
Bülent Manav
OBM Kimdir?
Naçizane şahsıma dair bir makale için hazırlanmış kısa biyografiyi aşağıya kopyalıyorum:
1970 Temmuz’unda Mut’ta (Mersin) doğdu. Ülkemizdeki her 3 kişiden biri gibi, Cumhuriyet İlkokulu’nda başlayan mektep hayatı, tarihi Mut Kalesi müştemilâtı içindeki Mut Ortaokulu’nda devam etti. Ardından İstanbul günleri ve Haydarpaşa Lisesi.
1987 yılında mühendis olma gayesiyle girdiği üniversite imtihanında, İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ni kazanmak, hayatında yepyeni bir dönemin de başlangıcı oldu.
Diş Hekimliği Fakültesi’ndeki ikinci yılında sınıfta kalması, çocukluk hayâli olan “yayıncılık” macerasına adım atmasını hızlandırdı. 1989 yılında bir kaç arkadaşıyla birlikte temellerini attığı Dişhekimliği Dergisi’nin ilk sayısı 1990 yılında yayınlandı. Bugün itibariyle 25. yaşını geride bırakan Dişhekimliği Dergisi, düzenli olarak yayın hayatına devam etmektedir.
Tepe Edebiyat, Kültür Dünyası, Türk Edebiyatı, Genç Akademi, Başka İstanbul, Boğaziçi Bülteni, Dişhekimliği Dergisi, Nihayet Dergisi vb mecralarda şiir ve makaleleri yayınlanan Osman Bülent Manav’ın iki de şiir kitabı bulunuyor: Yarpız Kokulu Şiirler (1994) ve Musandıra (2004).
Esasen ilk yayıncılık denemesi, 1988 yılında birkaç arkadaşıyla birlikte çıkardığı, fotokopi yoluyla çoğaltılan ve yayın hayatı sadece 4 sayı süren “Refleks” dergisidir. Refleks’te, çeşitli yazılarının yanısıra şiirleri de yayınlanmıştır. Bu şiirlerden iki tanesi, 1994’te çıkan “Yarpız Kokulu Şiirler” kitabında da yer bulmuştur.
Hayatında edebiyat ve kültür yayıncılığına dair iki önemli dönem; 1991-94 yılları arasında yayınlanan Tepe Edebiyat dergisi ve 2000-2003 arasında okuyucuyla buluşan Başka İstanbul adlı haftalık şehir gazetesidir. Her iki mevkutenin de Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapmıştır.
Kurucusu, ortağı ve yöneticisi olduğu Vestiyer Yayın Grubu, ülkemizde profesyonel dental yayıncılığın öncüsü ve tartışmasız lideridir. Çeyrek asrı geride bırakan kuruluş, Dişhekimliği Dergisi’nin yanı sıra, Türk Dişhekimliği Dergisi, Estetik ve İmplant, Dental Tribune Türkiye, Roots, Dental Labor Türkiye, PNV gibi ulusal ve uluslararası birçok derginin de yayıncısıdır. Yine diş hekimliği sahasında kimi tercüme, kimi telif olmak üzere pek çok kitap da Vestiyer Yayın Grubu tarafından yayınlanmıştır, yayınlanmaktadır.
2005 yılında, Vestiyer Yayın Grubu bünyesinde yeni bir adım atarak “Vesta”yı kurdu. Vesta, “Vestiyer”in ilk dört ve “Akademi”nin ilk harfinin bir araya gelmesiyle oluşturulan bir marka. Bu yeni yapılanma ile mezuniyet sonrası ‘sürekli diş hekimliği eğitimi’ konsunda dünya standardında meslekî kurslar düzenlenmektedir. İstanbul başta olmak üzere Viyana, Londra, Los Angeles, Ankara, İzmir, Mersin, Lefkoşa, Zürih, Stuttgart gibi yurt içi ve dışındaki bir çok şehirde söz konusu kurslar hayata geçirilmekte, bu sayede binlerce hekim bilgi ve becerilerini güncelleme, güçlendirme imkanı bulmaktadır.
Address: İstanbul
Naçizane şahsıma dair bir makale için hazırlanmış kısa biyografiyi aşağıya kopyalıyorum:
1970 Temmuz’unda Mut’ta (Mersin) doğdu. Ülkemizdeki her 3 kişiden biri gibi, Cumhuriyet İlkokulu’nda başlayan mektep hayatı, tarihi Mut Kalesi müştemilâtı içindeki Mut Ortaokulu’nda devam etti. Ardından İstanbul günleri ve Haydarpaşa Lisesi.
