Articles by Adil Çelik

Review of Armenian Studies , 2024
This study examines how the Armenian image is reflected in
legends, epics, folk tales and jokes ... more This study examines how the Armenian image is reflected in
legends, epics, folk tales and jokes in the Turkish oral narrative tradition.
Images are fed by stereotypes. In this respect, this study, which aims to
search for images in folklore, primarily clarifies the relationship between
stereotypes and folklore. By touching on the importance of the concept of
“other” in the construction of social identities, it is aimed to reveal how
the Armenian image is stereotyped in folklore and oral narratives. The
research focused on the places with which the Armenian image is
associated, the physical qualities and behavioral patterns of this image.
The data obtained as a result of the scans were subjected to qualitative data analysis. The findings show that the Armenian image in oral memory has become clear both with a function that reminds the Turkish society of the behavioral patterns it should exhibit and with a meaning that resembles common shared values. It has also been revealed how the skills of Armenians in various professions found a place in social memory. In
addition, it has been revealed that the image of Armenians as the other is
constructed as an alternative of a cluster intertwined with religious and
national identity, which has the potential for variability. As a result, it can be said that the Armenian image, with its positive and negative qualities, holds an important place in Turkish social memory.

CUJOSS, 2023
The history of the debates on the preservation of culture has progressed in parallel with the his... more The history of the debates on the preservation of culture has progressed in parallel with the history of folklore research, and a two-century-old literature has been formed on this subject. Although there are many conservation models proposed in the debates on the preservation of traditional culture, they contain two basic understandings in essence. The first and older conservation approach proposes to preserve folklore by freezing it, while the second and more modern approach proposes to preserve folklore by keeping it alive. In this article, İbrahim Aslanoğlu's (d. 1995) conservation approaches are questioned. As a result of the evaluations, it was seen that İbrahim Aslanoğlu understood folklore as a dull type of knowledge and had thoughts that this dull knowledge should be represented without deteriorating its formal qualities. However, the findings obtained regarding the 1964 Sivas Folk Poets' Festival, which was organized under the leadership of Aslanoğlu, show that Aslanoğlu was also aware of the dynamic aspect of folklore and that he had ideas that one of the ways to keep traditional culture alive was transmission. From the findings obtained, it is understood that Aslanoğlu, who passionately pursued folk knowledge in the provinces of Anatolia at a time when technical possibilities were not as widespread and accessible as they are today, was a visionary folklore lover in every respect. There are lessons to be learned from Aslanoğlu's passion for folklore in understanding the importance of the XXI century folklorists, materials and source persons.

Folklor Akademi Dergisi, 2023
In the 19th century, as mass production became dominant throughout the world, it was observed tha... more In the 19th century, as mass production became dominant throughout the world, it was observed that consumption was also serialised and quite different groups of people were tried to be united around the "culture of consumption". In a globalised world, instead of a traditional, homogeneous human profile that sees itself as emotionally connected to other members of society, an increasingly industrialised human perception that exhibits "materialistic" characteristics by eliminating the central values in life has been tried to be placed; thus, a cultural environment called "mass culture" has been created.In this respect, it is known that not only commodities, but also literature, music, cinema, painting, images, architecture or other intellectual products were industrialised and included in the consumption process and rapidly opened to the market. Adorno and Horkheimer, members of the Frankfurt School, negated this situation, which led to the loss of the specific weight of artistic and intellectual products under commercial pressure, under the name of "culture industry" and caused a negative perspective to prevail in social theory for a long time against this industrialisation. However, at the point reached today, it is understood that these commercial areas, which have long surpassed heavy industries in terms of the volume of business they provide and each of which has become a large sector, are called "creative industries" and almost all developed countries, especially Western societies, make large investments in these industries and earn high profits. In this respect, this study focuses on these creative industries and by referring to the fact that these industries feed on cultural life, it tries to offer some solutions on how these industries can process Âşık Veysel, who has a great importance in Turkish cultural memory. In this respect, it has been tried to be shown that Âşık Veysel and his cultural heritage can be used effectively in different creative industries such as music, literature and theatre, tourism and cinema, museums and artistic exhibitions, design, fashion, promotion, advertising, software and festivals, and thus, by producing "surplus value", Veysel's legacy, which is a milestone for our cultural life, can be kept alive and sustainable development can be achieved. In addition, it has been tried to show that Âşık Veysel Şatıroğlu, who was included in the UNESCO Commemoration and Celebration Anniversaries Programme on the 50th anniversary of his death and who appears as an important figure for Turkish cultural life, is a great resource not only for folklore and Turkology but also for many different disciplines and fields.

Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi SBE Dergisi, 2021
Geleneksel kültürlerin kendilerine özgü yapıları içinde atasözleri ve akrabalık sistemleri, bu ... more Geleneksel kültürlerin kendilerine özgü yapıları içinde atasözleri ve akrabalık sistemleri, bu toplumlara dair anlam üretiminde ayrı ayrı önemlere sahiptir. Atasözleri üzerine oluşmuş olan literatürün üzerinde uzlaştığı hususlardan biri; toplumsal değerlerin atasözlerine içkin olduğu şeklindedir. Öte yandan yalnızca akrabalık sistemleri üzerinden herhangi bir topluluğun sosyal aktivitelerinin tamamını anlamanın mümkün olduğu düşünülmektedir. Halkbilimi literatürü içerisinde atasözleri ve akrabalık konuları ayrı ayrı ele alınmış olsa da atasözleri içerisinde akrabalık temasını araştıran bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışma içerisinde Türkiye Türkçesinde yazıya geçirilmiş atasözlerinde yer alan akrabalığa dair yargılar belirlenip söz konusu yargıların hangi hususlar üzerine yoğunlaştığı saptanarak soy ve akrabalığa dair toplumsal bellekteki kalıplaşmış fikirlere ulaşılmaya çalışılmıştır. Atasözlerinden elde edilen bulgulardan hareketle geleneksel kültürde soy ve bireyin karakteri arasında bir ilişkinin varlığına dair kabullerden bahsedilebilir. Bireyi, soyu üzerinden değerlendirmeyi öneren bu genellemeci yaklaşımın folklorun doğasına da fazlasıyla uygun olduğu söylenebilir. Soya dair bu genel yargının dışında belli başlı akrabalık rollerinin de genel olarak çağrıştırdığı anlamlar bulunmaktadır. Babanın miras, annenin ise merhamet kaynağı olarak görülmesi; kardeşlerin hemen her koşulda işbirliği içerisinde olmasına dair kabuller, oğlan çocuğunun ailenin sigortası olarak kabul edilmesi, kızların ise evlilik teması üzerinden kavramsallaştırılması gibi durumlara dair yargılar atasözlerinde bolca tekrar edilmiştir. Buna ek olarak atasözleri içerisinde baba-oğul, ana-kız, gelin-kaynana gibi yaşlı ve genç olanın mukayese edildiği durumlarda yaşlı olanların onaylanıp gençlerin ise eleştirilerek yaşlılara benzemeye davet edilmesi de oldukça yaygın bir durumdur. Nihai olarak atasözlerinin geleneksel kültür içerisinde akrabalığa dair fikirleri oldukça karmaşık bazı işlevler ile muhafaza ettiği söylenebilir.

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2021
Öz İnsan grupları ve onların yaşadığı mekânlar arasında karşılıklı bir etkileşim sürecinin olduğu... more Öz İnsan grupları ve onların yaşadığı mekânlar arasında karşılıklı bir etkileşim sürecinin olduğu ve her bir adın arka planında barındırdığı hikâye açısından folklorik bir anlam taşıdığı bilinmektedir. Bu adlardan bir kısmı yer adlarıdır (toponimi) ve yer adları halkbilimi disiplininin içinde sadece coğrafi alanları ve yerleşim yerlerini değil aynı zamanda yerleşim yerlerinin daha küçük parçaları olan mahalle, cadde, işyeri gibi mekânların adlarını da kapsayan bir çalışma alanıdır. Herhangi bir toplumun zihinsel haritasını, kullandığı adlardan kavrayabilmenin mümkün olduğu varsayımından hareketle bu çalışmada Sivas cadde isimleri üzerinden Sivas kent belleğine dair çıkarımlar yapılması hedeflenmektedir. Sivas Belediyesinden 2020 yılında alınan veriler doğrultusunda Sivas'ta bulunan 278 cadde ismi sınıflandırılarak değerlendirilmiştir. Sınıflandırma sonucunda cadde isimlerinin en önemli kaynağı olarak kişi adları belirginleşmektedir. Adları caddelere verilen kişilerin en önemli niteliklerinden birinin, Sivas'ın yerel kültürü ile ulusal kültür arasında bir bağ işlevi üstlenmeleri olduğu saptanmıştır. Böylelikle cadde adlarının da katkısı ile biçimlenen kent belleğinde, ulusal bütünün bir parçası olmaya dair fikirlerin daima muhafaza edildiği görülür. Kişi adları dışında çevresel faktörler, tarihî temalar, kentler ve meslekler de bu sınıflandırmada belirginleşen gruplar olarak kent belleğine dair verileri içerir. Ayrıca cadde adları üzerinden yaşatılan kimlik bilincinde; yatırlardan âşıklara uzanan sembollerle halk kültürünün de önemli bir yer tuttuğu saptanmıştır.

