Books by Ömer Tellioğlu

MİRATÜ'L- MEMALİK- SEYDİ ALİ REİSİN MACERALARI, 2021
Seydi Ali Reis 1554 yılında Basra limanından hareket edip Hürmüz Boğazı’ndan çıktıktan sonra Port... more Seydi Ali Reis 1554 yılında Basra limanından hareket edip Hürmüz Boğazı’ndan çıktıktan sonra Portekiz donanması ile şiddetli bir deniz savaşına tutuşur. Gemi kaybeder ve kat kat güçlü düşman donanmasına karşı zafer kazanması mümkün değildir. Bundan dolayı düşmanı şaşırtmak için önce doğu istikametine yönelerek, Belûcistan sahillerine kadar gitmiş, buradan elinde kalan gemiler için gerekli ikmalleri yaptıktan sonra Süveyş’e dönmek için tekrar batı istikametine yelken açmıştı. Ancak Yemen açıklarına ulaştığı zaman çıkan bir tufan neticesinde Hindistan’a sürüklenmiş, tayfası perişan, gemileri harap olmuştu. Umman Denizi ve Hindistan sahillerindeki güçlü Portekiz donanması ile savaşacak gemisi kalmayan Seydi Ali Reis, Hindistan’dan karayoluyla İstanbul’a dönmeye karar verdi. Üç yıldan fazla süren uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra İstanbul’a dönerken yaşanan olayların bir kısmından “sergüzeşti” yani macera olarak bahseder ki bu tanımlaması bütünüyle doğrudur. Hindistan’dan başlayan yolculuğunda bazen çatışmaların arasında kalır, bazen çölde helak olmakla karşı karşıya gelir, bazen güzergâhtaki hükümdar, vali ve emirler tarafından alıkonur. Bazen de kendisine büyük eyaletlerin valiliği teklif edilir. Ancak o kararlı bir şekilde yoluna devam eder.

KİTABEVİ, 2017
Hamdânîler 905-1004 yılları arasında Musul, Halep ve el-Cezire bölgesinde hüküm sürmüş Abbasilere... more Hamdânîler 905-1004 yılları arasında Musul, Halep ve el-Cezire bölgesinde hüküm sürmüş Abbasilere bağlı bir emirliktir. Bir dönem Diyarbakır’a da hâkim olmuşlardır. Bu tarihlerde İslam dünyasının kuzey sınırlarında yer alan bölge, çoğu kez başında İmparatorların bulunduğu Bizans ordularının saldırılarına uğramaktaydı.
Abbasi idaresinin zayıflaması sonucu içerde emirlerin ve komutanların birbirleriyle mücadele etmesini fırsat bilen Bizans orduları Hamdânîlerin idaresindeki Halep dâhil birçok Müslüman beldesine sürekli saldırılar düzenleyerek tahribatlar, yağmalar ve katliamlar gerçekleştirdiler.
Hamdânîler, bir taraftan iç rakipleri ile mücadele ederek hilafet merkezi Bağdat üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışırken, diğer taraftan hüküm sürdükleri Musul-Halep hattını Bizans saldırılarına karşı korumak için yoğun bir mücadele verdiler. Aynı şekilde düzenledikleri askeri seferler ve gazalarla çoğu zaman savaşı Rum topraklarına taşıdılar.
Ayrıca Türklerin, Abbasi ordusunda görevli komutan ve askerlerle yavaş yavaş Abbasi yönetimi ve bölge üzerinde etkinlik sağlamaya, varlığını hissettirmeye başladığı bu dönem, İslam birliğini yeniden tesis edecek olan Selçukluların hâkimiyetine zemin hazırlayan bir zaman dilimi olarak da ön plana çıkmaktadır
KİTABEVİ, Second edition, Nov 2017
Jewish Immigration to Palestine and Zionism (1880-1914)
هجرة اليهود الي فلسطين والصهيونية 1880-1914

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, 1999
Diyarbakır vilayeti için hazırlanan ve 1286-1323 (1869-1905) yıllarını içine alan 20 adet sal- nâ... more Diyarbakır vilayeti için hazırlanan ve 1286-1323 (1869-1905) yıllarını içine alan 20 adet sal- nâmede, vilayetin coğrafi durumu, siyasi olaylar, ekonomi, sağlık, kültür, folklor gibi sosyal hayatın bütün yönlerini ilgilendiren konularda teferruatlı bilgiler verilmektedir.
Salnâmelerde verilen bilgilerin ışığında, ziraattan hayvancılığa, imar faaliyetlerinden eğitime bölgenin ekonomik ve sosyal haritasını çıkarmak mümkündür. Vilayet dahilinde mev- cut yol ve köprülerin durumu hakkında bilgiler verilirken, yapılan iyileştirme ve yeni ya- tırımlar da ayrıntılarıyla işlenmektedir. Her yıllıkta, Zirai ve sınai mahsullerin çeşitleri ve miktarlarının cetveller halinde dökümleri yapılmaktadır. Ayrıca, eğitim kurumları ile öğrenci sayıları ayrıntılı bir şekilde gözler önüne serilmektedir.
Diyarbakır Salnâmelerinin muhtevalarını şu başlıklar altında özetlemek mümkündür:
Takvim, kronoloji (Hz. Adem'den yayınlandığı tarihe kadar); Osmanlı padişahlarının kısa biyografileri; devlet görevlilerinin elkapları; valiler, il meclisi üyeleri, devlet daireleri ve bu dairelerin yöneticileri, belediye başkanları ve belediye meclisi üyeleri; vilayete bağlı kaza
ve nahiyeler ile bu kaza ve nahiyelerde bulunan askeri ve mülki erkân; vilayette bulunan ordu birliklerinin durumu; arkeolojik kalıntılar ve tarihi eserler, türbeler ve bunların du- rumları hakkında genel bilgiler, resmi daire, okul, mescid, evliya kabirleri, tekke, kilise, köprü, kahve vb. yerlerin sayıları (cetveller halinde), vilayetin tarihi ve coğrafi konumu; akarsular, göller, madenler, maden suları, ormanlar, genel gelirler ve giderler, ticaret, do- kumacılık, hayvancılık, zirai durum bağ ve bahçeler; devlet dairelerinin bütçeleri, gelir ve giderleri (cetveller halinde), genel nüfus: müslüman, gayr-i müslim (vilayet merkezi ve bütün kazalar)...
Papers by Ömer Tellioğlu

رؤية تركية Ru'ya Turkiya, Aug 1, 2019
تتناول هذه المقالة انتقال الأراضي الفلسطينية إلى اليهود خلال الفترة 1882– 1914، والطرق المتبعة له... more تتناول هذه المقالة انتقال الأراضي الفلسطينية إلى اليهود خلال الفترة 1882– 1914، والطرق المتبعة لهذا الغرض. هناك مزاعم بأن الفلسطينين باعوا أراضيهم لليهود طوعاً، ويتم اعتماد هذه المزاعم كما لو أنها حقيقةٌ تاريخيةٌ، لكنها في الواقع لا تمت إلى الحقيقة بصلة. ففي تلك الفترة بُنيت عشرات المستوطنات اليهودية في فلسطين، وتم توطين آلاف المهاجرين اليهود في هذه المستوطنات التي بُنيَت على الأراضي الفلسطينية بعد اغتصابها من الفلاحين الفلسطينيين باستعمال طرق وأساليب مختلفة، والأرشيف العثماني يضم آلاف الوثائق المتعلقة بأعمال الصهاينة في فلسطين في هذه الفترة. حاولنا في هذه البحث أن نسلط الضوء على طرق انتقال الأراضي الفلسطينية إلى اليهود بالاستناد إلى وثائق الأرشيف.
