Conference Presentations by Abdullah ÇAKMAK
Gebze Çoban Mustafa Kütüphanesi, 2018
Tezkirecilikten vezirliğe kadar uzanan görev hayatında temlik yoluyla elde ettiği Gebze’deki araz... more Tezkirecilikten vezirliğe kadar uzanan görev hayatında temlik yoluyla elde ettiği Gebze’deki arazisine bir külliye yaptıran Çoban Mustafa Paşa, Gebze’nin bir İslâm şehrine dönüşümünde büyük katkıya sahiptir. Ayrıca Gebze’nin hac ve ticaret kervanları için İstanbul çıkışlı ilk menzil yeri olması külliyenin önemini daha da artırmaktadır. Külliyenin bir bölümünü oluşturan kütüphanede, vakfiyede belirtildiğine göre farklı disiplinlere
ait yüz altmış beş yazma eser bulunmaktaydı. Günlük üç akçe ücretle bir hafız-ı kütübün görev yaptığı kütüphane için şart koşulan bu görev ve tahsisat, Çoban Mustafa Paşa’nın, kitapların muhafazasına verdiği önemi ortaya koymaktadır. Ancak yaklaşık dört asırdır ayakta duran bu
müessesenin içinde bulunan birçok kitap zamanla muhafaza edilemeyerek bir şekilde farklı yerlere intikal etmiştir.
İzmit Gazi Süleyman Paşa Evkafı
Gazi Süleyman Paşa, XIV. yüzyılın ilk yarısında babası Orhan Gazi ile birlikte İzmit’in
fethine k... more Gazi Süleyman Paşa, XIV. yüzyılın ilk yarısında babası Orhan Gazi ile birlikte İzmit’in
fethine katılmış ve daha sonra Gelibolu’dan Tekirdağ’a kadar olan Marmara sahillerinin
fetihlerini gerçekleştirmiştir. Osmanlı Devleti’nin henüz yeni kurulduğu bu dönemde Süleyman Paşa, fethettiği bölgelerde yaptırmış olduğu cami, medrese, mektep ve imaret gibi hayır eserleriyle adeta bu bölgelerde Osmanlı şehir kimliğinin oluşmasına öncülük etmiştir. Gazi Süleyman Paşa’nın İzmit’te yaptırmış olduğu cami ve medresesine ait vakfın XVI. yüzyıl tarihini incelediğimiz bu araştırmada; cami ve medresenin ne tür hizmetler sunduğu, giderlerinin ne olduğu, hangi görevlilerinin bulunduğu gibi sorulara cevap aranmıştır. Konunun özel olarak incelenmesi bakımından Paşa’ya ait İzmit’te bulunan akarlardan evlatlık vakıfları dikkate alınmamıştır.

Kastamonu'da İlmi Hayat ve Kastamonu Alimleri Sempozyumu, 2016
Sultan II. Mehmed tarafından 1461'de kesin olarak Osmanlı topraklarına katılan Kastamonu, bu tari... more Sultan II. Mehmed tarafından 1461'de kesin olarak Osmanlı topraklarına katılan Kastamonu, bu tarihe kadar birçok Türk-İslâm kültürüyle tanışmış ve bu durum Kastamonu'nun günümüzde kadim bir medeniyete sahip olmasına imkân sağlamıştır. Yeni fethettikleri bölgelerde bulunan cami, medrese, zaviye, imaret ve darüşşifa gibi kültür mirasının vakıf hukuklarını aynen devam ettiren Osmanlılar, bunun yanında kendi inşa ettikleri eserleri de zengin vakıf gelirleriyle desteklemişlerdi. Böylelikle halkın müreffeh bir yaşam sürmesi için gerekli olan hizmetleri vakıf kurumu vasıtasıyla yürütmüşlerdir. Şüphesiz bu kurumlardan biri de iskân, ticaret, istihbarat ve eğitim gibi sahalarda hizmet veren zaviyelerdir.
XVI. yüzyılda Kastamonu merkezinde bulunan zaviye sayısı dokuzdur. Bunların dışında bir kalenderhane ve iki tekke bulunmaktadır. Bu kurumlara vakfedilen gelirler arasında köy, bahçe, çiftlik gibi kırsal gelirlerin yanında hamam, dükkân ve ev kirası gibi kentsel gelirller de bulunmaktadır. Bu gelirler sayesinde Kastamonu'daki zaviyeler varlıklarını XIX. yüzyıla kadar sürdürebilmişlerdir, ancak 1925'te tekke ve zaviyelerin ilga edilmesiyle bugün ne yazık ki bu kurumlardan bir ize rastlanılmamaktadır.
Papers by Abdullah ÇAKMAK

Kocatepe İslami İlimler Dergisi, 2021
İslâm’ın beş farz ibadetinden biri olan hac, dünyanın çeşitli bölgelerinden Müslümanların her sen... more İslâm’ın beş farz ibadetinden biri olan hac, dünyanın çeşitli bölgelerinden Müslümanların her sene Hicaz’a yolculuk yapmasına neden olmaktadır. Osmanlı döneminde de hac yolculuğu, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar kara yoluyla gerçekleşmiştir. Bu dönemden itibaren deniz yolunun kullanılmaya başlaması ise kara yolculuğunu tamamıyla bitirmemiştir. Dolayısıyla aylar süren kara yolculuğu epey meşakkatli olduğundan hac organizasyonun eksiksiz ta-mamlanması oldukça önemliydi. İstanbul’dan hareket eden hac kervanının surre mahmili ile birlikte hareket etmesi bu yolculuğu daha da önemli kılmaktaydı. Genellikle receb ayının on ikisinde törenler eşliğinde saraydan çıkarılan surre mahmili öncelikle Üsküdar’a geçerdi. Burada birkaç gün bekletildikten sonra hacılarla birlikte tekrar yola koyulurdu. Surre eminin refakatinde bulunan hacılar, Üsküdar Ayrılık Çeşmesi’nden hareketle Eskişehir-Akşehir-Konya-Adana-Antakya-Haleb-Hama istikametini takip ederek Şam’a ulaşırlar ve burada diğer memleketlerden gelen Müslümanlarla buluşurlardı. Yolculuğun Şam-Hicaz hattında bulunan urban tehlikesi, hacılar için çok büyük bir tehditti. Hacıların yanlarında bulunan eşyalarını gasp ederek onları katleden ve develeri ile nakit paralarını çalan urban eşkıyasının hac yolculuğunu zora soktuğuyla ilgili merkez yönetime sürekli şikâyet başvurusunda bulunulmuştur. Urbanın bu saldırıları, doğal olarak bu güzergâh için alınması gereken tedbirleri daha da mühim kılmıştır. Bu kapsamda urban saldırılarını önlemek maksadıyla hac kervanına refakat etmeleri için kendilerine surreden pay ayrılmıştır. Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın ikinci yarısında hac organizasyonunda birçok düzenleme gerçekleştirmiştir. Bunlardan biri doğrudan organizasyon için kullanılan terimin değiştirilmesidir. Bu dönemden itibaren surre mahmili ile birlikte Şam’dan hareket eden hac kafilesi için “mevkib-i hacc-ı şerif” terimi kullanılmaya başlanmıştır. Mevkib-i haccın özellikle Şam-Hicaz güzergâhındaki gidiş ve dönüş hareketleri Osmanlı Devleti tarafından anbean takip edilmiştir. Yerel yöneticiler ve hac görevlileri tarafından mevkib-i haccın konumuyla ilgili merkeze gönderilen haberler, aynı zamanda o senenin haccıyla ilgili önemli bilgileri de içermektedir. Mevkib-i hacc-ı şerifin hac yolculuğuna refakat eden birçok görevli bulunmaktaydı. Bu görevliler arasında mevkib-i hacc-ı şerif muhafızı, müjdeci/mübeşşir ve mukavvimler 19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleştirilen düzenlemelerden doğrudan etkilenmişlerdir. Mevkib-i hac muhafızlığı, yaklaşık on iki asırlık bir geçmişe sahip hac emirliğinin 19. yüzyıldaki kademeli dönüşümünün son şeklidir. Hac organizasyonunda kadim geçmişe sahip bu uygulamada böyle bir değişikliğe gidilmesinin sebebi ise Osmanlı Devleti’nin hac masraflarını azaltmaya çalışmasıdır. Bu kapsamda mevkib-i hac muhafızlığının kurulmasının ardından ihtiyaç duyulmayan emirülhac kaymakamlığı surre emanetine bağlanmıştır. Aynı şekilde mevkib-i hac muhafızlığı ise 1865’de kilâr-ı hac emanetiyle birleştirilmiştir. Yaklaşık yarım asır Şam-Hicaz hattında hacıların güvenliği ile urban surresinin dağıtımında sorumlu olan mevkib-i hac muhafızlığı 1908’de Hicaz Demiryolu hattının tamamlanmasının ardından ihtiyaç duyulmadığı gerekçesiyle ilga edilmiştir. Hac masraflarının azaltılmasına yönelik düzenlemelerden etkilendiği tespit edilen diğer mevkib-i hac görevlileri ise müjdeci ve mukavvimlerdir. Bu doğrultuda müjdecilik görevi mübeşşirliğe dönüşmüştür. Ancak öteden beri Osmanlı sarayındaki baltacılara ve diğer bazı saray görevlilerine verile gelen müjdecilik, bu kişilerin hacca gidebilmeleri için ilga edilmemiştir. Hacıların nakliye işlerini yürüten mukavvimlik görevinin ise yapılan düzenlemelerle itibarı artırılmış ve mevkib-i hac muhafızları mukavvimler arasından atanmıştır. 19. Yüzyılın ikinci yarısında mevkib-i haccın güvenli bir şekilde yolculuğunu tamamlaması için atılan adımlar arasında dikkat çeken diğer bir husus ise alınan sağlık tedbirleridir. Nitekim 19. yüzyılda kolera salgınına karşı verilen mücadele, hac organizasyonunda karantina merkezlerinin kurulmasına ve mevkib-i haccın buralarda karantinaya alınmasına neden olmuştur.