folklor/edebiyat, 2021
Köklerini sözlü kültürden alan Türk mizah yayıncılığı, dönem dönem atlattığı badirelere rağmen bi... more Köklerini sözlü kültürden alan Türk mizah yayıncılığı, dönem dönem atlattığı badirelere rağmen bir buçuk asırlık süreç boyunca kendi geleneğini oluşturmuş ve bu geleneğin içinden güçlü karikatüristlerin çizgileriyle biçimlenerek klasikleşmiş pek çok kahraman ortaya çıkmıştır. Söz konusu kahramanlar tıpkı geleneksel anlatılardaki Nasrettin Hoca, Bektaşi, Karagöz, Kavuklu ve daha nice örnek gibi ortak belleğe yerleşerek folklorik bir anlama kavuşmuştur. Bu kahramanlardan birinin anlatısı olan ve "Aşkımızın Meyvesi Aytek" adıyla Uykusuz Dergisi'nde Umut Sarıkaya tarafından yaratılan dizinin gelenek ve modernlik çatışması ekseninden çözümlenmesi, bu makalenin konusunu oluşturmaktadır. Sözü edilen karikatür dizisinde Batılı yaşam tarzını bir bütün olarak benimsemiş olan bir çift ile hemen her ayrıntısıyla köylülüğü, taşralılığı, yoksulluğu ve gelenekselliği temsil eden Aytek adlı çocuklarının öyküsü anlatılmaktadır. Bu çalışmada sözü edilen dizi, göstergebilim yaklaşımı ile çözümlenmeye çalışılmıştır. Çizilen karikatürlerde modernlik ve geleneksellik çatışması, ebeveynleri ve Aytek üzerinden gösterilse de araştırmanın sonucunda bu gösterimin alışılmadık roller üzerinden sunulduğu saptanmıştır. Yeni neslin eski olanı, eski neslin ise yeni olanı tercih etmesinden doğan uyumsuzluk üzerinden üretilen bu eşsiz mizahın, Türkiye’de yaklaşık iki asırdır devam eden Batılılaşma çabalarının toplumsal yaşantıda doğurduğu ve bir tür “kültürel şizofreni” olarak da tanımlanabilecek uyuşmazlığa dair sonuçları göstermesi açısından dikkat çekici veriler barındırdığı sonucuna ulaşılmıştır.

Millî Folklor, 2021
Türk folklorunda geçiş dönemi uygulamalarından biri olarak da kabul edilebilecek olan hac ritüeli... more Türk folklorunda geçiş dönemi uygulamalarından biri olarak da kabul edilebilecek olan hac ritüeli, yalnızca orada bulunan bireylerin benzer hareketleri eşzamanlı biçimde icra etmeleri ile değil aynı zamanda çokuluslu bir ritüel olması açısından da ayrıca bir anlam taşımaktadır. Ritüelin bu uluslararası niteliği sayesinde köyünden çıkma olanağını daha önce yakalayamamış olan bireyler, köyün çok daha ötesinde bir topluluk olan ulusun dışına çıkarak kendisi gibi olmayan insanlarla karşılaşır. Bu karşılaşma esnasında yürüttüğü gözlemlerle topladığı malumatı zihninde işleyerek kendini keşfeder. İşleme süreci, hac ritüeli tamamlandıktan sonraki toplumsallaşma süreçlerinde biçimi belirsiz olan anlatılar üzerinden gerçekleşmektedir. Sözü edilen biçimsizliğin bir sonucu olarak bu ürünleri “söylem” olarak değerlendirmek mümkündür. Bu çalışmada Türklerin yabancılar hakkında ürettiği söylemin temel içeriğine ulaşabilmek maksadıyla kaynak kişilerle görüşmeler yapılmış ve hac anıları derlenerek bu anılardaki yabancılığa dair imajları biçimlendiren nitelikler, söylem analizi olarak adlandırılan yöntemle çözümlenmiştir. Araştırma kapsamında verilerin toplandığı kaynak kişilerin sayısı sekizdir ve tamamı Sivas’tan seçilmiştir. Belirlenen kişilerle yürütülen derinlemesine mülakatlar sonucunda hac anıları elde edilip, bu anılardaki yabancılarla ilgili yargıları belirten bölümler değerlendirilmek üzere ayrılmıştır. Üretilen söylemin analizinin sonucunda Türk hacıların yabancılara dair imgeleri üretirken namaz kılma ve Kuran okuma gibi dinsel ritüellerin icra edilme biçimleri, gelenek içerisinde sünnet olarak adlandırılan Peygamber’in davranışlarına sadakat, beslenme pratikleri, mahremiyet eşikleri gibi hususların belirleyici olduğu saptanmıştır. Bu saptamalarda genel olarak yabancıların ideal olmayan niteliklerinin ön plana çıkartılarak betimlendiği tespit edilmiştir. Yabancının olumsuz olarak değerlendirilebilecek konumunun anlatıyı üreten bireyin mensubu olduğu toplumu dolaylı bir yüceltme şekli olduğuna kanaat getirilmiştir. Bunlara ek olarak kaynak kişiler, yabancıları homojen bir kitle olarak düşünmemektedir. Karşılaştığı yabancı toplulukları kendi içinde basit sınıflandırmalara tabi tutan kaynak kişilerin başta Endonezyalılar olmak üzere Uzak Doğulu Müslümanlara özel bir sempati besledikleri saptanmıştır. Bazı gruplar hakkında ise daha olumsuz fikirlerin kalıplaşarak folklorda varlığını sürdürdüğü görülmüştür. Olumlu niteliklerle belirginleşen yabancılar ile olumsuz niteliklerle anılan yabancılar, söylemi üreten kitlenin kimlik bilinci söz konusu olduğunda aynı amaca hizmet etmektedir. Her iki grup da nihayetinde söylemi üreten topluluğun değerlerinin farkına varmasına ve kendini tanımasına olanak sağlar. Üretilen söylemin bazı açılardan toplumun kendine dönük öz eleştirel fikirlerin filizlenmesine de olanak sağdığını söylemek mümkün görünmektedir. Nihayetinde dinsel bir gereklilik olarak icra edilen ve Türk folklorunda önemli bir geçiş dönemi ritüeli olan haccın, Türk toplumunda ümmet bilincinin gelişmesine olanak sağlamaktan daha çok ulusal bilincin keşfedilmesine katkı sağladığı söylenebilir. Keşfedilen ulusal kimliğe dair bilinç, hac ritüeli esnasında gözlemlenen yabancılara dair fikirlerle canlı tutulmaktadır. Yabancılara dair imajların söylemsel boyutta yeniden üretilmesi yoluyla ulusal kimliğe dair fikirlerin sürekliliğine katkı sağlanmaktadır

Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, 2021
Ateşin insanlar tarafından kontrollü biçimde kullanılması ile birlikte, karmaşık bir bütün olan ... more Ateşin insanlar tarafından kontrollü biçimde kullanılması ile birlikte, karmaşık bir bütün olan kültürün farklı kurumları daha hızlı biçimlenmeye başlamış, böylelikle insanlık kendini doğanın geri kalan parçasından daha kolay ayırabilmiştir. Bu ayrımda kullanılan en temel
belirleyiciler olan barınmadan beslenmeye, örgütlenme biçimlerinden inançlara kadar halkbilimi disiplininin ilgi alanına giren pek çok kültürel kurum; ateşin evcilleştirilmesi ile yakın bir ilişki içerisindedir. Felsefenin olmadığı ve mitolojinin felsefe işlevini üstlendiği ilkel dönemlerde ateşin bu gücünün farkında olan insan, bu aracın etrafında birtakım mitler üretmiştir. Farklı toplumların aynı soru ya da sorunlar üzerine ürettiği mitlerin anlamlarını daha iyi kavrayabilmek adına yürütülen karşılaştırmalı çalışmaların iki asırlık bir geleneği vardır. Bu makalede sözü edilen bu geleneğin benimsediği yöntemle Türk ve Yunan mitolojilerinde ateşin kökenine dair üretilen mitler karşılaştırılarak iki toplumun düşünce dünyasına eğilmek hedeflenmektedir. Yunan mitolojisinde Hephaistos ve Prometheus etrafında biçimlenen anlatılar ile Türk mitolojisinde
Ülgen, Ürün Ay Toyon ve Ülgen’in kızları etrafında biçimlenmiş olan mitlerin en eski yazılı kayıtları, araştırmanın malzemesini oluşturmaktadır. Karşılaştırma sonucunda elde edilen bulgular; ateşin yaratılışı, tanrısallığı, insanlardan esirgenmesi, insanlara ulaşması, tanrıların intikamı, akıl, aile, cinsel kişileştirme, tören ve insanın yakaladığı ayrıcalıklar gibi temalar üzerinden değerlendirilerek iki toplumun dünyayı kavrayışı arasındaki benzerlik ve farklılıklar saptanıp açıklanmaya çalışılmıştır. Sonuç olarak iki toplumun ateşle ilgili mitlerinde pek çok ortaklık bulunmasına karşın özellikle tanrı fikirlerinde belirginleşen bazı net ayrımlar da saptanmış ve bulguların nedenleri üzerine olası tahminlerde bulunulmuştur.