This article deals with how the Palestinian lands were passed into the hands of the Jews in 1882-1914. It is claimed that the Palestinians sold their land voluntarily to the Jews. This claim is accepted as a historical fact. However, the claim is not true in general terms. Between 1882-1914, dozens of Jewish colonies were established in Palestine and thousands of migrants were settled in these colonies. These colonies were built on land taken from the hands of Palestinian peasants using different methods.There are thousands of documents in the Ottoman Archives about the activities of Zionists in Palestine during this period. In this article, we tried to clarify the methods of transferring Palestinian lands to Jews based on archival documents.

Tarih Okulu Dergisi /Journal of History School , Dec 31, 2015
Özet
Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgali ve Balkan Savaşları dünya Müslümanları için Osmanlı ... more Özet
Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgali ve Balkan Savaşları dünya Müslümanları için Osmanlı Devleti’nin geleceği konusunda büyük endişelerin yaşandığı bir dönemdir. Osmanlı sınırları dışında bulunan Dünyanın değişik bölgelerindeki Müslüman kitlelerin, hilafet makamı olarak kendilerini bağlı hissettikleri Osmanlı Devleti’nin bu badireyi atlatması için değişik gayretleri olmuştur. Ancak Hindistan Müslümanlarının bu konuda farklı bir konumu vardır. Hindistan Müslümanları, bu savaşın Osmanlı Devleti için ortaya çıkardığı olumsuzlukları kendi topraklarında yaşanan hadiseler gibi en içten duygularla hissetmişler ve bu savaşın yaralarını sarmak için çok sayıda yardım kampanyası düzenlemişlerdir. Hindistan’da değişik Müslüman kurumların toplayıp gönderdiği yardımların yanında ferdi olarak şahısların gönderdiği yardımlar da söz konusudur. Hindistan’da düzenlenen yardım kampanyalarının büyük bir bölümü bu savaşın oluşturduğu yaraların sarılması konusunda bir katkı olması amacıyla düzenlenmiştir. Yardımlar genellikle, yaralı gazilere ve şehit askerlerin geride bıraktıkları yetimlerine harcanmak üzere gönderilmiştir. Hindistan’ın değişik şehir ve kasabalarından yardım için toplanan paralar değişik yollarla İstanbul’a ulaştırılmaya çalışılmıştır. Hindistan Müslümanlarının bu hassasiyetinin nedeni, bu savaşın Osmanlı Devleti’nin zevaline sebep olacağı endişesidir.
Abstract
For Muslim world, occupation of Tripoli by Italy and Balkan Wars are a period of great anxiety about continuity of Ottoman Empire. There were several efforts of Muslim populations around the world out of Ottoman borders to help Ottoman Empire which they acknowledge as caliphate to endure the crisis. But the Indian Muslims have a special position in this matter. The Indian Muslims deeply felt the adversity of the war as it happens in their own lands and held several aid campaigns to dress the wounds of the war. Besides aids made by different Muslim institutions in India, there were also aids from individuals. The main purpose of aid campaigns held in India was supporting dressing the wounds of the war. Aids, usually, were sent to be used for wounded veterans and orphans of martyrs. The money gathered from different cities and towns of India as aids were tried to be transmitted to Istanbul via different ways. The reason of tenderness of Indian Muslims was the concern for that the war would be the cause of dissolution of Ottoman Empire.

مجلة دراسات في التاريخ والآثار- جامعة البغداد, Dec 2014
For Muslim world, occupation of Tripoli by Italy and Balkan Wars are a period of great anxiety ab... more For Muslim world, occupation of Tripoli by Italy and Balkan Wars are a period of great anxiety about continuity of Ottoman Empire. There were several efforts of Muslim populations around the world out of Ottoman borders to help Ottoman Empire which they acknowledge as caliphate to endure the crisis. But the Indian Muslims have a special position in this matter. The Indian Muslims deeply felt the adversity of the war as it happens in their own lands and held several aid campaigns to dress the wounds of the war. Besides aids made by different Muslim institutions in India, there were also aids from individuals. The main purpose of aid campaigns held in India was supporting dressing the wounds of the war. Aids, usually, were sent to be used for wounded veterans and orphans of martyrs. The money gathered from different cities and towns of India as aids were tried to be transmitted to Istanbul via different ways. The reason of tenderness of Indian Muslims was the concern for that the war would be the cause of dissolution of Ottoman Empire.
الفترة الي تم فيها احتلال طرابلس الغرب من قبل ايطاليا, وحروب البلقان كانت فترة قلق عميق عاشتها الشعوب الاسلامية بخصوص ستقبل الدولة العثمانية.
ولقد كانت هناك عدة مبادرات من قبل التجمعات الاسلامية المتواجدة في أنحاء مختلفة من الدنيا خارج نطاق الدولة العثمانية ,والتي كانت تشعر بارتباطها بها كمقام للخلافة وذلك من أجل أن تتجاوز الدولة العثمانية. هذه الظاهرة التي ألمت بها.
ولكن كان لمسلمي الهند شأن اخر في هذا الخصوص, لقد أحس مسلمو الهند من أعماق مشاعرهم بالأثار السلبية التي خلفتها هذه الحرب في الدولة العثمانية كما لو أن الأحداث كانت تجري في أراضيهم ,وقاموا بتنظيم عدة حملات للمساعدات من أجل تضميد تلك الجراحات التي خلفتها الحرب ففي الهند بالإضافة الى المساعدات التي كانت تجمع وترسل من قبل عدة مجموعات من المؤسسات الخيرية الإسلامية المختلفة, كان هناك أيضا مساعدات فردية ترسل من قبل أشخاص وجزء كبير من حملات التبرعات المنظمة في الهند كانت تنظم لتضميد الجراح التي خلفتها تلك الحروب .وقد أرسلت المساعدات بشكل عام من أجل أن يتم صرفها على المجاهدين الجرحى وعلى الأيتام الذين خلفهم ورائهم الشهداء من الجنود. والنقود التي كانت تجمع من مختلف مدن ونواحي الهند كانت توصل الى استانبول بطرق مختلفة والسبب في هذا التعاطف من مسلمي الهند هو الشعور بالقلق من أن تتسبب هذه الحرب بزوال الدولة العثمانية.

Tarih Okulu Dergisi / Journal of History School , Mar 2015
Özet
Karadeniz uzun bir dönem Osmanlı Devleti’nin bir iç denizi olarak kalmıştır. Ancak Rusların... more Özet
Karadeniz uzun bir dönem Osmanlı Devleti’nin bir iç denizi olarak kalmıştır. Ancak Rusların 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Karadeniz’in kuzey sahillerinde sağlam mevziler elde etmesi ve akabinde Kırım’ı ilhakı ile Osmanlı Devleti’nin Karadeniz üzerindeki tek hâkim güç olma konumu sona erdi. Bundan sonra Karadeniz sadece Osmanlı Devleti ve Rusya ekseninde bir çatışma ve nüfuz mücadelesi alanı olmanın çok ötesinde, uluslararası aktörlerin de dâhil olduğu bir mücadele sahasına dönüştü. Karadeniz’deki Rus varlığı, Osmanlı Devleti’nin bölgedeki ekonomik ve siyası gücünü zayıflatmanın yanında, doğrudan doğruya payitahtını da Karadeniz’den gelecek bir tehdide açık hale getirdi.