Hajj, which is one of the five religious duty of Islam, requires Muslims from various parts of the world to go to the Hejaz every year. In the Ottoman period, the pilgrimage took place by land until the second half of the 19th century. Since this period, the use of the sea route did not completely end the land voyage. It was very important to complete the hajj organization in full, as the land travel that took months was quite arduous. The fact that the pilgrims de-parting from Istanbul acted together with Surre made this journey even more important. Usually, the Surre, which was taken out of the palace with ceremonies on the 12th of the month of rajab, would first go to Uskudar. After waiting here for a few days, he would set off again with the pilgrims. The pilgrims, accompanied by Surre Emini, would reach Damascus by following the direction of Eskisehir-Aksehir-Konya-Adana-Antakya-Haleb-Hama, depar-ting from Uskudar Ayrılık Fountain and muslims from other countries would meet here. The bandit danger of the journey on the Damascus-Hjaz line was a great threat to the pilgrims. Constant complaints were filed with the central government that the bandits, who robbed the pilgrims of their belongings, murdered them and stole their camels and cash, made the pilgrimage difficult. These attacks of the bandits naturally made the measures to be taken for this route even more important. In this context, a portion of the Surre was allocated for them to accompany the pilgrimage caravan in order to prevent bandit attacks. In the second half of the 19th century, the Ottoman Empire made many arrangements for hajj organization. One of these is to directly change the term used for this organization. From this period on, the term “Mevkib-i Hajj-i Sharif” was used for the pilgrimage caravan that departed from Damascus with the Surre. The departure and return movements of the mevkib-i hajj, especially on the Damascus-Hejaz route, were followed moment by moment by the Ottoman Empire. The news sent to the center by local administrators and pilgrim officials about the location of the pilgrimage also includes important information about the pilgrimage of that year. There were many officials accompanying to the mevkib-i hajj-i sharif. Among these officials, the Guard of Mevkib-i Hajj, the Mujdeci/Mubessir and the Mukavvim were directly affected by the regulations made in the second half of the 19th century. The guard of mevkib-i hajj is the last form of the gradual transformation of the pilgrimage emirate, which has a history of nearly twelve centuries, in the 19th century. The reason for making such a change in this practice, which has an ancient history in the hajj organization, is that the Ottoman Empire tried to reduce the costs of pilgrimage. In this context, after the establishment of the guard of mevkib-i hajj, the Emirulhac district governorship, which was not needed, was attached to the Surre Emaneti. In the same way the guard of mevkib-i hajj was combined with the Kilâr-ı Hajj Emaneti in 1865. The guard of mevkib-i hajj, which was responsible for the safety of the pilgrims and the distribution of the bandit surre on the Damascus-Hejaz line for nearly half a century, was abolished on the grounds that it was not needed after the completion of the Hejaz Railway line in 1908. Other officials, who were found to be affected by the regulations aimed at reducing the costs of pilgrimage, are mujdeci and mukavvim. In this direction, mujdeci has turned into mubessir. However, the mujdecilik, which had been given to the axemen and some other palace officials in the Ottoman palace for a long time, was not abolished so that these people could go on pilgrimage. The prestige of mukavvim, which carries out the transportation of the pilgrims, was increased with the arrangements made and the position of pilgrim guards were appointed from among the mukavvim. In the second half of the 19th century, another remarkable point among the steps taken for the pilgrimage to complete its journey safely is the health measures taken. As a matter of fact, the struggle against the cholera epidemic in the 19th century led to the establishment of quarantine centers in the hajj organization and the quarantine of the place of pilgrimage there.

Vakıflar Dergisi, 2021
1896-1908 yılları arasında II. Abdülhamid’in mabeyn ikinci kâtipliğini yapan İzzet Holo Paşa, bu ... more 1896-1908 yılları arasında II. Abdülhamid’in mabeyn ikinci kâtipliğini yapan İzzet Holo Paşa, bu dönemde sultana en yakın isimler arasındaydı. Anne ve babasından kalan mirasa görevi esnasında kazandığı mal-mülk de eklenince büyük bir servet sahibi oldu. Şam’ın seçkin ailelerinden Muradilere mensup Behiye Hanım ile yaptığı evlilik, aile içindeki servetin artmasını sağladı. İzzet Holo Paşa ve ailesine ait Suriye vilâyetinde tarla, bağ, bahçe, mezra ve kavaklık gibi miri arazinin yanı sıra ev, dükkân, değirmen ve ahır gibi mülkler de bulunmaktaydı. 1904’te kurdukları ilk vakıfta tasarruf ettikleri miri arazileri akar olarak tahsis etmeyen aile, yaklaşık iki sene sonra tüm emlak ve emvalini vakıflarına tahsis ettiler. Ancak II. Meşrutiyetin ilanı esnasında İzzet Holo Paşa’nın Avrupa’ya firar etmesi vakıf mallarının hacz/müsadere edilmesine neden oldu. Bunun ardından İzzet Holo Paşa ve ailesi vakıflarını hacizden kurtarmak için hukuki mücadeleye giriştiler ve vakfiye şartlarını değiştirmek koşuluyla bu hedeflerine ulaşabildiler.
Izzet Holo Pasha, who was the second clerk of Abdulhamid II between 1896-1908, was among the sultan's closest names in this period. When the property he gained during his duty was added to his mother and father's inheritance, he made a great fortune. His marriage with Behiye Hanım, a member of Muradi, one of Damascus distinguished families, increased the wealth in the family. In the Syrian province belonging to İzzet Holo Pasha and his family, there were properties such as houses, shops, mills, barns, and fields such as fields, vineyards, gardens, hamlets, and poplar fields. The family, which did not allocate the state lands they had saved in the first waqf they established in 1904 as a mite, allocated all their real estate and assets to their waqfs approximately two years later. However, during the Mesrutiyet II declaration, Izzet Holo Pasha's flight to Europe caused the confiscation of the waqf properties. After that, İzzet Holo Pasha and his family embarked on a legal struggle to save their waqfs from foreclosure. They were able to achieve these goals, provided that the conditions in the waqf were changed.

