Conference Presentations by Ayca Celikbilek

Su, geçmişten beri uygarlıkların yer seçiminde temel unsur olmuştur. Göçebe topluluklar su kenarl... more Su, geçmişten beri uygarlıkların yer seçiminde temel unsur olmuştur. Göçebe topluluklar su kenarlarında konaklarken, tarımsal üretime başlanmasıyla ile yerleşik hayata geçilmesi de suya yakınlığı gerektirmiştir. Günümüzde teknolojik gelişmelerle birlikte, suyun daha uzak bölgelere taşınabilirliğinin artmasıyla, suya olan mekânsal bağımlılık biraz da olsa aşılmıştır. Ancak, gerek gittikçe artan nüfus, gerek benimsenen üretim tipleri su kaynakları üzerinde aşırı bir baskı yaratmaya başlamıştır. Günümüzde, bir çok bölgede temiz su bulunamamakta, ülkeler su zenginliği açısından su yoksunu ülkeler sınıfına düşmektedir. Yaşanan bu su sıkıntısı, küreselleşmiş dünyada sadece kaynakların kıtlığı ve eşitsiz dağılımından kaynaklanmamaktadır. Mevcut durum incelendiğinde yaşanan su sıkıntısının başrollerinde, artan talep, plansız tüketimler ve kaynakların kirletilmesi sorunları olduğu görülmektedir. Özellikle modernleşme sürecinde gelişme ile eş anlamlı görülen sanayileşmenin yarattığı aşırı talep ve kalkınmaya verilen öncelik, bu dönemde kaynakların bilinçsiz ve savurgan bir şekilde kullanılarak tahrip edilmesine yol açmıştır. Temiz suya ulaşımda giderek artan sorunların iklim değişikliği gibi unsurların yanı sıra, ağırlıklı olarak insan kaynaklı olması, su kaynakları ile taleplerin ve insan müdahalelerinin daha planlı bir şekilde kurgulanması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bunun temelinde, kalkınma için kullanılan bu kaynağın tüketilmesi durumunda hem canlılığı hem de kalkınmayı olumsuz etkileyecek olması yer almıştır. Nitekim sürdürülebilirlik tartışmalarının ortaya çıkması ile birlikte, Gündem 21' de de arazi kullanımı ile su ilişkisinin bütünsel bir çerçeve içinde ele alınması gerektiği ortaya konmuştur. Çünkü temelde, orman alanları, mera alanları, havzalar, tarım alanları, kıyılar, kısacası suya bağlı tüm flora ve faunayı etkileyen kararlar planlama ile verildiği gibi, bu kaynaklar üzerindeki talebin başlıca nedenleri olan sanayi alanları, nüfusların dağılım bölgeleri, nüfus yoğunlukları gibi kararlar da planlama ile verilmektedir. Bu nedenle planlama ile verilen her karar, kullanım türü ne olursa olsun, temelde su kaynakları üzerinde bir talep yaratmaktadır. Günümüzde havza bütünlüğünde planlamanın pratikte uygulanamıyor oluşu, üst ölçekli planların düzgün işlemiyor olması, su kaynaklarının havza ölçeğinde, bütünüyle korunamamasını ortaya çıkarmıştır. Aynı zamanda yaratılan talepler, bölgedeki kaynakların taşıma kapasiteleri göz önüne alınarak yapılmadığı için, bölgelerde su sıkıntısına, hatta çoğu zaman başka bölgeden su getirilmesine neden olmaktadır. Bu çalışma ile, fiziksel planlamanın verdiği kararlarla nasıl bir tüketim talebi yarattığı, İzmir örneği üzerinden incelenecek ve plan kararları ile su kaynaklarının taşıma kapasiteleri arasındaki denge test edilecektir
4. Kentsel ve Bölgesel Araştırmalar Ağı Sempozyumu, 2013
Bu çalışma, neoliberalizm ile kent politikaları arasındaki yoğun ilişkiden yola çıkarak,
küresell... more Bu çalışma, neoliberalizm ile kent politikaları arasındaki yoğun ilişkiden yola çıkarak,
küreselleşme ile ortaya çıkan hızın kentleri nasıl etkilediğini inceleme amacındadır. Bu
bağlamda, bu ideolojiye karşı oluşturulan Citta Slow ( Slow City) hareketinin, kentlerdeki
birörnekleşme ve hıza karşı ne tür öneriler geliştirdiğini incelemektedir. Çalışma ile öncelikli
olarak Citta Slow ve Slow City hareketleri ile ilgili literatür taranarak özellikleri ve prensipleri
belirlenmiş, daha sonra örnek kentler üzerinden bu hareketin kent üzerindeki etkileri
belirlenmiştir. Çalışma bulguları, günümüzde neoliberalizm ideolojisi ile yaratılan gelişimin
projelerinin kenti talebe göre pazarlayarak sattığını, Citta Slow felsefesinin de ironik olarak
kentleri satmaya yönelik işletildiğini ortaya koymaktadır.
4. Kentsel ve Bölgesel Araştırmalar Ağı Sempozyumu, 2013
Bu çalışma, sanayisizleşme sürecinde yatırım çekmek için yeni yollar deneyen kentlerin, üretim me... more Bu çalışma, sanayisizleşme sürecinde yatırım çekmek için yeni yollar deneyen kentlerin, üretim mekanı olmaktan tüketim mekanı olmaya doğru dönüşme süreçlerini inceleyerek büyük ölçekli kentsel projelerin kentlerin dönüşüm sürecindeki rollerini ortaya çıkarma amacındadır.
Çalışmada öncelikle kentlerin neden büyük ölçekli projelere ihtiyaç duyduğuna dair literatür taraması yapılmış, daha sonra bu tür projelerin en bilinen örnekleri üzerinden bir değerlendirme yapılarak , kentsel yenilemedeki rolleri, proje süreçleri ve geri dönüşleri değerlendirilmiştir. Çalışma sonucunda, bu tür projelerin alanın pazarlanması için çoğunlukla maliyetlerinin göz ardı edilerek, eşsiz olacak şekilde tasarlandığı ve süreçlerindeki sorunlar nedeniyle yerel halka geri dönüş sağlayamadığı ve kentte parçalanmalara neden olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

3rd International Regional Development Conference, 2015
Bu çalıĢmanın temel amacı, Türkiye'de yapılmıĢ bölgeleme çalıĢmalarını, çeĢitli dönemlerde yapıla... more Bu çalıĢmanın temel amacı, Türkiye'de yapılmıĢ bölgeleme çalıĢmalarını, çeĢitli dönemlerde yapılan bölge planları inceleyerek, bölgesel planlama çalıĢmalarında yaĢanan sorunları ortaya koymak ve bu sorunların ortadan kaldırılması için çözüm önerileri sunmaktır. Bu kapsamda, çalıĢma ile öncelikle bölgenin ve bölge çeĢitlerinin neler olduğu irdelenecek, ardından plan bölgelerinin ortaya çıkması ve Türkiye'de bölge planlamasının geliĢim süreci incelenecektir. Türkiye'de günümüze değin yapılmıĢ bölge çalıĢmaları incelendikten sonra, son olarak günümüzde kullanmakta olduğumuz her bir bölgeleme çalıĢmasının içerdiği bölgelerin ve üst ölçekli planlar olan bölge planları ve çevre düzeni planlarının sınırları haritalar üzerinde çakıĢtırılarak birbirleri ile uyumu ölçülecektir. Böylece gerek ülkemizdeki üst ölçek planların birbirine uyumu gerek bölgeler düzeyinde toplanan verilerin planlara sağlıklı aktarılma yeteneği değerlendirilmiĢ olacaktır. Bu çalıĢmanın sonucunda, bölge planlamasında bölge sınırlarına dayalı sorunların tespiti ile yeni bir bölgeleme çalıĢmasının gerekliliği irdelenecektir.
8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 39.Kolokyumu, 2015