Anahtar Kelimeler: Karadeniz, Osmanlı, Rusya, Boğazlar, Ayastefanos
Abstract
The Black Sea was inland sea to the Ottoman State for quite a while. However, Russians gained res-pectful positions on the North coasts by the Treaty of Küçük Kaynarca 1774, and after the accretion of Cri-mea, Ottoman`s position of being the only dominant power was ended. Hence, the Black Sea behind being field of competition and fight beetwen Russia and Ottoman State, it became a dominance arena that some international actors was included. The existence of Russian power on Black Sea, beside was reducing the control of Ottoman over economy and politics in the area, it also let a threat for the capital city of Ottomans from the side of Black Sea.
Keywords: Black Sea, Ottomans, Russia, Straits, Ayastefanos
Conference Presentations by Ömer Tellioğlu

Türk Tarih Kurumu / Osmanlıdan Günümüze Filistin Sempozyumu, Bildiriler, 2014
Son altmış yıllık zaman dilimi içerisinde Filistin adı dünya politika üretim merkezlerinin meşgul... more Son altmış yıllık zaman dilimi içerisinde Filistin adı dünya politika üretim merkezlerinin meşgul olduğu gündem maddelerinin en başında yer almaktadır. Bunun nedeni, meselenin çağdaş aktörler tarafından kördüğüme dönüştürülmüş bir Arap-İsrail çekişmesi olmasının çok ötesinde, bu çözümsüzlüğün ve ölümüne kavganın dayandığı derin bir tarihi arka planının bulunmasıdır. Ancak konu hakkında devasa bir literatürün varlığına rağmen, Filistin’e siyasi anlamda Yahudi göçü ve yerleşimi hamlesinin başladığı 1880 yılından I. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği 1914 yılına kadar meydana gelen hadiselerin gerektiği şekilde aydınlatıldığını söylemek mümkün değildir. Konu hakkında istisnalar hariç yapılan araştırmalar daha çok meselenin siyasi boyutuna hapsolmuş, bu siyasi kavganın temelinde yatan Filistin arazilerinin çeşitli yöntemler kullanılarak peyderpey ele geçirilmesi ve bölgeye yönelik Yahudi göçü konusu göz ardı edilmiştir. Bundan dolayıdır ki, Theodor Herzl’in gayretleriyle 1897 yılında toplanan I. Siyonist Kongresi’nde Dünya Siyonist Örgütü’nün kurulması ile siyasi bir proje olarak şekillenen ve 1917 tarihindeki Balfour Deklarasyonu ile sonuçlanacak olan Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması gayretlerinin temelini oluşturan dönem hakkında yapılan çalışmalar her zaman bir yönüyle eksik kalmıştır.
İngiltere tarafından uluslararası Yahudi toplumunun desteğini tam anlamıyla sağlamak için yayınlanan bu deklarasyona rağmen, eğer bu tarihe kadar Filistin’de gerçekleştirilen kolonileşme ile fiili bir altyapı oluşturulmamış olsaydı, bölgede 1948 yılında İsrail devletinin ilanına giden sürecin başlamasının mümkün olmayacağı, dönemin olayları incelendiğinde kolayca anlaşılacaktır. Zira 1917 yılında Filistin’i işgal eden İngilizler, her ne kadar başlangıcından beri Siyonizm idealinin en önemli destekçilerinden birisi ise de Yahudilerin Filistin’e toplu göçünün yerli Araplar nezdinde doğuracağı tepkiyi daima hesaba katmıştır. Çünkü Filistin meskûn bir bölgedir ve yerleşik halkın yok edilmesi dışında Siyonist örgütlerin tasarladığı ölçüde bir Musevi nüfusu barındırması mümkün değildir. Bunun, işgal ettiği toprakları yönetmek zorunda olan, ayrıca Osmanlı’dan bağımsızlık vaadiyle sömürgeleştirdiği Arap âleminin tepkisini çekmenin İngiltere için istenen bir durum olduğu söylenemez. İngilizlerin 1903 yılında Theodor Herzl’e müstakil bir Yahudi devleti kurulması için Uganda’yı hararetle önermelerinin arkasında yatan sebeplerden birisi de muhtemelen budur.

Türk Tarih Kurumu, İttihatçılar ve İttihatçılık Sempozyumu, Bildiriler , 2015
1908 yılında İttihat Terakki Cemiyeti’nin iktidara gelmesi ile Yahudilerin Filistin’de arazi satı... more 1908 yılında İttihat Terakki Cemiyeti’nin iktidara gelmesi ile Yahudilerin Filistin’de arazi satın almaları ve dışardan getirilen göçmenleri iskân etmeleri konusunda II. Abdülhamit idaresi tarafından uygulanan bütün kısıtlamalar kaldırıldı. Ancak İttihatçılar kısa süre sonra, Siyonistlerin siyasi hedeflerinin doğuracağı mahzurların farkına varmalarının yanında, Filistin’den bu konuda yükselen itirazlar üzerine tekrar eski uygulamaları yürürlüğe koydu. Bununla birlikte İttihat Terakki yönetimi sırasında Siyonistlerin Filistin’deki faaliyetlerinde daha serbest hareket ettikleri görülmektedir. Bu dönemde Kudüs Mutasarrıflarının Yahudi kolonilerine ziyaretler gerçekleştirdiği ve bu kolonilerde misafir edildiklerine dair kayıtlar bulunmaktadır. Yine bu dönemde Dünya Siyonist Örgütü’nün Filistin’de arazi satın alma, kolonileşme, eğitim ve iktisadi teşekküller oluşturma konusundaki faaliyetleri emekleme döneminden çıkıp daha organize bir hale geldi.
Bazı iddialara göre, Filistin’e yönelik amaçları için II. Abdülhamid’i engel gören Siyonistler 1908 ihtilalinin başarıya ulaşması için İttihatçılara hem mali ve hem de lojistik destek vermişti. Siyonist çevreler İttihat Terakki hükümetinden Filistin’de özerk bir yönetim koparacakları konusunda ümitliydiler. Ki, bazı batılı gazetelerde Jön Türk yönetiminin Filistin’deki Yahudi kolonilerine ulusal otonomi vermeyi vaat ettiği şeklinde haberler yayınlanmaktaydı.
Öte taraftan Filistin’e göç ve iskân konusunun, özellikle II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Arap Milliyetçileri tarafından siyasi bir muhalefet aracı ve propaganda malzemesi olarak kullanılmaya başlandığını görmekteyiz. Bu dönemde Siyonizm konusu Filistin kamuoyunu meşgul eden problemlerin en başında yer almaktadır. Bundan dolayı, Arap milliyetçileri için Filistin’e Yahudi göçü, arazi intikali ve Siyonizmin hedefleri önemli bir muhalefet aracı olarak kullanılmıştır.
