Papers by Belgin BUYUKBUGA

Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi
Hanedanlığa dayalı teokratik bir devlete son vererek halk egemenliğini esas alan bir kuruluşa yön... more Hanedanlığa dayalı teokratik bir devlete son vererek halk egemenliğini esas alan bir kuruluşa yönelmesi nedeniyle Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanı, modern toplumun ve siyasetin başlangıcıdır. Bu yönüyle Cumhuriyet’in kuruluşu, 18. yy. son çeyreğinde gerçekleşen Amerika ile Fransa’daki cumhuriyet deneyimlerini hatırlatmaktadır. Özgür ve eşit yurttaşlık talep eden toplumsal kesimler öncülüğünde başlayan değişim talebi, devrimlere ivme kazandırmış, ardından yazılı anayasaların rehberlik ettiği cumhuriyet idaresini getirmiştir. Eski düzeni yıkan devrimlere, insan hakları bildirgeleriyle biçimlenen modern anayasalar eşlik ettiği için Amerika ile Fransa’da cumhuriyetçi kurucu eylem, bir örnek teşkil etmektedir. Benzer bir değişim paradigması ve cumhuriyetçi öz, yirminci yüzyılın başlarında Türkiye’deki yeni siyasal rejim içinde söz konusudur. Bu çalışma, Türkiye’deki kurucu eylemi, Amerikan ve Fransız Devrimleri sonrasında geçilen cumhuriyet deneyimleri ışığında tartışmayı amaçlamaktadır. G...
Page 1. TC ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ (YÖNETİM... more Page 1. TC ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ (YÖNETİM BİLİMLERİ) ANABİLİM DALI ÜST KADEME YÖNETİCİLİK KAVRAMI ve TÜRKİYE'DEKİ ARAŞTIRMALAR ÜZERİNE BİR İNCELEME Yüksek Lisans Tezi ...
Liberal Düşünce Dergisi, Apr 1, 2015

Fakülte dergisi, Dec 20, 2022
İlk bakışta bir veba hikayesi gibi görünen Orhan Pamuk’un Veba Geceleri aslında salgının ivmelend... more İlk bakışta bir veba hikayesi gibi görünen Orhan Pamuk’un Veba Geceleri aslında salgının ivmelendirdiği yönetim ve siyaset kriziyle birlikte büyüyen bir siyasal dönüşüm romanıdır. 1901 yılında baş gösteren salgın, Osmanlı Devleti’ne bağlı Doğu Akdeniz’de hayali bir ada olan Minger’de zamanın içinde barındırdığı koşulları aktive eden bir siyasal atmosfer yaratır. Birkaç asırdır süregelen nüfus hareketliliği, salgınların bulaşı gibi yeni fikir ve hareketlerin dolaşımına da hız katmıştır. Toplumların eşitlik ve özgürlük yönündeki talepleri halk isyanlarına, darbe ve devrimlere yol açarken geleneksel monarşileri tehdit eden bir güce erişmiştir. Modern çağın siyasi roman klasiklerine girmeye aday bir anlatısı olmasına rağmen Veba Geceleri tarihi roman türü içine dahil edilerek yorumlanmakta ve değerlendirilmektedir. Yazarı Orhan Pamuk da bu yönelime öncülük eder görünmektedir. Böyle bir yaklaşım, romanı eksik ve sınırlı bir bakışa mahkûm etmektedir. Bu nedenle çalışmada, iki meseleye odaklanan bir tartışma yürütülmektedir. İlk kısım Veba Geceleri’nin niçin siyasi bir roman olarak okunması gerektiği sorusu etrafında gezinmektedir. İkinci kısımda, Veba Geceleri üzerinden edebiyatın kurmaca dünyasına yaklaşan ulusal tarih yazımının öne çıkan yanlarıyla birlikte siyasal arka planı tartışmaya açılmaktadır.

