
DAVUT ADLIĞ
Related Authors
Ekrem Sakar
Balikesir University
Ahmet Çam
Kahramanmaras Sutcu Imam Univ.
Sedat Kocabey
Sakarya University
Sibel Murad
Amasya University
Kübra Ceylan
Celal Bayar Üniversitesi
Abdullah Mert
Kahramanmaras Istiklal University
Fatih Numan KÜÇÜKBALLI
Selcuk University (Selçuk Üniversitesi)
InterestsView All (8)
Uploads
Papers by DAVUT ADLIĞ
Osmanlı Devleti hem karada hem denizde güçlü bir askeri teşkilat kurmuştur. Osmanlılar, denizcilik teşkilatını kurduğunda kendisinden önceki devletlerin deneyiminden istifade etmiş, özellikle de sahil bölgelerinde hüküm süren beylikleri topraklarına kattıktan sonra denizcilikte hızlı bir şekilde ilerleme kaydetmiştir. Denizlere açılan Osmanlı Devleti, bu sayede Rumeliye geçmiş ve bölgedeki ticareti kendi kontrolünde tutmak için denizci devletlerle mücadele etmiştir. Özellikle İstanbul’un fethiyle daha da güçlenen Osmanlılar, kurdukları güçlü donanmayla Karadeniz’e hâkim oldukları gibi İtalya sahillerine kadar da ilerlemişlerdir. Kanuni döneminde Akdeniz’in en önemli devleti haline gelen Osmanlı Devleti zamanla Kızıldenizde ve Hint Denizinde de etkisini göstermiştir.
Denizlerde gösterilen bu başarıların temelinde elbetteki donanmada faaliyet gösteren denizciler bulunmaktadır. Kuruluş ve yükselme döneminde denizcilikten anlayan kişilerin donanmanın başına geçmesi
RÂMİZ PAŞAZÂDE MEHMED İZZET BEY
HARÎTA-İ KAPUDÂNÂN-I DERYÂ
sayesinde Osmanlı denizciliği ilerlemeler kaydetmiş daha sonraki dönemlerde ehil olmayan kişilerin başa geçmesi yüzünden denizcilikte başarısızlıklara neden olmuştur.
Osmanlı donanmasının başındaki en yetkili kişiler kaptanıderyalar olup üzerinde çalıştığımız eser kaptanıderyaların hayatını anlatmaktadır. Eserde Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’dan 1848 yılına kadar Osmanlı Devleti’nde donanmanın başında bulunan kaptanıderyaların hayatları anlatılmıştır. Eserin müellifi olan Râmiz Paşazâde Mehmed İzzet Bey, kaptanıderya olan babası Râmiz Abdullah Paşa’nın hayatına eserinde genişçe yer vermiştir.
Kaptanıderyaların biyografilerini ele alan üç önemli yazma eser bulunmaktadır. Bunlardan biri Kazasker Mehmed Hafid Efendi tarafından yazılan Sefînetü’l-Vüzerâ isimli eser olup bu eser 1952 yılında İsmet Parmaksızoğlu tarafından çalışılmıştır. Diğer iki eser Şehrîzâde Mehmed Said tarafından yazılan Tuhfe-i Mustafaviyye fî Beyân-ı Kapûdânân-ı Devlet-i Aliyye ile Râmiz Paşazâde Mehmed İzzet Bey tarafından yazılan Harîta-i Kapûdânân-ı Deryâ eserleri tarafımızdan çalışılmıştır.
Üzerinde çalıştığımız bu eser günümüz Türkçesine transkribe edilmiş, bilinmeyen kelimeler (?) şeklinde gösterilmiş, hicri tarihler miladi tarihlere çevrilmiş, Arapça ve Farsça yazılan deyimler, atasözleri ile hadis ve ayetler Türkçeye çevrilmiş ve bunlar dipnotta gösterilmiştir. Çalışmaya sözlük eklenerek Osmanlıca kelimelerin manaları dipnot olarak verilmiş ve böylece metnin daha anlaşılır olması sağlanmıştır. Ayrıca denizcilikle ilgili terimlerin ve eserde geçen ünvanların ne anlama geldikleri ile ilgili dipnotta genel bilgiler verilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in 18. suresine “Kehf” adı verilmiş olması ve Kehf Suresi’nin 9 ile
26’ncı ayetleri arasındaki bölümünün bu olayı anlatması konunun önemini açıkça ortaya
koymaktadır. Bu ayetlere göre, bazı gençler Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp
kavimlerinin putperestlik inancına karşı geldiler. Taşlanarak öldürülmekten ve zorla
din değiştirilmekten kurtulmak isteyen bu gençler, beraberlerindeki köpekleriyle birlikte
mağaraya sığınıp burada uykuya daldılar ve 309 yıl sonra uyandılar. Mağarada
sadece bir gün veya yarım gün uyuduklarını zanneden gençler, yanlarındaki bir arkadaşlarına
gümüş para vererek yiyecek alması için şehre gönderdiler. Şehre giden bu
genç vesilesiyle halk durumdan haberdar oldu.
