
Hidir Duzkaya
Asst. Prof. Dr.
Phone: +90 312 582 3313
Address: Department of Electrical-Electronic Engineering
Faculty of Engineering
Gazi University, Maltepe
Ankara, Turkey
Phone: +90 312 582 3313
Address: Department of Electrical-Electronic Engineering
Faculty of Engineering
Gazi University, Maltepe
Ankara, Turkey
less
Related Authors
Faruk Cirit
Bogazici University
Fazıl Uğur SOYLU
Istanbul Medeniyet University
Cem KIRLANGICOGLU
Sakarya University
İlhan Tekeli
Middle East Technical University
Metin Senbil
Gazi University
Uploads
Papers by Hidir Duzkaya
Türkiye ekonomisindeki dönüşüm hikâyesi, tarihsel bir gerçeklik olarak, Osmanlı’dan alınan miras irdelenmediği sürece yetersiz ve eksik olacaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ticaret yollarını elinde tutmasını sağlayan fetihlerin son bulması ile başlayan siyasi duraklama ve gerileme dönemi, birbirini izleyen savaşlarla toplumsal ve ekonomik sorunların kronikleştiği bir miras bırakmıştır (Yavuz, 2009: 204). Merkezi bürokrasiye bağımlılığı ve tarıma dayalı özelliği nedeniyle 16. yüzyıldan itibaren gücünü yitirmeye başlayan Osmanlı ekonomisi, bilimsel ve teknolojik gelişmelerle gücünü her geçen gün arttıran Avrupa ekonomisine karşı kapitülasyonlar ve ikili ticaret anlaşmaları ile 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren iyice savunmasız duruma düşmüştü (Sükan, 2014: 198). Geleneksel üretim teknikleri kullanılarak üretilen ürünlerin Avrupa menşeli ürünlerle ekonomik açıdan rekabet edememesi, savaş ekonomilerinin de etkisiyle, İmparatorluk aleyhine önemli bütçe açıklarını ortaya çıkarmış ve yerli sanayi üretimini ortadan kaldırmıştır. Söz konusu ekonomik ilişki biçiminin Osmanlı ekonomisi üzerine yaptığı baskı, 1850’li yıllarının ortasında ilk borcun alınması ile yeni bir boyut kazanmış ve günümüze kadar etkisi hissedilen önemli bir bağımlılık ilişkisi yaratmıştır (Sükan, 2014: 1999). Bu gelişmeden sonra, savaş meydanlarında verilen tavizlere borçlanma görüşmeleri sonunda verilen tavizler de eklenmiş, ithal ürünlerin İmparatorluk coğrafyasında daha rahat pazar bulabilmesi için demir yolları başta olmak üzere ulaşım, su, gaz ve madencilik gibi sektörlerde yabancı sermaye kaynaklı hâkimiyet giderek artmıştı. I. Dünya Savaşı öncesi verilerine göre, imalat sanayi iş yerlerindeki istihdamın % 80’i tekstil, gıda ve tütün, kâğıt ve matbaacılık sektöründe yoğunlaşırken, bu alandaki 239 tesisin sadece 22’si devlete, geriye kalanı yabancı sermaye veya gayri müslimlere aitti (Eroğlu, 2007: 64).
Türkiye, Kurtuluş Savaşı sonrası dünya ekonomisi için ham madde ihracatçısı, mamul mal ithalatçısı, ciddi bütçe açıkları veren, dış borçlanması yüksek ve Düyun-u Umumiye Komisyonu ile ekonomisi uluslararası bir konsorsiyuma yarı yarıya bağlanmış bir imparatorluk mirası devralmıştır. 1923 yılı verilerine göre, yerli sanayi üretiminin yurt içi tüketimi karşılama oranı pamuklu kumaşlarda % 10, yünlü kumaşlarda % 40, ipekli kumaşlarda %5, sabunda % 20 ve buğdayda % 60 idi. Porselen, cam, çatal-bıçak gibi birçok tüketim ve sanayi malının ise neredeyse tamamı ithal ediliyordu (Eroğlu, 2007: 64). Bu ekonomik bağımlığın sürdürülebilir olmadığı gerçeğinden hareket eden Türkiye’nin kurucu kadrosu ve sektör temsilcileri, 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde toplanmış ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına yön veren ekonomik kararları almıştır (Koç, 2000: 156). Bu kararlar doğrultusunda uygulama alanı bulan çalışmalar arasında İş Bankası’nın kurulması (1924), Aşar Vergisinin kaldırılması (1925), Sanayi ve Maadin Bankası’nın kurulması (1925) ve Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun çıkarılması (1927) öne çıkmaktadır (Yıldırım, 2015: 96).