Fakülte dergisi, Jan 28, 2023
One of the prominent themes in Ahmet Hamdi Tanpınar's texts is, in his own words, the "crisis of ... more One of the prominent themes in Ahmet Hamdi Tanpınar's texts is, in his own words, the "crisis of civilization change". The debate that at rst glance seems like the East-West and tradition-modernity tension, can be considered as an extension of Tanpınar's understanding and interpretation of mental/cognitive process the society underwent from the Ottoman to the Republican Period. In all of his long ctions, he moves forward an enchanted world such as imaginations, dreams and fairy tales to a restless awakening, and then to a life suppressed breality. The three separate lives/worlds that intertwine from time to time in Tanpınar's narratives, is close to the concept set of the Law of Three Stages that Auguste Comte uses when explaining the transformation of Western societies. According to the Law of Three Stages by Comte, Western societies have reached their present mental/cognitive state from a theological world to metaphysics and nally to a positive (positivistic) level. Tanpınar, who does not have a determinist and progressive perspective like Comte and who on the contrary is more of a "man of life", it is not under the inuence of positivist philosophy. Nevertheless, with the Enlightenment philosophy that Comte belongs to, he looks at the world under the roof of Western civilization, to which he also feels he belongs. This study investigates the projection of the theological, metaphysical and positivist world in the social and political culture from the Ottoman to the Turkish Republican Period in Tanpınar's narratives. In this regard, a review including short story "Acıbadem'deki Köşk", covering all long ctions Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler, Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü (SAE), and the unnished novel Aydaki Kadın is presented. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın metinlerinde öne çıkan temalardan biri, kendi ifadesiyle, "medeniyet değiştirme krizi"dir. İlk bakışta Doğu-Batı, gelenek-modernlik gerilimi gibi görünen tartışma, Tanpınar'ın Osmanlı'dan Türkiye'ye toplumun geçirdiği zihinsel/bilişsel süreci anlama ve anlamlandırma uğraşının uzantısı sayılabilir. Tanpınar, uzun kurmacalarının tümünde hayal, rüya, masal gibi efsunlu bir dünyadan huzursuz uyanışa, devamında gerçekliğin bastırdığı yaşantıya doğru yol alır. Yazarın anlatılarında zaman zaman iç içe geçen üç ayrı hayat/dünya, Auguste Comte'un Batı toplumlarının dönüşümünü açıklarken başvurduğu Üç Hal Yasası'nın kavram setine yakındır. Comtecu Üç Hal Yasası'na göre, zihinsel/bilişsel olarak Batı toplumları bugünkü hâline teolojik bir dünyadan metaziğe ve son olarak da pozitif (olgucu) düzeye ulaşarak varmıştır. Comte gibi determinist ve ilerlemeci bir perspektife sahip olmayan hatta aksi istikamette bir "hayat adamı" olan Tanpınar, pozitivist felsefenin tesiri altında değildir. Yine de Comte'un dâhil olduğu Aydınlanma felsefesi ile kendisini de ait hissettiği Batı medeniyeti çatısı altından dünyaya bakmaktadır. Bu çalışma, Tanpınar anlatılarında teolojik, metazik ve pozitivist dünyanın Osmanlı'dan Türkiye'ye toplumsal ve siyasal kültüre izdüşümünü aramaktadır. Bu bağlamda "Acıbadem'deki Köşk" hikâyesi, Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler ve Huzur'dan oluşan nehir roman serisine Saatleri Ayarlama Enstitüsü (SAE) ile tamamlanamamış Aydaki Kadın da eklenerek, tüm uzun kurmacalarını kapsayan bir inceleme sunulmaktadır.

Siyasal Bilgiler Fakültesi dergisi, May 27, 2020
Halide Edip Adıvar, yakın tarihin üç devrine tanıklık eder. 1908 Devrimi ile İttihat ve Terakki P... more Halide Edip Adıvar, yakın tarihin üç devrine tanıklık eder. 1908 Devrimi ile İttihat ve Terakki Partisi öncülüğünde kurulan parlamenter monarşiye geçilirken, 1923'te Cumhuriyet ilan edilirken ve 1950'de iktidar el değiştirirken dönemin muktedirlerinin yanında ve/veya yakınındadır. Başlangıçta desteğini esirgemediği ancak sonrasında fikri ayrılık yaşadığı iktidarlardan uzaklaşarak, görüşlerini muhalif çizgiden aktarmaya devam eder. Bu çalışmada, üç devrin muktedirleriyle Halide Edip'in arasındaki fikri ayrılığının altında yatan nedenler, otoriteryenlik-demokrasi kavramları altında tartışmaya çalışılacaktır. Çalışmada İttihat ve Terakki ile Cumhuriyetin kurucu iktidarındaki problemlere yer verilmekle birlikte asıl olarak Demokrat Parti iktidarının ilk dönemine (1950-54) odaklanılacaktır. Aynı dönemde DP İzmir bağımsız vekili olarak Meclis'te yer alan Halide Edip'in gözünden otoriterliğin izleri saptanmaya çalışılacaktır.