Kur’an-ı Kerim’de Ashâb-ı Kehf’in sayısı hakkında net bir bilgi verilmediği gibi,
sığındıkları mağaranın nerede olduğuna dair de kesin bir malumat yoktur. Ancak tarih
kayıtlarında İspanya, Cezayir, Mısır, Ürdün, Suriye, Afganistan, Doğu Türkistan ve Türkiye’de
Ashâb-ı Kehf’e ait olduğu ileri sürülen 33 mağara yer almaktadır. Bunlardan 4’ü
Türkiye sınırları içerisinde olup; İzmir’in Selçuk (Efes), Mersin’in Tarsus, Kahramanmaraş’ın
Afşin ve Diyarbakır’ın Lice ilçelerindedir.
Ashâb-ı Kehf şehri Lice ve çevresinde çok eski tarihlerden beri yerleşik hayatın
olduğu bilinmektedir. Tarih kaynaklarına göre, İslamiyet öncesi dönemde M. Ö.
3000’lerden itibaren Hurri-Mitanniler ile Asurlar, Urartular, Medler, Persler, Makedonlar,
Partlar ve Doğu Roma (Bizans) gibi devletler bölgede hüküm sürmüştür. Bölgenin
Müslümanların hâkimiyetine girmesi ise Hz. Ömer Dönemi’nde olmuştur. Daha sonraki
yıllarda bölge Emevi, Abbasi, Mervani, Büyük Selçuklu, Artuklu, Eyyubi, Anadolu Selçuklu,
Akkoyunlu ve Safevi gibi Müslüman devletlerin hâkimiyetinde kalmıştır. 1515 yılında
ise Osmanlı egemenliğine girmiş ve değişik idari statülerle günümüze kadar Diyarbakır
ili sınırları içerisinde yer almıştır.
Lice ilçesi, Ashâb-ı Kehf Mağarası’nın yanı sıra, diğer tarihi, edebi ve kültürel
zenginlikleriyle de öne çıkmaktadır. Neolitik döneme kadar uzanan Birkleyn Mağaraları,
Antak/Efsus/Dakyanus/Phison civarında Roma ve Bizans kalıntıları, Mervaniler Dönemi’nde
inşa edilen Atak Kalesi, çeşitli medeniyetler tarafından inşa edilen Atak Köprüsü,
Ulu Camii, Vakıf Ahmet Paşa Camii ve Medresesi, Çeper Hanı, Mehmed Bey Sarayı,
Hanım Hatun Çeşmesi gibi tarihi kültür varlıkları bunlardan bazılarıdır. Ayrıca, Lice
viii ASHÂB-I KEHF ŞEHRİ LİCE
pek çok âlim ve arifin diyarı olup, bu birikimiyle önemli edebi eserlere de ilham kaynağı
olmuştur.
Lice’deki tüm bu kültürel mirasın ortaya çıkarılması, korunması ve gelecek
nesillere aktarılması için yapılan kırk kadar bilimsel ve akademik çalışma bir araya
getirilerek kitaba dönüştürülmüş ve ilim dünyasının istifadesine sunulmuştur. Bu çalışmayla,
Ashâb-ı Kehf şehri olan ve bu kültürle beslenen Lice’de tarih boyunca eğitim,
kültür, edebiyat, sanat vb. alanlarda meydana gelen gelişmelerin gün yüzüne çıkarılarak
Lice’nin tarihteki yerinin farklı yönlerden ortaya konulması hedeflenmektedir.
Bilindiği gibi, bu tür ilmi çalışmalar çok büyük desteklerle ve ciddi emeklerle
ancak vücuda gelebilmektedir. Dolayısıyla kitabın ortaya çıkmasında katkısı olanlar
unutulmamalıdır. Bilhassa çalışmanın hazırlanmasında bizlere ilham kaynağı olan Diyarbakır
Valisi Sn. Münir KARALOĞLU’na, tüm bilimsel ve kültürel faaliyetleri içtenlikle
destekleyen Dicle Üniversitesi Rektörü Sn. Prof. Dr. Mehmet KARAKOÇ’a, çalışmanın
hazırlık aşamasına destek veren Lice Kaymakamı Sn. Cevdet BAKKAL’a, kıymetli ilmi
tespitlerini bizimle paylaşarak eserin ortaya çıkmasında en çok emeği geçen değerli
bilim insanlarına ve editör kuruluna katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.
Doç. Dr. Hatip YILDIZ
Editör Kurulu Başkanı
beri yerleşik hayatın olduğu bilinmektedir. Tarih kaynaklarına göre, İslamiyet öncesi
dönemde M. Ö. 3000’lerden itibaren Hurri-Mitanniler ile Asurlar, Urartular, Medler,
Persler, Makedonlar, Partlar ve Doğu Roma (Bizans) gibi devletler bölgede hüküm sürmüştür.