4th International Regional Development Conference, 2017
Bölge planları ülkesel gelişim hedeflerinin mekansal stratejilere dönüştürüldüğü en önemli aşamal... more Bölge planları ülkesel gelişim hedeflerinin mekansal stratejilere dönüştürüldüğü en önemli aşamalardan
biridir. Temel amaçlarından biri bölgedeki kaynakların en verimli şekilde kullanımı ile ekonomik kalkınmayı
sağlamak ve sürdürmek olan bu planlar için sektörel gelişim kararları kritik öneme sahiptir. Bu nedenle, bölge
içerisinde hangi sektörlerin gelişimine ağırlık verileceği, bu gelişmeler için seçilecek lokasyonlar, kalkınmayı
destekleyecek işgücü ve işgücünün ihtiyaç duyduğu kentsel çevrenin sağlanması konuları üzerinde çalışılarak,
doğru stratejiler kurulması gereken konulardır. Aksi halde sadece hedefe ulaşmak zorlaşmayacak, kaynakların
israfı ve zaman kaybı da yaşanacaktır. Ancak ülkemizdeki bölge planları incelendiğinde, pek çoğunun mevcut
durum analizleri ve sözel, tekdüze stratejilerden ileri gidemediği, ekonomik faaliyetlerin yer seçimleri ve gelişim
stratejileri için yeterli düzeyde analiz ve hesaplamaların yapılmadığı görülmektedir. Öte yandan, sektörel
yatırımların bir kısmının da planlama süreçleri dışında, ihtiyaçlardan ziyade yüksek getirisi olan alanlara yapılan
yatırımlara, yatırımcıların seçim ve arzularına göre şekillendiği aşikardır. Bu çalışmanın temel amacı,
Türkiye’deki bölge planlama çalışmalarında ekonomik faaliyetlerin ve sektörel yapının analiz edilmesi için farklı
bir bakış açısı geliştirmek ve sektörel gelişim şemalarının kurgulanması için planlamada yararlanılabilecek
niceliksel yöntemleri tartışmaktır. Bu bağlamda, çalışma kapsamında bölgesel ekonomik yapıların
çözümlenmesinde kullanılan ekonomik temelli modellerden biri olan minimum gereksinmeler tekniğinin
planlama çalışmalarında nasıl kullanılabileceğinden bahsedilecek ve bölgelerdeki temel ve yerel sektörlerin bu
teknik ile nasıl belirlenebileceği TRB1 Bölgesi üzerinden yapılacak hesaplamalarla irdelenecektir.

Uluslararası Su ve Çevre Kongresi, 2018
The destruction of natural resources due to uncontrolled development after the Industrialization ... more The destruction of natural resources due to uncontrolled development after the Industrialization Period has led to the need for an equilibrium between economy and ecology. While many methods have been developed to achieve this equilibrium, planning activities have become one of the most important tools for environmental conservation as well as making decisions about using natural areas for human needs. The main purpose of this study is to determine how the environmental plans that are prepared to determine the strategies for conservation and development provide the conservation and utilization equilibrium via the planning decisions and how efficiently the threshold analysis method that is used to determine suitable areas for settlements and compare these areas in terms of costs is used for conservation purposes. Within the scope of the study, 22 environmental plans with 1/100.000 scaled are compared with each other and the scope determined in the legislation in terms of the way the natural thresholds are handled, classified and transferred to plan decisions in the plan explanatory reports. Thus, how these plans guide subscaled plans and whether there is a joint approach in their environmental conservation policies will be analysed. It is believed that this study has great importance in terms of determinig a common minimum content for the studies of determining the natural thresholds that will be carried out in the future and in terms of using threshold analysis for determining the natural areas to be protected as well as determining the settlement areas. Keywords: regional planning, environment plan, threshold analysis, basin planning, urban planning, conservation and utilization equilibrium. faaliyetleri ile-lebilmesi

IWACT 2018 INTERNATIONAL WEST ASIA CONGRESS OF TOURISM RESEARCH, 2018
Since the 1980s, the concept of sustainability in the sense of "continuing, enabling, maintaining... more Since the 1980s, the concept of sustainability in the sense of "continuing, enabling, maintaining, supporting, and to exist” has begun to be used in a variety of areas. The overall meaning of the concept is meeting the needs of the present generations without damaging the
resources that will meet the needs of future generations. The concept of “sustainable development” which became well known around the world with the 1987 Brundtland Report,
has turned out to be a generally accepted major concept of universal and national scale environmental protection policies. The concept of sustainability covers all the local to global activities related to politics and tourism. The main objectives regarding development of sustainable tourism envisaged by international organizations such as the United Nations Environment Programme (UNEP) and World Tourism Organization (WTO) for destinations or regions with tourism potential also have an approach that contains the economic, environmental, and social dimensions that are in harmony with each other, that are relevant, and that highlight the local in the national, regional, and local levels and that foresees the participation of all stakeholders.The focus of this article is the indicators that constitute the basis for the tools for measuring sustainable tourism and indicators of sustainable tourism and their importance are discussed in the study. The indicators are considered a guiding tool for actors such as managers and planners, who assume responsibilities in tourism development in destinations or regions where tourism activities are intense or desired to be developed, in the measurability of environmental, economic, and social factors.

