newspaper) in 2010 because of his descent into the roots of Turkish literature, his touching upon the lives of the marginalized and including these forgotten people in his novels. İleri tells in his novels the loneliness of languished people and their processes of reckoning; he transfers the "individuation" adventure of a person into the world of fiction through various events and characters. Although his novel Ölünceye Kadar Seninim (I am yours until I die) has been published in quite many editions, it remains "somewhat" marginal compared to other Selim İleri novels. The novel, on the other hand, tells the story of the "elderly girl" Süha Rikkat, who has lived through three revolutions, wrote more than forty love and blind love novels, and never married; and in the background of this story, it tells the effects of the social and political structure of the period on human psychology. The novel is important and it.
Abstract: Selma Rıza is known as the first Turkish female journalist, the only female member of the Committee of Union and Progress (İttihat ve Terakkî Cemiyeti) and “the first Turkish woman to study at Sorbonne”. Known from her political and social activities, her papers published in journals and her novel titled Uhuvvet, Selma Rıza is still a neglected figure. Having quite a wide plotline, the novel of Uhuvvet is significant because it deals with the concepts of “class” and “gender” from a different point of view and it gets separated from the works of later authors especially from the point of its evaluations of the “concubine/maid/head of female servants” types. Selma Rıza’s novel Uhuvvet presents the most typical examples to the approaches of a female author from the “upper class” to these issues. In this study, it is aimed to reveal the differences between “class” structures and “gender” roles by focusing on both the attitudes of the narrator and the dialogues between characters. It has also been put forward that the title of the novel meaning “sisterhood” has remained only as a title and it displays an “unequal” sisterhood.
Book Chapters by gülçin oktay
Book Reviews by gülçin oktay
PhD Thesis by gülçin oktay
Abstract: This thesis was developed with the need of understanding and interpreting how woman characters are “represented”, how they are “formed” according to their social class structures with the identities such as “mother”, “wife”, “spouse”, “daughter”, “worker”, “peasant”, “captive/odalisque”, “nurse/duenna”, “teacher”, “prostitute (sex worker)”, “house girl”, “housewife”, “civil servant” during the “Westernization” period in the selected novels. In this context, how women authors use “acceptance” and “imagination” based on gender and class differences through characters in their novels forms the main argument of the thesis. In this sense, the works which were interpreted as successful or unsuccessful within the framework of “ideological” structure highlighted by critics, authors and intellectuals in “literature canon” and which contributed to the “modernization” projects aimed to be realized by the existing government were focused and the chapters of the thesis were structured according to this principle. Thus, whether women movements have an “elitist” structure was analysed through the novels written in the period of Westernization, nationalization and being a nation-state process. As a conclusion, the problematic parts of the “sisterhood” discourse among women themselves were examined by focusing especially on the identities and social structures of female characters in the novels through the demeanors of the narrator and the changed and unchanged “discourses” in the historical period were detected.
Conference Presentations by gülçin oktay
Günlük hayatın içerisinde sürekli başkalarının koyduğu kurallarla yaşayan insan, kurallarını kendisinin koyduğu bir hayatı yaşama arzusu güder. Bu sebeple iradesi ve bilinci olan insan, çocukluğundaki gibi oyunların dünyasına sığınır. Oyunlar çocukluğun o dertsiz günlerini hatırlattığı gibi bireyi içinde bulunduğu ve kabullenemediği gerçeklerden de uzaklaştırır. Sait Faik’in ve özellikle de Oğuz Atay’ın eserlerinde oyun, kahramanların kendi gerçeklerini ve adaletlerini sağladıkları bir eylemdir. Aynı zamanda oyun, kahramanların, karmaşa ve kaos ile dolu dünyada ulaşacakları nihai sona direnme ve mücadele şeklidir. Bu durum, yazarların -sırasıyla- ‘Hişt, Hişt!..’ ve ‘Korkuyu Beklerken’ hikâyelerinde tipik şeklini alır. Bu iki hikâye, kahramanlarının içinde bulundukları çıkmazlar ve bunlarla baş etme yöntemleri açısından benzerlik gösterir. Buna göre; hikâyelerde geçen “hişt hişt” sesi ve Ubor Metenga isimli mektup ne anlama gelmektedir? Bu ses ve mektup kimden gelmekte ve neyi temsil etmektedir? Okuyucu bunları nasıl değerlendirmelidir? Bu soruların cevabını bulabilmek için bahsettiğimiz yazarların yazarlık sürecini, etkilendiği isimleri ve bu iki hikâyesini detaylı bir şekilde incelemek gerekir. Bunun neticesinde ortaya çıkacak tablo, kahramanların içinde bulundukları çıkmazları ve bunların sebeplerini ortaya koyacak; son tahlilde de bu çıkmazları aşmanın yöntemlerini gösterecektir.