Bölgenin Müslümanların hâkimiyetine girmesi ise Hz. Ömer Dönemi’nde olmuştur.
Daha sonraki yıllarda bölge Emevi, Abbasi, Mervani, Büyük Selçuklu, Artuklu,
Eyyubi, Anadolu Selçuklu, Akkoyunlu ve Safevi gibi Müslüman devletlerin hâkimiyetinde
kalmıştır. 1515 yılında ise Osmanlı egemenliğine girmiş ve değişik idari statülerle
günümüze kadar Diyarbakır ili sınırları içerisinde yer almıştır.
Ashâb-ı Kehf olayı, diğer dinlerin yanı sıra, İslamiyet’te de kabul gören bir
konudur. Kur’an-ı Kerim’in 18. suresine “Kehf” adı verilmiş olması ve Kehf Suresi’nin 9
ile 26’ncı ayetleri arasındaki bölümünün bu olayı anlatması konunun önemini açıkça
göstermektedir. Bu ayetlere göre, bazı gençler Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp kavimlerinin
putperestlik inancına karşı geldiler. Taşlanarak öldürülmekten ve zorla din
değiştirilmekten kurtulmak isteyen bu gençler, beraberlerindeki köpekleriyle birlikte
mağaraya sığınıp burada uykuya daldılar ve 309 yıl sonra uyandılar. Mağarada sadece
bir gün veya yarım gün uyuduklarını zanneden gençler, yanlarındaki bir arkadaşlarına
gümüş para vererek yiyecek alması için şehre gönderdiler. Şehre giden bu genç vesilesiyle
halk durumdan haberdar oldu.
Kur’an-ı Kerim’de Ashâb-ı Kehf’in sayısı hakkında net bir bilgi verilmediği gibi,
sığındıkları mağaranın nerede olduğuna dair de kesin bir malumat yoktur. Ancak tarih
kayıtlarında İspanya, Cezayir, Mısır, Ürdün, Suriye, Afganistan, Doğu Türkistan ve Türkiye’de
Ashâb-ı Kehf’e ait olduğu ileri sürülen 33 mağara yer almaktadır. Bunlardan 4’ü
Türkiye sınırları içerisinde olup; İzmir’in Selçuk (Efes), Mersin’in Tarsus, Kahramanmaraş’ın
Afşin ve Diyarbakır’ın Lice ilçelerindedir.
Türkiye’nin diğer bölgelerinde var olan Ashâb-ı Kehf ve bulundukları mağaralar
hakkında çeşitli bilimsel araştırmalar yapıldığı halde, Kur’an-ı Kerim’in belirttiği
özelliklere en yakın yerlerin başında gelen Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Duru (Deyrkam)
köyündeki Ashâb-ı Kehf’le ilgili kapsamlı bir çalışma bulunmamaktadır. Bu ilmi
boşluğu doldurmak üzere, Kur’an’da bahsi geçen Ashâb-ı Kehf olayını farklı kaynaklara
göre çeşitli yönleriyle ele alan ve bilhassa Lice’deki Ashâb-ı Kehf Mağarası ile ilgili
viii BÜYÜK UYANIŞ
önemli bilgiler içeren kırk kadar bilimsel ve akademik çalışma bir araya getirilerek kitaba
dönüştürülmüştür. Böylece, Lice’deki Ashâb-ı Kehf ile ilgili güncel bilgiler içeren
önemli bir eser ilim dünyasının istifadesine sunulmuştur. Bu çalışmanın başta Lice ilçemiz
olmak üzere şehrimize, ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesi ve güzelliklere
vesile olması umulmaktadır.
Bilindiği gibi, bu tür ilmi çalışmalar çok büyük desteklerle ve ciddi emeklerle
ancak vücuda gelebilmektedir. Dolayısıyla kitabın ortaya çıkmasında katkısı olanlar
unutulmamalıdır. Bilhassa çalışmanın hazırlanmasında bizlere ilham kaynağı olan Diyarbakır
Valisi Sn. Münir KARALOĞLU’na, tüm bilimsel ve kültürel faaliyetleri içtenlikle
destekleyen Dicle Üniversitesi Rektörü Sn. Prof. Dr. Mehmet KARAKOÇ’a, çalışmanın
hazırlık aşamasına destek veren Lice Kaymakamı Sn. Cevdet BAKKAL’a, kıymetli ilmi
tespitlerini bizimle paylaşarak eserin ortaya çıkmasında en çok emeği geçen değerli
bilim insanlarına ve editör kuruluna katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.
Doç. Dr. Hatip Yıldız
sonra, Siirt’in şehir hayatında hızlı bir canlanma meydana gelmiştir. İşte, bu canlanmayla
birlikte Siirt’te şer’iyye sicil defterleri tutulmaya başlanmıştır.