(flsf) Felsefe ve sosyal bilimler dergisi, May 21, 2022
Klasik manada despotizmin çok uzun bir geçmişi olsa da modern çağa özgü demokratik despotizmin ta... more Klasik manada despotizmin çok uzun bir geçmişi olsa da modern çağa özgü demokratik despotizmin tarihi yenidir. Toplumların kaçınılmaz olarak eşitlik ilkesine doğru yöneldiği yeni çağda Alexis de Tocqueville, çoğunluğun sınırsız ve keyfi iktidarına varan yönetimi yumuşak/demokratik despotizm olarak adlandırmaktaydı. Siyaset halka doğru genişlemekle birlikte Tocqueville'e göre merkezi ve çoğunlukçu iktidara yol açan demokrasilere doğru gitmektedir. 20. yüzyılda Almanya'da çoğunlukçu rejimin mutlak ve sınırsız iktidarı altında temel haklarını kaybederek köksüz/yurtsuz kalanlardan biri olan Hannah Arendt ise kitle toplumuyla birleşen çoğunluk tahakkümünü despotizmin yeni bir aşaması olarak gördüğü totalitarizmle açıklamaktadır. Bu çalışmada çoğunlukçu demokrasilerin görünümlerine ışık tutan Tocqueville ile Arendt'in çözümlemeleri aracılığıyla demokratik despotizmden totalitarizme uzanan yolun sosyolojik ve siyasal öğeleri tartışmaya açılmaktadır.

Liberal düşünce, Dec 3, 2021
Öz 18. yüzyılın sonlarında meydana gelen Amerikan ve Fransız Devrimleri, halk egemenliği rejimiyl... more Öz 18. yüzyılın sonlarında meydana gelen Amerikan ve Fransız Devrimleri, halk egemenliği rejimiyle birlikte anayasal temsili demokrasilere doğru bir ivmeyi harekete geçirir. Amerika ile Fransa üzerine yazdığı metinlerde Alexis de Tocqueville (1805-1856), yeni bir hukuki/siyasal düzenin yolunu açan Devrimler'e öncülük eden toplumsal değişime yer verir. Hannah Arendt (1904-1975) ise, Tocqueville'den 100 yılı aşkın bir zaman sonra, devrim fenomeninin özgürlük ve etkin katılımı sağlayan bir siyasetin başlangıcı saydığı kurucu eyleme dönüşme potansiyelini tartışmaya açar. Tocqueville gibi Arendt de Amerika ile Fransa'daki devrim deneyiminden yola çıkar. Bu çalışmada iki devrime özgü koşulları da göz önünde tutan Tocqueville ile Arendt'in çözümlemeleri eşliğinde özgürlükçü bir hukuki ve siyasal düzen kurma imkanı ele alınmaktadır. Amerikan ve Fransız Devrimi sonrası süreçte yeni anayasal ve siyasal düzeni kurarken izlenen yolun özgürlükçü ve otoriter yönelimleri konu edilmektedir. Bu bağlamıyla çalışma, demokratik, özgürlükçü ve katılımcı bir (siyasal) başlangıcın yolları üzerine yeniden düşünmeye katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.