Anahtar Kelimeler: Sait Faik, Hişt Hişt, Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, Oyun.
Abstract: Brought under control by certain rules and regulations, foreign schools have always been seen as a threat to national identity. The rise of Pan-Turkism after the losses in the Balkans particularly, caused a strict policy to be adopted towards different cultures. During the Republican Period as well, the aspects of foreign schools, which could pose a threat to national identity, were attempted to be inhibited. The novels canonized in the process of building a national identity also could not remain indifferent to this threat. The novels, Mufide Ferit’s “Pervaneler”, Mehmet Irfan’s “Kız mı Çiçek mi Yahut Mini Mini Nadire”, Halide Nusret’s “Gül’ün Babası Kim”, and Necmettin Halil’s “Kolejli Nereye” had foreign schools as their main topic. The novels, Halide Edib’s “Son Eseri” and “Mev’ut Hüküm”, Yakup Kadri’s “Sodom ve Gomore” and Reşat Nuri’s “Çalıkuşu” give us some important clues about the subject, although they do not directly focus on foreign schools. Despite the different approaches they have, the names mentioned in this respect reach the conclusion that it is the female gender which is open to the negative effects of foreign schools. These conclusions show the connection created -intentionally or unintentionally- between gender and being influenced.
Abstract: Halide Nusret Zorlutuna is one of the female authors who has been partially forgotten and remained in the background of literature. The author, who has lived between the years 1901-1984 and witnessed a lot of political developments, has left behind a considerable number of poems, memory books and novels. Moreover, Halide Nusret, who was a teacher, started her career in 1924 by working in various locations in the country. After her short experience in Istanbul, the author continued her career as a teacher for the first time in Edirne. This is the reason why Edirne is a starting and growing phase in Halide Nusret’s life. Edirne Girls School, where the young teacher Halide Nusret worked between the years 1924-1926, can be found in the novel Gül’ün Babası Kim? (“Who is Gul’s Father?”) written by the author in 1933. In the novel, the character Meclâ travels from Istanbul to Ankara, and Edirne is an important stop in her travel. This is the reason why the novel carries traces of Edirne's natural and historical beauties, people, dialects, as well as its situation among important cities such as Istanbul and Ankara. Edirne is also a place where Halide Nusret paved the way for marriage and a new life, just like the main character in her novel.
Abstract: There are quite a lot of forgotten women in the history of our literature. Suat Derviş, who lived between 1903-1972 and wrote more than thirty novels published serially in various newspapers and magazines, is one of those women. Derviş, whose name was not even known by most of the readers until the 1990s, came to the fore after Oglak and Ithaki Publishing House republished her books. For the readers who were familiar with her, Suat Derviş was famous for Cevriye of Fosforlu Cevriye or Zeynep of Ankara Mahpusu. In fact, Suat Derviş was a woman who took part in publishing business since the 1920's and produced very valuable works. Moreover, Derviş did not only write works reecting her political views, but also focused on a wide variety of themes ranging from gothic storylines to heartaches. In this sense, there were decent girls, upper-class people and betrayed women, as well as the 'prostitutes', low-class people and betraying women in her books. Such prominent gures in the works of the author showed her opinion about what 'being a woman in a patriarchal society' meant and turned into a material questioning the sense of morality of the society. This questioning is not only made over women. Both male and female characters of Derviş's novels grow and shape in an era and society. In this sense, her texts giving typical examples about the topic should be focused in order to understand Derviş's relationship with the society and to see the general picture of the author's personality, femininity and authorship.
Abstract: Selim İleri stepped into the world of literature in 1967 with an article published in the Yeni Ufuklar (New Horizons) magazine. He has produced and continues to produce works in many types of the Turkish literature such as novel, story, essay, poem, analysis, and play. Having completed his fiftieth year in literature this year, İleri is mostly known for his novels despite he has published 72 books in various types. Yıldırım Türker defines "Selim İleri" as "the archaeologist of Turkish literature" in his article titled "Bir Cihan Kaynanası (A Mother-in-Law of the World)" and published in Radikal Gazetesi (Radikal Newspaper) in 2010 because of his descent into the roots of Turkish literature, his touching upon the lives of the marginalized and including these forgotten people in his novels. İleri tells in his novels the loneliness of languished people and their processes of reckoning; he transfers the "individuation" adventure of a person into the world of fiction through various events and characters. Although his novel Ölünceye Kadar Seninim (I am yours until I die) has been published in quite many editions, it remains "somewhat" marginal compared to other Selim İleri novels. The novel, on the other hand, tells the story of the "elderly girl" Süha Rikkat, who has lived through three revolutions, wrote more than forty love and blind love novels, and never married; and in the background of this story, it tells the effects of the social and political structure of the period on human psychology. The novel is important and it.