Şer’iyye sicil defterleri, Osmanlı tarihi araştırmacıları için birinci dereceden öneme
sahip kaynaklardır. Bunlar, kaydedildiği dönemdeki halkın sosyal, idari, hukuki, iktisadi ve
kültürel yapısı hakkında bilgi verir. Şer’iyye sicil defterleri sayesinde de, Siirt’in toplumsal
hayatını, kültürel ve ekonomik yapısını tespit etme imkânı buluyoruz.
Çalışmamızın konusunu oluşturan 415 numaralı Bitlis şer’iyye sicil defterinin tamamı,
1314-1327/1896-1909 yılları arasındaki belgeleri kapsamaktadır.
Tezimize, konu hakkında genel bir bilgi vermek amacıyla, giriş mahiyetindeki
bölümümüzle başladık. Daha sonra Siirt’in tarihi ve şer’iyye sicilleri hakkında bilgi verdik.
Bunun devamında ise 415 numaralı Bitlis şer’iyye sicilinin özelliklerini, fihristini ve
transkripsiyonunu verdik. Tezimizin sonuç kısmında ise, 415 numaralı Bitlis şer’iyye sicilinin
genel bir değerlendirmesi yapılmıştır. Buna göre, bu çalışma ile Siirt’in 1314-1327/1896-1909
yılları arasındaki sosyal, idari, hukuki, iktisadi kültürel adli yapısı ile Müslüman, gayrimüslim
ilişkileri tespit edilmeye çalışılmıştır
Osmanlı denizcilik tarihi, Osmanlı tarihinin en önemli bölümlerinden birini oluşturmaktadır. Osmanlı denizcilik tarihinin ise lokomotifi kaptanıderyalardır. Nitekim kaptanıderyalar denizcilik faaliyetlerinin merkezinde olup, faaliyetleri yöneten kişilerdir. Denizlerdeki ilerlemeler kaptanıderyaların başarılarına bağlıdır.
Bu çalışmada kaptanıderyaların hayatını anlatan, Şehrîzâde Mehmed Saîd Efendi’nin Tuhfe-i Mustafâviyye fî Beyân-ı Kapudanân-ı Devlet-i Aliyye adındaki eserinin transkripsiyon ve değerlendirmesi yapılmıştır. Eser’de kuruluşundan 1704 yılına kadarki tüm Osmanlı kaptanıderyalarının hayatları anlatılmaktadır. Kaptanıderyaların hayatları anlatılırken dönemlerindeki denizlerde yaşanan olaylar da detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Dolayısıyla eserde kaptanıderyaların hayatlarıyla beraber Osmanlı denizcilik tarihi ile ilgili önemli bilgiler de bulunmaktadır.
Bu eserle ilgili yapılan değerlendirmede Osmanlı öncesi İslam Devletleri ve Osmanlı Devleti’nde denizcilik faaliyetleri genel hatlarıyla anlatılmıştır. Ayrıca Şehrîzâde Mehmed Saîd Efendi’nin hayatı ve eserleri, eserin biçimsel özellikleri anlatılmış ve eser özetlenmiştir.
eğitimi alanında hazırlanmış tezlerin çeşitli
değişkenler açısından incelenmesi amaçlanmıştır.
Bir alanda yazılmış tezlerin çeşitli eğilimlerin ortaya
konulması alanyazına ilişkin büyük resmi görme ve
bütüncül bir değerlendirme yapma bakımından
önemlidir. Böylece ilgili alanyazın birikimi gelişip
ilerleyecektir. Bu amaç doğrultusunda bu
araştırmada nitel araştırma yöntemlerinden durum
çalışması kullanılmıştır. Araştırma kapsamındaki
veriler doküman incelemesi yöntemiyle elde
edilmiştir. Bu kapsamda YÖK tez sistemindeki
tezler doküman olarak incelenmiştir. İlgili arama
motoruna “Tarih Eğitimi ve Tarih Öğretimi” anahtar
kelimeleriyle tarama işlemi yapılmıştır. Tarama
sonucunda, 1991-2018 yılları arasında tarih eğitimi
ve öğretimini konu alan 105 adet yüksek lisans, 27
adet doktora olmak üzere toplam 132 teze
ulaşılmıştır. Araştırma verileri araştırmacı tarafından
hazırlanan “tez inceleme formu” kullanılarak
sistematik hale getirilmiştir. Elde edilen veriler;
yüzde, frekans analizi ve içerik analizi tekniğiyle
çözümlenmiştir. Araştırma sonucunda tarih eğitimi
ve öğretimi alanında yapılmış tezlerin genel
profiline, tezlerin türüne, yılına, yazıldığı dile,
hazırlandığı üniversiteye, erişilebilirlik durumuna ve
temalarına ilişkin çeşitli sonuçlara ulaşılmıştır.