Liberal düşünce, Mar 25, 2021
1960'lı yıllarda yönetmen Metin Erksan, odağında mülkiyet meselesi olan üç film çeker. Her bir fi... more 1960'lı yıllarda yönetmen Metin Erksan, odağında mülkiyet meselesi olan üç film çeker. Her bir filmde, mülkiyet ilişkilerinin farklı bir unsuruna yönelir. Yılanların Öcü ortak olanın idaresini, Susuz Yaz özel mülkiyeti haklı gösteren sahipliğin kaynağını, Kuyu ise insanın mülkiyet konusu olmasını sorunsal haline getirir. Üç filmde de mülkiyet kökenli sorun ve çatışma, toplumsal olarak birlikte yaşama pratiği ve idealine zarar verecek adalet problemine dönüşmektedir. Bu çalışmada Erksan'ın Üçleme'sinde yer alan temalar, siyaset felsefesinin alanına çekilmektedir. Sahiplik ve paylaşım kavramları etrafında mülkiyet ilişkilerinin doğasına ilişkin bir sorgulama yapılmaktadır. Adalet sorunuyla birlikte hukuk ve devlet kavramları da tartışmaya dâhil edilmektedir. Son kısımda ise hukuk ve yasanın üstesinden gelmediği sorunlarla baş başa kalan insanların direniş biçimleri yorumlanmaktadır.

Gaziantep University Journal of Social Sciences
2000’lerden bu yana Türk sinemasında, dinî değer ve geleneklerin referansında yaşayan dindar topl... more 2000’lerden bu yana Türk sinemasında, dinî değer ve geleneklerin referansında yaşayan dindar toplumsal kesimlerin temsili çeşitlilik göstermekte ve çoğalmaktadır. Ana akım Türk sinemasındaki gerici, yobaz, dinbaz tiplemeler sunan yapımları aşarak dindarlığı sosyolojik bir saikle yorumlayan filmler artmaktadır. Çatlak (Fikret Reyhan, 2020) ile İki Şafak Arasında (Selman Nacar, 2021) filmleri, bu yeni bakışı yansıtan örnekler olarak öne çıkmaktadır. İki yapımın odağında, sosyo-ekonomik olarak taşradan/çevreden gelen, dinî vecibelere göre yaşamaya çalışırken çevresini kuşatan modern yaşantıyla uyumlaşma süreci geçirmekte olan dindar yeni orta sınıf aile yer almaktadır. Dindar yeni orta sınıfa içeriden yaklaşan sinematografileri, iki filmi yan yana getirmektedir. Bu nitelikleriyle iki film, çeperine ya da merkezine dindarlığı koyan kendilerinden önceki yapımlardan ayrılmaktadırlar. Bu çalışma iki filmin sunduğu sinematografik göstergeleri yorumlayarak sosyolojik bir inceleme sunmayı ama...

fe dergi feminist ele
1950 yazar kuşağına dâhil olan Leyla Erbil, ilk öyküsünden son romanına kadar tüm eserlerinde eşi... more 1950 yazar kuşağına dâhil olan Leyla Erbil, ilk öyküsünden son romanına kadar tüm eserlerinde eşitsiz ve gayriadil ilişkilerle hasıraltı edilen şiddet ve zulmün tanığı olmanın verdiği buhran ve travmayı anlatır. Kolektif hafızanın dışına itilen kötülükleri felsefe, psikiyatri ve modern edebiyatın imkânlarından yararlanarak yüzeye çıkarır, okuru da kendisiyle birlikte yüzleşmeye davet eder. Erbil’in anlatılarında birbirini büyüten haksızlık ve şiddet üç alanda belirir: Hane, Kültür Dünyası ve Devlet. Çalışmanın bölümlerini de oluşturan bu üç başlık altında, ataerkil toplumsal düzenden beslenen hiyerarşi ile yerleşik cinsiyet rolleri irdelenmektedir. Diğer bir izlek ise toplumun her bir üyesi için söz söyleme ve siyaset yapma imkânına kapı arayan politik eylemlilik kavramıdır. Bu kapsamda eylemek, özgürlük arayışının başlangıcı sayılabilir. Edebî bir inceleme niteliğinde olmayan bu çalışma, Erbil’in kurmaca karakterleri aracılığıyla bireysel kanaat, söz ve direnişle beliren politik ey...