Uluslararası Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, 2020
Geçmişten günümüze yürütülen derleme çalışmaları ile türkülere dair geniş bir arşiv oluşmuş ve de... more Geçmişten günümüze yürütülen derleme çalışmaları ile türkülere dair geniş bir arşiv oluşmuş ve derlenen türküler, uygulamalı halkbilimi kapsamında yeniden üretilerek dolaşımda tutulmuştur. Geleneksel kültürde sözlü ortamlarda üretilen bu ürünler zaman içerisinde plaklar, radyo, televizyon ve internet gibi üretim ve tüketim bağlamları ile buluşmuş ve modern dünyadaki varlığını sürdürmüştür. Özellikle internetteki yayın platformlarının ilgi görmeye başladığı yakın zamanlara kadar televizyon, kitlelerin başlıca enformasyon kaynağı olduğu gibi aynı zamanda etkin bir kültürlenme aracı olmuştur. Türk televizyon yayıncılığı özellikle 2000'li yıllardan itibaren uluslararası arenada ilgi gören yapıtlar çıkarmıştır. Star Tv'de 2010-2013 yılları arasında yayımlanan ve senaryosunu Emrah Serbes'in aynı adlı romanından alan Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi adlı televizyon dizisi, diğer Türk dizilerinin aksine türkülerden fazlasıyla yararlanmış, takipçileri arasında halk müziğine dair bir farkındalık uyandırmıştır. Bu makalede söz konusu dizinin 78. bölümünde türkülerin ne şekilde kullanıldığı sorusunun yanıtı aranmıştır. Ele alınan bölümün son 36 dakikalık kısmında kaynağını halk müziğinden alan 9 eser kullanıldığı ve bunlardan bazılarının anlatının kurgusunu doğrudan biçimlendiren işlevlere sahip olduğu saptanmıştır. Ayrıca dizinin izleyicilerinden oluşan 40 kişilik bir grupla anket çalışması yürütülmüş ve elde edilen bulgulardan, söz konusu dizi sayesinde halk müziğine herhangi bir ilgisi olmayan kişilerde bu müzik türüne karşı sonradan bir ilginin oluştuğu saptanmıştır.
With the compilation studies carried out from the past to the present, a large archive of folk music was formed and the compiled folk songs were reproduced and kept in circulation within the scope of applied folklore. Produced in oral environments in traditional culture, these products have met with production and consumption contexts such as records, radio, television and internet over time and have continued to exist in the modern world. Television has been the main source of information for the masses, as well as an effective means of acculturation, especially until recently, when broadcast platforms on the Internet began to attract attention. Turkish television broadcasting has produced works that attract attention in the international arena, especially since the 2000s. The television series Behzat Ç. Bir Ankara Polisi, which was broadcast on Star TV between 2010 and 2013 and received its screenplay from Emrah Serbes's novel of the same name, has benefited greatly from folk songs on the contrary other Turkish tv series and has created an awareness of folk songs among its followers. In this article, the answer to the question of how the folk songs were used in the 78th episode of this series was sought. It has been determined that in the last 36 minutes of the series under consideration, 9 pieces originating from folk music were used and some of them had functions that directly shaped the narrative's fiction. In addition, a survey was conducted with a group of 40 people consisting of the audience of the series, and it was determined from the findings that there was an interest in this music genre among people who did not have any interest in folk music thanks to the series.

Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 2019
ÖZ: Bu çalışmada Türk toplumunun sözlü anlatı türleri olan efsane, menkıbe, destan, halk hikâyesi... more ÖZ: Bu çalışmada Türk toplumunun sözlü anlatı türleri olan efsane, menkıbe, destan, halk hikâyesi ve fıkra örnekleri içerisinde yer alan Hıristiyan imajına dair veriler saptanarak değerlendirilmiştir. Hıristiyan imajı; beden, mekân, ahlaki nitelikler ve anlatılardaki asıl kahramanlarla kurulan ilişki biçimleri üzerinden ele alınmış ve söz konusu imajın anlatıda üstlendiği işlevlere ulaşılması hedeflenmiştir. Hıristiyan imajının, diğer dinsel kümelere dâhil edilebilecek ötekiliğe dair imajlara nazaran daha görkemli bir biçimde Türk anlatı geleneği içerisinde kendine yer bulduğu söylenebilir. Bunun yanında söz konusu imajın özellikle destan gibi çatışma temasının yoğun olarak işlendiği örneklerde ve dinsel kimliğin örgütlenmesi amacı ile belirginleşen menkıbe gibi türlerde yoğunlaştığını söylemek mümkündür. Sembolik bir kirlilikle bağıntılı olarak korkunç ve tehlikeli kabul edilen Hıristiyan imajının pejoratif niteliklerinin, anlatıların üreticisi ve tüketicisi olan kitlenin karşıt grupla girişeceği mücadelenin meşru bir zemine konumlandırılmasına katkı sağladığı söylenebilir. Buna koşut olarak Türk anlatı geleneğindeki Hıristiyan imajının Müslümanların olumlu niteliklerine dair fikirlerin gösterilmesi açısından araçsallaştırıldığı da eklenebilir.
Anahtar Kelimeler: Anlatı, Hıristiyan, kimlik, imaj, stereotip.
ABSTRACT: In this study, the data about the image of Christianity was determined and evaluated from the examples chosen from the legend, religious legend, epic, folk story and jokes which are the oral narrative types of Turkish society. Christian image is dealt with its body, place, moral qualities, and the relationship between the main heroes in the narratives and discussed through the characteristics of the image and the functions undertaken in the narrative. It can be said that the Christian image finds its place in the Turkish narrative tradition more gloriously than the images of otherness that can be included in other religious clusters. In addition, it is possible to say that the image in question is concentrated especially in examples where the theme of conflict is intensively studied, such as the epic, and in the genres such as the Religious legend, which becomes evident for the organization of religious identity. It can be said that the pejorative qualities of the Christian image, which is regarded as dreadful and dangerous in connection with symbolic pollution, contribute to the positioning of the struggle that the producer and consumer of the narratives will engage with the opposing group on a legitimate basis. Parallel to this, it can be added that the Christian image in the Turkish narrative tradition is instrumentalized in terms of showing ideas about the positive qualities of Muslims.
Keywords: Narrative, Christian, identity, image, stereotype.

TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, 2017
Awareness in the mythologies of societies is important in the context of idendity consciousness a... more Awareness in the mythologies of societies is important in the context of idendity consciousness and culturel diversity. Mythological knowledge usually has transferred to the new generation through oral narratives and social practices. With the worlds changing structure, disappearance of performance contexts of narratives and practices has negative impact on the transfer of mythological knowledge to the next generation in many society. The work of writing folk ballads, done by Homeros and Firdevsi in the archaic era; by Macpherson and Lönnrot in Europe in the 18th and 19th century, has atributed to mythologies of the relevant societies to exist and to be resource for contemporary art. Especially in the last two of these examples have been dealed by applied folklore debates which has arrised in the 20th century, it has been said that theese were exemples of applied folklore. It seems that the mythological perception of various branches of Turkish arts has been influenced by Persians in the middle period and Greeks in the nmodern period. One of the reasons of this situation is that Turkish mythology is not widely known. Not to have a script with integrity feature as Odysseia or Works and Days from archaic period or as Shahname from middle era or Kalavela from recent era, or not to perform adequatelly the works which are owned as Dede Korkut and Epic of Oğuz Kağan are the other reasons of this situation. In this article, in the context of being valued Turkish mythology, Nihal Atsız’s novels will be dealt in points of function, structure and content, it will be argued whether theese are exemples of application or not.
Books by Adil Çelik

Türk Folklorunda Levirat, 2022
Türkçede levirat üzerine oluşan sınırlı literatürün bu geleneksel evlilik biçimini yalnızca tarih... more Türkçede levirat üzerine oluşan sınırlı literatürün bu geleneksel evlilik biçimini yalnızca tarihsel bir tema olarak ele almış olması, konu üzerine yüzeysel bir literatür taraması yapan kişilerde levirat geleneğinin geçmişte yaşanmış ve artık icra edilmeyen bir uygulama olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Bu, sorunlu bir durumdur çünkü bu gelenek tüm canlılığı ile Anadolu’nun tamamında hâlen icra edilmektedir.
Kocasını kaybeden bir kadın, kaynıyla; abisini ya da kardeşini kaybeden bir erkek, yengesiyle neden evlenir? Bu evlilik icracılar için nasıl bir anlam taşır? Ortaya çıkan köklü rol değişikliği bazı hasarlara sebep olmaz mı? Olursa bunlar nasıl düzeltilir?
Yukarıdaki sorulara halkbilimi disiplininin yöntem ve araçları ile cevap arayan bu çalışma, levirat geleneği kapsamında evlenmiş kişilerle yapılan derinlemesine mülakatlardan elde edilen bilgilere dayanmaktadır. Alandaki önemli bir boşluğu doldurma gayesi ile kaleme alınan bu eser; levirat geleneğinin yapısı, işlevi ve anlamını ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Kırgız Arkaik Destanları ve Mitoloji, 2020
İnsanlığın klasik metinlerinde her şeyden önce var olduğu söylenen sözün, tarihsel süreç içerisin... more İnsanlığın klasik metinlerinde her şeyden önce var olduğu söylenen sözün, tarihsel süreç içerisinde büründüğü biçimlerden biri destandır. Ozanların anlattığı bu hikâyeler, mitolojik bilginin tarih ve coğrafyada yayılmasındaki en önemli araçtır. Uluslararası düzeyde pek çok folklor araştırmacısının ilgisini çekecek derecede güçlü bir hikâyecilik geleneğine sahip olan Kırgız Türkleri, her ne kadar dünyada bu alanda Manas destanı ile ün salmış olsalar da bu toplumun destancılık geleneği Manas üçlemesi ile sınırlanamayacak kadar geniştir. Yüzlerce örneği içinde barındıran bu güçlü geleneğin ürettiği dört destan; barındırdığı fantastik temaların yoğunluğu ile diğerlerinden ayrılır. Boston, Coodarbeşim, Kococaş ve Er Töştük destanları bu geleneğin arkaik ürünleri olarak kabul edilir.
Bu çalışma içerisinde Kırgız arkaik destanlarında yer alan mitolojik figürler belirlenip anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Karşılaşılan mitolojik unsurlar başta Dede Korkut anlatıları ve Oğuz Kağan destanı gibi Türk kültürünün temel metinleri, halk inançları ve geleneksel uygulamalar ile bağdaştırılarak; karşılaştırmalı bir yöntemle Türk mitolojisinin keşfedilmemiş yönleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Elde edilen bulgular, bu mitoloji içerisindeki öğretilerle modern dünyanın ayrımcılıktan çevre sorunlarına kadar uzanan çeşitli problemlerinin aşılabileceğini göstermektedir.