Genel olarak tarih eğitimi ve öğretimi kapsamında
hazırlanmış tezlerin “Yöntem-bilimsel çalışmalar”,
“Konu incelemesi”, “Yabancı ülkelerde tarih
öğretimi” ve “Tarih öğretimi tarihçesi” gibi konuları
içerdiği saptanmıştır. Araştırma sonuçlarının ilgili
alanyazındaki bilgi birikimini bütüncül bir bakış
açısıyla değerlendirme fırsatı sunarak yeni araştırma
alanlarına yön vermesi beklenmektedir
Osmanlı Devleti hem karada hem denizde güçlü bir askeri teşkilat kurmuştur. Osmanlılar, denizcilik teşkilatını kurduğunda kendisinden önceki devletlerin deneyiminden istifade etmiş, özellikle de sahil bölgelerinde hüküm süren beylikleri topraklarına kattıktan sonra denizcilikte hızlı bir şekilde ilerleme kaydetmiştir. Denizlere açılan Osmanlı Devleti, bu sayede Rumeliye geçmiş ve bölgedeki ticareti kendi kontrolünde tutmak için denizci devletlerle mücadele etmiştir. Özellikle İstanbul’un fethiyle daha da güçlenen Osmanlılar, kurdukları güçlü donanmayla Karadeniz’e hâkim oldukları gibi İtalya sahillerine kadar da ilerlemişlerdir. Kanuni döneminde Akdeniz’in en önemli devleti haline gelen Osmanlı Devleti zamanla Kızıldenizde ve Hint Denizinde de etkisini göstermiştir.
Denizlerde gösterilen bu başarıların temelinde elbetteki donanmada faaliyet gösteren denizciler bulunmaktadır. Kuruluş ve yükselme döneminde denizcilikten anlayan kişilerin donanmanın başına geçmesi
RÂMİZ PAŞAZÂDE MEHMED İZZET BEY
HARÎTA-İ KAPUDÂNÂN-I DERYÂ
sayesinde Osmanlı denizciliği ilerlemeler kaydetmiş daha sonraki dönemlerde ehil olmayan kişilerin başa geçmesi yüzünden denizcilikte başarısızlıklara neden olmuştur.
Osmanlı donanmasının başındaki en yetkili kişiler kaptanıderyalar olup üzerinde çalıştığımız eser kaptanıderyaların hayatını anlatmaktadır. Eserde Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’dan 1848 yılına kadar Osmanlı Devleti’nde donanmanın başında bulunan kaptanıderyaların hayatları anlatılmıştır. Eserin müellifi olan Râmiz Paşazâde Mehmed İzzet Bey, kaptanıderya olan babası Râmiz Abdullah Paşa’nın hayatına eserinde genişçe yer vermiştir.
Kaptanıderyaların biyografilerini ele alan üç önemli yazma eser bulunmaktadır. Bunlardan biri Kazasker Mehmed Hafid Efendi tarafından yazılan Sefînetü’l-Vüzerâ isimli eser olup bu eser 1952 yılında İsmet Parmaksızoğlu tarafından çalışılmıştır. Diğer iki eser Şehrîzâde Mehmed Said tarafından yazılan Tuhfe-i Mustafaviyye fî Beyân-ı Kapûdânân-ı Devlet-i Aliyye ile Râmiz Paşazâde Mehmed İzzet Bey tarafından yazılan Harîta-i Kapûdânân-ı Deryâ eserleri tarafımızdan çalışılmıştır.
Üzerinde çalıştığımız bu eser günümüz Türkçesine transkribe edilmiş, bilinmeyen kelimeler (?) şeklinde gösterilmiş, hicri tarihler miladi tarihlere çevrilmiş, Arapça ve Farsça yazılan deyimler, atasözleri ile hadis ve ayetler Türkçeye çevrilmiş ve bunlar dipnotta gösterilmiştir. Çalışmaya sözlük eklenerek Osmanlıca kelimelerin manaları dipnot olarak verilmiş ve böylece metnin daha anlaşılır olması sağlanmıştır. Ayrıca denizcilikle ilgili terimlerin ve eserde geçen ünvanların ne anlama geldikleri ile ilgili dipnotta genel bilgiler verilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in 18. suresine “Kehf” adı verilmiş olması ve Kehf Suresi’nin 9 ile
26’ncı ayetleri arasındaki bölümünün bu olayı anlatması konunun önemini açıkça ortaya
koymaktadır. Bu ayetlere göre, bazı gençler Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp
kavimlerinin putperestlik inancına karşı geldiler. Taşlanarak öldürülmekten ve zorla
din değiştirilmekten kurtulmak isteyen bu gençler, beraberlerindeki köpekleriyle birlikte
mağaraya sığınıp burada uykuya daldılar ve 309 yıl sonra uyandılar. Mağarada
sadece bir gün veya yarım gün uyuduklarını zanneden gençler, yanlarındaki bir arkadaşlarına
gümüş para vererek yiyecek alması için şehre gönderdiler. Şehre giden bu
genç vesilesiyle halk durumdan haberdar oldu.