Filistin Araştırmaları Dergisi, 2020
İslam medeniyetinin henüz erken dönemlerinde ortaya çıkan kutsal mekânlarda yaşayan Müslümanlara ... more İslam medeniyetinin henüz erken dönemlerinde ortaya çıkan kutsal mekânlarda yaşayan Müslümanlara surre gönderme geleneği, Osmanlılar döneminde de devam ettirilmiştir. Bu dönemde Mekke ve Medine’nin yanı sıra idari olarak Kudüs’e bağlı el-Halil’e de surre gönderilmiştir. El-Halil şehrine gönderilen surre, tamamıyla Halilurrahman Vakfı görevlilerine dağıtılmaktaydı. Şehrin en büyük kurumu olan bu vakfın temel işlevi, Müslüman âlimlere ve fakirlere yemek hizmeti sunmaktı. Bu yönüyle Halilurrahman surresinin vakıf görevlileri arasında dağıtılması Osmanlı Devletinin vakfa verdiği önemi göstermektedir. Vakıf hizmetlerinin sekteye uğramaması için vakıf çalışanları surre tahsisatıyla maddi olarak desteklenmiştir. Bu çalışma, Kudüs’e bağlı bir nahiye olan Halilurrahman’a gönderilen surrenin XVI. yüzyıldaki durumunu tespit etmeyi ve detaylarına ilişkin bilgileri ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmada, Surre-i Hâkâniye-i Rûmiye-i Cedîde olarak isimlendirilen yani Osmanlı sultanlarının tahsisatından oluşan surre defterleri esas alınmıştır.
The tradition of sending surre to Muslims living in sacred places, which emerged in the early periods of Islamic civilization, was continued in the Ottoman period. In addition to Mecca and Medina, there is also the city of Hebron, which is administratively bound to Jerusalem, among those who have their share of the surre. The surre, which was sent to the city of Hebron, was distributed entirely to the Halilurrahman Foundation employees. The main function of the Halilurrahman Foundation, the largest foundation institution in the city, was to provide food service to Muslim scholars and the poors. In this respect, the distribution of the Halilurrahman’s surre among the foundation employees shows the importance the Ottoman State gave to the foundation. Foundation employees were financially supported with surre allocations so that the foundation services would not be interrupted. This study aims to determine the state of the surre sent to Halilurrahman, a sub-district of Jerusalem, in the sixteenth century and to reveal information on its details. In the study, the surre registers named as Surre-i Hâkâniye-i Rûmiye-i Cedîde, that is, the allocation of the Ottoman sultans, were taken as basis.

Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2020
Vakıflar, sosyal hayatta yerine getirdiği birçok hizmetle Osmanlı medeniyetinin önemli müessesele... more Vakıflar, sosyal hayatta yerine getirdiği birçok hizmetle Osmanlı medeniyetinin önemli müesseseleri arasında yer almaktadır. Bu yönüyle Osmanlı sosyal ve iktisadi hayatını, vakıflar özelinde inceleyen birçok çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmalarda araştırmacıların sıklıkla kullandığı iki belge türü vakfiye ve kadı (şerʽiyye) sicilleridir. Bununla birlikte Osmanlı vakıflarıyla ilgili önemli bilgileri ihtiva eden Mühimme Defterleri serisinin ise çalışmalarda yeterince incelenmediği görülmektedir. Bu çalışma; Divan-ı Hümayun toplantılarında Bursa vakıflarıyla ilgili alınan kararları konu edinmektedir. Çalışmamızın ana kaynağını ise 1553-1649 yıllarını kapsayan klasik dönem Mühimme Defterleri oluşturmaktadır. Buna göre; konuyla ilgili tespit edilen hükümlerden hareketle; alınan kararlarda hangi vakıfların yer aldığı, dava başvurusunun nasıl gerçekleştirildiği, dava konularının mahiyeti ve kararların vakıfları nasıl etkilediği gibi konular incelenmiştir.
Vakıflar Dergisi, 2019
Sultan I. Mahmud’un üçüncü kadını Vuslat Kadın, padişahın kendisine temlik ettiği gayrimenkullerd... more Sultan I. Mahmud’un üçüncü kadını Vuslat Kadın, padişahın kendisine temlik ettiği gayrimenkullerden elde ettiği gelirleri, Medine’deki darüşşifası ve İstanbul’daki çeşmesi için vakfetmiştir. Darüşşifa, Medine halkı ile hac ve umre ziyareti için Medine’ye gelen misafirlere sağlık hizmeti çeşme ise, İstanbul halkına içme suyu hizmeti sunmaktadır. Vuslat Kadın’ın kurduğu vakıf, bu iki hayratta yürütülecek hizmetlerin asırlarca sürdürülebilir olmasına imkân sağlamıştır.
Bu çalışmada Vuslat Kadın’ın kim olduğuyla ilgili tespitler yapıldıktan sonra Medine ve İstanbul’daki hayratı için kurduğu vakıf incelenecektir. Bu doğrultuda, Vuslat Kadın’ın vakfiyesinden hareketle vakfın idaresi, gelir-giderleri ve personeli ile ilgili tespitlerin yapılmasının yanı sıra varlığını sürdürdüğü yıllarda vakıfla ilgili arşiv belgelerine yansıyan olaylar incelenecektir.

Filistin Araştırmaları Dergisi, 2019
İslâm beldelerinde yaşayan ve zimmi olarak isimlendirilen gayrimüslimlerin inanç ve ibadet haklar... more İslâm beldelerinde yaşayan ve zimmi olarak isimlendirilen gayrimüslimlerin inanç ve ibadet hakları, İslâm diniyle güvence altına alınmıştır. Kudüs 638 yılında Müslümanların hâkimiyetine girdiğinde burada yaşayan gayrimüslimlere de bu doğrultuda haklar tanınmıştır. Hz. Ömer'in ahitnamesiyle başlayan bu uygulama, Osmanlı yönetimi de dâhil olmak üzere bütün İslâm devletleri tarafından devam ettirilmiştir.
Bu çalışma; Osmanlı Devleti'nin, Paskalya Bayramı için dünyanın dört bir tarafından Kudüs'e gelen Hıristiyan hacılara yönelik politikalarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu minvalde, Hıristiyanların Paskalya Bayramını güven içinde kutlamalarına yönelik Osmanlı Devleti'nin; bayram öncesi yaptığı hazırlıklar, Hıristiyanların Kudüs'e ulaşmasında sağladığı kolaylıklar, barınma ve sağlık ihtiyaçları ile emniyet ve asayişin temini için aldığı tedbirler, gayrimüslimlere tanınan ibadet özgürlüğü kapsamında arşiv belgelerine dayalı olarak incelenecektir.
Filistin Araştırmaları Dergisi, 2017

Jerusalem was the cradle of many civilisations in the past, and at the same time a sacred city fo... more Jerusalem was the cradle of many civilisations in the past, and at the same time a sacred city for each of the three monotheistic religions. The Muslim dominance in the city represents a time of about thirteen centuries-except for Crusader occupation period about a century-, from the Umar's conquest (638) until the Ottoman Empire abandoned the regional government to the British (1917).
The Awqaf are one of institutions that played significant role in constructing social life in Jerusalem under Ottoman role.
Awqaf are one of intitutions that played significant role in designing social life in Jerusalem under Ottoman role. The Ottoman State primarily registered the early awqaf in Beytulmakdis, and left them in place, and by finding that not adequate established new awqaf in the areas where they needed. In addition, for ensuring the freedom of belief and worship of non-Muslim minorities living in the city, they also recognized their own awqaf and ensured the continuity of the services provided by these awqaf.
This study is aimed to make the evaluation of the decisions about the Beytulmakdis awqaf from the Imperian Council, which was the most important decision-making office of the Ottoman central government. The main source of our work constitutes Provision Books of Damascus, covering the years between 1798-1841. In this manner, relevant provisions in the books are determined; the quantities and qualifications of the decisions taken about the Beytulmakdis awqaf and the providence of the central government regarding these awqaf will be tried to be revealed.