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın metinlerinde öne çıkan temalardan biri, kendi ifadesiyle, “medeniyet deği... more Ahmet Hamdi Tanpınar’ın metinlerinde öne çıkan temalardan biri, kendi ifadesiyle, “medeniyet değiştirme krizi"dir. İlk bakışta Doğu-Batı, gelenek-modernlik gerilimi gibi görünen tartışma, Tanpınar’ın Osmanlı’dan Türkiye’ye toplumun geçirdiği zihinsel/bilişsel süreci anlama ve anlamlandırma uğraşının uzantısı sayılabilir. Tanpınar, uzun kurmacalarının tümünde hayal, rüya, masal gibi efsunlu bir dünyadan huzursuz uyanışa, devamında gerçekliğin bastırdığı yaşantıya doğru yol alır. Yazarın anlatılarında zaman zaman iç içe geçen üç ayrı hayat/dünya, Auguste Comte’un Batı toplumlarının dönüşümünü açıklarken başvurduğu Üç Hal Yasası’nın kavram setine yakındır. Comtecu Üç Hal Yasası’na göre, zihinsel/bilişsel olarak Batı toplumları bugünkü haline teolojik bir dünyadan metafiziğe ve son olarak da pozitif (olgucu) düzeye ulaşarak varmıştır. Comte gibi determinist ve ilerlemeci bir perspektife sahip olmayan hatta aksi istikamette bir “hayat adamı” olan Tanpınar, pozitivist felsefenin tesi...

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi
İlk bakışta bir veba hikayesi gibi görünen Orhan Pamuk’un Veba Geceleri aslında salgının ivmelend... more İlk bakışta bir veba hikayesi gibi görünen Orhan Pamuk’un Veba Geceleri aslında salgının ivmelendirdiği yönetim ve siyaset kriziyle birlikte büyüyen bir siyasal dönüşüm romanıdır. 1901 yılında baş gösteren salgın, Osmanlı Devleti’ne bağlı Doğu Akdeniz’de hayali bir ada olan Minger’de zamanın içinde barındırdığı koşulları aktive eden bir siyasal atmosfer yaratır. Birkaç asırdır süregelen nüfus hareketliliği, salgınların bulaşı gibi yeni fikir ve hareketlerin dolaşımına da hız katmıştır. Toplumların eşitlik ve özgürlük yönündeki talepleri halk isyanlarına, darbe ve devrimlere yol açarken geleneksel monarşileri tehdit eden bir güce erişmiştir. Modern çağın siyasi roman klasiklerine girmeye aday bir anlatısı olmasına rağmen Veba Geceleri tarihi roman türü içine dahil edilerek yorumlanmakta ve değerlendirilmektedir. Yazarı Orhan Pamuk da bu yönelime öncülük eder görünmektedir. Böyle bir yaklaşım, romanı eksik ve sınırlı bir bakışa mahkûm etmektedir. Bu nedenle çalışmada, iki meseleye oda...

FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi
Klasik manada despotizmin çok uzun bir geçmişi olsa da modern çağa özgü demokratik despotizmin ta... more Klasik manada despotizmin çok uzun bir geçmişi olsa da modern çağa özgü demokratik despotizmin tarihi yenidir. Toplumların kaçınılmaz olarak eşitlik ilkesine doğru yöneldiği yeni çağda Alexis de Tocqueville, çoğunluğun sınırsız ve keyfi iktidarına varan yönetimi yumuşak/demokratik despotizm olarak adlandırmaktaydı. Siyaset halka doğru genişlemekle birlikte Tocqueville’e göre merkezi ve çoğunlukçu iktidara yol açan demokrasilere doğru gitmektedir. 20. yüzyılda Almanya’da çoğunlukçu rejimin mutlak ve sınırsız iktidarı altında temel haklarını kaybederek köksüz/yurtsuz kalanlardan biri olan Hannah Arendt ise kitle toplumuyla birleşen çoğunluk tahakkümünü despotizmin yeni bir aşaması olarak gördüğü totalitarizmle açıklamaktadır. Bu çalışmada çoğunlukçu demokrasilerin görünümlerine ışık tutan Tocqueville ile Arendt’in çözümlemeleri aracılığıyla demokratik despotizmden totalitarizme uzanan yolun sosyolojik ve siyasal öğeleri tartışmaya açılmaktadır.