Suriye ve Filistin bölgesinden bazı mebuslar hükümet aleyhindeki muhalefetlerinde konuyu çok sert bir üslup ile Meclis-i Mebusan’a taşımışlardır. Bunların başında daha önce Nasıra Kaymakamlığı da yapmış olan Mebus Şükrü el-Aselî gelmektedir. Suriyeli gazeteci yazar Muhammed Kürd Ali’nin anlatımına göre İttihatçılar, Siyonistlere Filistin topraklarından tek bir söz1eşmede üç milyon dönüm toprak satmak istediler. Ona göre bu işe Maliye Nazırı Cavid Bey yardımcı oldu. Siyonizm’in zararları hakkında sesini ilk yükselten kişi Şukri el-Aseli’dir. Onun konuyu gündeme getirerek itiraz etmesi üzerine Siyonistlere toprak satma projesi gündemden düştü. Öte taraftan I. Dünya Savaşı sırasında, Şükrü el-Aseli Fransızlarla Osmanlı Devleti aleyhinde işbirliği yaptığı iddiasıyla yargılandığı Aleyh Mahkemesi’nde idama mahkûm edilen Arap milliyetçileri arasında bulunmaktadır.
1908 yılında Kudüs’ten mebus seçilen Said Bey el-Hüseynî’de el-Aselî gibi konuyu İttihat Terakki hükümetine karşı sert bir muhalefet aracı haline getirmiştir. Said Bey hem mecliste, hem de gazetelere verdiği mülakatlarında ve diğer konuşmalarında sürekli olarak Siyonizm konusunu gündeme getirmekteydi. Said Bey’in, 1914 yılında seçim çalışmalarında da konuyu propagandalarında kullandığını görmekteyiz. 1914 yılında Kahire’de yayınlanan Arapça el-İkdam gazetesinde çıkan bir yazısında, eğer tekrar mebus seçilirse mecliste Siyonizm ile mücadele edeceğini taahhüt etmekteydi. Tekrar mebus seçildikten sonra, mecliste Siyonizmin siyasi ve iktisadi bir tehdit hareketi olduğu, hükümetin bu konuda gevşek davrandığı konusunda eleştirilerini sürdürmeye devam etti. Ancak garip bir durum olarak aynı Said Bey’i Kudüs’te Siyonistlerin ortaklığı ile 1915 yılında kuruluşlarına İrade-i Seniyye ile izin verilen Emlak Bankası ve Ziraat Şirketi’nin ortakları arasında görmekteyiz.
Talks by Ömer Tellioğlu

Gerçek Hayat Dergisi, Nov 4, 2019
Kudüs’ün İngilizler tarafından 9 Aralık 1917’de işgalinden yaklaşık bir ay önce 2 Kasım 1917 tari... more Kudüs’ün İngilizler tarafından 9 Aralık 1917’de işgalinden yaklaşık bir ay önce 2 Kasım 1917 tarihinde İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour tarafından, güçlü banker ailesinin İngiltere temsilcisi Lionel Walter Rothshild’e yönelik Filistin’de Yahudilere “ulusal yurt” vadeden bir mektup gönderildi.
Balfour Deklarasyonu olarak bilinen ve İsrail’in kurucu metniymiş gibi kabul gören bu metnin ortaya çıkış hikâyesi nedir? Bu deklarasyon fikri aniden ortaya çıkmış ve İngiliz hükümeti Siyonistlere böyle bir vaatte mi bulunmuştur? Yoksa bu, böyle bir bildirinin yayınlanmasını siyaseten mümkün kılacak, Filistin’de belirli Siyonist altyapıların oluşturulduğu uzun bir sürecin sonunda ortaya çıkmış bir durum mudur?
Yahudilere Filistin’i vadeden İngilizler aynı şekilde 1915 tarihinde Şerif Hüseyin’e bağımsız bir Arap devleti kurma sözü vererek Osmanlı’ya karşı isyan ettirmişti. Sykes-Picot anlaşması olarak bilinen 1916 yılında İngiltere ile Fransa arasında imzalanan antlaşma ile de Filistin için iki devletin kontrolünde uluslararası bir yönetim öngörülmekteydi. Sonuçta Filistin 1917 yılında İngilizler tarafından işgal edildi. Ancak Araplara bağımsız bir devlet verilmediği gibi, Yahudiler de tam olarak arzularına kavuşamadılar. Çünkü Balfour deklarasyonu’nda “ulusal bir yurt” sözü veriliyordu ama “devlet” ifadesi özenle bu metinde kullanılmamıştı.
Gençek Hayat Dergisi, Oct 21, 2019
Irak
Gerçek Hayat Dergisi, Apr 1, 2019
Uploads
Books by Ömer Tellioğlu
Abbasi idaresinin zayıflaması sonucu içerde emirlerin ve komutanların birbirleriyle mücadele etmesini fırsat bilen Bizans orduları Hamdânîlerin idaresindeki Halep dâhil birçok Müslüman beldesine sürekli saldırılar düzenleyerek tahribatlar, yağmalar ve katliamlar gerçekleştirdiler.
Hamdânîler, bir taraftan iç rakipleri ile mücadele ederek hilafet merkezi Bağdat üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışırken, diğer taraftan hüküm sürdükleri Musul-Halep hattını Bizans saldırılarına karşı korumak için yoğun bir mücadele verdiler. Aynı şekilde düzenledikleri askeri seferler ve gazalarla çoğu zaman savaşı Rum topraklarına taşıdılar.
Ayrıca Türklerin, Abbasi ordusunda görevli komutan ve askerlerle yavaş yavaş Abbasi yönetimi ve bölge üzerinde etkinlik sağlamaya, varlığını hissettirmeye başladığı bu dönem, İslam birliğini yeniden tesis edecek olan Selçukluların hâkimiyetine zemin hazırlayan bir zaman dilimi olarak da ön plana çıkmaktadır
Salnâmelerde verilen bilgilerin ışığında, ziraattan hayvancılığa, imar faaliyetlerinden eğitime bölgenin ekonomik ve sosyal haritasını çıkarmak mümkündür. Vilayet dahilinde mev- cut yol ve köprülerin durumu hakkında bilgiler verilirken, yapılan iyileştirme ve yeni ya- tırımlar da ayrıntılarıyla işlenmektedir. Her yıllıkta, Zirai ve sınai mahsullerin çeşitleri ve miktarlarının cetveller halinde dökümleri yapılmaktadır. Ayrıca, eğitim kurumları ile öğrenci sayıları ayrıntılı bir şekilde gözler önüne serilmektedir.
Diyarbakır Salnâmelerinin muhtevalarını şu başlıklar altında özetlemek mümkündür:
Takvim, kronoloji (Hz. Adem'den yayınlandığı tarihe kadar); Osmanlı padişahlarının kısa biyografileri; devlet görevlilerinin elkapları; valiler, il meclisi üyeleri, devlet daireleri ve bu dairelerin yöneticileri, belediye başkanları ve belediye meclisi üyeleri; vilayete bağlı kaza
ve nahiyeler ile bu kaza ve nahiyelerde bulunan askeri ve mülki erkân; vilayette bulunan ordu birliklerinin durumu; arkeolojik kalıntılar ve tarihi eserler, türbeler ve bunların du- rumları hakkında genel bilgiler, resmi daire, okul, mescid, evliya kabirleri, tekke, kilise, köprü, kahve vb. yerlerin sayıları (cetveller halinde), vilayetin tarihi ve coğrafi konumu; akarsular, göller, madenler, maden suları, ormanlar, genel gelirler ve giderler, ticaret, do- kumacılık, hayvancılık, zirai durum bağ ve bahçeler; devlet dairelerinin bütçeleri, gelir ve giderleri (cetveller halinde), genel nüfus: müslüman, gayr-i müslim (vilayet merkezi ve bütün kazalar)...