Mübârizüddîn Ertokuş, Türkiye Selçuklu Devleti'nin gulam sisteminden yetişmiş önemli devlet adaml... more Mübârizüddîn Ertokuş, Türkiye Selçuklu Devleti'nin gulam sisteminden yetişmiş önemli devlet adamlarındandır. I. Gıyâseddin Keyhüsrev, I. İzzeddin Keykavus ve I. Alâeddin Keykubat zamanlarında uzun müddet Antalya subaşılığı/valiliği yapan Ertokuş, ayrıca Akdeniz ve Karadeniz sahillerindeki birçok bölgenin fetihlerini gerçekleştirmiştir. Siyasi başarılarının yanında özellikle Isparta ve Antalya bölgelerinde yaptırdığı eserlerle bu bölgelerin Müslüman Türk kimliği kazanmasında önemli katkıları bulunan Ertokuş, son olarak Erzincan'ın fethiyle buraya bölge valisi olan şehzade Gıyâseddin'e atabey olarak görevlendirilmiştir. Ertokuş'un vakfiyesinden Isparta'da bir medrese ve kervansaray ile Antalya'da bir cami yaptırdığı ve Isparta'nın Ağros Köyü'nü bu müesseseler için vakfettiği anlaşılmaktadır. Vakfın varlığını sürdürdüğü XX. yüzyıla kadar Ağros Köyü de bir vakıf köyü olarak varlığını sürdürmüştür. Ertokuş, vakfın tevliyet görevini azatlı kölelerinden Armağan-şah ve onun soyundan gelenlere şart koşmuştur. Vakfiyedeki bu şart, bu görevi hak ettiğini düşünen aile fertleri arasında birtakım davaların görülmesine neden olmuştur. Görülen bu davalar sonucunda vakıf içerisinde bir otokontrol mekanizması sağlandığı söylenebilir. Ancak bununla birlikte aile fertleri arasındaki husumetlerin dönem dönem artması mahkemelerin de gereksiz yere meşgul edilmesine sebebiyet vermiştir. Bu çalışmada, Türkiye Selçuklularından Osmanlılara miras kalan ve XX. yüzyıla kadar varlığını sürdüren Atabey Medresesi Vakfı'nın arşiv belgelerine dayalı olarak sosyal, iktisadî ve idarî yönleri incelenecektir.
Books by Abdullah ÇAKMAK
Sonçağ Yay. , 2022
Tüm hakları yazarına aittir. Yazarın izni alınmadan kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik,... more Tüm hakları yazarına aittir. Yazarın izni alınmadan kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, çoğaltılması yapılamaz. Yalnızca kaynak gösterilerek kullanılabilir.

Osmanlı Hac Organizasyonunda Cidde Konsoloslukları (1840-1916), 2021
19. yüzyılın ilk yarısından itibaren İngiltere ve Fransa öncelikleri ticaret olmak üzere sömürgel... more 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren İngiltere ve Fransa öncelikleri ticaret olmak üzere sömürgelerindeki Müslümanlardan hacca gelenlerin işlerini kolaylaştırmak veya kontrol etmek maksadıyla Cidde’de konsolosluk açmışlardır. İngiltere ve Fransa’nın yaptığı faaliyetin olumlu netice verdiğini gören Hollanda, Avusturya ve Almanya gibi devletler de 19. asrın ikinci yarısından itibaren Cidde’de konsolosluk açma girişiminde bulunmuşlardır. Rusya ise kendi tebaası ve sömürgesi altındaki bölgelerden gelen hacıların yoğunluğuna rağmen konsolosluk açma işlemini oldukça geç bir döneme bırakmıştır.
Çalışmanın giriş bölümünde, Cidde şehrinin tarihî ve ticari önemi ile Osmanlı dönemindeki idari mekanizması ele alındı. Buna ilaveten hac trafiğinde yoğunlaşma sürecine paralel olarak idare merkezi olması hasebiyle Hicaz vilayetinin kuruluş serancamı ve idari sistematiği incelendi. Birinci bölümde, İngiltere Konsolosluğundan başlanarak 20. yüzyılın başlarına kadar konsoloslukların açılış süreçleri ve açılma sebepleri ele alındı. İkinci bölümde ise Cidde’deki konsolosların uğraştığı diplomatik meseleler, protokol kuralları, atanma ve görev süreçleri incelendi. Bu bölümde özellikle Rusya Konsolosu Nikoloski’nin sebep olduğu diplomatik teamüller dışı davranışlar oldukça dikkat çekicidir. Bölümün bir başka önemli başlığı ise İran şehbenderliği olarak tespit edilmiştir. 16. yüzyıldan itibaren mezhebî tavırları nedeniyle Ortaasyalı hacılara çoğu zaman topraklarından geçiş izni vermeyen İran siyasi idaresi için 19. yüzyılda Cidde’de diplomatik faaliyet izni verilmesiyle hacıların rahatça Mekke’ye gelip gitmeleri sağlanmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise 1858 ve 1895 yıllarında konsolosların sebep olduğu veya konsolosların öldürülmeleri nedeniyle ortaya çıkan krizler ele alınmıştır. Bu çerçevede 1858 yılında Salih Cevher’in tabiiyeti ve ticari faaliyetleri ile başlayan tartışmanın uluslararası boyut kazanması ve ardından isyana sebep olması oldukça dikkate şayandır.

Ayasofya: Fethin Nişanesi Fatih'in Emaneti, 2020
Müslümanlara ait İstanbul’daki ilk eğitim kurumu olan ve kuruluş döneminde Molla Hüsrev ve Ali Ku... more Müslümanlara ait İstanbul’daki ilk eğitim kurumu olan ve kuruluş döneminde Molla Hüsrev ve Ali Kuşçu gibi meşhur âlimlerin müderrislik yaptığı Ayasofya Medresesi, Semâniye medreselerinin 1471’de açılmasının ardından bir müddet kapalı kalmıştır. Sultan II. Bayezid devrinde bir kat ilave edilerek tekrar hizmete sokulmuştur. 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar dönem dönem geçirdiği tamiratlarla hizmetine devam eden medresede, bu dönemden sonra alınan yanlış kararlar sonucu hazin gelişmeler yaşanmıştır. 1869 senesinde Ayasofya Meydanı’nda yapılan düzenlemeler esnasında medrese yıkılmıştır. 1873 senesinde tekrar inşa edilmeye başlanan medrese yeni haliyle 1924’e kadar faaliyetlerine devam etmiştir. Bu yıldan itibaren ise kuruluş amacına muhalif olarak İstanbul Belediyesi tarafından öksüzler yurdu olarak kullanılmış ve nihayet 1936’da yine tamamen yıkılmıştır.

Huzuru Bekleyen Şehir Kudüs, 2020
Osmanlı yönetimindeki Kudüs'te yaşayan gayrimüslimlere İslam dininin öğretileri doğrultusunda can... more Osmanlı yönetimindeki Kudüs'te yaşayan gayrimüslimlere İslam dininin öğretileri doğrultusunda can ve mal güvenliği ile inanç ve ibadet özgürlüğü hakları tanınmıştır. İlk olarak Kudüs'ü ilhak eden Yavuz Sultan Selim bu kapsamda Hıristiyanlara iki emanname vermiştir. Ancak bu emannamelerde yer alan hususlar Kudüs'te yaşayan diğer gayrimüslim tebaa olan Yahudileri de kapsamaktadır. Hıristiyan ve Yahudilere mabetlerinin organizasyonu ve tamirinde gösterilen kolaylıklar ve ayinlerini rahatlıkla gerçekleştirmeleri için tanınan imkânlar bunu ispatlar niteliktedir. Bu doğrultuda halife sıfatıyla Müslümanları koruma altına alarak vakıf ve surre gibi onlara imtiyaz tanıyan Osmanlı padişahları, gayrimüslimlere yönelik zikrettiğimiz bu siyasetleriyle onların da toplumun bir parçası olduklarını her zaman kendilerine hissettirmişlerdir. Konuyla ilgili II. Mahmud'a atfedilen "Ben tebaamın Müslümanını camide, Hıristiyanını kilisede, Musevisini de havrada fark ederim, aralarında başka gûnâ bir fark yoktur. Cümlesi hakkındaki mahabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır." sözünün vücut bulduğu yerin Kudüs olduğunu rahatlıkla ifade etmek mümkündür.
Huzuru Bekleyen Şehir Kudüs, 2020
Bu bölümde, ilk olarak Osmanlı Devleti'nin Kudüs'ü Memlüklerden ilhakı ve Kudüs'teki ilk idari ya... more Bu bölümde, ilk olarak Osmanlı Devleti'nin Kudüs'ü Memlüklerden ilhakı ve Kudüs'teki ilk idari yapılanma incelenmiştir. Akabinde Osmanlı yönetimindeki Kudüs'te öne çıkan siyasi gelişmeler ortaya koyulmuştur. Ancak Divan-ı Hümayun kararlarına göre, Osmanlı Devletinin Kudüs Sancağı yönetiminde öne çıkan Bedevi Arap isyanlarının bastırılması, asayişin sağlanması ve devlet görevlilerinin kontrol edilmesi gibi hususlar bütün yüzyıllar için benzer meseleler olduğundan tekrara düşmemek adına bu gelişmelerle ilgili örnekler sadece 16. yüzyıl ile sınırlandırılmıştır. 19. yüzyılda ise Fransızların Mısır'ı işgal ederek Şam'a doğru ilerlemeleri ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın isyanı gibi Kudüs'ü etkileyen büyük gelişmeler yaşandığından bu yüzyıla ait konular detaylı olarak ele alınmıştır.