Ekoeleştiri Folklor ve Edebiyat İncelemeleri, 2019
Ağaçlara, nehirlere ve dağlara tapınan ataların “İnşaat Ya Resulullah” diyerek yerküreyi betonla ... more Ağaçlara, nehirlere ve dağlara tapınan ataların “İnşaat Ya Resulullah” diyerek yerküreyi betonla kaplamaya yeminliymişçesine çalışan torunlarından oluşan bir toplumun parçası olmanın yüklediği sorumluluktan kaynaklanan ekolojiye dair tartışmaların özellikle Türkiye gibi ülkelerde uzun vadeli olarak gündemi belirlemesi gerektiğine dair düşünce, böyle bir çalışma yapma fikrini doğurdu. Doğanın sınırsız olmadığı ve gelecek kuşakların da şu an yaşadığımız ve paylaştığımız dünyayı en az bizim kadar kullanabilmeleri gerektiği düşüncesiyle bağlantılı olan doğayı koruma ve sürdürülebilir kılmaya yönelik çalışmaların, uluslararası sözleşmelerin etkisiyle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ortaya çıktığı bilinmektedir. Ekoeleştirinin henüz kavramsal olarak belirmediği dönemlerde de doğayı farklı çerçevelerden ele alan eserler kaleme alınmıştı. Ancak kuram ve yaklaşım boyutunda insan merkezli doğa algısının yüzünü tekrar doğa merkezli bir bakış açısına döndürmesi henüz yeni sayılabilecek bir süreçtir. Elbette kaybetmeden değerini anlamadığımız birçok şey gibi ve daha fazla olarak doğanın kaybedileceği, tükeneceği, dolayısıyla insan yaşamının bu süreçlerin sonunda tehlikeye gireceği algısı insanın sahibi değil bir parçası olduğu doğa üzerine yeniden düşünmesine vesile oldu. Ekoeleştiri kuram ve yaklaşımlarını şekillendiren doğa merkezli anlayış, bu eserde alanında uzman halk bilimci ve edebiyat araştırmacılarının katkılarıyla değerlendirildi. Elinizdeki eser, Türk folkloru ve edebiyatında üretilmiş olan metinler ve kültürel pratikleri ekoeleştirel yaklaşımlarla değerlendirerek doğa konusunda bir farkındalık uyandırmayı amaçlamaktadır. Gelişmiş ülkelerin çoğuna nazaran ülkemizde daha fazla gereksinim duyulan bir kavram olan ekoeleştiri (ecocriticism) üzerine yürütülen tartışmalar, batıda ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra Türk aydınının da ilgisini çekmiş, konuya dair çeviriler ve Türkçede üretilmiş olan araştırmalar yakın geçmişte yayımlanmaya başlamıştır. Bu eğilimin geleceğe dair ümit verici bir çaba olduğunu düşünerek yürütülen tartışmalara katkı sağlayabilmek umuduyla böyle bir çalışma yapmaya karar verdik.
Book Chapters by Adil Çelik

Prof. Dr. Ali Yakıcı Armağanı: Gazi'de Kırk Yıl
Halk kültüründeki verilerden elde edilen bulgular ışığında Yahudi imajına dair genel bir değerle... more Halk kültüründeki verilerden elde edilen bulgular ışığında Yahudi imajına dair genel bir değerlendirme yapmak gerekirse: Yahudi’nin örgütlediği mekân, Müslümanlar için belli koşullarda özgürlük alanına dönüşebilmektedir. Anlatıların önemli bir kısmında Yahudi, ikinci dereceden önemsiz bir ötekidir. Bu önemsizliğine istinaden çoğu anlatıda kendisine kayıtsız kalınır. Çoğunluklu tacirlikle ilgilenen Yahudi bu durumun bir sonucu olarak varlıklı kabul edilmektedir. Hekimlik mesleği de tıpkı Avrupa halk kültüründe olduğu gibi Türk halk kültüründe de Yahudilerle özdeşleştirilmektedir. Türk halk kültüründe her açıdan güçlü bir öteki olarak belirginleşen Hıristiyan
imajına nazaran (Çelik, 2019b), Yahudi imajının daha güçsüz ve daha az karşıtlık barındıran bir imaj olduğu söylenebilir. Bu durum, incelenen metinlerin ekseriyetle kırsala ait olmaları ile ilişkilendirilebilir. Anadolu’nun kırsal bölgelerinde geçmişten gelen ve köyler içerisinde korunan bir Hıristiyan kimlik bilinci yer almasına karşın, Yahudilerin geçmişte ya da günümüzde kırsal bir yaşam formuna bağlı olarak Anadolu’da yer almamalarından kaynaklanan bir sonuç olarak anlatılar içerisinde de bu imaja dair veriler daha azdır. Sürekli devam eden ve zaman zaman şiddetlenen İsrail-Filistin çatışmalarıyla ilgili üretilen karikatürler, capsler ve memelerde ortaya çıkabilen antisemitist fikirlerin Türk halk kültüründen devralınmadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’de radikal İslamist siyasi örgütlerde kendini göstermeye başlayan antisemitist fikirlerin, söz konusu siyasi oluşumların uzantıları olan edebi metinler için de bir motivasyon kaynağı oluşturmaya başladığı bilinmektedir. Konu üzerine yazdığı bir makalede İslamcı/milliyetçi yazar ve şairlerin ürettiği metinleri değerlendiren Bali, bu eğilimi, İsrail’in kurulmasından sonra önce Arap-Yahudi sonra da İsrail-Filistin savaşına dönüşen gelişmelere bağlamaktadır (1996, s. 79). Yahudi imajını pekiş
tiren stereotiplerin özellikle fıkralarda yoğunlaşması ve söz konusu anlatıların
kurgularının doğal bir sonucu olarak genellikle öykünülen bir havada sunulması, Avrupa’da olduğunun tersine Türk halk kültürü içerisinde antisemitist fikirlerin yer almadığının bir kanıtı olarak kabul edilebilir.

Doğu Türkçesinden Batı Türkçesine Bir Ömür: Prof. Dr. Bilal Yücel Armağanı
XX. asırda âşıklık geleneğinin en popüler ismi olan Âşık Veysel’in
yakaladığı şöhret, ulusal sın... more XX. asırda âşıklık geleneğinin en popüler ismi olan Âşık Veysel’in
yakaladığı şöhret, ulusal sınırları aşmış ve Veysel, tıpkı Homeros gibi
insanlığın ozanlarından biri hâline gelmiştir. Veysel’in beslendiği
geleneksel kaynak içinde yüzyıllar boyunca pek çok aşık yetişmiştir
ancak bunların hemen hemen hiçbiri (en azından yaşadıkları
dönemde) Veysel kadar bir üne sahip olmamıştır. Bu çalışmada
kendini fazlasıyla kanıtlayan Veysel’in şiirlerinin estetik niteliği
sorgulanmayacaktır. Çalışmanın amacı, Veysel’in yakaladığı şöhretin;
tarihsel, politik, toplumsal nedenlerini tespit etmektir. Bu kapsamda
çalışma, XIX. asırda başlayan “öze dönüş” hareketlerinin XX. asra
olan yansımalarına odaklanmıştır. Veysel’in yolculuğunda üç önemli
eşik yer alır. Bunlardan ilki 1931 tarihli Sivas Halk Şairleri Bayramı,
ikincisi Gazi Destanı adlı eserinin 1934 yılında Hakimiyet-i
Milliye’de yayımlanması, üçüncüsü de âşığın 1930’lu yıllarda
başlayan radyo faaliyetleridir. Bu üç eşik, Veysel’in şöhret
yolculuğundaki tramplenlerdir. Söz konusu eşiklerin mimarları ise
yaklaşık 60-70 yıl boyunca devam eden halka yönelme hareketlerinin
doğurduğu müktesebattan beslenmiştir. Çalışma, Veysel’in şöhretinin
sebeplerini, bu zincirleme ilişkiyi çözerek açıklayacaktır.

Metin Ekici Armağanı, 2022
İnsanın örgütlü yaşamının sürekliliği, toplumu oluşturan bireylerin,
üzerinde uzlaşılmış kuralla... more İnsanın örgütlü yaşamının sürekliliği, toplumu oluşturan bireylerin,
üzerinde uzlaşılmış kurallara tabi olmasıyla sağlanır. Rollere dair sorgulamalar, toplumsal değişim potansiyelini barındırdığı için kaos doğurma olasılığını saklar ve bunun için gelenek tarafından hoş karşılanmaz. Gerek ilkel toplumlarda gerekse Fransız Devrimi’nden itibaren biçimlenmeye başlayan günümüz dünyasının neredeyse bütün toplumlarında, yöneticilerle yönetilenleri birbirinden ayıran sınırlar vardır. Gündelik hayatın sıradan akışı içinde yöneticiler zaman zaman bu sınırları anımsatma gereği duyar ve bu suretle sürdürülebilir kılınan güç ile statüko sağlanır. Yöneticilerin, konumunu kitleye hatırlatması, çeşitli amaçlarla ortaya çıkan basit iletişimsel süreçler sayesinde gerçekleşir ve bu
süreçlerde görünenin ötesinde sembolik anlamlar bulunur. Söz konusu
anlamları içeren verilerin folklor olarak tanımlanması, sadece onların iletişimsel süreçlerin parçası olmaları ile değil aynı zamanda en iyi biçimde ancak onları üreten gruplar içinde anlaşılabilmeleri ile de mümkündür. Gündelik hayatın basit ihtiyaçlarına dayalı olarak biçimlenen ilişkilerde;
“sanatsal iletişimsel süreç”, “paylaşılan ortak deneyim” şeklinde tanımlanan folklorun bazı özel durumlardaki üretimi esnasında “nüfuz” oluşur. Bu yazı, geleneksel Türk kültüründe muktedir konumları işgal eden grupların nüfuzlarını inşa etme ve sürdürülebilir kılma politikalarını, Bourdieu’nün “simgesel sermaye” kavramsallaştırmasına dayanarak Dede Korkut anlatıları üzerinden ele almayı hedeflemektedir. Böylelikle simgesel sermaye ve folklor arasındaki ilişkinin açıklığa kavuşturulması sağlanacaktır.
Kaz Dağları ve Geleneksel Ekolojik Bilgi, 2022