Papers by Ömer Tellioğlu
This article deals with how the Palestinian lands were passed into the hands of the Jews in 1882-1914. It is claimed that the Palestinians sold their land voluntarily to the Jews. This claim is accepted as a historical fact. However, the claim is not true in general terms. Between 1882-1914, dozens of Jewish colonies were established in Palestine and thousands of migrants were settled in these colonies. These colonies were built on land taken from the hands of Palestinian peasants using different methods.There are thousands of documents in the Ottoman Archives about the activities of Zionists in Palestine during this period. In this article, we tried to clarify the methods of transferring Palestinian lands to Jews based on archival documents.
Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgali ve Balkan Savaşları dünya Müslümanları için Osmanlı Devleti’nin geleceği konusunda büyük endişelerin yaşandığı bir dönemdir. Osmanlı sınırları dışında bulunan Dünyanın değişik bölgelerindeki Müslüman kitlelerin, hilafet makamı olarak kendilerini bağlı hissettikleri Osmanlı Devleti’nin bu badireyi atlatması için değişik gayretleri olmuştur. Ancak Hindistan Müslümanlarının bu konuda farklı bir konumu vardır. Hindistan Müslümanları, bu savaşın Osmanlı Devleti için ortaya çıkardığı olumsuzlukları kendi topraklarında yaşanan hadiseler gibi en içten duygularla hissetmişler ve bu savaşın yaralarını sarmak için çok sayıda yardım kampanyası düzenlemişlerdir. Hindistan’da değişik Müslüman kurumların toplayıp gönderdiği yardımların yanında ferdi olarak şahısların gönderdiği yardımlar da söz konusudur. Hindistan’da düzenlenen yardım kampanyalarının büyük bir bölümü bu savaşın oluşturduğu yaraların sarılması konusunda bir katkı olması amacıyla düzenlenmiştir. Yardımlar genellikle, yaralı gazilere ve şehit askerlerin geride bıraktıkları yetimlerine harcanmak üzere gönderilmiştir. Hindistan’ın değişik şehir ve kasabalarından yardım için toplanan paralar değişik yollarla İstanbul’a ulaştırılmaya çalışılmıştır. Hindistan Müslümanlarının bu hassasiyetinin nedeni, bu savaşın Osmanlı Devleti’nin zevaline sebep olacağı endişesidir.
Abstract
For Muslim world, occupation of Tripoli by Italy and Balkan Wars are a period of great anxiety about continuity of Ottoman Empire. There were several efforts of Muslim populations around the world out of Ottoman borders to help Ottoman Empire which they acknowledge as caliphate to endure the crisis. But the Indian Muslims have a special position in this matter. The Indian Muslims deeply felt the adversity of the war as it happens in their own lands and held several aid campaigns to dress the wounds of the war. Besides aids made by different Muslim institutions in India, there were also aids from individuals. The main purpose of aid campaigns held in India was supporting dressing the wounds of the war. Aids, usually, were sent to be used for wounded veterans and orphans of martyrs. The money gathered from different cities and towns of India as aids were tried to be transmitted to Istanbul via different ways. The reason of tenderness of Indian Muslims was the concern for that the war would be the cause of dissolution of Ottoman Empire.
الفترة الي تم فيها احتلال طرابلس الغرب من قبل ايطاليا, وحروب البلقان كانت فترة قلق عميق عاشتها الشعوب الاسلامية بخصوص ستقبل الدولة العثمانية.
ولقد كانت هناك عدة مبادرات من قبل التجمعات الاسلامية المتواجدة في أنحاء مختلفة من الدنيا خارج نطاق الدولة العثمانية ,والتي كانت تشعر بارتباطها بها كمقام للخلافة وذلك من أجل أن تتجاوز الدولة العثمانية. هذه الظاهرة التي ألمت بها.
ولكن كان لمسلمي الهند شأن اخر في هذا الخصوص, لقد أحس مسلمو الهند من أعماق مشاعرهم بالأثار السلبية التي خلفتها هذه الحرب في الدولة العثمانية كما لو أن الأحداث كانت تجري في أراضيهم ,وقاموا بتنظيم عدة حملات للمساعدات من أجل تضميد تلك الجراحات التي خلفتها الحرب ففي الهند بالإضافة الى المساعدات التي كانت تجمع وترسل من قبل عدة مجموعات من المؤسسات الخيرية الإسلامية المختلفة, كان هناك أيضا مساعدات فردية ترسل من قبل أشخاص وجزء كبير من حملات التبرعات المنظمة في الهند كانت تنظم لتضميد الجراح التي خلفتها تلك الحروب .وقد أرسلت المساعدات بشكل عام من أجل أن يتم صرفها على المجاهدين الجرحى وعلى الأيتام الذين خلفهم ورائهم الشهداء من الجنود. والنقود التي كانت تجمع من مختلف مدن ونواحي الهند كانت توصل الى استانبول بطرق مختلفة والسبب في هذا التعاطف من مسلمي الهند هو الشعور بالقلق من أن تتسبب هذه الحرب بزوال الدولة العثمانية.
Karadeniz uzun bir dönem Osmanlı Devleti’nin bir iç denizi olarak kalmıştır. Ancak Rusların 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Karadeniz’in kuzey sahillerinde sağlam mevziler elde etmesi ve akabinde Kırım’ı ilhakı ile Osmanlı Devleti’nin Karadeniz üzerindeki tek hâkim güç olma konumu sona erdi. Bundan sonra Karadeniz sadece Osmanlı Devleti ve Rusya ekseninde bir çatışma ve nüfuz mücadelesi alanı olmanın çok ötesinde, uluslararası aktörlerin de dâhil olduğu bir mücadele sahasına dönüştü. Karadeniz’deki Rus varlığı, Osmanlı Devleti’nin bölgedeki ekonomik ve siyası gücünü zayıflatmanın yanında, doğrudan doğruya payitahtını da Karadeniz’den gelecek bir tehdide açık hale getirdi.
Anahtar Kelimeler: Karadeniz, Osmanlı, Rusya, Boğazlar, Ayastefanos
Abstract
The Black Sea was inland sea to the Ottoman State for quite a while. However, Russians gained res-pectful positions on the North coasts by the Treaty of Küçük Kaynarca 1774, and after the accretion of Cri-mea, Ottoman`s position of being the only dominant power was ended. Hence, the Black Sea behind being field of competition and fight beetwen Russia and Ottoman State, it became a dominance arena that some international actors was included. The existence of Russian power on Black Sea, beside was reducing the control of Ottoman over economy and politics in the area, it also let a threat for the capital city of Ottomans from the side of Black Sea.