4th International Conference on Urban Studies, 2019
Özet 1970'li yıllarda, özellikle Avrupa ve Amerika'da, kentlerin merkezi hükümet tarafından yönet... more Özet 1970'li yıllarda, özellikle Avrupa ve Amerika'da, kentlerin merkezi hükümet tarafından yönetilmesi yaklaşımının benimsenmesi, yerel yönetimlerin odağını sosyal refah sorunlarından ekonomik kalkınma odaklı projelere yönlendirmiştir. Sanayisizleşmeyle birlikte kentlerin ekonomilerinde yaşanan değişimle birleştiğinde bu durum, kentsel mekan üzerinde önemli değişimler yaşanmasına yol açmıştır. Kaynakları önemli derecede azalan yerel yönetimler, yerel ekonomik kalkınmada sürdürülebilirlik sağlayabilmek için daha girişimci bir rol üstlenerek diğer çıkar gruplarıyla ortaklıklar kurmaya, spekülatif arazi gelişimlerine ve alan pazarlamasına yönelmeye başlamıştır. Bu noktada küreselleşme süreciyle birlikte kentler arasındaki rekabetin uluslararası düzeye ulaşması, yatırım arayışında olan kent yönetimlerinin kenti yatırımcıların isteklerine göre şekillendirmeye başlamasına yol açmıştır. Ekonominin önem kazanan hizmet, finans ve turizm gibi alanlarına yoğunlaşan projeler, bütüncül planlama yaklaşımlarından uzak, parçacıl, kenti uluslararası alanda görünür kılacak ve kente prestij kazandıracak şekilde tasarlanmaktadır. Buna ek olarak, yeni ekonomik sektörlerde çalışacak nitelikli işgücünün ve üst sınıfın ihtiyaç duyacağı sosyal, kültürel mekanların ve eğlence mekanlarının da üretilebilmesi ihtiyacıyla bu projeler, zaman içerisinde karma fonksiyonlar içeren büyük projeler haline gelmiştir. Böylece, ilk zamanlarda sanayinin terk ettiği alanlarda tasarlanan projeler, zamanla kentin tamamına yayılmaya ve merkezi hükümet tarafından da bir kent ekonomisi ve kentsel pazarlama aracı olarak kullanılmaya başlamıştır. Büyük ölçekli kentsel projeler kentlerde yeni üretilmiş stratejiler olmasa da son birkaç on yıllık dönemde kentlerin yatırım çekmek, imajlarını güçlendirmek ve kent gelişimini yönetmek için bu projeleri tercih etmeleri büyük hız kazanmış ve bu tür projelere yapılan yatırımlar da buna paralel olarak büyük artış göstermiştir. Büyük ölçekli kentsel proje türlerinden biri olan mega projelerin en önemli ayırt edici özelliği, projeleri maliyet unsurunu göze alarak sınıflandırmasıdır. Mega proje olarak tanımlanan projeler maliyeti milyon dolar (Euro,Sterlin) olan projelerdir. Kentsel projeler dışında madencilik, havacılık, savunma, bilgi ve iletişim teknolojileri gibi pek çok alanda görülen bu projeler, küresel olarak yılda yaklaşıl 6-9 trilyon dolar yatırım gerektirmektedir. Bu maliyet toplam küresel GSYH'nin %8'ine denk gelmektedir. Mega projelerin doğasında olan maliyet aşımları ve geciken teslimatlar da göz önüne alındığında, bu yüksek yatırım maliyetlerinin nasıl karşılandığı kent gündemlerinde önemli yer tutmaya başlamıştır. Kamu-özel sektör arasında kurulan ortaklıklarda son dönemlerde özel sektörün kendisi için belirli güvenceler aramaya başlaması, ekonomik yükün büyük kısmının kamuya ve dolayısıyla vergi mükelleflerine aktarılmasına yol açmıştır. Bu durum, projelerden elde edilen karı yatırımcı kazanırken, borçların kamuya yüklenmesi nedeniyle pek çok tartışmaya yol açmıştır. Diğer yandan, projelerin kamu fonlarıyla sübvanse edilmesi, kamu kaynaklarının kent ve kentlinin ihtiyaçları yerine bu prestij projelerine yönlendirilmesi açısından da tartışılır hale getirmiştir.

Kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi ile birlikte fiyatlarda görülen yüksek artışlar, iş koşullar... more Kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi ile birlikte fiyatlarda görülen yüksek artışlar, iş koşullarının kötüleşmesi, altyapı yatırımlarının gerçekleşmemesi, şirketlerin adil kaynak yönetimi ve eşit hizmet yerine kâr elde etmeye odaklanması gibi olumsuz gelişmeler, büyük toplumsal muhalefetlere yol açmıştır. Halk tabanından yayılarak gerçekleşen bu muhalefetler, kentsel hizmetlerin tekrar kamu eline geçmesi olarak adlandırılabilecek yeniden belediyeleştirme süreçlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Özellikle suyun yeniden belediyeleştirilmesi kampanyaları, suyun kamusal bir " ortak " olduğu ve kamu sahipliliğinde olduğunda halkın daha iyi hizmet alacağı temeline oturmaktadır. Ancak, hizmetlerin sunumu için halk, kamu sektörüne daha büyük güven duysa da çeşitli yasal, siyasi ya da idari sorunlar, bazı kentlerde yeniden belediyeleştirmenin beklendiği ölçüde başarılı gerçekleşememesine neden olmuştur. Bu noktada, halk tabanlı ortaya çıkan yeniden belediyeleştirme faaliyetlerinin yönetim süreçlerinde halk katılımını ne şekilde ele aldığı büyük önem kazanmaktadır. Bu çalışmanın temel amacı, kamuya geri dönen su hizmetlerinin bu yeni süreçte halkın katılımı süreçlerini nasıl ele aldığını irdelemektir.Çalışma kapsamında, yeniden belediyeleştirme sonrası farklı katılım süreçleri yürütmekte olan Paris,Montpellier,Berlin ve Cordoba kentlerinin su yönetim mekanizmaları incelenmiştir. Çalışma sonuçlarına göre, başarısız örneklere ya da çeşitli eksikliklere rağmen, başarılı süreç yöneten bu kentler, gelişmiş kamusal katılım süreçleri yönetmede çok aktörlü yapılarıyla önemli bir ilerleme kaydetmiş görünmektedir.
ABSTRACT
Adverse events associated with the privatization of public services such as continuous price increase, deteriation of working conditions, failure of promised infrastructure investments, focusing on profit instead of fair resource management and equal service led to great public opposition. These opposition that is spreading from the public revealed the process of re-municipalization that can be named as return of urban services to public. Water re-municipalization campaigns are based on the fact that the water is a public " common " and citizens will receive better service if water service is provided by the public. However, although the public has greater confidence in the public sector for the delivery of services, various legal, political or administrative issues have caused some cities to not be as successful as they had been expected. At this point, how the public participation has been addressed in the management process of re-municaplization activities that are spreading from the public is important. The main purpose of this study is to examine how the public participation processes be addressed in the water service managements that are returned to public in this new era. The study examined the water management mechanisms of Paris, Montpellier, Berlin and Cordoba which have different participation mechanisms after the re-municipalization. According to the results of the study, although there are examples of failures or various deficiencies, these cities which manage successfull participation processes, seem to have made considerable progress via their multi-actor structures in managing the process of improved public participation.

The main purpose of this study is making a comparison of Environmental Impact Assessment (EIA) sy... more The main purpose of this study is making a comparison of Environmental Impact Assessment (EIA) system applied in Turkey with EU that applies EIA to provide conformity with environmental regulations of member states and to eliminate economical and trading imbalances. The sources that are used for analyzes are based on the legislations in force. The study examines the key components of the EIA process for both legislative systems in view of the fact that the EIA processes basically involve the same steps although different rules have been adopted within the legislation of different countries or institutions. In this context, the study compares these following issues for both systems: the general characteristics of each EIA systems, project types subject to EIA, screening processes, people or authorities that are responsible for preparing EIA, payers of the EIA reports, initiating the EIA process, scoping processes, types of impacts considered, evaluation of alternatives, mitigation measures, completion and evaluation periods of the EIA reports, final decisions, decisions about the most environmentally friendly alternative, existence and features of monitoring processes and public participation.
The main purpose of this study is to determine the amendments of Environmental Impact Assessment(... more The main purpose of this study is to determine the amendments of Environmental Impact Assessment(EIA) regulations both in Turkey and in the European Union(EU) to analyze the conformity of regulations and to reveal the differences between projects and project capacities that subject to EIA by the laws. In this context, the study will examine the entire regulations enacted at both legal systems and will determine the quantity and features of the amendment made in regulations in Turkey. After the amendments made in the regulations in Turkey are determined, the study will analyze how many of them are in conformity with the EU Directive and will try to strategize the steps that should be taken by Turkey in EIA which is one of the horizontal topics of the environmental issues covered by negotiations.