KUDÜS (DİN -TOPLUM -SİYASET), 2020
Bu çalışma, Kanuni Sultan Süleyman'ın hasekisi Hürrem Sultan tarafından başlatılan birtakım ihya ... more Bu çalışma, Kanuni Sultan Süleyman'ın hasekisi Hürrem Sultan tarafından başlatılan birtakım ihya ve inşa faaliyetleri ardından yaşanan gelişmelere dair önemli bilgiler içermektedir. Kudüs'te Haseki Sultan hayratına, vakfın akarlarına, idaresine, hizmet alanlarına, imaretin Kudüs halkı için taşıdığı öneme dair detaylı ve grafiklerle istatistiki bilgiler verilmiştir.
Geçmişten Günümüze Kudüs, 2019
Her üç semavi dinde kutsal kabul edilen kadim şehir Kudüs 638'de Halife Hz. Ömer döneminde Müslüm... more Her üç semavi dinde kutsal kabul edilen kadim şehir Kudüs 638'de Halife Hz. Ömer döneminde Müslümanlarca fethedilişinden -Haçlı işgali (1099-1187) hariç- 1917 yılına kadar Müslüman devletlerin hakimiyetinde kalmıştır. Kudüs, bu devletlerin son temsilcisi olan Osmanlı Devletinin hakimiyetine ise I. Selim'in Memluklere karşı 1516 yılında yürütülen Mercidabık Savaşının akabinde girmiştir.
Yaklaşık dört asır boyunca Osmanlı yönetiminde olan Kudüs Sancağının XVI. yüzyıldaki idari yapısını ele alan bu çalışma; sancakta yaşanan idari değişikliklerin ne olduğunu ve bu değişikliklerin nedenlerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Böylelikle sancağın idari yapısında öne çıkan devlet ricali ve kurumları belirlenecek ve ayrıca idarede etkili olan diğer unsurlar da tespit edilecektir.

Bolvadin Araştırmaları, 2018
Teknolojik gelişmelerin henüz imkân vermediği dönemlerde
insanlar, yolculuklarını binek hayvanlar... more Teknolojik gelişmelerin henüz imkân vermediği dönemlerde
insanlar, yolculuklarını binek hayvanlarıyla yaptıklarından dolayı
yolculuk süreleri uzun zamanlar almakta, bu durum ise hem yolcuların
hem de binek hayvanlarının dinlenmesi ihtiyacını ortaya
çıkarmaktaydı. Bu ihtiyaç, Osmanlı Devleti zamanında ana güzergâhlar
üzerinde belirli mesafelerle inşa edilen menziller vasıtasıyla
giderilmeye çalışılmıştır.
Osmanlı Devleti'nde menziller; ordu sefere çıktığında askerlere
lojistik destek vermek, merkez ile taşra arasında iletişim kurulması
gerektiğinde ulaklara binek aracı temin etmek ve menzil eğer hac yolu
üzerinde ise surre alayları ve hac kafilelerinin konaklamasını sağlamak
gibi askerî, siyasi ve dinî alanlarda hizmet vermekteydi. Menzillerin
özellikle merkez ile taşra arasında haberleşmenin sağlanmasına yönelik
işlevleri, merkezî yönetim anlayışına sahip Osmanlı Devleti için ayrı bir
önem taşımaktaydı. II. Mahmud'un1839'da posta teşkilatını kurana
kadar ulaklar vasıtasıyla gerçekleştirilen bu haberleşmede ulaklar,
menzillerde yeteri kadar dinlendikten sonra menzilci tarafından
kendilerine verilen yeni atlarla yollarına devam etmekteydi. Böylelikle
menzillerin, taşıdıkları resmî belgeleri ilgili yerlerine ulaştırması için
ulaklara hem konaklama mekânı hem de aktarma istasyonu olarak
hizmet verdikleri anlaşılmaktadır.
Bolvadin menzilinin 1708-1728 yıllarını kapsayan Osmanlı
haberleşme sistemindeki yeri ve önemine dair bu çalışma, arşiv
kaynaklarından hareketle menzilin işlevselliğinde menzilcilerin görev
ve sorumluluklarını, menzilden gelip geçen ulakların kimler
olduklarını ve menzilden kendilerine verilen atların miktarını
belirlemeye çalışarak bölgede bu dönemde yaşanan hareketliliğin
tespitinde önemli veriler ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Uploads
Conference Presentations by Abdullah ÇAKMAK
ait yüz altmış beş yazma eser bulunmaktaydı. Günlük üç akçe ücretle bir hafız-ı kütübün görev yaptığı kütüphane için şart koşulan bu görev ve tahsisat, Çoban Mustafa Paşa’nın, kitapların muhafazasına verdiği önemi ortaya koymaktadır. Ancak yaklaşık dört asırdır ayakta duran bu
müessesenin içinde bulunan birçok kitap zamanla muhafaza edilemeyerek bir şekilde farklı yerlere intikal etmiştir.
fethine katılmış ve daha sonra Gelibolu’dan Tekirdağ’a kadar olan Marmara sahillerinin
fetihlerini gerçekleştirmiştir. Osmanlı Devleti’nin henüz yeni kurulduğu bu dönemde Süleyman Paşa, fethettiği bölgelerde yaptırmış olduğu cami, medrese, mektep ve imaret gibi hayır eserleriyle adeta bu bölgelerde Osmanlı şehir kimliğinin oluşmasına öncülük etmiştir. Gazi Süleyman Paşa’nın İzmit’te yaptırmış olduğu cami ve medresesine ait vakfın XVI. yüzyıl tarihini incelediğimiz bu araştırmada; cami ve medresenin ne tür hizmetler sunduğu, giderlerinin ne olduğu, hangi görevlilerinin bulunduğu gibi sorulara cevap aranmıştır. Konunun özel olarak incelenmesi bakımından Paşa’ya ait İzmit’te bulunan akarlardan evlatlık vakıfları dikkate alınmamıştır.
XVI. yüzyılda Kastamonu merkezinde bulunan zaviye sayısı dokuzdur. Bunların dışında bir kalenderhane ve iki tekke bulunmaktadır. Bu kurumlara vakfedilen gelirler arasında köy, bahçe, çiftlik gibi kırsal gelirlerin yanında hamam, dükkân ve ev kirası gibi kentsel gelirller de bulunmaktadır. Bu gelirler sayesinde Kastamonu'daki zaviyeler varlıklarını XIX. yüzyıla kadar sürdürebilmişlerdir, ancak 1925'te tekke ve zaviyelerin ilga edilmesiyle bugün ne yazık ki bu kurumlardan bir ize rastlanılmamaktadır.