Liberal Düşünce Dergisi, Mar 16, 2018
Öz Klasik liberalizm, ortaya çıkardığı tüm sorunlara rağmen devleti bireysel özgürlüklerin, adil ... more Öz Klasik liberalizm, ortaya çıkardığı tüm sorunlara rağmen devleti bireysel özgürlüklerin, adil ve barışçıl bir toplumsal düzeninin sürekliliği için zorunlu bir kurum olarak kabul eder. Bu bakımdan devletin güvenlik, yargı ve adalet gibi hizmetleri yerine getiren bir tekel olmasında sakınca görmez. Liberal düşünce geleneği içinde yer alan sınırlı devlet taraftarı liberteryenizm (minarşizm) de, doğası gereği bu hizmetlerin yalnızca devlet sahasında kalması gerektiği görüşündedir. Piyasa anarşizmi ise gayri ahlaki bir kurum olarak tanımladığı devleti, bireysel özgürlükler önündeki en büyük engel olarak görür. Güvenlik, yargı ve adalet hizmetleri, devletin cebir yoluyla ele geçirdiği tekeline bırakılamaz. Bu hizmetler ile devlet arasında zorunluluk beraberlikten ziyade sorunlu bir birliktelik vardır. Çalışmada her iki sahayı devletin tekeline bırakan sınırlı devlet taraftarı liberteryenizm ile piyasa anarşizminin fikirleri karşılaştırmalı bir bakış açısıyla ele alacaktır. Piyasa anarşizminin piyasa toplumu fikri tartışmaya açılacaktır.

Muhafazakar Düşünce Dergisi, Mar 15, 2021
This study concentrates on the theme of intellectual in the fictions of Ahmet Hamdi Tanpınar and ... more This study concentrates on the theme of intellectual in the fictions of Ahmet Hamdi Tanpınar and aims at revealing the appearance of the pro-modernization positivist mentality transferred from the Ottoman Empire to the Republic of Turkey. Tanpınar discusses the idea of intellectual in his fictions as in his essays and critiques. The great majority of Tanpınar's stories and novels include the familiar intellectuals, particularly himself, in the community he got involved. Witnessing the fall of the Ottoman Empire and the foundation of the Republic, the 'intellectuals of Tanpınar' have analyzed the life through dualities such as tradition-modernity, East-West, country-city, action-contemplation. The relationship between their inability to have an independent space in the political/ideological universe surrounding them and their distance from an intellectual approach following universal criteria is worth examining. In the first article of this series, the experience of modernization was associated with the theological, metaphysical and positivist mental/cognitive moments in Tanpınar's perspective. Here, a study is presented on the intellectuals who shaped the building of a positivist world that influenced the mental world of the late Ottoman and the newly established Republic.

Liberal Düşünce Dergisi, 2021
18. yüzyılın sonlarında meydana gelen Amerikan ve Fransız Devrimleri, halk egemenliği rejimiyle b... more 18. yüzyılın sonlarında meydana gelen Amerikan ve Fransız Devrimleri, halk egemenliği rejimiyle birlikte anayasal temsili demokrasilere doğru bir ivmeyi harekete geçirir. Amerika ile Fransa üzerine yazdığı metinlerde Alexis de Tocqueville (1805-1856), yeni bir hukuki/siyasal düzenin yolunu açan Devrimler’e öncülük eden toplumsal değişime yer verir. Hannah Arendt (1904-1975) ise, Tocqueville’den 100 yılı aşkın bir zaman sonra, devrim fenomeninin özgürlük ve etkin katılımı sağlayan bir siyasetin başlangıcı saydığı kurucu eyleme dönüşme potansiyelini tartışmaya açar.Tocqueville gibi Arendt de Amerika ile Fransa’daki devrim deneyiminden yola çıkar. Bu çalışmada iki devrime özgü koşulları da göz önünde tutan Tocqueville ile Arendt’in çözümlemeleri eşliğinde özgürlükçü bir hukuki ve siyasal düzen kurma imkanı ele alınmaktadır. Amerikan ve Fransız Devrimi sonrası süreçte yeni anayasal ve siyasal düzeni kurarken izlenen yolun özgürlükçü ve otoriter yönelimleri konu edilmektedir. Bu bağlamıy...