8 Kasım Dünya Şehircilik Günü 39.Kolokyumu Bildiriler Kitabı Cilt-I
Geçmiş dönemlerde kent yönetimlerinin öncelikli görevi, bölge yaşayanlarının temel ihtiyaçlarını ... more Geçmiş dönemlerde kent yönetimlerinin öncelikli görevi, bölge yaşayanlarının temel ihtiyaçlarını karşılamak üzerine kurgulanmış, bu dönemlerde kentler kamusal sistem ve hizmetlerindeki başarıları ile ünlenmiştir. Endüstriyel dönem boyunca, 1970’lerin başlarına kadar devam eden bu süreçte, kentsel yönetimler eğitim, sağlık, güvenlik gibi temel kamusal hizmetleri sağlayan kentlerin yöneticileri olarak işlev görmüştür (EISINGER, 2000).
1970 sonrası dönemde hükümetin yeniden dağıtım faaliyetleri, küreselleşmenin mevcut eğilimleri içinde olmadığından artık demode bir politika olarak görülmeye başlanmıştır (MacLeod, 2002). Harvey’in kentsel yönetişimin yönetsel formundan girişimci formuna geçiş olarak tanımladığı bu süreçle, özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki kentsel yönetim süreçlerinde ana odak temel minimum standartları ve kamusal hizmetleri sağlamaktan ekonomik büyüme için uygun ortamı sağlamaya yönelmiştir (HARVEY, 1989).
Yaşanan bu sürecin günümüz kentlerinde iki farklı etkisi olmuştur. Hizmet odağında yaşanan bu değişme ilk olarak belediyelerin rolünün değişmesine neden olmuştur. Refah devletinin geri çekilmesi, iş ve yatırım yaratmanın bir yolu olarak büyüme yanlısı politikaları izlemeleri için yerel yönetimler üzerinde güçlü bir baskı yaratmıştır (COOK, 2004). Böylece daha önceden kente ve kentliye ayrılan kaynaklar artık kentler arasındaki iş, yatırım ve turist çekmek için artan rekabet nedeniyle kentin imajını değiştirecek, tüketimi vurgulayan mekânlar oluşturmak ve yabancı turist ve yatırımcıları çekecek projeler yaratmaya ayrılmaya başlanmıştır. Böylece özellikle sanayinin terk ettiği kent merkezleri başta olmak üzere, kentsel rekabette avantaj elde etmek isteyen kentlerde birer birer büyük ölçekli, prestij odaklı kentsel projeler görülmeye başlanmıştır.
İlk örnekleri başarılı olduktan sonra birbirinin kopyası olarak birçok şehirde ortaya çıkmaya başlayan büyük ölçekli projeler tekel rantı elde edebilecekleri konumlarda, bu projeler için yeterli büyüklükte alanlara sahip ve çoğu zaman birbiriyle yakın konumlanmış parsellerde projelendirilmektedir. Eski sanayi alanlarının dönüşümü ile gerçekleştirilmeye başlanan bu süreç ne yazık ki daha sonraları geniş kamusal arazilerin üzerlerinde büyük ölçekli projeler yapılmak üzere özel sektöre ya da kamu/özel sektör ortaklıklarına devredilmesine neden olmuştur. Böylece kamusal mekânların ve kamu hizmetlerinin üretiminden kaçınmakla başlayan süreç, bir süre sonra mevcut kamusal alanların, kent kültürlerinin de yok edilmesine neden olmuştur. Böylece emeğin yeniden üretiminin maliyetinden kaçınma eğilimine giren sermaye, daha önceki dönemlerde kamu kurumlarına yüklediği bu maliyeti, neoliberal dönemde çalışanlara devretme eğilimine girmiştir. Oysaki şehrin ortak alanları ve aslında bütünü, emeğin kolektif üretiminin sonucudur. Ortak alanları talep etmek bu açıdan emeğin kendi ürünü üzerinde hak iddia etmesinden başka bir şey değildir (HARVEY, 2013).
Bu çalışma, kentteki ortak alanların, hatta kentin tamamının kolektif üretimin sonucunda oluşması fikrinden hareketle, kamusal alanlar başta olmak üzere, kentsel alanlarda birbiri ardına hızla yükseltilen büyük projelere karşı kentlilerin gösterdiği tutumu ve sonucunda elde ettiklerini araştırma amacındadır. Bunun için öncelikle literatürde büyük ölçekli projelerin nasıl tanımlandığı, özelliklerinin ve amaçlarının neler olduğu incelenecektir. Daha sonra, kent hakkı bağlamında, kent sakinlerinin kent mekânı ile ilişkileri ve bu ilişkinin özellikle neoliberalizm sonrasında kentsel mekâna yapılan müdahalelerle ne gibi değişimler geçirdiği incelenecektir. Bu aşamalarda kent sakini, kent mekânları ve büyük ölçekli projeler arasındaki ilişki ortaya konduktan sonra Türkiye’nin küresel rekabete açılan en büyük kapısı olan İstanbul üzerinden büyük ölçekli projelere dair yapılan bir araştırma ile kent sakinlerinin kenti talan eden, yukarıdan inme bu projelere karşı tutumu, gösterdiği muhalefet ve bu muhalefetin gücü incelenecektir.

Urban planning that can be defined as designing the cities according to the foresights for the fu... more Urban planning that can be defined as designing the cities according to the foresights for the future has undergone major changes with exposure of urban areas to major disasters for last 50 years. It is agreed that the most important factor of making disaster resilient city is taking precautions and damage reduction with planning process. In Turkey, disaster sensitive planning approach which started quite late and after the great losses has largely taken place right after the major earthquake occuring in 1999. Thus, the transition from period of transferring disaster hazards to the planning through the synthesis of theresholds to period that geological, geotechnical and microzonation reports are compulsory has been experienced. Making geological surveys in various forms in order to be basis for planning activities in every scale has been obliged by the laws. The outputs of these different analyzes filled reports providing inputs for planning are the site suitability maps which classify settlements in four categories: appropriate areas for settlement, areas for preventive actions, areas require detailed geotechnical survey and inappropriate areas for settlement. Empirical studies show that although microzonation studies have been currently undertaken, plan decisions based on residential areas are quite poor due to the challenges of restricting the development rights, regulating and discharging of those areas. This study aims to examine conformity of planning decisions and existing urban patterns with the site suitability maps produced by microzonation studies in the Istabul, megacity of Turkey.
Keywords: Microzoning, urban planning, disaster risk sensitive land use planning, risk management, suitability maps for site

Abstract
Urban planning that can be defined as designing the cities according to the foresights f... more Abstract
Urban planning that can be defined as designing the cities according to the foresights for the future has undergone major changes with exposure of urban areas to major disasters for last 50 years. It is agreed that the most important factor of making disaster resilient city is taking precautions and damage reduction with planning process. In Turkey, disaster sensitive planning approach which started quite late and after the great losses has largely taken place right after the major earthquake occuring in 1999. Thus, the transition from period of transferring disaster hazards to the planning through the synthesis of theresholds to period that geological, geotechnical and microzonation reports are compulsory has been experienced. Making geological surveys in various forms in order to be basis for planning activities in every scale has been obliged by the laws. The outputs of these different analyzes filled reports providing inputs for planning are the site suitability maps which classify settlements in four categories: appropriate areas for settlement, areas for preventive actions, areas require detailed geotechnical survey and inappropriate areas for settlement. Empirical studies show that although microzonation studies have been currently undertaken, plan decisions based on residential areas are quite poor due to the challenges of restricting the development rights, regulating and discharging of those areas. This study aims to examine conformity of planning decisions and existing urban patterns with the site suitability maps produced by microzonation studies in the Ġstanbul, megacity of Turkey.
Papers by Ayca Celikbilek

Urban planning that can be defined as designing the cities according to the foresights for the fu... more Urban planning that can be defined as designing the cities according to the foresights for the future has undergone major changes with exposure of urban areas to major disasters for last 50 years. It is agreed that the most important factor of making disaster resilient city is taking precautions and damage reduction with planning process. In Turkey, disaster sensitive planning approach which started quite late and after the great losses has largely taken place right after the major earthquake occurring in 1999. Thus, the transition from period of transferring disaster hazards to the planning through the synthesis of thresholds to period that geological, geotechnical and microzonation reports are compulsory has been experienced. Making geological surveys in various forms in order to be basis for planning activities in every scale has been obliged by the laws. The outputs of these different analyzes filled reports providing inputs for planning are the site suitability maps which class...