Keywords: Black Sea, Ottomans, Russia, Straits, Ayastefanos
Conference Presentations by Ömer Tellioğlu
İngiltere tarafından uluslararası Yahudi toplumunun desteğini tam anlamıyla sağlamak için yayınlanan bu deklarasyona rağmen, eğer bu tarihe kadar Filistin’de gerçekleştirilen kolonileşme ile fiili bir altyapı oluşturulmamış olsaydı, bölgede 1948 yılında İsrail devletinin ilanına giden sürecin başlamasının mümkün olmayacağı, dönemin olayları incelendiğinde kolayca anlaşılacaktır. Zira 1917 yılında Filistin’i işgal eden İngilizler, her ne kadar başlangıcından beri Siyonizm idealinin en önemli destekçilerinden birisi ise de Yahudilerin Filistin’e toplu göçünün yerli Araplar nezdinde doğuracağı tepkiyi daima hesaba katmıştır. Çünkü Filistin meskûn bir bölgedir ve yerleşik halkın yok edilmesi dışında Siyonist örgütlerin tasarladığı ölçüde bir Musevi nüfusu barındırması mümkün değildir. Bunun, işgal ettiği toprakları yönetmek zorunda olan, ayrıca Osmanlı’dan bağımsızlık vaadiyle sömürgeleştirdiği Arap âleminin tepkisini çekmenin İngiltere için istenen bir durum olduğu söylenemez. İngilizlerin 1903 yılında Theodor Herzl’e müstakil bir Yahudi devleti kurulması için Uganda’yı hararetle önermelerinin arkasında yatan sebeplerden birisi de muhtemelen budur.
Bazı iddialara göre, Filistin’e yönelik amaçları için II. Abdülhamid’i engel gören Siyonistler 1908 ihtilalinin başarıya ulaşması için İttihatçılara hem mali ve hem de lojistik destek vermişti. Siyonist çevreler İttihat Terakki hükümetinden Filistin’de özerk bir yönetim koparacakları konusunda ümitliydiler. Ki, bazı batılı gazetelerde Jön Türk yönetiminin Filistin’deki Yahudi kolonilerine ulusal otonomi vermeyi vaat ettiği şeklinde haberler yayınlanmaktaydı.
Öte taraftan Filistin’e göç ve iskân konusunun, özellikle II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Arap Milliyetçileri tarafından siyasi bir muhalefet aracı ve propaganda malzemesi olarak kullanılmaya başlandığını görmekteyiz. Bu dönemde Siyonizm konusu Filistin kamuoyunu meşgul eden problemlerin en başında yer almaktadır. Bundan dolayı, Arap milliyetçileri için Filistin’e Yahudi göçü, arazi intikali ve Siyonizmin hedefleri önemli bir muhalefet aracı olarak kullanılmıştır.
Suriye ve Filistin bölgesinden bazı mebuslar hükümet aleyhindeki muhalefetlerinde konuyu çok sert bir üslup ile Meclis-i Mebusan’a taşımışlardır. Bunların başında daha önce Nasıra Kaymakamlığı da yapmış olan Mebus Şükrü el-Aselî gelmektedir. Suriyeli gazeteci yazar Muhammed Kürd Ali’nin anlatımına göre İttihatçılar, Siyonistlere Filistin topraklarından tek bir söz1eşmede üç milyon dönüm toprak satmak istediler. Ona göre bu işe Maliye Nazırı Cavid Bey yardımcı oldu. Siyonizm’in zararları hakkında sesini ilk yükselten kişi Şukri el-Aseli’dir. Onun konuyu gündeme getirerek itiraz etmesi üzerine Siyonistlere toprak satma projesi gündemden düştü. Öte taraftan I. Dünya Savaşı sırasında, Şükrü el-Aseli Fransızlarla Osmanlı Devleti aleyhinde işbirliği yaptığı iddiasıyla yargılandığı Aleyh Mahkemesi’nde idama mahkûm edilen Arap milliyetçileri arasında bulunmaktadır.
1908 yılında Kudüs’ten mebus seçilen Said Bey el-Hüseynî’de el-Aselî gibi konuyu İttihat Terakki hükümetine karşı sert bir muhalefet aracı haline getirmiştir. Said Bey hem mecliste, hem de gazetelere verdiği mülakatlarında ve diğer konuşmalarında sürekli olarak Siyonizm konusunu gündeme getirmekteydi. Said Bey’in, 1914 yılında seçim çalışmalarında da konuyu propagandalarında kullandığını görmekteyiz. 1914 yılında Kahire’de yayınlanan Arapça el-İkdam gazetesinde çıkan bir yazısında, eğer tekrar mebus seçilirse mecliste Siyonizm ile mücadele edeceğini taahhüt etmekteydi. Tekrar mebus seçildikten sonra, mecliste Siyonizmin siyasi ve iktisadi bir tehdit hareketi olduğu, hükümetin bu konuda gevşek davrandığı konusunda eleştirilerini sürdürmeye devam etti. Ancak garip bir durum olarak aynı Said Bey’i Kudüs’te Siyonistlerin ortaklığı ile 1915 yılında kuruluşlarına İrade-i Seniyye ile izin verilen Emlak Bankası ve Ziraat Şirketi’nin ortakları arasında görmekteyiz.
Talks by Ömer Tellioğlu
Balfour Deklarasyonu olarak bilinen ve İsrail’in kurucu metniymiş gibi kabul gören bu metnin ortaya çıkış hikâyesi nedir? Bu deklarasyon fikri aniden ortaya çıkmış ve İngiliz hükümeti Siyonistlere böyle bir vaatte mi bulunmuştur? Yoksa bu, böyle bir bildirinin yayınlanmasını siyaseten mümkün kılacak, Filistin’de belirli Siyonist altyapıların oluşturulduğu uzun bir sürecin sonunda ortaya çıkmış bir durum mudur?
Yahudilere Filistin’i vadeden İngilizler aynı şekilde 1915 tarihinde Şerif Hüseyin’e bağımsız bir Arap devleti kurma sözü vererek Osmanlı’ya karşı isyan ettirmişti. Sykes-Picot anlaşması olarak bilinen 1916 yılında İngiltere ile Fransa arasında imzalanan antlaşma ile de Filistin için iki devletin kontrolünde uluslararası bir yönetim öngörülmekteydi. Sonuçta Filistin 1917 yılında İngilizler tarafından işgal edildi. Ancak Araplara bağımsız bir devlet verilmediği gibi, Yahudiler de tam olarak arzularına kavuşamadılar. Çünkü Balfour deklarasyonu’nda “ulusal bir yurt” sözü veriliyordu ama “devlet” ifadesi özenle bu metinde kullanılmamıştı.
Abbasi idaresinin zayıflaması sonucu içerde emirlerin ve komutanların birbirleriyle mücadele etmesini fırsat bilen Bizans orduları Hamdânîlerin idaresindeki Halep dâhil birçok Müslüman beldesine sürekli saldırılar düzenleyerek tahribatlar, yağmalar ve katliamlar gerçekleştirdiler.
Hamdânîler, bir taraftan iç rakipleri ile mücadele ederek hilafet merkezi Bağdat üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışırken, diğer taraftan hüküm sürdükleri Musul-Halep hattını Bizans saldırılarına karşı korumak için yoğun bir mücadele verdiler. Aynı şekilde düzenledikleri askeri seferler ve gazalarla çoğu zaman savaşı Rum topraklarına taşıdılar.
Ayrıca Türklerin, Abbasi ordusunda görevli komutan ve askerlerle yavaş yavaş Abbasi yönetimi ve bölge üzerinde etkinlik sağlamaya, varlığını hissettirmeye başladığı bu dönem, İslam birliğini yeniden tesis edecek olan Selçukluların hâkimiyetine zemin hazırlayan bir zaman dilimi olarak da ön plana çıkmaktadır
Salnâmelerde verilen bilgilerin ışığında, ziraattan hayvancılığa, imar faaliyetlerinden eğitime bölgenin ekonomik ve sosyal haritasını çıkarmak mümkündür. Vilayet dahilinde mev- cut yol ve köprülerin durumu hakkında bilgiler verilirken, yapılan iyileştirme ve yeni ya- tırımlar da ayrıntılarıyla işlenmektedir. Her yıllıkta, Zirai ve sınai mahsullerin çeşitleri ve miktarlarının cetveller halinde dökümleri yapılmaktadır. Ayrıca, eğitim kurumları ile öğrenci sayıları ayrıntılı bir şekilde gözler önüne serilmektedir.