Abstract: Selma Rıza is known as the first Turkish female journalist, the only female member of the Committee of Union and Progress (İttihat ve Terakkî Cemiyeti) and “the first Turkish woman to study at Sorbonne”. Known from her political and social activities, her papers published in journals and her novel titled Uhuvvet, Selma Rıza is still a neglected figure. Having quite a wide plotline, the novel of Uhuvvet is significant because it deals with the concepts of “class” and “gender” from a different point of view and it gets separated from the works of later authors especially from the point of its evaluations of the “concubine/maid/head of female servants” types. Selma Rıza’s novel Uhuvvet presents the most typical examples to the approaches of a female author from the “upper class” to these issues. In this study, it is aimed to reveal the differences between “class” structures and “gender” roles by focusing on both the attitudes of the narrator and the dialogues between characters. It has also been put forward that the title of the novel meaning “sisterhood” has remained only as a title and it displays an “unequal” sisterhood.
Abstract: This thesis was developed with the need of understanding and interpreting how woman characters are “represented”, how they are “formed” according to their social class structures with the identities such as “mother”, “wife”, “spouse”, “daughter”, “worker”, “peasant”, “captive/odalisque”, “nurse/duenna”, “teacher”, “prostitute (sex worker)”, “house girl”, “housewife”, “civil servant” during the “Westernization” period in the selected novels. In this context, how women authors use “acceptance” and “imagination” based on gender and class differences through characters in their novels forms the main argument of the thesis. In this sense, the works which were interpreted as successful or unsuccessful within the framework of “ideological” structure highlighted by critics, authors and intellectuals in “literature canon” and which contributed to the “modernization” projects aimed to be realized by the existing government were focused and the chapters of the thesis were structured according to this principle. Thus, whether women movements have an “elitist” structure was analysed through the novels written in the period of Westernization, nationalization and being a nation-state process. As a conclusion, the problematic parts of the “sisterhood” discourse among women themselves were examined by focusing especially on the identities and social structures of female characters in the novels through the demeanors of the narrator and the changed and unchanged “discourses” in the historical period were detected.
Günlük hayatın içerisinde sürekli başkalarının koyduğu kurallarla yaşayan insan, kurallarını kendisinin koyduğu bir hayatı yaşama arzusu güder. Bu sebeple iradesi ve bilinci olan insan, çocukluğundaki gibi oyunların dünyasına sığınır. Oyunlar çocukluğun o dertsiz günlerini hatırlattığı gibi bireyi içinde bulunduğu ve kabullenemediği gerçeklerden de uzaklaştırır. Sait Faik’in ve özellikle de Oğuz Atay’ın eserlerinde oyun, kahramanların kendi gerçeklerini ve adaletlerini sağladıkları bir eylemdir. Aynı zamanda oyun, kahramanların, karmaşa ve kaos ile dolu dünyada ulaşacakları nihai sona direnme ve mücadele şeklidir. Bu durum, yazarların -sırasıyla- ‘Hişt, Hişt!..’ ve ‘Korkuyu Beklerken’ hikâyelerinde tipik şeklini alır. Bu iki hikâye, kahramanlarının içinde bulundukları çıkmazlar ve bunlarla baş etme yöntemleri açısından benzerlik gösterir. Buna göre; hikâyelerde geçen “hişt hişt” sesi ve Ubor Metenga isimli mektup ne anlama gelmektedir? Bu ses ve mektup kimden gelmekte ve neyi temsil etmektedir? Okuyucu bunları nasıl değerlendirmelidir? Bu soruların cevabını bulabilmek için bahsettiğimiz yazarların yazarlık sürecini, etkilendiği isimleri ve bu iki hikâyesini detaylı bir şekilde incelemek gerekir. Bunun neticesinde ortaya çıkacak tablo, kahramanların içinde bulundukları çıkmazları ve bunların sebeplerini ortaya koyacak; son tahlilde de bu çıkmazları aşmanın yöntemlerini gösterecektir.
Anahtar Kelimeler: Sait Faik, Hişt Hişt, Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, Oyun.