Medeniyet Sanat, 2016
Kentler, ekonomik ve siyasal değişimlerin, dolayısıyla kültürel değişimlerin, en net okunduğu yer... more Kentler, ekonomik ve siyasal değişimlerin, dolayısıyla kültürel değişimlerin, en net okunduğu yerlerdir. Bu nedenle kentsel doku üzerinde değişiklik yapmaya dair tüm çabalar ilgili dönemin toplumsal yapısı ve bireylerin arzuları ile ilgili büyük ipuçları vermektedir. Bu çalışma, modernizmin ortaya çıktığı dönemden günümüze değin mimari strüktür ve kentsel doku üzerinde ne tür değişimler ya-rattığını ve bu süreçte yaratılan güzellik algısını analiz etmektedir. Bu kapsamda, çalışma ile öncelikle mimari uygulamalar üzerinden modernizmin ideolojileri ve gelişimi irdelenmiş daha sonra ise; Türkiye'de inşaat sektöründe kullanılan tanı-tım ve pazarlama stratejilerinin modernizmin yarattığı güzellik algısı ve arzu etme olgularına nasıl etkide bulunduğu irdelenmiştir. Çalışma sonuçları, Türkiye'de özellikle konut projelerinin pazarlanmasında modern yaşam ve modern mimari kavramlarının yoğun olarak kullanıldığını ortaya koymuştur.

Disaster Science and Engineering, 2016
Urban planning that can be defined as designing the cities according to the foresights for the fu... more Urban planning that can be defined as designing the cities according to the foresights for the future has undergone major changes with exposure of urban areas to major disasters for last 50 years. It is agreed that the most important factor of making disaster resilient city is taking precautions and damage reduction with planning process. In Turkey, disaster sensitive planning approach which started quite late and after the great losses has largely taken place right after the major earthquake occurring in 1999. Thus, the transition from period of transferring disaster hazards to the planning through the synthesis of thresholds to period that geological, geotechnical and microzonation reports are compulsory has been experienced. Making geological surveys in various forms in order to be basis for planning activities in every scale has been obliged by the laws. The outputs of these different analyzes filled reports providing inputs for planning are the site suitability maps which classify settlements in four categories: appropriate areas for settlement, areas for preventive actions, areas require detailed geotechnical survey and inappropriate areas for settlement. Empirical studies show that although microzonation studies have been currently undertaken, plan decisions based on residential areas are quite poor due to the challenges of restricting the development rights, regulating and discharging of those areas. This study aims to examine conformity of planning decisions and existing urban patterns with the site suitability maps produced by microzonation studies in the İstanbul, megacity of Turkey. Index Terms-Microzonation, urban planning, disaster sensitive planning, risk management, suitability maps for settlement, İstanbul