Papers by Abdullah ÇAKMAK
Hajj, which is one of the five religious duty of Islam, requires Muslims from various parts of the world to go to the Hejaz every year. In the Ottoman period, the pilgrimage took place by land until the second half of the 19th century. Since this period, the use of the sea route did not completely end the land voyage. It was very important to complete the hajj organization in full, as the land travel that took months was quite arduous. The fact that the pilgrims de-parting from Istanbul acted together with Surre made this journey even more important. Usually, the Surre, which was taken out of the palace with ceremonies on the 12th of the month of rajab, would first go to Uskudar. After waiting here for a few days, he would set off again with the pilgrims. The pilgrims, accompanied by Surre Emini, would reach Damascus by following the direction of Eskisehir-Aksehir-Konya-Adana-Antakya-Haleb-Hama, depar-ting from Uskudar Ayrılık Fountain and muslims from other countries would meet here. The bandit danger of the journey on the Damascus-Hjaz line was a great threat to the pilgrims. Constant complaints were filed with the central government that the bandits, who robbed the pilgrims of their belongings, murdered them and stole their camels and cash, made the pilgrimage difficult. These attacks of the bandits naturally made the measures to be taken for this route even more important. In this context, a portion of the Surre was allocated for them to accompany the pilgrimage caravan in order to prevent bandit attacks. In the second half of the 19th century, the Ottoman Empire made many arrangements for hajj organization. One of these is to directly change the term used for this organization. From this period on, the term “Mevkib-i Hajj-i Sharif” was used for the pilgrimage caravan that departed from Damascus with the Surre. The departure and return movements of the mevkib-i hajj, especially on the Damascus-Hejaz route, were followed moment by moment by the Ottoman Empire. The news sent to the center by local administrators and pilgrim officials about the location of the pilgrimage also includes important information about the pilgrimage of that year. There were many officials accompanying to the mevkib-i hajj-i sharif. Among these officials, the Guard of Mevkib-i Hajj, the Mujdeci/Mubessir and the Mukavvim were directly affected by the regulations made in the second half of the 19th century. The guard of mevkib-i hajj is the last form of the gradual transformation of the pilgrimage emirate, which has a history of nearly twelve centuries, in the 19th century. The reason for making such a change in this practice, which has an ancient history in the hajj organization, is that the Ottoman Empire tried to reduce the costs of pilgrimage. In this context, after the establishment of the guard of mevkib-i hajj, the Emirulhac district governorship, which was not needed, was attached to the Surre Emaneti. In the same way the guard of mevkib-i hajj was combined with the Kilâr-ı Hajj Emaneti in 1865. The guard of mevkib-i hajj, which was responsible for the safety of the pilgrims and the distribution of the bandit surre on the Damascus-Hejaz line for nearly half a century, was abolished on the grounds that it was not needed after the completion of the Hejaz Railway line in 1908. Other officials, who were found to be affected by the regulations aimed at reducing the costs of pilgrimage, are mujdeci and mukavvim. In this direction, mujdeci has turned into mubessir. However, the mujdecilik, which had been given to the axemen and some other palace officials in the Ottoman palace for a long time, was not abolished so that these people could go on pilgrimage. The prestige of mukavvim, which carries out the transportation of the pilgrims, was increased with the arrangements made and the position of pilgrim guards were appointed from among the mukavvim. In the second half of the 19th century, another remarkable point among the steps taken for the pilgrimage to complete its journey safely is the health measures taken. As a matter of fact, the struggle against the cholera epidemic in the 19th century led to the establishment of quarantine centers in the hajj organization and the quarantine of the place of pilgrimage there.
Izzet Holo Pasha, who was the second clerk of Abdulhamid II between 1896-1908, was among the sultan's closest names in this period. When the property he gained during his duty was added to his mother and father's inheritance, he made a great fortune. His marriage with Behiye Hanım, a member of Muradi, one of Damascus distinguished families, increased the wealth in the family. In the Syrian province belonging to İzzet Holo Pasha and his family, there were properties such as houses, shops, mills, barns, and fields such as fields, vineyards, gardens, hamlets, and poplar fields. The family, which did not allocate the state lands they had saved in the first waqf they established in 1904 as a mite, allocated all their real estate and assets to their waqfs approximately two years later. However, during the Mesrutiyet II declaration, Izzet Holo Pasha's flight to Europe caused the confiscation of the waqf properties. After that, İzzet Holo Pasha and his family embarked on a legal struggle to save their waqfs from foreclosure. They were able to achieve these goals, provided that the conditions in the waqf were changed.
The tradition of sending surre to Muslims living in sacred places, which emerged in the early periods of Islamic civilization, was continued in the Ottoman period. In addition to Mecca and Medina, there is also the city of Hebron, which is administratively bound to Jerusalem, among those who have their share of the surre. The surre, which was sent to the city of Hebron, was distributed entirely to the Halilurrahman Foundation employees. The main function of the Halilurrahman Foundation, the largest foundation institution in the city, was to provide food service to Muslim scholars and the poors. In this respect, the distribution of the Halilurrahman’s surre among the foundation employees shows the importance the Ottoman State gave to the foundation. Foundation employees were financially supported with surre allocations so that the foundation services would not be interrupted. This study aims to determine the state of the surre sent to Halilurrahman, a sub-district of Jerusalem, in the sixteenth century and to reveal information on its details. In the study, the surre registers named as Surre-i Hâkâniye-i Rûmiye-i Cedîde, that is, the allocation of the Ottoman sultans, were taken as basis.
Bu çalışmada Vuslat Kadın’ın kim olduğuyla ilgili tespitler yapıldıktan sonra Medine ve İstanbul’daki hayratı için kurduğu vakıf incelenecektir. Bu doğrultuda, Vuslat Kadın’ın vakfiyesinden hareketle vakfın idaresi, gelir-giderleri ve personeli ile ilgili tespitlerin yapılmasının yanı sıra varlığını sürdürdüğü yıllarda vakıfla ilgili arşiv belgelerine yansıyan olaylar incelenecektir.
Bu çalışma; Osmanlı Devleti'nin, Paskalya Bayramı için dünyanın dört bir tarafından Kudüs'e gelen Hıristiyan hacılara yönelik politikalarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu minvalde, Hıristiyanların Paskalya Bayramını güven içinde kutlamalarına yönelik Osmanlı Devleti'nin; bayram öncesi yaptığı hazırlıklar, Hıristiyanların Kudüs'e ulaşmasında sağladığı kolaylıklar, barınma ve sağlık ihtiyaçları ile emniyet ve asayişin temini için aldığı tedbirler, gayrimüslimlere tanınan ibadet özgürlüğü kapsamında arşiv belgelerine dayalı olarak incelenecektir.
The Awqaf are one of institutions that played significant role in constructing social life in Jerusalem under Ottoman role.
Awqaf are one of intitutions that played significant role in designing social life in Jerusalem under Ottoman role. The Ottoman State primarily registered the early awqaf in Beytulmakdis, and left them in place, and by finding that not adequate established new awqaf in the areas where they needed. In addition, for ensuring the freedom of belief and worship of non-Muslim minorities living in the city, they also recognized their own awqaf and ensured the continuity of the services provided by these awqaf.
This study is aimed to make the evaluation of the decisions about the Beytulmakdis awqaf from the Imperian Council, which was the most important decision-making office of the Ottoman central government. The main source of our work constitutes Provision Books of Damascus, covering the years between 1798-1841. In this manner, relevant provisions in the books are determined; the quantities and qualifications of the decisions taken about the Beytulmakdis awqaf and the providence of the central government regarding these awqaf will be tried to be revealed.
Books by Abdullah ÇAKMAK
Çalışmanın giriş bölümünde, Cidde şehrinin tarihî ve ticari önemi ile Osmanlı dönemindeki idari mekanizması ele alındı. Buna ilaveten hac trafiğinde yoğunlaşma sürecine paralel olarak idare merkezi olması hasebiyle Hicaz vilayetinin kuruluş serancamı ve idari sistematiği incelendi. Birinci bölümde, İngiltere Konsolosluğundan başlanarak 20. yüzyılın başlarına kadar konsoloslukların açılış süreçleri ve açılma sebepleri ele alındı. İkinci bölümde ise Cidde’deki konsolosların uğraştığı diplomatik meseleler, protokol kuralları, atanma ve görev süreçleri incelendi. Bu bölümde özellikle Rusya Konsolosu Nikoloski’nin sebep olduğu diplomatik teamüller dışı davranışlar oldukça dikkat çekicidir. Bölümün bir başka önemli başlığı ise İran şehbenderliği olarak tespit edilmiştir. 16. yüzyıldan itibaren mezhebî tavırları nedeniyle Ortaasyalı hacılara çoğu zaman topraklarından geçiş izni vermeyen İran siyasi idaresi için 19. yüzyılda Cidde’de diplomatik faaliyet izni verilmesiyle hacıların rahatça Mekke’ye gelip gitmeleri sağlanmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise 1858 ve 1895 yıllarında konsolosların sebep olduğu veya konsolosların öldürülmeleri nedeniyle ortaya çıkan krizler ele alınmıştır. Bu çerçevede 1858 yılında Salih Cevher’in tabiiyeti ve ticari faaliyetleri ile başlayan tartışmanın uluslararası boyut kazanması ve ardından isyana sebep olması oldukça dikkate şayandır.