1987 yılında mühendis olma gayesiyle girdiği üniversite imtihanında, İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ni kazanmak, hayatında yepyeni bir dönemin de başlangıcı oldu.
Diş Hekimliği Fakültesi’ndeki ikinci yılında sınıfta kalması, çocukluk hayâli olan “yayıncılık” macerasına adım atmasını hızlandırdı. 1989 yılında bir kaç arkadaşıyla birlikte temellerini attığı Dişhekimliği Dergisi’nin ilk sayısı 1990 yılında yayınlandı. Bugün itibariyle 25. yaşını geride bırakan Dişhekimliği Dergisi, düzenli olarak yayın hayatına devam etmektedir.
Tepe Edebiyat, Kültür Dünyası, Türk Edebiyatı, Genç Akademi, Başka İstanbul, Boğaziçi Bülteni, Dişhekimliği Dergisi, Nihayet Dergisi vb mecralarda şiir ve makaleleri yayınlanan Osman Bülent Manav’ın iki de şiir kitabı bulunuyor: Yarpız Kokulu Şiirler (1994) ve Musandıra (2004).
Esasen ilk yayıncılık denemesi, 1988 yılında birkaç arkadaşıyla birlikte çıkardığı, fotokopi yoluyla çoğaltılan ve yayın hayatı sadece 4 sayı süren “Refleks” dergisidir. Refleks’te, çeşitli yazılarının yanısıra şiirleri de yayınlanmıştır. Bu şiirlerden iki tanesi, 1994’te çıkan “Yarpız Kokulu Şiirler” kitabında da yer bulmuştur.
Hayatında edebiyat ve kültür yayıncılığına dair iki önemli dönem; 1991-94 yılları arasında yayınlanan Tepe Edebiyat dergisi ve 2000-2003 arasında okuyucuyla buluşan Başka İstanbul adlı haftalık şehir gazetesidir. Her iki mevkutenin de Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapmıştır.
Kurucusu, ortağı ve yöneticisi olduğu Vestiyer Yayın Grubu, ülkemizde profesyonel dental yayıncılığın öncüsü ve tartışmasız lideridir. Çeyrek asrı geride bırakan kuruluş, Dişhekimliği Dergisi’nin yanı sıra, Türk Dişhekimliği Dergisi, Estetik ve İmplant, Dental Tribune Türkiye, Roots, Dental Labor Türkiye, PNV gibi ulusal ve uluslararası birçok derginin de yayıncısıdır. Yine diş hekimliği sahasında kimi tercüme, kimi telif olmak üzere pek çok kitap da Vestiyer Yayın Grubu tarafından yayınlanmıştır, yayınlanmaktadır.
2005 yılında, Vestiyer Yayın Grubu bünyesinde yeni bir adım atarak “Vesta”yı kurdu. Vesta, “Vestiyer”in ilk dört ve “Akademi”nin ilk harfinin bir araya gelmesiyle oluşturulan bir marka. Bu yeni yapılanma ile mezuniyet sonrası ‘sürekli diş hekimliği eğitimi’ konsunda dünya standardında meslekî kurslar düzenlenmektedir. İstanbul başta olmak üzere Viyana, Londra, Los Angeles, Ankara, İzmir, Mersin, Lefkoşa, Zürih, Stuttgart gibi yurt içi ve dışındaki bir çok şehirde söz konusu kurslar hayata geçirilmekte, bu sayede binlerce hekim bilgi ve becerilerini güncelleme, güçlendirme imkanı bulmaktadır.
Address: İstanbul
less
Related Authors
Emrah Sarıgöl
Istanbul University
Yağız Poyraz
Cukurova University
Ismail Elbezzami
Université Sultan Moulay Slimane
Ethem Saim Kaynakçı
Karabuk University
InterestsView All (7)
Uploads
Papers by Bülent Manav
Şimdilerde şiddeti azalmış gözükse de, birkaç sene evvel gayet sert esen bir ‘içinizdeki çocuğa elleşmeyin’ rüzgârı vardı. Biz ne kadar kirlenirsek kirlenelim, hangi haltı yersek yiyelim, asla lekelenmeyen, anamızdan doğduğumuz gün gibi pîr ü pâk kalmaya devam eden bir çocuk bulunmaktaydı içimizde ve onu yaşatmak, lâkin büyümesine engel olmak boynumuzun borcuydu.