Kur’an-ı Kerim’de Ashâb-ı Kehf’in sayısı hakkında net bir bilgi verilmediği gibi,
sığındıkları mağaranın nerede olduğuna dair de kesin bir malumat yoktur. Ancak tarih
kayıtlarında İspanya, Cezayir, Mısır, Ürdün, Suriye, Afganistan, Doğu Türkistan ve Türkiye’de
Ashâb-ı Kehf’e ait olduğu ileri sürülen 33 mağara yer almaktadır. Bunlardan 4’ü
Türkiye sınırları içerisinde olup; İzmir’in Selçuk (Efes), Mersin’in Tarsus, Kahramanmaraş’ın
Afşin ve Diyarbakır’ın Lice ilçelerindedir.
Ashâb-ı Kehf şehri Lice ve çevresinde çok eski tarihlerden beri yerleşik hayatın
olduğu bilinmektedir. Tarih kaynaklarına göre, İslamiyet öncesi dönemde M. Ö.
3000’lerden itibaren Hurri-Mitanniler ile Asurlar, Urartular, Medler, Persler, Makedonlar,
Partlar ve Doğu Roma (Bizans) gibi devletler bölgede hüküm sürmüştür. Bölgenin
Müslümanların hâkimiyetine girmesi ise Hz. Ömer Dönemi’nde olmuştur. Daha sonraki
yıllarda bölge Emevi, Abbasi, Mervani, Büyük Selçuklu, Artuklu, Eyyubi, Anadolu Selçuklu,
Akkoyunlu ve Safevi gibi Müslüman devletlerin hâkimiyetinde kalmıştır. 1515 yılında
ise Osmanlı egemenliğine girmiş ve değişik idari statülerle günümüze kadar Diyarbakır
ili sınırları içerisinde yer almıştır.
Lice ilçesi, Ashâb-ı Kehf Mağarası’nın yanı sıra, diğer tarihi, edebi ve kültürel
zenginlikleriyle de öne çıkmaktadır. Neolitik döneme kadar uzanan Birkleyn Mağaraları,
Antak/Efsus/Dakyanus/Phison civarında Roma ve Bizans kalıntıları, Mervaniler Dönemi’nde
inşa edilen Atak Kalesi, çeşitli medeniyetler tarafından inşa edilen Atak Köprüsü,
Ulu Camii, Vakıf Ahmet Paşa Camii ve Medresesi, Çeper Hanı, Mehmed Bey Sarayı,
Hanım Hatun Çeşmesi gibi tarihi kültür varlıkları bunlardan bazılarıdır. Ayrıca, Lice
viii ASHÂB-I KEHF ŞEHRİ LİCE
pek çok âlim ve arifin diyarı olup, bu birikimiyle önemli edebi eserlere de ilham kaynağı
olmuştur.
Lice’deki tüm bu kültürel mirasın ortaya çıkarılması, korunması ve gelecek
nesillere aktarılması için yapılan kırk kadar bilimsel ve akademik çalışma bir araya
getirilerek kitaba dönüştürülmüş ve ilim dünyasının istifadesine sunulmuştur. Bu çalışmayla,
Ashâb-ı Kehf şehri olan ve bu kültürle beslenen Lice’de tarih boyunca eğitim,
kültür, edebiyat, sanat vb. alanlarda meydana gelen gelişmelerin gün yüzüne çıkarılarak
Lice’nin tarihteki yerinin farklı yönlerden ortaya konulması hedeflenmektedir.
Bilindiği gibi, bu tür ilmi çalışmalar çok büyük desteklerle ve ciddi emeklerle
ancak vücuda gelebilmektedir. Dolayısıyla kitabın ortaya çıkmasında katkısı olanlar
unutulmamalıdır. Bilhassa çalışmanın hazırlanmasında bizlere ilham kaynağı olan Diyarbakır
Valisi Sn. Münir KARALOĞLU’na, tüm bilimsel ve kültürel faaliyetleri içtenlikle
destekleyen Dicle Üniversitesi Rektörü Sn. Prof. Dr. Mehmet KARAKOÇ’a, çalışmanın
hazırlık aşamasına destek veren Lice Kaymakamı Sn. Cevdet BAKKAL’a, kıymetli ilmi
tespitlerini bizimle paylaşarak eserin ortaya çıkmasında en çok emeği geçen değerli
bilim insanlarına ve editör kuruluna katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.
Doç. Dr. Hatip YILDIZ
Editör Kurulu Başkanı
beri yerleşik hayatın olduğu bilinmektedir. Tarih kaynaklarına göre, İslamiyet öncesi
dönemde M. Ö. 3000’lerden itibaren Hurri-Mitanniler ile Asurlar, Urartular, Medler,
Persler, Makedonlar, Partlar ve Doğu Roma (Bizans) gibi devletler bölgede hüküm sürmüştür.
Bölgenin Müslümanların hâkimiyetine girmesi ise Hz. Ömer Dönemi’nde olmuştur.