Yaklaşık dört asır boyunca Osmanlı yönetiminde olan Kudüs Sancağının XVI. yüzyıldaki idari yapısını ele alan bu çalışma; sancakta yaşanan idari değişikliklerin ne olduğunu ve bu değişikliklerin nedenlerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Böylelikle sancağın idari yapısında öne çıkan devlet ricali ve kurumları belirlenecek ve ayrıca idarede etkili olan diğer unsurlar da tespit edilecektir.
insanlar, yolculuklarını binek hayvanlarıyla yaptıklarından dolayı
yolculuk süreleri uzun zamanlar almakta, bu durum ise hem yolcuların
hem de binek hayvanlarının dinlenmesi ihtiyacını ortaya
çıkarmaktaydı. Bu ihtiyaç, Osmanlı Devleti zamanında ana güzergâhlar
üzerinde belirli mesafelerle inşa edilen menziller vasıtasıyla
giderilmeye çalışılmıştır.
Osmanlı Devleti'nde menziller; ordu sefere çıktığında askerlere
lojistik destek vermek, merkez ile taşra arasında iletişim kurulması
gerektiğinde ulaklara binek aracı temin etmek ve menzil eğer hac yolu
üzerinde ise surre alayları ve hac kafilelerinin konaklamasını sağlamak
gibi askerî, siyasi ve dinî alanlarda hizmet vermekteydi. Menzillerin
özellikle merkez ile taşra arasında haberleşmenin sağlanmasına yönelik
işlevleri, merkezî yönetim anlayışına sahip Osmanlı Devleti için ayrı bir
önem taşımaktaydı. II. Mahmud'un1839'da posta teşkilatını kurana
kadar ulaklar vasıtasıyla gerçekleştirilen bu haberleşmede ulaklar,
menzillerde yeteri kadar dinlendikten sonra menzilci tarafından
kendilerine verilen yeni atlarla yollarına devam etmekteydi. Böylelikle
menzillerin, taşıdıkları resmî belgeleri ilgili yerlerine ulaştırması için
ulaklara hem konaklama mekânı hem de aktarma istasyonu olarak
hizmet verdikleri anlaşılmaktadır.
Bolvadin menzilinin 1708-1728 yıllarını kapsayan Osmanlı
haberleşme sistemindeki yeri ve önemine dair bu çalışma, arşiv
kaynaklarından hareketle menzilin işlevselliğinde menzilcilerin görev
ve sorumluluklarını, menzilden gelip geçen ulakların kimler
olduklarını ve menzilden kendilerine verilen atların miktarını
belirlemeye çalışarak bölgede bu dönemde yaşanan hareketliliğin
tespitinde önemli veriler ortaya koymayı amaçlamaktadır.
ait yüz altmış beş yazma eser bulunmaktaydı. Günlük üç akçe ücretle bir hafız-ı kütübün görev yaptığı kütüphane için şart koşulan bu görev ve tahsisat, Çoban Mustafa Paşa’nın, kitapların muhafazasına verdiği önemi ortaya koymaktadır. Ancak yaklaşık dört asırdır ayakta duran bu
müessesenin içinde bulunan birçok kitap zamanla muhafaza edilemeyerek bir şekilde farklı yerlere intikal etmiştir.
fethine katılmış ve daha sonra Gelibolu’dan Tekirdağ’a kadar olan Marmara sahillerinin
fetihlerini gerçekleştirmiştir. Osmanlı Devleti’nin henüz yeni kurulduğu bu dönemde Süleyman Paşa, fethettiği bölgelerde yaptırmış olduğu cami, medrese, mektep ve imaret gibi hayır eserleriyle adeta bu bölgelerde Osmanlı şehir kimliğinin oluşmasına öncülük etmiştir. Gazi Süleyman Paşa’nın İzmit’te yaptırmış olduğu cami ve medresesine ait vakfın XVI. yüzyıl tarihini incelediğimiz bu araştırmada; cami ve medresenin ne tür hizmetler sunduğu, giderlerinin ne olduğu, hangi görevlilerinin bulunduğu gibi sorulara cevap aranmıştır. Konunun özel olarak incelenmesi bakımından Paşa’ya ait İzmit’te bulunan akarlardan evlatlık vakıfları dikkate alınmamıştır.
XVI. yüzyılda Kastamonu merkezinde bulunan zaviye sayısı dokuzdur. Bunların dışında bir kalenderhane ve iki tekke bulunmaktadır. Bu kurumlara vakfedilen gelirler arasında köy, bahçe, çiftlik gibi kırsal gelirlerin yanında hamam, dükkân ve ev kirası gibi kentsel gelirller de bulunmaktadır. Bu gelirler sayesinde Kastamonu'daki zaviyeler varlıklarını XIX. yüzyıla kadar sürdürebilmişlerdir, ancak 1925'te tekke ve zaviyelerin ilga edilmesiyle bugün ne yazık ki bu kurumlardan bir ize rastlanılmamaktadır.
Hajj, which is one of the five religious duty of Islam, requires Muslims from various parts of the world to go to the Hejaz every year. In the Ottoman period, the pilgrimage took place by land until the second half of the 19th century. Since this period, the use of the sea route did not completely end the land voyage. It was very important to complete the hajj organization in full, as the land travel that took months was quite arduous. The fact that the pilgrims de-parting from Istanbul acted together with Surre made this journey even more important. Usually, the Surre, which was taken out of the palace with ceremonies on the 12th of the month of rajab, would first go to Uskudar. After waiting here for a few days, he would set off again with the pilgrims. The pilgrims, accompanied by Surre Emini, would reach Damascus by following the direction of Eskisehir-Aksehir-Konya-Adana-Antakya-Haleb-Hama, depar-ting from Uskudar Ayrılık Fountain and muslims from other countries would meet here. The bandit danger of the journey on the Damascus-Hjaz line was a great threat to the pilgrims. Constant complaints were filed with the central government that the bandits, who robbed the pilgrims of their belongings, murdered them and stole their camels and cash, made the pilgrimage difficult. These attacks of the bandits naturally made the measures to be taken for this route even more important. In this context, a portion of the Surre was allocated for them to accompany the pilgrimage caravan in order to prevent bandit attacks. In the second half of the 19th century, the Ottoman Empire made many arrangements for hajj organization. One of these is to directly change the term used for this organization. From this period on, the term “Mevkib-i Hajj-i Sharif” was used for the pilgrimage caravan that departed from Damascus with the Surre. The departure and return movements of the mevkib-i hajj, especially on the Damascus-Hejaz route, were followed moment by moment by the Ottoman Empire. The news sent to the center by local administrators and pilgrim officials about the location of the pilgrimage also includes important information about the pilgrimage of that year. There were many officials accompanying to the mevkib-i hajj-i sharif. Among these officials, the Guard of Mevkib-i Hajj, the Mujdeci/Mubessir and the Mukavvim were directly affected by the regulations made in the second half of the 19th century. The guard of mevkib-i hajj is the last form of the gradual transformation of the pilgrimage emirate, which has a history of nearly twelve centuries, in the 19th century. The reason for making such a change in this practice, which has an ancient history in the hajj organization, is that the Ottoman Empire tried to reduce the costs of pilgrimage. In this context, after the establishment of the guard of mevkib-i hajj, the Emirulhac district governorship, which was not needed, was attached to the Surre Emaneti. In the same way the guard of mevkib-i hajj was combined with the Kilâr-ı Hajj Emaneti in 1865. The guard of mevkib-i hajj, which was responsible for the safety of the pilgrims and the distribution of the bandit surre on the Damascus-Hejaz line for nearly half a century, was abolished on the grounds that it was not needed after the completion of the Hejaz Railway line in 1908. Other officials, who were found to be affected by the regulations aimed at reducing the costs of pilgrimage, are mujdeci and mukavvim. In this direction, mujdeci has turned into mubessir. However, the mujdecilik, which had been given to the axemen and some other palace officials in the Ottoman palace for a long time, was not abolished so that these people could go on pilgrimage. The prestige of mukavvim, which carries out the transportation of the pilgrims, was increased with the arrangements made and the position of pilgrim guards were appointed from among the mukavvim. In the second half of the 19th century, another remarkable point among the steps taken for the pilgrimage to complete its journey safely is the health measures taken. As a matter of fact, the struggle against the cholera epidemic in the 19th century led to the establishment of quarantine centers in the hajj organization and the quarantine of the place of pilgrimage there.