SineFilozofi, 2020
Bu çalışma, Soğuk Savaş dönemi Hollywood sineması yönetmenlerinden Stanley Kramer’in It’s a Mad, ... more Bu çalışma, Soğuk Savaş dönemi Hollywood sineması yönetmenlerinden Stanley Kramer’in It’s a Mad, Mad, Mad, Mad World (Çılgın Dünya, 1963) adlı filmi aracılığıyla, bölüşüm problemini tartışmaya açmaktadır. Hak ediş ve bölüşüm mücadelesini konu edinen film, insanlığın tarihine tutulmuş devasa bir alegori niteliğindedir. Bireysel menfaatlerin kollanması ile toplumsal birlik ve uyum arasındaki gerilim, 20. yüzyılın toplum ve siyaset felsefesinde iz bırakan John Rawls ve Robert Nozick’in farklılaşan adalet teorilerini akla getirmektedir. Farazi bir uzlaşmayı temel alan sözleşme kuramlarına başvuran Rawls ve Nozick, iki farklı liberal ütopya kurmaktadırlar. Temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan bir toplumsal düzen arayışından yola çıkmalarına rağmen iki düşünür, birbiriyle çatışan adalet kuramlarına varmaktadırlar. Çılgın Dünya’nın kurmacası ise iki liberal ütopyayı yorumlamaya ve aralarındaki çatışma üzerine fikir yürütmeye imkân sağlarken, adalet teması ekseninde insan doğası, t...

Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 2020
Halide Edip Adıvar, yakın tarihin üç devrine tanıklık eder. 1908 Devrimi ile İttihat ve Terakki P... more Halide Edip Adıvar, yakın tarihin üç devrine tanıklık eder. 1908 Devrimi ile İttihat ve Terakki Partisi öncülüğünde kurulan parlamenter monarşiye geçilirken, 1923’te Cumhuriyet ilan edilirken ve 1950’de iktidar el değiştirirken dönemin muktedirlerinin yanında ve/veya yakınındadır. Başlangıçta desteğini esirgemediği ancak sonrasında fikri ayrılık yaşadığı iktidarlardan uzaklaşarak, görüşlerini muhalif çizgiden aktarmaya devam eder.Bu çalışmada, üç devrin muktedirleriyle Halide Edip’in arasındaki fikri ayrılığının altında yatan nedenler, otoriteryenlik-demokrasi kavramları altında tartışmaya çalışılacaktır. Çalışmada İttihat ve Terakki ile Cumhuriyetin kurucu iktidarındaki problemlere yer verilmekle birlikte asıl olarak Demokrat Parti iktidarının ilk dönemine (1950-54) odaklanılacaktır. Aynı dönemde DP İzmir bağımsız vekili olarak Meclis’te yer alan Halide Edip’in gözünden otoriterliğin izleri saptanmaya çalışılacaktır.

Liberal Düşünce Dergisi
1960’lı yıllarda yönetmen Metin Erksan, odağında mülkiyet meselesi olan üç film çeker. Her bir fi... more 1960’lı yıllarda yönetmen Metin Erksan, odağında mülkiyet meselesi olan üç film çeker. Her bir filmde, mülkiyet ilişkilerinin farklı bir unsuruna yönelir. Yılanların Öcü ortak olanın idaresini, Susuz Yaz özel mülkiyeti haklı gösteren sahipliğin kaynağını, Kuyu ise insanın mülkiyet konusu olmasını sorunsal haline getirir. Üç filmde de mülkiyet kökenli sorun ve çatışma, toplumsal olarak birlikte yaşama pratiği ve idealine zarar verecek adalet problemine dönüşmektedir. Bu çalışmada Erksan’ın Üçleme’sinde yer alan temalar, siyaset felsefesinin alanına çekilmektedir. Sahiplik ve paylaşım kavramları etrafında mülkiyet ilişkilerinin doğasınailişkin bir sorgulama yapılmaktadır. Adalet sorunuyla birlikte hukuk ve devlet kavramları da tartışmaya dâhil edilmektedir. Son kısımda ise hukuk ve yasanın üstesindengelmediği sorunlarla baş başa kalan insanların direniş biçimleri yorumlanmaktadır.
Uploads
Papers by Belgin BUYUKBUGA