Doğan Kaya Armağanı 70. Yaş Hatırası, 2021
Kaynağı coğrafi olarak Türkistan’a, tarihi olarak da İslam öncesi dönemlere dayanan âşıklık gelen... more Kaynağı coğrafi olarak Türkistan’a, tarihi olarak da İslam öncesi dönemlere dayanan âşıklık geleneği; müzikal ve edebi yönden taşıdığı gücün etkisiyle modern zamanlarda da varlığını sürdürmektedir. Âşıklık geleneği içerisinde üretilen ürünler, zaman içinde biçim ve işlevlerinde değişikliklere uğramakla birlikte kuşaktan kuşağa aktarılırken toplumsal belleğin okunmasına olanak tanımaktadır. Bu çalışmanın amacı, söz konusu geleneğin XIX. yüzyıldaki temsilcilerinden biri olan Âşık Dertli’ye dayandırılan ve “Şeytan Bunun Neresinde?” adıyla bilinen taşlamanın en az iki yüz yıllık serüveni üzerinden bir zihniyet tarihinin izini sürmektir. Çalışma içinde söz konusu eser; yaratım bağlamı, biçimi, metnin anlamı gibi hususlar üzerinden analiz edildikten sonra eserin modern dünyadaki konumuna odaklanılmıştır. Başlangıçta sözlü kültür ortamında yaratılan eserin zaman içerisinde plak, radyo, televizyon ve sosyal medyadaki yeni icraları değerlendirilmiş ve eserin giderek artan bir ivmeyle popülaritesinin yükseldiği saptanmıştır. XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren elektronik kültür ortamı içerisinde farklı müzik geleneklerinde yeniden icra edilmeye başlanan eser, asıl popülerliğine 2000’li yılların başında kavuşmuştur. Bu ilginin arka planında ise 1990’lı yılların sonunda Türk basınında yürütülmeye başlanan rock müzik karşıtı tartışmalar yer almaktadır. Rock ve metal müziğin icracı ve dinleyicilerinin topyekûn Satanist olmakla suçlandığı bu dönemde, Türkiye’de bu müzik türünün öncü gruplarından biri olan Pentagram’ın 2002 yılında yayımladığı “Bir” adlı albümle bu suçlamaları protesto ettiği görülür. Teması Türk tasavvuf düşüncesi olan bu albüm içinde Dertli’den ve Âşık Veysel’den alınıp yorumlanan eserlerle birlikte Türk halk müziğine ait enstrüman ve ezgiler de kullanılarak bu müzik türünün üretici ve tüketicilerinin geleneksel değerlerle barışık olduğu, kamuoyuna gösterilmeye çalışılmıştır. İçinde “Şeytan Bunun Neresinde?” adlı eserin de bir yorumunun bulunduğu bu albümün yayımlamasından sonra Satanizm ve rock müziği bağdaştıran tartışmalarda bu taşlamanın merkeze oturduğu görülür. Grup üyelerinin verdikleri röportajlarda medyayı, dönemin Beypazarı Kadısı’na benzetirken, kendilerini Âşık Dertli ile aynı yere konumlandırmalarından; konuyla ilgili gazete sayfalarında atılan “Şeytan Rock Müziğin Tam Kalbinde” gibi başlıklara kadar değişen bağlamlar içerisinde bu taşlamanın ayak kısmı, bir referans noktası olarak kullanılagelmiştir. Eserin ayağının bu tarz kullanımlarla Nasreddin Hoca fıkralarının son cümlelerinin kalıplaşarak yaşamasına benzer biçimde kristalize bir halk bilgisine dönüştüğü söylenebilir. Nihayetinde çatışan iki grubun, halk edebiyatı geleneğine ait aynı şiiri, farklı motivasyonlarla da olsa kullanmış olmaları; folklorun, ayrışmalardan ziyade ortaklıklara işaret eden anlamını göstermektedir ve bu anlamın artık kavranması gerektiğini bir kez daha kanıtlamaktadır.