Daha sonraki yıllarda bölge Emevi, Abbasi, Mervani, Büyük Selçuklu, Artuklu,
Eyyubi, Anadolu Selçuklu, Akkoyunlu ve Safevi gibi Müslüman devletlerin hâkimiyetinde
kalmıştır. 1515 yılında ise Osmanlı egemenliğine girmiş ve değişik idari statülerle
günümüze kadar Diyarbakır ili sınırları içerisinde yer almıştır.
Ashâb-ı Kehf olayı, diğer dinlerin yanı sıra, İslamiyet’te de kabul gören bir
konudur. Kur’an-ı Kerim’in 18. suresine “Kehf” adı verilmiş olması ve Kehf Suresi’nin 9
ile 26’ncı ayetleri arasındaki bölümünün bu olayı anlatması konunun önemini açıkça
göstermektedir. Bu ayetlere göre, bazı gençler Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp kavimlerinin
putperestlik inancına karşı geldiler. Taşlanarak öldürülmekten ve zorla din
değiştirilmekten kurtulmak isteyen bu gençler, beraberlerindeki köpekleriyle birlikte
mağaraya sığınıp burada uykuya daldılar ve 309 yıl sonra uyandılar. Mağarada sadece
bir gün veya yarım gün uyuduklarını zanneden gençler, yanlarındaki bir arkadaşlarına
gümüş para vererek yiyecek alması için şehre gönderdiler. Şehre giden bu genç vesilesiyle
halk durumdan haberdar oldu.
Kur’an-ı Kerim’de Ashâb-ı Kehf’in sayısı hakkında net bir bilgi verilmediği gibi,
sığındıkları mağaranın nerede olduğuna dair de kesin bir malumat yoktur. Ancak tarih
kayıtlarında İspanya, Cezayir, Mısır, Ürdün, Suriye, Afganistan, Doğu Türkistan ve Türkiye’de
Ashâb-ı Kehf’e ait olduğu ileri sürülen 33 mağara yer almaktadır. Bunlardan 4’ü
Türkiye sınırları içerisinde olup; İzmir’in Selçuk (Efes), Mersin’in Tarsus, Kahramanmaraş’ın
Afşin ve Diyarbakır’ın Lice ilçelerindedir.
Türkiye’nin diğer bölgelerinde var olan Ashâb-ı Kehf ve bulundukları mağaralar
hakkında çeşitli bilimsel araştırmalar yapıldığı halde, Kur’an-ı Kerim’in belirttiği
özelliklere en yakın yerlerin başında gelen Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Duru (Deyrkam)
köyündeki Ashâb-ı Kehf’le ilgili kapsamlı bir çalışma bulunmamaktadır. Bu ilmi
boşluğu doldurmak üzere, Kur’an’da bahsi geçen Ashâb-ı Kehf olayını farklı kaynaklara
göre çeşitli yönleriyle ele alan ve bilhassa Lice’deki Ashâb-ı Kehf Mağarası ile ilgili
viii BÜYÜK UYANIŞ
önemli bilgiler içeren kırk kadar bilimsel ve akademik çalışma bir araya getirilerek kitaba
dönüştürülmüştür. Böylece, Lice’deki Ashâb-ı Kehf ile ilgili güncel bilgiler içeren
önemli bir eser ilim dünyasının istifadesine sunulmuştur. Bu çalışmanın başta Lice ilçemiz
olmak üzere şehrimize, ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesi ve güzelliklere
vesile olması umulmaktadır.
Bilindiği gibi, bu tür ilmi çalışmalar çok büyük desteklerle ve ciddi emeklerle
ancak vücuda gelebilmektedir. Dolayısıyla kitabın ortaya çıkmasında katkısı olanlar
unutulmamalıdır. Bilhassa çalışmanın hazırlanmasında bizlere ilham kaynağı olan Diyarbakır
Valisi Sn. Münir KARALOĞLU’na, tüm bilimsel ve kültürel faaliyetleri içtenlikle
destekleyen Dicle Üniversitesi Rektörü Sn. Prof. Dr. Mehmet KARAKOÇ’a, çalışmanın
hazırlık aşamasına destek veren Lice Kaymakamı Sn. Cevdet BAKKAL’a, kıymetli ilmi
tespitlerini bizimle paylaşarak eserin ortaya çıkmasında en çok emeği geçen değerli
bilim insanlarına ve editör kuruluna katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.
Doç. Dr. Hatip Yıldız
sonra, Siirt’in şehir hayatında hızlı bir canlanma meydana gelmiştir. İşte, bu canlanmayla
birlikte Siirt’te şer’iyye sicil defterleri tutulmaya başlanmıştır.
Şer’iyye sicil defterleri, Osmanlı tarihi araştırmacıları için birinci dereceden öneme
sahip kaynaklardır. Bunlar, kaydedildiği dönemdeki halkın sosyal, idari, hukuki, iktisadi ve
kültürel yapısı hakkında bilgi verir. Şer’iyye sicil defterleri sayesinde de, Siirt’in toplumsal
hayatını, kültürel ve ekonomik yapısını tespit etme imkânı buluyoruz.