Izzet Holo Pasha, who was the second clerk of Abdulhamid II between 1896-1908, was among the sultan's closest names in this period. When the property he gained during his duty was added to his mother and father's inheritance, he made a great fortune. His marriage with Behiye Hanım, a member of Muradi, one of Damascus distinguished families, increased the wealth in the family. In the Syrian province belonging to İzzet Holo Pasha and his family, there were properties such as houses, shops, mills, barns, and fields such as fields, vineyards, gardens, hamlets, and poplar fields. The family, which did not allocate the state lands they had saved in the first waqf they established in 1904 as a mite, allocated all their real estate and assets to their waqfs approximately two years later. However, during the Mesrutiyet II declaration, Izzet Holo Pasha's flight to Europe caused the confiscation of the waqf properties. After that, İzzet Holo Pasha and his family embarked on a legal struggle to save their waqfs from foreclosure. They were able to achieve these goals, provided that the conditions in the waqf were changed.
The tradition of sending surre to Muslims living in sacred places, which emerged in the early periods of Islamic civilization, was continued in the Ottoman period. In addition to Mecca and Medina, there is also the city of Hebron, which is administratively bound to Jerusalem, among those who have their share of the surre. The surre, which was sent to the city of Hebron, was distributed entirely to the Halilurrahman Foundation employees. The main function of the Halilurrahman Foundation, the largest foundation institution in the city, was to provide food service to Muslim scholars and the poors. In this respect, the distribution of the Halilurrahman’s surre among the foundation employees shows the importance the Ottoman State gave to the foundation. Foundation employees were financially supported with surre allocations so that the foundation services would not be interrupted. This study aims to determine the state of the surre sent to Halilurrahman, a sub-district of Jerusalem, in the sixteenth century and to reveal information on its details. In the study, the surre registers named as Surre-i Hâkâniye-i Rûmiye-i Cedîde, that is, the allocation of the Ottoman sultans, were taken as basis.
Bu çalışmada Vuslat Kadın’ın kim olduğuyla ilgili tespitler yapıldıktan sonra Medine ve İstanbul’daki hayratı için kurduğu vakıf incelenecektir. Bu doğrultuda, Vuslat Kadın’ın vakfiyesinden hareketle vakfın idaresi, gelir-giderleri ve personeli ile ilgili tespitlerin yapılmasının yanı sıra varlığını sürdürdüğü yıllarda vakıfla ilgili arşiv belgelerine yansıyan olaylar incelenecektir.
Bu çalışma; Osmanlı Devleti'nin, Paskalya Bayramı için dünyanın dört bir tarafından Kudüs'e gelen Hıristiyan hacılara yönelik politikalarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu minvalde, Hıristiyanların Paskalya Bayramını güven içinde kutlamalarına yönelik Osmanlı Devleti'nin; bayram öncesi yaptığı hazırlıklar, Hıristiyanların Kudüs'e ulaşmasında sağladığı kolaylıklar, barınma ve sağlık ihtiyaçları ile emniyet ve asayişin temini için aldığı tedbirler, gayrimüslimlere tanınan ibadet özgürlüğü kapsamında arşiv belgelerine dayalı olarak incelenecektir.
The Awqaf are one of institutions that played significant role in constructing social life in Jerusalem under Ottoman role.
Awqaf are one of intitutions that played significant role in designing social life in Jerusalem under Ottoman role. The Ottoman State primarily registered the early awqaf in Beytulmakdis, and left them in place, and by finding that not adequate established new awqaf in the areas where they needed. In addition, for ensuring the freedom of belief and worship of non-Muslim minorities living in the city, they also recognized their own awqaf and ensured the continuity of the services provided by these awqaf.
This study is aimed to make the evaluation of the decisions about the Beytulmakdis awqaf from the Imperian Council, which was the most important decision-making office of the Ottoman central government. The main source of our work constitutes Provision Books of Damascus, covering the years between 1798-1841. In this manner, relevant provisions in the books are determined; the quantities and qualifications of the decisions taken about the Beytulmakdis awqaf and the providence of the central government regarding these awqaf will be tried to be revealed.
Çalışmanın giriş bölümünde, Cidde şehrinin tarihî ve ticari önemi ile Osmanlı dönemindeki idari mekanizması ele alındı. Buna ilaveten hac trafiğinde yoğunlaşma sürecine paralel olarak idare merkezi olması hasebiyle Hicaz vilayetinin kuruluş serancamı ve idari sistematiği incelendi. Birinci bölümde, İngiltere Konsolosluğundan başlanarak 20. yüzyılın başlarına kadar konsoloslukların açılış süreçleri ve açılma sebepleri ele alındı. İkinci bölümde ise Cidde’deki konsolosların uğraştığı diplomatik meseleler, protokol kuralları, atanma ve görev süreçleri incelendi. Bu bölümde özellikle Rusya Konsolosu Nikoloski’nin sebep olduğu diplomatik teamüller dışı davranışlar oldukça dikkat çekicidir. Bölümün bir başka önemli başlığı ise İran şehbenderliği olarak tespit edilmiştir. 16. yüzyıldan itibaren mezhebî tavırları nedeniyle Ortaasyalı hacılara çoğu zaman topraklarından geçiş izni vermeyen İran siyasi idaresi için 19. yüzyılda Cidde’de diplomatik faaliyet izni verilmesiyle hacıların rahatça Mekke’ye gelip gitmeleri sağlanmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise 1858 ve 1895 yıllarında konsolosların sebep olduğu veya konsolosların öldürülmeleri nedeniyle ortaya çıkan krizler ele alınmıştır. Bu çerçevede 1858 yılında Salih Cevher’in tabiiyeti ve ticari faaliyetleri ile başlayan tartışmanın uluslararası boyut kazanması ve ardından isyana sebep olması oldukça dikkate şayandır.
Yaklaşık dört asır boyunca Osmanlı yönetiminde olan Kudüs Sancağının XVI. yüzyıldaki idari yapısını ele alan bu çalışma; sancakta yaşanan idari değişikliklerin ne olduğunu ve bu değişikliklerin nedenlerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Böylelikle sancağın idari yapısında öne çıkan devlet ricali ve kurumları belirlenecek ve ayrıca idarede etkili olan diğer unsurlar da tespit edilecektir.
insanlar, yolculuklarını binek hayvanlarıyla yaptıklarından dolayı
yolculuk süreleri uzun zamanlar almakta, bu durum ise hem yolcuların
hem de binek hayvanlarının dinlenmesi ihtiyacını ortaya
çıkarmaktaydı. Bu ihtiyaç, Osmanlı Devleti zamanında ana güzergâhlar
üzerinde belirli mesafelerle inşa edilen menziller vasıtasıyla
giderilmeye çalışılmıştır.
Osmanlı Devleti'nde menziller; ordu sefere çıktığında askerlere
lojistik destek vermek, merkez ile taşra arasında iletişim kurulması
gerektiğinde ulaklara binek aracı temin etmek ve menzil eğer hac yolu
üzerinde ise surre alayları ve hac kafilelerinin konaklamasını sağlamak
gibi askerî, siyasi ve dinî alanlarda hizmet vermekteydi. Menzillerin
özellikle merkez ile taşra arasında haberleşmenin sağlanmasına yönelik
işlevleri, merkezî yönetim anlayışına sahip Osmanlı Devleti için ayrı bir
önem taşımaktaydı. II. Mahmud'un1839'da posta teşkilatını kurana
kadar ulaklar vasıtasıyla gerçekleştirilen bu haberleşmede ulaklar,
menzillerde yeteri kadar dinlendikten sonra menzilci tarafından
kendilerine verilen yeni atlarla yollarına devam etmekteydi. Böylelikle
menzillerin, taşıdıkları resmî belgeleri ilgili yerlerine ulaştırması için
ulaklara hem konaklama mekânı hem de aktarma istasyonu olarak
hizmet verdikleri anlaşılmaktadır.
Bolvadin menzilinin 1708-1728 yıllarını kapsayan Osmanlı
haberleşme sistemindeki yeri ve önemine dair bu çalışma, arşiv
kaynaklarından hareketle menzilin işlevselliğinde menzilcilerin görev
ve sorumluluklarını, menzilden gelip geçen ulakların kimler
olduklarını ve menzilden kendilerine verilen atların miktarını
belirlemeye çalışarak bölgede bu dönemde yaşanan hareketliliğin
tespitinde önemli veriler ortaya koymayı amaçlamaktadır.