Ekoeleştiri Folklor ve Edebiyat İncelemeleri, 2019
İnsanın doğa ile etkileşime geçme biçimlerinden biri olan av uygulamaları tüm kültürlerde oldukça... more İnsanın doğa ile etkileşime geçme biçimlerinden biri olan av uygulamaları tüm kültürlerde oldukça köklü bir geçmişe sahip ve modern dünyada da bağlam ve işlevlerinde oluşan farklılıklarıyla birlikte hâlen devam eden ve sanatsal iletişim süreçleri olarak değerlendirilebilecek uğraşlardandır. Bu makale içerisinde Türk toplumundaki av uygulamalarının mitolojik geçmişteki yansımaları ile modern dünyadaki icraları arasındaki ilişki ele alınacaktır. Av uygulamalarının mitolojideki yansımaları, Dede Korkut anlatılarının Dresden Nüshası olarak bilinen yazma eserde; çağdaş dünyadaki uygulamalar ise 2019 yılı içerisinde Sivas’ta avcılık yapan kişilerle yapılan görüşmeler ve söz konusu avcıların icra ettikleri av pratiklerinin gözlenmesi suretiyle elde edilmiştir. İki farklı alandan elde edilen bulgular; yapısal ve işlevsel açıdan mukayese edilerek aralarındaki süreklilik ve dönüşümler saptanıp değerlendirilecektir.
Uploads
Articles by Adil Çelik
legends, epics, folk tales and jokes in the Turkish oral narrative tradition.
Images are fed by stereotypes. In this respect, this study, which aims to
search for images in folklore, primarily clarifies the relationship between
stereotypes and folklore. By touching on the importance of the concept of
“other” in the construction of social identities, it is aimed to reveal how
the Armenian image is stereotyped in folklore and oral narratives. The
research focused on the places with which the Armenian image is
associated, the physical qualities and behavioral patterns of this image.
The data obtained as a result of the scans were subjected to qualitative data analysis. The findings show that the Armenian image in oral memory has become clear both with a function that reminds the Turkish society of the behavioral patterns it should exhibit and with a meaning that resembles common shared values. It has also been revealed how the skills of Armenians in various professions found a place in social memory. In
addition, it has been revealed that the image of Armenians as the other is
constructed as an alternative of a cluster intertwined with religious and
national identity, which has the potential for variability. As a result, it can be said that the Armenian image, with its positive and negative qualities, holds an important place in Turkish social memory.
belirleyiciler olan barınmadan beslenmeye, örgütlenme biçimlerinden inançlara kadar halkbilimi disiplininin ilgi alanına giren pek çok kültürel kurum; ateşin evcilleştirilmesi ile yakın bir ilişki içerisindedir. Felsefenin olmadığı ve mitolojinin felsefe işlevini üstlendiği ilkel dönemlerde ateşin bu gücünün farkında olan insan, bu aracın etrafında birtakım mitler üretmiştir. Farklı toplumların aynı soru ya da sorunlar üzerine ürettiği mitlerin anlamlarını daha iyi kavrayabilmek adına yürütülen karşılaştırmalı çalışmaların iki asırlık bir geleneği vardır. Bu makalede sözü edilen bu geleneğin benimsediği yöntemle Türk ve Yunan mitolojilerinde ateşin kökenine dair üretilen mitler karşılaştırılarak iki toplumun düşünce dünyasına eğilmek hedeflenmektedir. Yunan mitolojisinde Hephaistos ve Prometheus etrafında biçimlenen anlatılar ile Türk mitolojisinde
Ülgen, Ürün Ay Toyon ve Ülgen’in kızları etrafında biçimlenmiş olan mitlerin en eski yazılı kayıtları, araştırmanın malzemesini oluşturmaktadır. Karşılaştırma sonucunda elde edilen bulgular; ateşin yaratılışı, tanrısallığı, insanlardan esirgenmesi, insanlara ulaşması, tanrıların intikamı, akıl, aile, cinsel kişileştirme, tören ve insanın yakaladığı ayrıcalıklar gibi temalar üzerinden değerlendirilerek iki toplumun dünyayı kavrayışı arasındaki benzerlik ve farklılıklar saptanıp açıklanmaya çalışılmıştır. Sonuç olarak iki toplumun ateşle ilgili mitlerinde pek çok ortaklık bulunmasına karşın özellikle tanrı fikirlerinde belirginleşen bazı net ayrımlar da saptanmış ve bulguların nedenleri üzerine olası tahminlerde bulunulmuştur.
With the compilation studies carried out from the past to the present, a large archive of folk music was formed and the compiled folk songs were reproduced and kept in circulation within the scope of applied folklore. Produced in oral environments in traditional culture, these products have met with production and consumption contexts such as records, radio, television and internet over time and have continued to exist in the modern world. Television has been the main source of information for the masses, as well as an effective means of acculturation, especially until recently, when broadcast platforms on the Internet began to attract attention. Turkish television broadcasting has produced works that attract attention in the international arena, especially since the 2000s. The television series Behzat Ç. Bir Ankara Polisi, which was broadcast on Star TV between 2010 and 2013 and received its screenplay from Emrah Serbes's novel of the same name, has benefited greatly from folk songs on the contrary other Turkish tv series and has created an awareness of folk songs among its followers. In this article, the answer to the question of how the folk songs were used in the 78th episode of this series was sought. It has been determined that in the last 36 minutes of the series under consideration, 9 pieces originating from folk music were used and some of them had functions that directly shaped the narrative's fiction. In addition, a survey was conducted with a group of 40 people consisting of the audience of the series, and it was determined from the findings that there was an interest in this music genre among people who did not have any interest in folk music thanks to the series.
Anahtar Kelimeler: Anlatı, Hıristiyan, kimlik, imaj, stereotip.
ABSTRACT: In this study, the data about the image of Christianity was determined and evaluated from the examples chosen from the legend, religious legend, epic, folk story and jokes which are the oral narrative types of Turkish society. Christian image is dealt with its body, place, moral qualities, and the relationship between the main heroes in the narratives and discussed through the characteristics of the image and the functions undertaken in the narrative. It can be said that the Christian image finds its place in the Turkish narrative tradition more gloriously than the images of otherness that can be included in other religious clusters. In addition, it is possible to say that the image in question is concentrated especially in examples where the theme of conflict is intensively studied, such as the epic, and in the genres such as the Religious legend, which becomes evident for the organization of religious identity. It can be said that the pejorative qualities of the Christian image, which is regarded as dreadful and dangerous in connection with symbolic pollution, contribute to the positioning of the struggle that the producer and consumer of the narratives will engage with the opposing group on a legitimate basis. Parallel to this, it can be added that the Christian image in the Turkish narrative tradition is instrumentalized in terms of showing ideas about the positive qualities of Muslims.
Keywords: Narrative, Christian, identity, image, stereotype.
Books by Adil Çelik
Kocasını kaybeden bir kadın, kaynıyla; abisini ya da kardeşini kaybeden bir erkek, yengesiyle neden evlenir? Bu evlilik icracılar için nasıl bir anlam taşır? Ortaya çıkan köklü rol değişikliği bazı hasarlara sebep olmaz mı? Olursa bunlar nasıl düzeltilir?
Yukarıdaki sorulara halkbilimi disiplininin yöntem ve araçları ile cevap arayan bu çalışma, levirat geleneği kapsamında evlenmiş kişilerle yapılan derinlemesine mülakatlardan elde edilen bilgilere dayanmaktadır. Alandaki önemli bir boşluğu doldurma gayesi ile kaleme alınan bu eser; levirat geleneğinin yapısı, işlevi ve anlamını ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Bu çalışma içerisinde Kırgız arkaik destanlarında yer alan mitolojik figürler belirlenip anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Karşılaşılan mitolojik unsurlar başta Dede Korkut anlatıları ve Oğuz Kağan destanı gibi Türk kültürünün temel metinleri, halk inançları ve geleneksel uygulamalar ile bağdaştırılarak; karşılaştırmalı bir yöntemle Türk mitolojisinin keşfedilmemiş yönleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Elde edilen bulgular, bu mitoloji içerisindeki öğretilerle modern dünyanın ayrımcılıktan çevre sorunlarına kadar uzanan çeşitli problemlerinin aşılabileceğini göstermektedir.
Book Chapters by Adil Çelik
imajına nazaran (Çelik, 2019b), Yahudi imajının daha güçsüz ve daha az karşıtlık barındıran bir imaj olduğu söylenebilir. Bu durum, incelenen metinlerin ekseriyetle kırsala ait olmaları ile ilişkilendirilebilir. Anadolu’nun kırsal bölgelerinde geçmişten gelen ve köyler içerisinde korunan bir Hıristiyan kimlik bilinci yer almasına karşın, Yahudilerin geçmişte ya da günümüzde kırsal bir yaşam formuna bağlı olarak Anadolu’da yer almamalarından kaynaklanan bir sonuç olarak anlatılar içerisinde de bu imaja dair veriler daha azdır. Sürekli devam eden ve zaman zaman şiddetlenen İsrail-Filistin çatışmalarıyla ilgili üretilen karikatürler, capsler ve memelerde ortaya çıkabilen antisemitist fikirlerin Türk halk kültüründen devralınmadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’de radikal İslamist siyasi örgütlerde kendini göstermeye başlayan antisemitist fikirlerin, söz konusu siyasi oluşumların uzantıları olan edebi metinler için de bir motivasyon kaynağı oluşturmaya başladığı bilinmektedir. Konu üzerine yazdığı bir makalede İslamcı/milliyetçi yazar ve şairlerin ürettiği metinleri değerlendiren Bali, bu eğilimi, İsrail’in kurulmasından sonra önce Arap-Yahudi sonra da İsrail-Filistin savaşına dönüşen gelişmelere bağlamaktadır (1996, s. 79). Yahudi imajını pekiş
tiren stereotiplerin özellikle fıkralarda yoğunlaşması ve söz konusu anlatıların
kurgularının doğal bir sonucu olarak genellikle öykünülen bir havada sunulması, Avrupa’da olduğunun tersine Türk halk kültürü içerisinde antisemitist fikirlerin yer almadığının bir kanıtı olarak kabul edilebilir.
yakaladığı şöhret, ulusal sınırları aşmış ve Veysel, tıpkı Homeros gibi
insanlığın ozanlarından biri hâline gelmiştir. Veysel’in beslendiği
geleneksel kaynak içinde yüzyıllar boyunca pek çok aşık yetişmiştir
ancak bunların hemen hemen hiçbiri (en azından yaşadıkları
dönemde) Veysel kadar bir üne sahip olmamıştır. Bu çalışmada
kendini fazlasıyla kanıtlayan Veysel’in şiirlerinin estetik niteliği
sorgulanmayacaktır. Çalışmanın amacı, Veysel’in yakaladığı şöhretin;
tarihsel, politik, toplumsal nedenlerini tespit etmektir. Bu kapsamda
çalışma, XIX. asırda başlayan “öze dönüş” hareketlerinin XX. asra
olan yansımalarına odaklanmıştır. Veysel’in yolculuğunda üç önemli
eşik yer alır. Bunlardan ilki 1931 tarihli Sivas Halk Şairleri Bayramı,
ikincisi Gazi Destanı adlı eserinin 1934 yılında Hakimiyet-i