Diyarbakır Salnâmelerinin muhtevalarını şu başlıklar altında özetlemek mümkündür:
Takvim, kronoloji (Hz. Adem'den yayınlandığı tarihe kadar); Osmanlı padişahlarının kısa biyografileri; devlet görevlilerinin elkapları; valiler, il meclisi üyeleri, devlet daireleri ve bu dairelerin yöneticileri, belediye başkanları ve belediye meclisi üyeleri; vilayete bağlı kaza
ve nahiyeler ile bu kaza ve nahiyelerde bulunan askeri ve mülki erkân; vilayette bulunan ordu birliklerinin durumu; arkeolojik kalıntılar ve tarihi eserler, türbeler ve bunların du- rumları hakkında genel bilgiler, resmi daire, okul, mescid, evliya kabirleri, tekke, kilise, köprü, kahve vb. yerlerin sayıları (cetveller halinde), vilayetin tarihi ve coğrafi konumu; akarsular, göller, madenler, maden suları, ormanlar, genel gelirler ve giderler, ticaret, do- kumacılık, hayvancılık, zirai durum bağ ve bahçeler; devlet dairelerinin bütçeleri, gelir ve giderleri (cetveller halinde), genel nüfus: müslüman, gayr-i müslim (vilayet merkezi ve bütün kazalar)...
This article deals with how the Palestinian lands were passed into the hands of the Jews in 1882-1914. It is claimed that the Palestinians sold their land voluntarily to the Jews. This claim is accepted as a historical fact. However, the claim is not true in general terms. Between 1882-1914, dozens of Jewish colonies were established in Palestine and thousands of migrants were settled in these colonies. These colonies were built on land taken from the hands of Palestinian peasants using different methods.There are thousands of documents in the Ottoman Archives about the activities of Zionists in Palestine during this period. In this article, we tried to clarify the methods of transferring Palestinian lands to Jews based on archival documents.
Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgali ve Balkan Savaşları dünya Müslümanları için Osmanlı Devleti’nin geleceği konusunda büyük endişelerin yaşandığı bir dönemdir. Osmanlı sınırları dışında bulunan Dünyanın değişik bölgelerindeki Müslüman kitlelerin, hilafet makamı olarak kendilerini bağlı hissettikleri Osmanlı Devleti’nin bu badireyi atlatması için değişik gayretleri olmuştur. Ancak Hindistan Müslümanlarının bu konuda farklı bir konumu vardır. Hindistan Müslümanları, bu savaşın Osmanlı Devleti için ortaya çıkardığı olumsuzlukları kendi topraklarında yaşanan hadiseler gibi en içten duygularla hissetmişler ve bu savaşın yaralarını sarmak için çok sayıda yardım kampanyası düzenlemişlerdir. Hindistan’da değişik Müslüman kurumların toplayıp gönderdiği yardımların yanında ferdi olarak şahısların gönderdiği yardımlar da söz konusudur. Hindistan’da düzenlenen yardım kampanyalarının büyük bir bölümü bu savaşın oluşturduğu yaraların sarılması konusunda bir katkı olması amacıyla düzenlenmiştir. Yardımlar genellikle, yaralı gazilere ve şehit askerlerin geride bıraktıkları yetimlerine harcanmak üzere gönderilmiştir. Hindistan’ın değişik şehir ve kasabalarından yardım için toplanan paralar değişik yollarla İstanbul’a ulaştırılmaya çalışılmıştır. Hindistan Müslümanlarının bu hassasiyetinin nedeni, bu savaşın Osmanlı Devleti’nin zevaline sebep olacağı endişesidir.
Abstract
For Muslim world, occupation of Tripoli by Italy and Balkan Wars are a period of great anxiety about continuity of Ottoman Empire. There were several efforts of Muslim populations around the world out of Ottoman borders to help Ottoman Empire which they acknowledge as caliphate to endure the crisis. But the Indian Muslims have a special position in this matter. The Indian Muslims deeply felt the adversity of the war as it happens in their own lands and held several aid campaigns to dress the wounds of the war. Besides aids made by different Muslim institutions in India, there were also aids from individuals. The main purpose of aid campaigns held in India was supporting dressing the wounds of the war. Aids, usually, were sent to be used for wounded veterans and orphans of martyrs. The money gathered from different cities and towns of India as aids were tried to be transmitted to Istanbul via different ways. The reason of tenderness of Indian Muslims was the concern for that the war would be the cause of dissolution of Ottoman Empire.
الفترة الي تم فيها احتلال طرابلس الغرب من قبل ايطاليا, وحروب البلقان كانت فترة قلق عميق عاشتها الشعوب الاسلامية بخصوص ستقبل الدولة العثمانية.
ولقد كانت هناك عدة مبادرات من قبل التجمعات الاسلامية المتواجدة في أنحاء مختلفة من الدنيا خارج نطاق الدولة العثمانية ,والتي كانت تشعر بارتباطها بها كمقام للخلافة وذلك من أجل أن تتجاوز الدولة العثمانية. هذه الظاهرة التي ألمت بها.
ولكن كان لمسلمي الهند شأن اخر في هذا الخصوص, لقد أحس مسلمو الهند من أعماق مشاعرهم بالأثار السلبية التي خلفتها هذه الحرب في الدولة العثمانية كما لو أن الأحداث كانت تجري في أراضيهم ,وقاموا بتنظيم عدة حملات للمساعدات من أجل تضميد تلك الجراحات التي خلفتها الحرب ففي الهند بالإضافة الى المساعدات التي كانت تجمع وترسل من قبل عدة مجموعات من المؤسسات الخيرية الإسلامية المختلفة, كان هناك أيضا مساعدات فردية ترسل من قبل أشخاص وجزء كبير من حملات التبرعات المنظمة في الهند كانت تنظم لتضميد الجراح التي خلفتها تلك الحروب .وقد أرسلت المساعدات بشكل عام من أجل أن يتم صرفها على المجاهدين الجرحى وعلى الأيتام الذين خلفهم ورائهم الشهداء من الجنود. والنقود التي كانت تجمع من مختلف مدن ونواحي الهند كانت توصل الى استانبول بطرق مختلفة والسبب في هذا التعاطف من مسلمي الهند هو الشعور بالقلق من أن تتسبب هذه الحرب بزوال الدولة العثمانية.
Karadeniz uzun bir dönem Osmanlı Devleti’nin bir iç denizi olarak kalmıştır. Ancak Rusların 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Karadeniz’in kuzey sahillerinde sağlam mevziler elde etmesi ve akabinde Kırım’ı ilhakı ile Osmanlı Devleti’nin Karadeniz üzerindeki tek hâkim güç olma konumu sona erdi. Bundan sonra Karadeniz sadece Osmanlı Devleti ve Rusya ekseninde bir çatışma ve nüfuz mücadelesi alanı olmanın çok ötesinde, uluslararası aktörlerin de dâhil olduğu bir mücadele sahasına dönüştü. Karadeniz’deki Rus varlığı, Osmanlı Devleti’nin bölgedeki ekonomik ve siyası gücünü zayıflatmanın yanında, doğrudan doğruya payitahtını da Karadeniz’den gelecek bir tehdide açık hale getirdi.