Medeniyet Sanat, 2017
Türkiye'de sanayileşme döneminde yaşanan kentleşme pratikleri, kentsel alanlar-da oldukça derin i... more Türkiye'de sanayileşme döneminde yaşanan kentleşme pratikleri, kentsel alanlar-da oldukça derin izler bırakmıştır. Sanayinin ihtiyaç duyduğu işgücünü sağlamak üzere kırsal alandan büyük kentlere göç eden kişiler, barınma ihtiyaçlarını sağla-mak amacıyla kısa sürede ve çoğunlukla kalitesiz malzemeyle gecekondular inşa etmişlerdir. %98'i deprem bölgesinde yer alan Türkiye'de yaşanan afetler düşük kalitede inşa edilen bu yapıların ve bulundukları kentsel alanların büyük risk altında olduğunu göstermiştir. Bu nedenle, özellikle son 10 yılda bu alanlardaki sağlıksız yerleşim koşullarını ve düşük nitelikli yapı kalitelerini iyileştirmek amacıyla kentsel dönüşüm çalışmaları başlatılmış ve bu konuda birçok yasal düzenleme yapılmıştır. 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, Türkiye genelinde kapsamlı bir kentsel dönüşüm süreci yaratması açısından öne çıkmak-tadır. Bu çalışma ile 6306 sayılı kanun uyarınca Türkiye'deki afet riskli alanlarda/yapılar-da yürütülen kentsel dönüşüm uygulamalarının temel prensipleri ele alınacak ve süreç İzmir'deki uygulamaların ilgili kanunlar ve planlama faaliyetleri ile olan ilişkisi aracılığıyla irdelenecektir. Bu kapsamda, çalışma ile öncelikle 6306 sayılı kanunun temel esasları ve kentsel dönüşüm ile ilgili temel kentsel dönüşüm uygulamalarına getirdiği yenilikler incelenecektir. Daha sonra ise; İzmir'deki riskli yapı, riskli alan ve rezerv alanların ayrıntılı incelemeleri yapılacak ve bu alanların planlama çalışmala-rında ele alınış şekilleri ve üzerinde verilen hükümler ile yürütülen dönüşüm çalış-malarının uyumu irdelenecektir. Bu bağlamda çalışma ile planlama çalışmaları ile "sağlıklılaştırma ve yenileme alanı" ilan edilen alanların kanunlar kapsamında "riskli alan" ilan edilen alanlar ile mekansal uyumları, riskli alan ilan edilen bölgeler ve bu bölgelerde yürütülen planlama faaliyetleri, riskli yapı müracaat ve sonuçları, yıkılan riskli yapı sayıları, il genelinde önerilen riskli alanlar, bu alanlarda yetkilerin kimde olduğu ve bu oranın il genelinde nasıl değiştiği, kişilere yapılan kira yardımları gibi hususlar incelenecektir.
Uploads
Conference Presentations by Ayca Celikbilek
küreselleşme ile ortaya çıkan hızın kentleri nasıl etkilediğini inceleme amacındadır. Bu
bağlamda, bu ideolojiye karşı oluşturulan Citta Slow ( Slow City) hareketinin, kentlerdeki
birörnekleşme ve hıza karşı ne tür öneriler geliştirdiğini incelemektedir. Çalışma ile öncelikli
olarak Citta Slow ve Slow City hareketleri ile ilgili literatür taranarak özellikleri ve prensipleri
belirlenmiş, daha sonra örnek kentler üzerinden bu hareketin kent üzerindeki etkileri
belirlenmiştir. Çalışma bulguları, günümüzde neoliberalizm ideolojisi ile yaratılan gelişimin
projelerinin kenti talebe göre pazarlayarak sattığını, Citta Slow felsefesinin de ironik olarak
kentleri satmaya yönelik işletildiğini ortaya koymaktadır.
Çalışmada öncelikle kentlerin neden büyük ölçekli projelere ihtiyaç duyduğuna dair literatür taraması yapılmış, daha sonra bu tür projelerin en bilinen örnekleri üzerinden bir değerlendirme yapılarak , kentsel yenilemedeki rolleri, proje süreçleri ve geri dönüşleri değerlendirilmiştir. Çalışma sonucunda, bu tür projelerin alanın pazarlanması için çoğunlukla maliyetlerinin göz ardı edilerek, eşsiz olacak şekilde tasarlandığı ve süreçlerindeki sorunlar nedeniyle yerel halka geri dönüş sağlayamadığı ve kentte parçalanmalara neden olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
biridir. Temel amaçlarından biri bölgedeki kaynakların en verimli şekilde kullanımı ile ekonomik kalkınmayı
sağlamak ve sürdürmek olan bu planlar için sektörel gelişim kararları kritik öneme sahiptir. Bu nedenle, bölge
içerisinde hangi sektörlerin gelişimine ağırlık verileceği, bu gelişmeler için seçilecek lokasyonlar, kalkınmayı
destekleyecek işgücü ve işgücünün ihtiyaç duyduğu kentsel çevrenin sağlanması konuları üzerinde çalışılarak,
doğru stratejiler kurulması gereken konulardır. Aksi halde sadece hedefe ulaşmak zorlaşmayacak, kaynakların
israfı ve zaman kaybı da yaşanacaktır. Ancak ülkemizdeki bölge planları incelendiğinde, pek çoğunun mevcut
durum analizleri ve sözel, tekdüze stratejilerden ileri gidemediği, ekonomik faaliyetlerin yer seçimleri ve gelişim
stratejileri için yeterli düzeyde analiz ve hesaplamaların yapılmadığı görülmektedir. Öte yandan, sektörel
yatırımların bir kısmının da planlama süreçleri dışında, ihtiyaçlardan ziyade yüksek getirisi olan alanlara yapılan
yatırımlara, yatırımcıların seçim ve arzularına göre şekillendiği aşikardır. Bu çalışmanın temel amacı,
Türkiye’deki bölge planlama çalışmalarında ekonomik faaliyetlerin ve sektörel yapının analiz edilmesi için farklı
bir bakış açısı geliştirmek ve sektörel gelişim şemalarının kurgulanması için planlamada yararlanılabilecek
niceliksel yöntemleri tartışmaktır. Bu bağlamda, çalışma kapsamında bölgesel ekonomik yapıların
çözümlenmesinde kullanılan ekonomik temelli modellerden biri olan minimum gereksinmeler tekniğinin
planlama çalışmalarında nasıl kullanılabileceğinden bahsedilecek ve bölgelerdeki temel ve yerel sektörlerin bu
teknik ile nasıl belirlenebileceği TRB1 Bölgesi üzerinden yapılacak hesaplamalarla irdelenecektir.
resources that will meet the needs of future generations. The concept of “sustainable development” which became well known around the world with the 1987 Brundtland Report,
has turned out to be a generally accepted major concept of universal and national scale environmental protection policies. The concept of sustainability covers all the local to global activities related to politics and tourism. The main objectives regarding development of sustainable tourism envisaged by international organizations such as the United Nations Environment Programme (UNEP) and World Tourism Organization (WTO) for destinations or regions with tourism potential also have an approach that contains the economic, environmental, and social dimensions that are in harmony with each other, that are relevant, and that highlight the local in the national, regional, and local levels and that foresees the participation of all stakeholders.The focus of this article is the indicators that constitute the basis for the tools for measuring sustainable tourism and indicators of sustainable tourism and their importance are discussed in the study. The indicators are considered a guiding tool for actors such as managers and planners, who assume responsibilities in tourism development in destinations or regions where tourism activities are intense or desired to be developed, in the measurability of environmental, economic, and social factors.
ABSTRACT
Adverse events associated with the privatization of public services such as continuous price increase, deteriation of working conditions, failure of promised infrastructure investments, focusing on profit instead of fair resource management and equal service led to great public opposition. These opposition that is spreading from the public revealed the process of re-municipalization that can be named as return of urban services to public. Water re-municipalization campaigns are based on the fact that the water is a public " common " and citizens will receive better service if water service is provided by the public. However, although the public has greater confidence in the public sector for the delivery of services, various legal, political or administrative issues have caused some cities to not be as successful as they had been expected. At this point, how the public participation has been addressed in the management process of re-municaplization activities that are spreading from the public is important. The main purpose of this study is to examine how the public participation processes be addressed in the water service managements that are returned to public in this new era. The study examined the water management mechanisms of Paris, Montpellier, Berlin and Cordoba which have different participation mechanisms after the re-municipalization. According to the results of the study, although there are examples of failures or various deficiencies, these cities which manage successfull participation processes, seem to have made considerable progress via their multi-actor structures in managing the process of improved public participation.