Milliye’de yayımlanması, üçüncüsü de âşığın 1930’lu yıllarda
başlayan radyo faaliyetleridir. Bu üç eşik, Veysel’in şöhret
yolculuğundaki tramplenlerdir. Söz konusu eşiklerin mimarları ise
yaklaşık 60-70 yıl boyunca devam eden halka yönelme hareketlerinin
doğurduğu müktesebattan beslenmiştir. Çalışma, Veysel’in şöhretinin
sebeplerini, bu zincirleme ilişkiyi çözerek açıklayacaktır.
üzerinde uzlaşılmış kurallara tabi olmasıyla sağlanır. Rollere dair sorgulamalar, toplumsal değişim potansiyelini barındırdığı için kaos doğurma olasılığını saklar ve bunun için gelenek tarafından hoş karşılanmaz. Gerek ilkel toplumlarda gerekse Fransız Devrimi’nden itibaren biçimlenmeye başlayan günümüz dünyasının neredeyse bütün toplumlarında, yöneticilerle yönetilenleri birbirinden ayıran sınırlar vardır. Gündelik hayatın sıradan akışı içinde yöneticiler zaman zaman bu sınırları anımsatma gereği duyar ve bu suretle sürdürülebilir kılınan güç ile statüko sağlanır. Yöneticilerin, konumunu kitleye hatırlatması, çeşitli amaçlarla ortaya çıkan basit iletişimsel süreçler sayesinde gerçekleşir ve bu
süreçlerde görünenin ötesinde sembolik anlamlar bulunur. Söz konusu
anlamları içeren verilerin folklor olarak tanımlanması, sadece onların iletişimsel süreçlerin parçası olmaları ile değil aynı zamanda en iyi biçimde ancak onları üreten gruplar içinde anlaşılabilmeleri ile de mümkündür. Gündelik hayatın basit ihtiyaçlarına dayalı olarak biçimlenen ilişkilerde;
“sanatsal iletişimsel süreç”, “paylaşılan ortak deneyim” şeklinde tanımlanan folklorun bazı özel durumlardaki üretimi esnasında “nüfuz” oluşur. Bu yazı, geleneksel Türk kültüründe muktedir konumları işgal eden grupların nüfuzlarını inşa etme ve sürdürülebilir kılma politikalarını, Bourdieu’nün “simgesel sermaye” kavramsallaştırmasına dayanarak Dede Korkut anlatıları üzerinden ele almayı hedeflemektedir. Böylelikle simgesel sermaye ve folklor arasındaki ilişkinin açıklığa kavuşturulması sağlanacaktır.
legends, epics, folk tales and jokes in the Turkish oral narrative tradition.
Images are fed by stereotypes. In this respect, this study, which aims to
search for images in folklore, primarily clarifies the relationship between
stereotypes and folklore. By touching on the importance of the concept of
“other” in the construction of social identities, it is aimed to reveal how
the Armenian image is stereotyped in folklore and oral narratives. The
research focused on the places with which the Armenian image is
associated, the physical qualities and behavioral patterns of this image.
The data obtained as a result of the scans were subjected to qualitative data analysis. The findings show that the Armenian image in oral memory has become clear both with a function that reminds the Turkish society of the behavioral patterns it should exhibit and with a meaning that resembles common shared values. It has also been revealed how the skills of Armenians in various professions found a place in social memory. In
addition, it has been revealed that the image of Armenians as the other is
constructed as an alternative of a cluster intertwined with religious and
national identity, which has the potential for variability. As a result, it can be said that the Armenian image, with its positive and negative qualities, holds an important place in Turkish social memory.
belirleyiciler olan barınmadan beslenmeye, örgütlenme biçimlerinden inançlara kadar halkbilimi disiplininin ilgi alanına giren pek çok kültürel kurum; ateşin evcilleştirilmesi ile yakın bir ilişki içerisindedir. Felsefenin olmadığı ve mitolojinin felsefe işlevini üstlendiği ilkel dönemlerde ateşin bu gücünün farkında olan insan, bu aracın etrafında birtakım mitler üretmiştir. Farklı toplumların aynı soru ya da sorunlar üzerine ürettiği mitlerin anlamlarını daha iyi kavrayabilmek adına yürütülen karşılaştırmalı çalışmaların iki asırlık bir geleneği vardır. Bu makalede sözü edilen bu geleneğin benimsediği yöntemle Türk ve Yunan mitolojilerinde ateşin kökenine dair üretilen mitler karşılaştırılarak iki toplumun düşünce dünyasına eğilmek hedeflenmektedir. Yunan mitolojisinde Hephaistos ve Prometheus etrafında biçimlenen anlatılar ile Türk mitolojisinde
Ülgen, Ürün Ay Toyon ve Ülgen’in kızları etrafında biçimlenmiş olan mitlerin en eski yazılı kayıtları, araştırmanın malzemesini oluşturmaktadır. Karşılaştırma sonucunda elde edilen bulgular; ateşin yaratılışı, tanrısallığı, insanlardan esirgenmesi, insanlara ulaşması, tanrıların intikamı, akıl, aile, cinsel kişileştirme, tören ve insanın yakaladığı ayrıcalıklar gibi temalar üzerinden değerlendirilerek iki toplumun dünyayı kavrayışı arasındaki benzerlik ve farklılıklar saptanıp açıklanmaya çalışılmıştır. Sonuç olarak iki toplumun ateşle ilgili mitlerinde pek çok ortaklık bulunmasına karşın özellikle tanrı fikirlerinde belirginleşen bazı net ayrımlar da saptanmış ve bulguların nedenleri üzerine olası tahminlerde bulunulmuştur.
With the compilation studies carried out from the past to the present, a large archive of folk music was formed and the compiled folk songs were reproduced and kept in circulation within the scope of applied folklore. Produced in oral environments in traditional culture, these products have met with production and consumption contexts such as records, radio, television and internet over time and have continued to exist in the modern world. Television has been the main source of information for the masses, as well as an effective means of acculturation, especially until recently, when broadcast platforms on the Internet began to attract attention. Turkish television broadcasting has produced works that attract attention in the international arena, especially since the 2000s. The television series Behzat Ç. Bir Ankara Polisi, which was broadcast on Star TV between 2010 and 2013 and received its screenplay from Emrah Serbes's novel of the same name, has benefited greatly from folk songs on the contrary other Turkish tv series and has created an awareness of folk songs among its followers. In this article, the answer to the question of how the folk songs were used in the 78th episode of this series was sought. It has been determined that in the last 36 minutes of the series under consideration, 9 pieces originating from folk music were used and some of them had functions that directly shaped the narrative's fiction. In addition, a survey was conducted with a group of 40 people consisting of the audience of the series, and it was determined from the findings that there was an interest in this music genre among people who did not have any interest in folk music thanks to the series.
Anahtar Kelimeler: Anlatı, Hıristiyan, kimlik, imaj, stereotip.
ABSTRACT: In this study, the data about the image of Christianity was determined and evaluated from the examples chosen from the legend, religious legend, epic, folk story and jokes which are the oral narrative types of Turkish society. Christian image is dealt with its body, place, moral qualities, and the relationship between the main heroes in the narratives and discussed through the characteristics of the image and the functions undertaken in the narrative. It can be said that the Christian image finds its place in the Turkish narrative tradition more gloriously than the images of otherness that can be included in other religious clusters. In addition, it is possible to say that the image in question is concentrated especially in examples where the theme of conflict is intensively studied, such as the epic, and in the genres such as the Religious legend, which becomes evident for the organization of religious identity. It can be said that the pejorative qualities of the Christian image, which is regarded as dreadful and dangerous in connection with symbolic pollution, contribute to the positioning of the struggle that the producer and consumer of the narratives will engage with the opposing group on a legitimate basis. Parallel to this, it can be added that the Christian image in the Turkish narrative tradition is instrumentalized in terms of showing ideas about the positive qualities of Muslims.
Keywords: Narrative, Christian, identity, image, stereotype.
Kocasını kaybeden bir kadın, kaynıyla; abisini ya da kardeşini kaybeden bir erkek, yengesiyle neden evlenir? Bu evlilik icracılar için nasıl bir anlam taşır? Ortaya çıkan köklü rol değişikliği bazı hasarlara sebep olmaz mı? Olursa bunlar nasıl düzeltilir?
Yukarıdaki sorulara halkbilimi disiplininin yöntem ve araçları ile cevap arayan bu çalışma, levirat geleneği kapsamında evlenmiş kişilerle yapılan derinlemesine mülakatlardan elde edilen bilgilere dayanmaktadır. Alandaki önemli bir boşluğu doldurma gayesi ile kaleme alınan bu eser; levirat geleneğinin yapısı, işlevi ve anlamını ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Bu çalışma içerisinde Kırgız arkaik destanlarında yer alan mitolojik figürler belirlenip anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Karşılaşılan mitolojik unsurlar başta Dede Korkut anlatıları ve Oğuz Kağan destanı gibi Türk kültürünün temel metinleri, halk inançları ve geleneksel uygulamalar ile bağdaştırılarak; karşılaştırmalı bir yöntemle Türk mitolojisinin keşfedilmemiş yönleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Elde edilen bulgular, bu mitoloji içerisindeki öğretilerle modern dünyanın ayrımcılıktan çevre sorunlarına kadar uzanan çeşitli problemlerinin aşılabileceğini göstermektedir.
imajına nazaran (Çelik, 2019b), Yahudi imajının daha güçsüz ve daha az karşıtlık barındıran bir imaj olduğu söylenebilir. Bu durum, incelenen metinlerin ekseriyetle kırsala ait olmaları ile ilişkilendirilebilir. Anadolu’nun kırsal bölgelerinde geçmişten gelen ve köyler içerisinde korunan bir Hıristiyan kimlik bilinci yer almasına karşın, Yahudilerin geçmişte ya da günümüzde kırsal bir yaşam formuna bağlı olarak Anadolu’da yer almamalarından kaynaklanan bir sonuç olarak anlatılar içerisinde de bu imaja dair veriler daha azdır. Sürekli devam eden ve zaman zaman şiddetlenen İsrail-Filistin çatışmalarıyla ilgili üretilen karikatürler, capsler ve memelerde ortaya çıkabilen antisemitist fikirlerin Türk halk kültüründen devralınmadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’de radikal İslamist siyasi örgütlerde kendini göstermeye başlayan antisemitist fikirlerin, söz konusu siyasi oluşumların uzantıları olan edebi metinler için de bir motivasyon kaynağı oluşturmaya başladığı bilinmektedir. Konu üzerine yazdığı bir makalede İslamcı/milliyetçi yazar ve şairlerin ürettiği metinleri değerlendiren Bali, bu eğilimi, İsrail’in kurulmasından sonra önce Arap-Yahudi sonra da İsrail-Filistin savaşına dönüşen gelişmelere bağlamaktadır (1996, s. 79). Yahudi imajını pekiş
tiren stereotiplerin özellikle fıkralarda yoğunlaşması ve söz konusu anlatıların
kurgularının doğal bir sonucu olarak genellikle öykünülen bir havada sunulması, Avrupa’da olduğunun tersine Türk halk kültürü içerisinde antisemitist fikirlerin yer almadığının bir kanıtı olarak kabul edilebilir.
yakaladığı şöhret, ulusal sınırları aşmış ve Veysel, tıpkı Homeros gibi