Anahtar Kelimeler: Karadeniz, Osmanlı, Rusya, Boğazlar, Ayastefanos
Abstract
The Black Sea was inland sea to the Ottoman State for quite a while. However, Russians gained res-pectful positions on the North coasts by the Treaty of Küçük Kaynarca 1774, and after the accretion of Cri-mea, Ottoman`s position of being the only dominant power was ended. Hence, the Black Sea behind being field of competition and fight beetwen Russia and Ottoman State, it became a dominance arena that some international actors was included. The existence of Russian power on Black Sea, beside was reducing the control of Ottoman over economy and politics in the area, it also let a threat for the capital city of Ottomans from the side of Black Sea.
Keywords: Black Sea, Ottomans, Russia, Straits, Ayastefanos
İngiltere tarafından uluslararası Yahudi toplumunun desteğini tam anlamıyla sağlamak için yayınlanan bu deklarasyona rağmen, eğer bu tarihe kadar Filistin’de gerçekleştirilen kolonileşme ile fiili bir altyapı oluşturulmamış olsaydı, bölgede 1948 yılında İsrail devletinin ilanına giden sürecin başlamasının mümkün olmayacağı, dönemin olayları incelendiğinde kolayca anlaşılacaktır. Zira 1917 yılında Filistin’i işgal eden İngilizler, her ne kadar başlangıcından beri Siyonizm idealinin en önemli destekçilerinden birisi ise de Yahudilerin Filistin’e toplu göçünün yerli Araplar nezdinde doğuracağı tepkiyi daima hesaba katmıştır. Çünkü Filistin meskûn bir bölgedir ve yerleşik halkın yok edilmesi dışında Siyonist örgütlerin tasarladığı ölçüde bir Musevi nüfusu barındırması mümkün değildir. Bunun, işgal ettiği toprakları yönetmek zorunda olan, ayrıca Osmanlı’dan bağımsızlık vaadiyle sömürgeleştirdiği Arap âleminin tepkisini çekmenin İngiltere için istenen bir durum olduğu söylenemez. İngilizlerin 1903 yılında Theodor Herzl’e müstakil bir Yahudi devleti kurulması için Uganda’yı hararetle önermelerinin arkasında yatan sebeplerden birisi de muhtemelen budur.
Bazı iddialara göre, Filistin’e yönelik amaçları için II. Abdülhamid’i engel gören Siyonistler 1908 ihtilalinin başarıya ulaşması için İttihatçılara hem mali ve hem de lojistik destek vermişti. Siyonist çevreler İttihat Terakki hükümetinden Filistin’de özerk bir yönetim koparacakları konusunda ümitliydiler. Ki, bazı batılı gazetelerde Jön Türk yönetiminin Filistin’deki Yahudi kolonilerine ulusal otonomi vermeyi vaat ettiği şeklinde haberler yayınlanmaktaydı.
Öte taraftan Filistin’e göç ve iskân konusunun, özellikle II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Arap Milliyetçileri tarafından siyasi bir muhalefet aracı ve propaganda malzemesi olarak kullanılmaya başlandığını görmekteyiz. Bu dönemde Siyonizm konusu Filistin kamuoyunu meşgul eden problemlerin en başında yer almaktadır. Bundan dolayı, Arap milliyetçileri için Filistin’e Yahudi göçü, arazi intikali ve Siyonizmin hedefleri önemli bir muhalefet aracı olarak kullanılmıştır.
Suriye ve Filistin bölgesinden bazı mebuslar hükümet aleyhindeki muhalefetlerinde konuyu çok sert bir üslup ile Meclis-i Mebusan’a taşımışlardır. Bunların başında daha önce Nasıra Kaymakamlığı da yapmış olan Mebus Şükrü el-Aselî gelmektedir. Suriyeli gazeteci yazar Muhammed Kürd Ali’nin anlatımına göre İttihatçılar, Siyonistlere Filistin topraklarından tek bir söz1eşmede üç milyon dönüm toprak satmak istediler. Ona göre bu işe Maliye Nazırı Cavid Bey yardımcı oldu. Siyonizm’in zararları hakkında sesini ilk yükselten kişi Şukri el-Aseli’dir. Onun konuyu gündeme getirerek itiraz etmesi üzerine Siyonistlere toprak satma projesi gündemden düştü. Öte taraftan I. Dünya Savaşı sırasında, Şükrü el-Aseli Fransızlarla Osmanlı Devleti aleyhinde işbirliği yaptığı iddiasıyla yargılandığı Aleyh Mahkemesi’nde idama mahkûm edilen Arap milliyetçileri arasında bulunmaktadır.
1908 yılında Kudüs’ten mebus seçilen Said Bey el-Hüseynî’de el-Aselî gibi konuyu İttihat Terakki hükümetine karşı sert bir muhalefet aracı haline getirmiştir. Said Bey hem mecliste, hem de gazetelere verdiği mülakatlarında ve diğer konuşmalarında sürekli olarak Siyonizm konusunu gündeme getirmekteydi. Said Bey’in, 1914 yılında seçim çalışmalarında da konuyu propagandalarında kullandığını görmekteyiz. 1914 yılında Kahire’de yayınlanan Arapça el-İkdam gazetesinde çıkan bir yazısında, eğer tekrar mebus seçilirse mecliste Siyonizm ile mücadele edeceğini taahhüt etmekteydi. Tekrar mebus seçildikten sonra, mecliste Siyonizmin siyasi ve iktisadi bir tehdit hareketi olduğu, hükümetin bu konuda gevşek davrandığı konusunda eleştirilerini sürdürmeye devam etti. Ancak garip bir durum olarak aynı Said Bey’i Kudüs’te Siyonistlerin ortaklığı ile 1915 yılında kuruluşlarına İrade-i Seniyye ile izin verilen Emlak Bankası ve Ziraat Şirketi’nin ortakları arasında görmekteyiz.
Balfour Deklarasyonu olarak bilinen ve İsrail’in kurucu metniymiş gibi kabul gören bu metnin ortaya çıkış hikâyesi nedir? Bu deklarasyon fikri aniden ortaya çıkmış ve İngiliz hükümeti Siyonistlere böyle bir vaatte mi bulunmuştur? Yoksa bu, böyle bir bildirinin yayınlanmasını siyaseten mümkün kılacak, Filistin’de belirli Siyonist altyapıların oluşturulduğu uzun bir sürecin sonunda ortaya çıkmış bir durum mudur?
Yahudilere Filistin’i vadeden İngilizler aynı şekilde 1915 tarihinde Şerif Hüseyin’e bağımsız bir Arap devleti kurma sözü vererek Osmanlı’ya karşı isyan ettirmişti. Sykes-Picot anlaşması olarak bilinen 1916 yılında İngiltere ile Fransa arasında imzalanan antlaşma ile de Filistin için iki devletin kontrolünde uluslararası bir yönetim öngörülmekteydi. Sonuçta Filistin 1917 yılında İngilizler tarafından işgal edildi. Ancak Araplara bağımsız bir devlet verilmediği gibi, Yahudiler de tam olarak arzularına kavuşamadılar. Çünkü Balfour deklarasyonu’nda “ulusal bir yurt” sözü veriliyordu ama “devlet” ifadesi özenle bu metinde kullanılmamıştı.