Çalışmamızın konusunu oluşturan 415 numaralı Bitlis şer’iyye sicil defterinin tamamı,
1314-1327/1896-1909 yılları arasındaki belgeleri kapsamaktadır.
Tezimize, konu hakkında genel bir bilgi vermek amacıyla, giriş mahiyetindeki
bölümümüzle başladık. Daha sonra Siirt’in tarihi ve şer’iyye sicilleri hakkında bilgi verdik.
Bunun devamında ise 415 numaralı Bitlis şer’iyye sicilinin özelliklerini, fihristini ve
transkripsiyonunu verdik. Tezimizin sonuç kısmında ise, 415 numaralı Bitlis şer’iyye sicilinin
genel bir değerlendirmesi yapılmıştır. Buna göre, bu çalışma ile Siirt’in 1314-1327/1896-1909
yılları arasındaki sosyal, idari, hukuki, iktisadi kültürel adli yapısı ile Müslüman, gayrimüslim
ilişkileri tespit edilmeye çalışılmıştır
Osmanlı denizcilik tarihi, Osmanlı tarihinin en önemli bölümlerinden birini oluşturmaktadır. Osmanlı denizcilik tarihinin ise lokomotifi kaptanıderyalardır. Nitekim kaptanıderyalar denizcilik faaliyetlerinin merkezinde olup, faaliyetleri yöneten kişilerdir. Denizlerdeki ilerlemeler kaptanıderyaların başarılarına bağlıdır.
Bu çalışmada kaptanıderyaların hayatını anlatan, Şehrîzâde Mehmed Saîd Efendi’nin Tuhfe-i Mustafâviyye fî Beyân-ı Kapudanân-ı Devlet-i Aliyye adındaki eserinin transkripsiyon ve değerlendirmesi yapılmıştır. Eser’de kuruluşundan 1704 yılına kadarki tüm Osmanlı kaptanıderyalarının hayatları anlatılmaktadır. Kaptanıderyaların hayatları anlatılırken dönemlerindeki denizlerde yaşanan olaylar da detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Dolayısıyla eserde kaptanıderyaların hayatlarıyla beraber Osmanlı denizcilik tarihi ile ilgili önemli bilgiler de bulunmaktadır.
Bu eserle ilgili yapılan değerlendirmede Osmanlı öncesi İslam Devletleri ve Osmanlı Devleti’nde denizcilik faaliyetleri genel hatlarıyla anlatılmıştır. Ayrıca Şehrîzâde Mehmed Saîd Efendi’nin hayatı ve eserleri, eserin biçimsel özellikleri anlatılmış ve eser özetlenmiştir.
eğitimi alanında hazırlanmış tezlerin çeşitli
değişkenler açısından incelenmesi amaçlanmıştır.
Bir alanda yazılmış tezlerin çeşitli eğilimlerin ortaya
konulması alanyazına ilişkin büyük resmi görme ve
bütüncül bir değerlendirme yapma bakımından
önemlidir. Böylece ilgili alanyazın birikimi gelişip
ilerleyecektir. Bu amaç doğrultusunda bu
araştırmada nitel araştırma yöntemlerinden durum
çalışması kullanılmıştır. Araştırma kapsamındaki
veriler doküman incelemesi yöntemiyle elde
edilmiştir. Bu kapsamda YÖK tez sistemindeki
tezler doküman olarak incelenmiştir. İlgili arama
motoruna “Tarih Eğitimi ve Tarih Öğretimi” anahtar
kelimeleriyle tarama işlemi yapılmıştır. Tarama
sonucunda, 1991-2018 yılları arasında tarih eğitimi
ve öğretimini konu alan 105 adet yüksek lisans, 27
adet doktora olmak üzere toplam 132 teze
ulaşılmıştır. Araştırma verileri araştırmacı tarafından
hazırlanan “tez inceleme formu” kullanılarak
sistematik hale getirilmiştir. Elde edilen veriler;
yüzde, frekans analizi ve içerik analizi tekniğiyle
çözümlenmiştir. Araştırma sonucunda tarih eğitimi
ve öğretimi alanında yapılmış tezlerin genel
profiline, tezlerin türüne, yılına, yazıldığı dile,
hazırlandığı üniversiteye, erişilebilirlik durumuna ve
temalarına ilişkin çeşitli sonuçlara ulaşılmıştır.
Genel olarak tarih eğitimi ve öğretimi kapsamında
hazırlanmış tezlerin “Yöntem-bilimsel çalışmalar”,
“Konu incelemesi”, “Yabancı ülkelerde tarih
öğretimi” ve “Tarih öğretimi tarihçesi” gibi konuları
içerdiği saptanmıştır. Araştırma sonuçlarının ilgili
alanyazındaki bilgi birikimini bütüncül bir bakış
açısıyla değerlendirme fırsatı sunarak yeni araştırma
alanlarına yön vermesi beklenmektedir