insanlığın ozanlarından biri hâline gelmiştir. Veysel’in beslendiği
geleneksel kaynak içinde yüzyıllar boyunca pek çok aşık yetişmiştir
ancak bunların hemen hemen hiçbiri (en azından yaşadıkları
dönemde) Veysel kadar bir üne sahip olmamıştır. Bu çalışmada
kendini fazlasıyla kanıtlayan Veysel’in şiirlerinin estetik niteliği
sorgulanmayacaktır. Çalışmanın amacı, Veysel’in yakaladığı şöhretin;
tarihsel, politik, toplumsal nedenlerini tespit etmektir. Bu kapsamda
çalışma, XIX. asırda başlayan “öze dönüş” hareketlerinin XX. asra
olan yansımalarına odaklanmıştır. Veysel’in yolculuğunda üç önemli
eşik yer alır. Bunlardan ilki 1931 tarihli Sivas Halk Şairleri Bayramı,
ikincisi Gazi Destanı adlı eserinin 1934 yılında Hakimiyet-i
Milliye’de yayımlanması, üçüncüsü de âşığın 1930’lu yıllarda
başlayan radyo faaliyetleridir. Bu üç eşik, Veysel’in şöhret
yolculuğundaki tramplenlerdir. Söz konusu eşiklerin mimarları ise
yaklaşık 60-70 yıl boyunca devam eden halka yönelme hareketlerinin
doğurduğu müktesebattan beslenmiştir. Çalışma, Veysel’in şöhretinin
sebeplerini, bu zincirleme ilişkiyi çözerek açıklayacaktır.
üzerinde uzlaşılmış kurallara tabi olmasıyla sağlanır. Rollere dair sorgulamalar, toplumsal değişim potansiyelini barındırdığı için kaos doğurma olasılığını saklar ve bunun için gelenek tarafından hoş karşılanmaz. Gerek ilkel toplumlarda gerekse Fransız Devrimi’nden itibaren biçimlenmeye başlayan günümüz dünyasının neredeyse bütün toplumlarında, yöneticilerle yönetilenleri birbirinden ayıran sınırlar vardır. Gündelik hayatın sıradan akışı içinde yöneticiler zaman zaman bu sınırları anımsatma gereği duyar ve bu suretle sürdürülebilir kılınan güç ile statüko sağlanır. Yöneticilerin, konumunu kitleye hatırlatması, çeşitli amaçlarla ortaya çıkan basit iletişimsel süreçler sayesinde gerçekleşir ve bu
süreçlerde görünenin ötesinde sembolik anlamlar bulunur. Söz konusu
anlamları içeren verilerin folklor olarak tanımlanması, sadece onların iletişimsel süreçlerin parçası olmaları ile değil aynı zamanda en iyi biçimde ancak onları üreten gruplar içinde anlaşılabilmeleri ile de mümkündür. Gündelik hayatın basit ihtiyaçlarına dayalı olarak biçimlenen ilişkilerde;
“sanatsal iletişimsel süreç”, “paylaşılan ortak deneyim” şeklinde tanımlanan folklorun bazı özel durumlardaki üretimi esnasında “nüfuz” oluşur. Bu yazı, geleneksel Türk kültüründe muktedir konumları işgal eden grupların nüfuzlarını inşa etme ve sürdürülebilir kılma politikalarını, Bourdieu’nün “simgesel sermaye” kavramsallaştırmasına dayanarak Dede Korkut anlatıları üzerinden ele almayı hedeflemektedir. Böylelikle simgesel sermaye ve folklor arasındaki ilişkinin açıklığa kavuşturulması sağlanacaktır.
2020 yılındaki Kovid-19 salgını ile yaşanan ani ve zorunlu dönüşüm sonucunda günümüz dünyası iyiden iyiye global bir köye dönüşmüştür. Bu köyün en güçlü masalcılarından biri de Netflix adlı platformdur. Bu platformda üretilen içeriklerle ortak bir bellek oluşturulmakta ve bu sayede “artistik iletişimsel süreç” yani folklor olarak tanımlanabilecek geniş bir bilgi dolaşımda tutulmaktadır. Bu açından söz konusu platformda üretilen içeriklerin halkbilimsel analizi önem kazanmaktadır. Bu bildiride Netflix Türkiye tarafından üretilmiş olan Hakan: Muhafız (The Protector), Atiye (The Gift), Aşk 101 (Love 101) ve Bir Başkadır (Ethos) adını taşıyan diziler içerisinde sunulan “Türkiye” imajının hangi yönleri ön plana çıkartılarak sunulduğunu analiz edilmeye çalışılmıştır. Bu kapsamda söz konusu ürünler üzerinden yapılan taramada, Türkiye imajının; mistik ve tarihi yönleri, üzerine kurulduğu coğrafyanın
uygarlık tarihindeki önemi, sahip olduğu görkemli bir kent olarak İstanbul’un ön plana çıkarılması ve kültürel zenginliği üzerinden biçimlendiği sonucuna ulaşılmıştır.
Although the producer, consumer and context change in the transformation process of narratives, the contribution of narratives to the formation of a common memory in society is a situation that continues in the modern world as in primitive periods. Today's world has transformed from good to good into a global village as a result of the impact of the development in internet technologies over the last three decades and the sudden and forced transformation experienced by the Covid-19 pandemic in 2020. One of the most powerful storytellers in this village is the platform Netflix. A common memory is created with the content produced on this platform, thus circulating a wide range of information that can be described as "artistic communication process", in a word folklore. In this respect, folkloric analysis of the contents produced on the platform becomes important. In this paper it was tried to analyze the highlighting aspects of the "Turkey" image presented in the series named Hakan: Muhafız (The Protector), Atiye (The Gift), Aşk 101 (Love 101) and Bir Başkadır (Ethos) produced by Netflix Turkey. In this context, in the scan carried out on the products in question, the image of Turkey; mystical and historical aspects, the importance of the geography on which it was founded in the history of civilization, the forefront of Istanbul as a magnificent city and its cultural richness have been founded.
Arkaik köklere dayanan ve kuşaktan kuşağa aktarılarak yakın zamana kadar getirilmiş olan pek çok kültürel miras örneği, başta değişen yaşam şartları olmak üzere çeşitli sebeplerle modern dünyada yaşama şansını yakalayamamaktadır. Özellikle modern medya aygıtlarının, kültürleşme süreçlerinin yoğun bir şekilde yaşanmasına olanak tanıdığı çağdaş dünyada, gelenekte var olan ve çeşitli işlevleri üstlenen kültürel yaratmaların yerini, tek bir merkezden üretilip bu medya aygıtları ile dünyaya dağılan kültürel unsurlar almakta ve bu durum sonucunda da yeryüzündeki pek çok yerel ve ulusal kültür yaşama şansını kaybetmektedir. Uzun vadede bu problemin doğuracağı tektipleşme tehlikesinin aslında insanlık adına evrensel bir tehlike oluşturduğunun farkına varılması ile birlikte bu tehlike olasılığı ile Birleşmiş Milletler öncülüğünde çok uluslu bir mücadele başlatılmıştır. İşaret edilen tehlike içerisindeki modern dünyada, başta SOKÜM Sözleşmesi’nin doğurduğu farkındalıkla, geleneksel olanı korumanın yolları aranmaktadır. SOKÜM Sözleşmesi’nde belirtilen kimlik saptaması, belgeleme, araştırma, muhafaza, koruma, geliştirme, güçlendirme, aktarma ve canlandırma gibi koruma biçimlerinden bazıları; halkbilimcilerin uygulamalı halk bilimi, fakelore, geleneğin icadı gibi kavramlar üzerinden yürüttüğü yenilikçi koruma yaklaşımları ile kesişmektedir. Bu kesişim kümesinde yürütülen çalışmaların ortaya çıkmasını sağlayan başta ticaret olmak üzere, eğitim, sanat gibi farklı motivasyon kaynakları bulunmaktadır. Politika da bu motivasyon kaynakları içerisinde, geleneğin yeniden yaratılmasında etkin ve güçlü itici kuvvetlerden biri olarak belirmektedir. Türkiye’de özellikle İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra ortaya çıkan milliyetçi derneklerin folklorik imgeleri çeşitli şekillerde kullanmasından Cumhuriyet’in erken yıllarındaki güçlü uluslaşma sürecinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin izlediği politikalarda İslam Öncesi ve Türkistan merkezli mitolojinin canlandırılmasına; Milliyetçi Hareket Partisi’nin 1969 yılında mitolojiden aldığı Bozkurt imgesini modern dünyaya adapte etmesinden, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin atlı okçuluk gibi geleneksel sporları canlandırma faaliyetlerine ve alplık-gazilik kurumlarının etkisinde geliştirilen hikâyelerin televizyon dizilerinde işlenmesine kadar, bu uygulama örnekleri geniş bir kümeyi oluşturmaktadır. Bu çalışmada, kaynağını politik yapılanmalardan alan belli başlı uygulama örneklerinin uygulanış biçimleri, hedefleri ve sonuçlarının incelenmesi amaçlanmaktadır. Uygulama örneklerinin belirlenmesinde SOKÜM Sözleşmesi’ndeki tasnif sistemi temel alınmıştır. Buna göre beş kategoriye ayrılan somut olmayan kültürel mirasa dair seçilen örnekler şu şekildedir: Birinci kategori olan somut olmayan kültürel mirasın aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille birlikte sözlü gelenekler ve anlatımlar kümesine dâhil edilebilecek bozkurt imgesi, seçilen ilk örnektir. İkinci kategori olan gösteri sanatlarına giren askeri bando organizasyonu olan mehter uygulamaları, çalışmada kullanılacak bir başka örnektir. Toplumsal uygulamalar ritüeller ve şölenler şeklinde belirtilen üçüncü kümeye dâhil edilebilecek örnekse atlı okçuluk uygulamaları olarak belirlenmiştir. Doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar kategorisine dâhil olan Nevruz etrafında oluşan inanç ve uygulamalar ve son küme olan el sanatları geleneğine dâhil edilebilecek olan hat geleneği ise çalışmada ele alınacak diğer örnekleri oluşturmaktadır. Söz konusu beş kültürel mirasın, siyaset eliyle modern dünyada yeniden yaratılması, canlandırılması ya da güçlendirilmesi şeklindeki uygulama örneklerinin hedefleri ile sonuçlarının örtüşüp örtüşmediği araştırılacaktır. Çalışma kapsamında veriler, medya kanalları ve sahada kaynak kişilerle yapılacak olan anketlerden elde edilecektir. Toplanacak olan bilgi yorumlanarak, folklordan alınarak gündelik hayatın içine siyasi bir motivasyonla yerleştirilen geleneksel unsurların üzerine yapışan politik anlamlar olup olmadığı, geleneğin yeniden yaratılmasında hangi aygıtların kullanıldığı, yeniden yaratılan geleneğin işlevsel bir dönüşüm yaşayıp yaşamadığı, geleneğin yeniden yaratılmasında siyasal güçlerin olumlu ve olumsuz sonuçlarının neler olduğu gibi konular üzerine genellemelere ulaşılmaya çalışılacaktır. Araştırma sonucunda elde edilecek olan genellemelerden hareketle, SOKÜM Sözleşmesi’nin hedefleriyle de bağlantılı olarak gelecekte yapılacak olan uygulamalı halk bilimi örneklerinde nelere dikkat edilmesi gerektiğine ulaşılmaya çalışılarak, ileriye dönük uygulama demelerinden olumlu sonuçların alınmasına katkı sağlanması hedeflenmektedir.
avcılığından uzaklaşarak biyolojinin prensiplerine yaklaştığını, van Gennep öncülüğünde folklorcunun yaşayan malzemelere odaklanmaya başladığını vurgulayarak ritüellere verdiği önem üzerinden onu ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi tutar (2017: 402-412). Aslında Türkiye’deki folklor çalışmalarında eserleri ile bir referans kaynağı olarak van Gennep, Cumhuriyet’in erken yıllarından bu yana bilinen bir isimdir. Türkiye’de halk biliminin kurumsallaşmaya başladığı dönemde disiplinin çalışma alanlarını işaret etmek amacıyla kaleme aldığı bir eseri, daha 1928 yılında Sait Nazif tarafından “Halkbilgisinin Kadroları” başlığı ile Türkçeye çevrilmiştir (Gennep, 1928). İlerleyen süreçte van Gennep’in, “Le Folklore” adıyla 1924 yılında Fransa’da yayımlanan bir eseri, 1939 yılında Boratav tarafından “Folklor” adı ile Türkçeye çevrilmiştir (van Gennep, 1939). Bu eserin halkevlerinde dağıtıldığı (Gürçayır Teke, 2016: 103) ve böylelikle yönteme dair araştırmacılarda bir farkındalık oluşturulmaya çalışıldığı bilinmektedir. Bu erken tanışmaya karşın onun ritlerle ilgili çalışmasının Türkçeye çevrilmesinin zaman aldığı söylenebilir.