Hayatın yükü ağır mı geldi? İçindeki çocuğa gülümse. Birbiri üstüne düştüğün hatalar seni çok mu yordu? İçindeki çocuğa danış. Kendini eksik, mutsuz, çaresiz mi hissediyorsun? İçindeki çocuk ne güne duruyor, git ona sığın. Bütün mesuliyetlerden kaçmak, bütün hatalardan aklanmak, bütün dertlerden kurtulmak için, her dâim elinizin altında olan, evrenin içinize yerleştirdiği bir küçük mucize…
Misâl, parmağımıza alev yahut sıcak bir nesne değince, gayriihtiyari ağzımıza götürürüz. Neden? Tükürükte yanık dokuyu tedavi edecek, acısını dindirecek enzimler var da ondan. Çoğu insan bunu bilmez ama eli yanan herkes aynı hareketi yapar çünkü bilgisi içimize yerleştirilmiştir. Benzer şekilde, hayatta yüzleştiğin zorluklar, çözümsüz görünen problemler karşısında da en önemli hatta biricik çözüm kaynağın, bizzat sensin. O yüzden yanlış anlaşılmak istemem. Ben senin yaşam koçun olarak senin dertlerine çözüm üretmeyeceğim, kendi içinde zaten var olan şifayı bulmana daha doğrusu keşfetmene yardımcı olacağım. Veya şöyle söyleyelim, çözümü birlikte keşfedip, başarıya birlikte ulaşacağız!
Ne yalan söyleyeyim, 'Yaşam Koçu' ünvanını ilk duyduğumda yaşım otuzu devirmişti. İşini, kendi mecrası içinde düşünüldüğünde, gerçekten iyi yapan, yaptığı işin doğruluğuna samimiyetle inanan, hatta iman eden bir hanımdan (adını vermem uygun olmayacağı için, Sude hanım diyelim), yukarıdaki paragraftakine benzer bir tirad dinleyene kadar bildiğim koçların sayısı üçten ibaretti: Bayramlarda kurban edilen sakız koç; çocukken mahalledeki komşumuz, Mut İdman Yurdu'nun kaptanı Koç Mustafa; bir de yine çocukluğmuzun efsane TV dizisi Beyaz Gölge'deki Koç Reeves.
Odada yalnızdılar. Birkaç kapısı olan büyücek bir odaydı ve eski zamanlardaki Doğu saraylarının şaşaasını taşıyordu. Paha biçilmez eşyalar, iddialı renkler, sanat şaheseri biblolar… Kadın, genç adamın tedirgin bakışları altında bütün kapıları örttü. Orta yaşın dinginliği ve elinde tuttuğu iktidar gücünün verdiği özgüvenle ağır ağır yaklaşıp, bütün bedenini kuşatan ateşi, iki dudağının arasında biriktirdi ve yakıcı bir nefesle delikanlının yüzüne doğru üfledi, " haydi, seninim… " Yüzünü yalayıp geçen ve bütün vücudunu saran bu alev topu, genç adamı şaşkına çevirmiş, dilini damağına yapıştırmıştı.
Fantastik filmlerde görürüz. Bir şehir kimyasal bomba, radyasyon veya buna benzer etkenlere maruz kalır. Orada yaşayan kimi insanlar mutasyona uğrayarak tuhaf şekillere girer, sıradışı güçlere sahip olurlar. Onlar artık elinden bıçaklar fışkıran, sırtından kanatları çıkan yahut bakışları metal delen, renk renk mutantlara dönüşmüşlerdir.
Basında, sosyal medyada, ekranda arz-ı endam eden kimi düğün konseptlerine şahit oldukça, fantastik bir film seyrediyor hissine kapılıyor insan. Bunca mutant düğün konsepti hangi arada ve ne tür bir olağandışı etkiyle hayat buldu, anlamak zor. Aynı dış etkenlere maruz kalan farklı sosyal gruplar, absürdlükte bir diğerine fark atan başka başka düğün tarzları üretiyor. Misâl, ben “Ottoman Wedding” diyeyim, ötesini siz anlayın.