1970 sonrası dönemde hükümetin yeniden dağıtım faaliyetleri, küreselleşmenin mevcut eğilimleri içinde olmadığından artık demode bir politika olarak görülmeye başlanmıştır (MacLeod, 2002). Harvey’in kentsel yönetişimin yönetsel formundan girişimci formuna geçiş olarak tanımladığı bu süreçle, özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki kentsel yönetim süreçlerinde ana odak temel minimum standartları ve kamusal hizmetleri sağlamaktan ekonomik büyüme için uygun ortamı sağlamaya yönelmiştir (HARVEY, 1989).
Yaşanan bu sürecin günümüz kentlerinde iki farklı etkisi olmuştur. Hizmet odağında yaşanan bu değişme ilk olarak belediyelerin rolünün değişmesine neden olmuştur. Refah devletinin geri çekilmesi, iş ve yatırım yaratmanın bir yolu olarak büyüme yanlısı politikaları izlemeleri için yerel yönetimler üzerinde güçlü bir baskı yaratmıştır (COOK, 2004). Böylece daha önceden kente ve kentliye ayrılan kaynaklar artık kentler arasındaki iş, yatırım ve turist çekmek için artan rekabet nedeniyle kentin imajını değiştirecek, tüketimi vurgulayan mekânlar oluşturmak ve yabancı turist ve yatırımcıları çekecek projeler yaratmaya ayrılmaya başlanmıştır. Böylece özellikle sanayinin terk ettiği kent merkezleri başta olmak üzere, kentsel rekabette avantaj elde etmek isteyen kentlerde birer birer büyük ölçekli, prestij odaklı kentsel projeler görülmeye başlanmıştır.
İlk örnekleri başarılı olduktan sonra birbirinin kopyası olarak birçok şehirde ortaya çıkmaya başlayan büyük ölçekli projeler tekel rantı elde edebilecekleri konumlarda, bu projeler için yeterli büyüklükte alanlara sahip ve çoğu zaman birbiriyle yakın konumlanmış parsellerde projelendirilmektedir. Eski sanayi alanlarının dönüşümü ile gerçekleştirilmeye başlanan bu süreç ne yazık ki daha sonraları geniş kamusal arazilerin üzerlerinde büyük ölçekli projeler yapılmak üzere özel sektöre ya da kamu/özel sektör ortaklıklarına devredilmesine neden olmuştur. Böylece kamusal mekânların ve kamu hizmetlerinin üretiminden kaçınmakla başlayan süreç, bir süre sonra mevcut kamusal alanların, kent kültürlerinin de yok edilmesine neden olmuştur. Böylece emeğin yeniden üretiminin maliyetinden kaçınma eğilimine giren sermaye, daha önceki dönemlerde kamu kurumlarına yüklediği bu maliyeti, neoliberal dönemde çalışanlara devretme eğilimine girmiştir. Oysaki şehrin ortak alanları ve aslında bütünü, emeğin kolektif üretiminin sonucudur. Ortak alanları talep etmek bu açıdan emeğin kendi ürünü üzerinde hak iddia etmesinden başka bir şey değildir (HARVEY, 2013).
Bu çalışma, kentteki ortak alanların, hatta kentin tamamının kolektif üretimin sonucunda oluşması fikrinden hareketle, kamusal alanlar başta olmak üzere, kentsel alanlarda birbiri ardına hızla yükseltilen büyük projelere karşı kentlilerin gösterdiği tutumu ve sonucunda elde ettiklerini araştırma amacındadır. Bunun için öncelikle literatürde büyük ölçekli projelerin nasıl tanımlandığı, özelliklerinin ve amaçlarının neler olduğu incelenecektir. Daha sonra, kent hakkı bağlamında, kent sakinlerinin kent mekânı ile ilişkileri ve bu ilişkinin özellikle neoliberalizm sonrasında kentsel mekâna yapılan müdahalelerle ne gibi değişimler geçirdiği incelenecektir. Bu aşamalarda kent sakini, kent mekânları ve büyük ölçekli projeler arasındaki ilişki ortaya konduktan sonra Türkiye’nin küresel rekabete açılan en büyük kapısı olan İstanbul üzerinden büyük ölçekli projelere dair yapılan bir araştırma ile kent sakinlerinin kenti talan eden, yukarıdan inme bu projelere karşı tutumu, gösterdiği muhalefet ve bu muhalefetin gücü incelenecektir.
Keywords: Microzoning, urban planning, disaster risk sensitive land use planning, risk management, suitability maps for site
Urban planning that can be defined as designing the cities according to the foresights for the future has undergone major changes with exposure of urban areas to major disasters for last 50 years. It is agreed that the most important factor of making disaster resilient city is taking precautions and damage reduction with planning process. In Turkey, disaster sensitive planning approach which started quite late and after the great losses has largely taken place right after the major earthquake occuring in 1999. Thus, the transition from period of transferring disaster hazards to the planning through the synthesis of theresholds to period that geological, geotechnical and microzonation reports are compulsory has been experienced. Making geological surveys in various forms in order to be basis for planning activities in every scale has been obliged by the laws. The outputs of these different analyzes filled reports providing inputs for planning are the site suitability maps which classify settlements in four categories: appropriate areas for settlement, areas for preventive actions, areas require detailed geotechnical survey and inappropriate areas for settlement. Empirical studies show that although microzonation studies have been currently undertaken, plan decisions based on residential areas are quite poor due to the challenges of restricting the development rights, regulating and discharging of those areas. This study aims to examine conformity of planning decisions and existing urban patterns with the site suitability maps produced by microzonation studies in the Ġstanbul, megacity of Turkey.
Papers by Ayca Celikbilek
küreselleşme ile ortaya çıkan hızın kentleri nasıl etkilediğini inceleme amacındadır. Bu
bağlamda, bu ideolojiye karşı oluşturulan Citta Slow ( Slow City) hareketinin, kentlerdeki
birörnekleşme ve hıza karşı ne tür öneriler geliştirdiğini incelemektedir. Çalışma ile öncelikli
olarak Citta Slow ve Slow City hareketleri ile ilgili literatür taranarak özellikleri ve prensipleri
belirlenmiş, daha sonra örnek kentler üzerinden bu hareketin kent üzerindeki etkileri
belirlenmiştir. Çalışma bulguları, günümüzde neoliberalizm ideolojisi ile yaratılan gelişimin
projelerinin kenti talebe göre pazarlayarak sattığını, Citta Slow felsefesinin de ironik olarak
kentleri satmaya yönelik işletildiğini ortaya koymaktadır.
Çalışmada öncelikle kentlerin neden büyük ölçekli projelere ihtiyaç duyduğuna dair literatür taraması yapılmış, daha sonra bu tür projelerin en bilinen örnekleri üzerinden bir değerlendirme yapılarak , kentsel yenilemedeki rolleri, proje süreçleri ve geri dönüşleri değerlendirilmiştir. Çalışma sonucunda, bu tür projelerin alanın pazarlanması için çoğunlukla maliyetlerinin göz ardı edilerek, eşsiz olacak şekilde tasarlandığı ve süreçlerindeki sorunlar nedeniyle yerel halka geri dönüş sağlayamadığı ve kentte parçalanmalara neden olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
biridir. Temel amaçlarından biri bölgedeki kaynakların en verimli şekilde kullanımı ile ekonomik kalkınmayı
sağlamak ve sürdürmek olan bu planlar için sektörel gelişim kararları kritik öneme sahiptir. Bu nedenle, bölge
içerisinde hangi sektörlerin gelişimine ağırlık verileceği, bu gelişmeler için seçilecek lokasyonlar, kalkınmayı
destekleyecek işgücü ve işgücünün ihtiyaç duyduğu kentsel çevrenin sağlanması konuları üzerinde çalışılarak,
doğru stratejiler kurulması gereken konulardır. Aksi halde sadece hedefe ulaşmak zorlaşmayacak, kaynakların
israfı ve zaman kaybı da yaşanacaktır. Ancak ülkemizdeki bölge planları incelendiğinde, pek çoğunun mevcut
durum analizleri ve sözel, tekdüze stratejilerden ileri gidemediği, ekonomik faaliyetlerin yer seçimleri ve gelişim
stratejileri için yeterli düzeyde analiz ve hesaplamaların yapılmadığı görülmektedir. Öte yandan, sektörel
yatırımların bir kısmının da planlama süreçleri dışında, ihtiyaçlardan ziyade yüksek getirisi olan alanlara yapılan
yatırımlara, yatırımcıların seçim ve arzularına göre şekillendiği aşikardır. Bu çalışmanın temel amacı,
Türkiye’deki bölge planlama çalışmalarında ekonomik faaliyetlerin ve sektörel yapının analiz edilmesi için farklı
bir bakış açısı geliştirmek ve sektörel gelişim şemalarının kurgulanması için planlamada yararlanılabilecek
niceliksel yöntemleri tartışmaktır. Bu bağlamda, çalışma kapsamında bölgesel ekonomik yapıların
çözümlenmesinde kullanılan ekonomik temelli modellerden biri olan minimum gereksinmeler tekniğinin
planlama çalışmalarında nasıl kullanılabileceğinden bahsedilecek ve bölgelerdeki temel ve yerel sektörlerin bu
teknik ile nasıl belirlenebileceği TRB1 Bölgesi üzerinden yapılacak hesaplamalarla irdelenecektir.