Şimdilerde şiddeti azalmış gözükse de, birkaç sene evvel gayet sert esen bir ‘içinizdeki çocuğa elleşmeyin’ rüzgârı vardı. Biz ne kadar kirlenirsek kirlenelim, hangi haltı yersek yiyelim, asla lekelenmeyen, anamızdan doğduğumuz gün gibi pîr ü pâk kalmaya devam eden bir çocuk bulunmaktaydı içimizde ve onu yaşatmak, lâkin büyümesine engel olmak boynumuzun borcuydu.
Hayatın yükü ağır mı geldi? İçindeki çocuğa gülümse. Birbiri üstüne düştüğün hatalar seni çok mu yordu? İçindeki çocuğa danış. Kendini eksik, mutsuz, çaresiz mi hissediyorsun? İçindeki çocuk ne güne duruyor, git ona sığın. Bütün mesuliyetlerden kaçmak, bütün hatalardan aklanmak, bütün dertlerden kurtulmak için, her dâim elinizin altında olan, evrenin içinize yerleştirdiği bir küçük mucize…
Misâl, parmağımıza alev yahut sıcak bir nesne değince, gayriihtiyari ağzımıza götürürüz. Neden? Tükürükte yanık dokuyu tedavi edecek, acısını dindirecek enzimler var da ondan. Çoğu insan bunu bilmez ama eli yanan herkes aynı hareketi yapar çünkü bilgisi içimize yerleştirilmiştir. Benzer şekilde, hayatta yüzleştiğin zorluklar, çözümsüz görünen problemler karşısında da en önemli hatta biricik çözüm kaynağın, bizzat sensin. O yüzden yanlış anlaşılmak istemem. Ben senin yaşam koçun olarak senin dertlerine çözüm üretmeyeceğim, kendi içinde zaten var olan şifayı bulmana daha doğrusu keşfetmene yardımcı olacağım. Veya şöyle söyleyelim, çözümü birlikte keşfedip, başarıya birlikte ulaşacağız!
Ne yalan söyleyeyim, 'Yaşam Koçu' ünvanını ilk duyduğumda yaşım otuzu devirmişti. İşini, kendi mecrası içinde düşünüldüğünde, gerçekten iyi yapan, yaptığı işin doğruluğuna samimiyetle inanan, hatta iman eden bir hanımdan (adını vermem uygun olmayacağı için, Sude hanım diyelim), yukarıdaki paragraftakine benzer bir tirad dinleyene kadar bildiğim koçların sayısı üçten ibaretti: Bayramlarda kurban edilen sakız koç; çocukken mahalledeki komşumuz, Mut İdman Yurdu'nun kaptanı Koç Mustafa; bir de yine çocukluğmuzun efsane TV dizisi Beyaz Gölge'deki Koç Reeves.
Odada yalnızdılar. Birkaç kapısı olan büyücek bir odaydı ve eski zamanlardaki Doğu saraylarının şaşaasını taşıyordu. Paha biçilmez eşyalar, iddialı renkler, sanat şaheseri biblolar… Kadın, genç adamın tedirgin bakışları altında bütün kapıları örttü. Orta yaşın dinginliği ve elinde tuttuğu iktidar gücünün verdiği özgüvenle ağır ağır yaklaşıp, bütün bedenini kuşatan ateşi, iki dudağının arasında biriktirdi ve yakıcı bir nefesle delikanlının yüzüne doğru üfledi, " haydi, seninim… " Yüzünü yalayıp geçen ve bütün vücudunu saran bu alev topu, genç adamı şaşkına çevirmiş, dilini damağına yapıştırmıştı.
Fantastik filmlerde görürüz. Bir şehir kimyasal bomba, radyasyon veya buna benzer etkenlere maruz kalır. Orada yaşayan kimi insanlar mutasyona uğrayarak tuhaf şekillere girer, sıradışı güçlere sahip olurlar. Onlar artık elinden bıçaklar fışkıran, sırtından kanatları çıkan yahut bakışları metal delen, renk renk mutantlara dönüşmüşlerdir.
Basında, sosyal medyada, ekranda arz-ı endam eden kimi düğün konseptlerine şahit oldukça, fantastik bir film seyrediyor hissine kapılıyor insan. Bunca mutant düğün konsepti hangi arada ve ne tür bir olağandışı etkiyle hayat buldu, anlamak zor. Aynı dış etkenlere maruz kalan farklı sosyal gruplar, absürdlükte bir diğerine fark atan başka başka düğün tarzları üretiyor. Misâl, ben “Ottoman Wedding” diyeyim, ötesini siz anlayın.