resources that will meet the needs of future generations. The concept of “sustainable development” which became well known around the world with the 1987 Brundtland Report,
has turned out to be a generally accepted major concept of universal and national scale environmental protection policies. The concept of sustainability covers all the local to global activities related to politics and tourism. The main objectives regarding development of sustainable tourism envisaged by international organizations such as the United Nations Environment Programme (UNEP) and World Tourism Organization (WTO) for destinations or regions with tourism potential also have an approach that contains the economic, environmental, and social dimensions that are in harmony with each other, that are relevant, and that highlight the local in the national, regional, and local levels and that foresees the participation of all stakeholders.The focus of this article is the indicators that constitute the basis for the tools for measuring sustainable tourism and indicators of sustainable tourism and their importance are discussed in the study. The indicators are considered a guiding tool for actors such as managers and planners, who assume responsibilities in tourism development in destinations or regions where tourism activities are intense or desired to be developed, in the measurability of environmental, economic, and social factors.
ABSTRACT
Adverse events associated with the privatization of public services such as continuous price increase, deteriation of working conditions, failure of promised infrastructure investments, focusing on profit instead of fair resource management and equal service led to great public opposition. These opposition that is spreading from the public revealed the process of re-municipalization that can be named as return of urban services to public. Water re-municipalization campaigns are based on the fact that the water is a public " common " and citizens will receive better service if water service is provided by the public. However, although the public has greater confidence in the public sector for the delivery of services, various legal, political or administrative issues have caused some cities to not be as successful as they had been expected. At this point, how the public participation has been addressed in the management process of re-municaplization activities that are spreading from the public is important. The main purpose of this study is to examine how the public participation processes be addressed in the water service managements that are returned to public in this new era. The study examined the water management mechanisms of Paris, Montpellier, Berlin and Cordoba which have different participation mechanisms after the re-municipalization. According to the results of the study, although there are examples of failures or various deficiencies, these cities which manage successfull participation processes, seem to have made considerable progress via their multi-actor structures in managing the process of improved public participation.
1970 sonrası dönemde hükümetin yeniden dağıtım faaliyetleri, küreselleşmenin mevcut eğilimleri içinde olmadığından artık demode bir politika olarak görülmeye başlanmıştır (MacLeod, 2002). Harvey’in kentsel yönetişimin yönetsel formundan girişimci formuna geçiş olarak tanımladığı bu süreçle, özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki kentsel yönetim süreçlerinde ana odak temel minimum standartları ve kamusal hizmetleri sağlamaktan ekonomik büyüme için uygun ortamı sağlamaya yönelmiştir (HARVEY, 1989).
Yaşanan bu sürecin günümüz kentlerinde iki farklı etkisi olmuştur. Hizmet odağında yaşanan bu değişme ilk olarak belediyelerin rolünün değişmesine neden olmuştur. Refah devletinin geri çekilmesi, iş ve yatırım yaratmanın bir yolu olarak büyüme yanlısı politikaları izlemeleri için yerel yönetimler üzerinde güçlü bir baskı yaratmıştır (COOK, 2004). Böylece daha önceden kente ve kentliye ayrılan kaynaklar artık kentler arasındaki iş, yatırım ve turist çekmek için artan rekabet nedeniyle kentin imajını değiştirecek, tüketimi vurgulayan mekânlar oluşturmak ve yabancı turist ve yatırımcıları çekecek projeler yaratmaya ayrılmaya başlanmıştır. Böylece özellikle sanayinin terk ettiği kent merkezleri başta olmak üzere, kentsel rekabette avantaj elde etmek isteyen kentlerde birer birer büyük ölçekli, prestij odaklı kentsel projeler görülmeye başlanmıştır.
İlk örnekleri başarılı olduktan sonra birbirinin kopyası olarak birçok şehirde ortaya çıkmaya başlayan büyük ölçekli projeler tekel rantı elde edebilecekleri konumlarda, bu projeler için yeterli büyüklükte alanlara sahip ve çoğu zaman birbiriyle yakın konumlanmış parsellerde projelendirilmektedir. Eski sanayi alanlarının dönüşümü ile gerçekleştirilmeye başlanan bu süreç ne yazık ki daha sonraları geniş kamusal arazilerin üzerlerinde büyük ölçekli projeler yapılmak üzere özel sektöre ya da kamu/özel sektör ortaklıklarına devredilmesine neden olmuştur. Böylece kamusal mekânların ve kamu hizmetlerinin üretiminden kaçınmakla başlayan süreç, bir süre sonra mevcut kamusal alanların, kent kültürlerinin de yok edilmesine neden olmuştur. Böylece emeğin yeniden üretiminin maliyetinden kaçınma eğilimine giren sermaye, daha önceki dönemlerde kamu kurumlarına yüklediği bu maliyeti, neoliberal dönemde çalışanlara devretme eğilimine girmiştir. Oysaki şehrin ortak alanları ve aslında bütünü, emeğin kolektif üretiminin sonucudur. Ortak alanları talep etmek bu açıdan emeğin kendi ürünü üzerinde hak iddia etmesinden başka bir şey değildir (HARVEY, 2013).
Bu çalışma, kentteki ortak alanların, hatta kentin tamamının kolektif üretimin sonucunda oluşması fikrinden hareketle, kamusal alanlar başta olmak üzere, kentsel alanlarda birbiri ardına hızla yükseltilen büyük projelere karşı kentlilerin gösterdiği tutumu ve sonucunda elde ettiklerini araştırma amacındadır. Bunun için öncelikle literatürde büyük ölçekli projelerin nasıl tanımlandığı, özelliklerinin ve amaçlarının neler olduğu incelenecektir. Daha sonra, kent hakkı bağlamında, kent sakinlerinin kent mekânı ile ilişkileri ve bu ilişkinin özellikle neoliberalizm sonrasında kentsel mekâna yapılan müdahalelerle ne gibi değişimler geçirdiği incelenecektir. Bu aşamalarda kent sakini, kent mekânları ve büyük ölçekli projeler arasındaki ilişki ortaya konduktan sonra Türkiye’nin küresel rekabete açılan en büyük kapısı olan İstanbul üzerinden büyük ölçekli projelere dair yapılan bir araştırma ile kent sakinlerinin kenti talan eden, yukarıdan inme bu projelere karşı tutumu, gösterdiği muhalefet ve bu muhalefetin gücü incelenecektir.
Keywords: Microzoning, urban planning, disaster risk sensitive land use planning, risk management, suitability maps for site
Urban planning that can be defined as designing the cities according to the foresights for the future has undergone major changes with exposure of urban areas to major disasters for last 50 years. It is agreed that the most important factor of making disaster resilient city is taking precautions and damage reduction with planning process. In Turkey, disaster sensitive planning approach which started quite late and after the great losses has largely taken place right after the major earthquake occuring in 1999. Thus, the transition from period of transferring disaster hazards to the planning through the synthesis of theresholds to period that geological, geotechnical and microzonation reports are compulsory has been experienced. Making geological surveys in various forms in order to be basis for planning activities in every scale has been obliged by the laws. The outputs of these different analyzes filled reports providing inputs for planning are the site suitability maps which classify settlements in four categories: appropriate areas for settlement, areas for preventive actions, areas require detailed geotechnical survey and inappropriate areas for settlement. Empirical studies show that although microzonation studies have been currently undertaken, plan decisions based on residential areas are quite poor due to the challenges of restricting the development rights, regulating and discharging of those areas. This study aims to examine conformity of planning decisions and existing urban patterns with the site suitability maps produced by microzonation studies in the Ġstanbul, megacity of Turkey.