İzmir İktisat Kongresi ile birlikte 1923 sonrası ekonomi politikasını etkileyen bir diğer unsur, Lozan Barış Antlaşması’dır. Antlaşma gereğince gümrük tarifelerinin beş yıl süre ile 1916 yılı seviyesinde tutulmasına, bu süre zarfında sanayi üretiminin gümrük korumasından mahrum bırakılmasına ve Osmanlı dış borçlarının bir bölümünün geri ödenmesine karar verilmiştir (Eroğlu, 2007: 66). Bu kararların da etkisiyle Türkiye’nin 1923-1929 yılları arasındaki ekonomi politikası, devlet müdahalesi ve korumacılığının asgari düzeyde tutulduğu, milli burjuvazi yetiştirme arayışında ve piyasa şartlarında sanayileşmenin benimsendiği liberal bir modeldir (Eroğlu, 2007: 65; Sükan, 2014: 208).
1923-1929 yılları arasında uygulanan özel birikime dayalı sanayileşme modelinin sermaye eksikliği nedeniyle başarısızlığa uğraması, 1929 krizinin yarattığı olumsuz etki, Osmanlı borçlarının ödenmeye başlaması , gümrükler üzerinde özerkliğin kazanılması, ödemeler dengesinde ortaya çıkan açıklar ve Sovyetler Birliği’nin planlı sanayileşme ile yakaladığı kalkınma ivmesi gibi sebepler 1930’lu yılların başında liberal ekonomi politikalarının terk edilerek, devletçi ve korumacı bir ekonomi politikasının kabul edilmesini sağladı (Eşiyok, 2009: 88-89; Tezel, 1993: 3-4). Sovyetler Birliği sonrası dünyada ilk planlama deneyimlerinden birini yaşayan Türkiye, özel kesimin yanında devletin de sanayileşme sorumluluğunu üstlendiği, ithal ikameci politikalara uygun olarak belirli sektörlere yoğunlaşmış dengesiz bir kalkınma politikasını, 1934’te kabul ettiği Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı (BBYSP) ile uygulamaya koydu. Devlet, bu dönemde temel tüketim mallarının üretiminde ve özel kesimin giremediği sanayi alanlarında yer almış, büyüme ve kalkınmada belirleyici rol oynamıştır. BBYSP’nın uygulanması sonrası ithal ürünlere talebin azalması, başta pamuklu iplik, şeker, pamuk dokuma, kâğıt ve mukavva, çimento, kereste, kauçuk, deri ürünleri ve cam eşya sektörleri olmak üzere birçok sektörde ülke ihtiyacının karşılanmaya başlaması ekonomik büyümenin hızlanmasını sağlamıştır (Eşiyok, 2009: 105).
BBYSP’nın bu başarısı sonrası ayrıntılı mühendislik, maliyet ve piyasa araştırması yapılan daha kapsamlı İkinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı (IBYSP), 1938 yılında uygulanmaya başlamıştır. Bu plan, sektörel öncelik bakımından birincisi ile farklılaşmakta ve temel tüketim ürünleri yerine madencilik, enerji, kimya ve gıda sanayisine yapılacak yatırımlarla öne çıkmaktaydı (Eşiyok, 2009: 104-105). Sanayileşmenin derinleşmesini ve dışa bağımlılığın azaltılarak kendi kendine yeten bir ekonominin amaçlandığı bu plan, 1940’lı yıllarda başlayan II. Dünya Savaşı’nın ekonomik etkileri nedeniyle rafa kaldırılmak zorunda kalmıştır.
Türkiye, II. Dünya Savaşı’na fiili olarak girmese de yetişkin erkek nüfusunun önemli bir bölümünün askere alınması ve yatırım aracı olarak kullanılan sermayenin savunma harcamalarına aktarılması ile tarımsal üretimde ciddi düşüşler yaşamış ve ithal ikameci sanayileşme modeli kesintiye uğramıştır (Boratav, 2016: 83). Savaşın etkilerinin hissedildiği 1940-1945 yılları arasında GSMH sadece 1942’de büyümüş, Sanayi üretimi ortalama % 5.5, tarımsal hâsıla % 7.1 ve milli hâsıla % 6.0 oranında gerilemiştir (Boratav, 2016: 89). Yaşanan ekonomik krizi aşabilmek için Milli Koruma Kanunu, Varlık Vergisi ve Toprak Mahsulleri Vergisi gibi tarımsal üretimi daha da zor durumda bırakan yasal düzenlemelerin yapılması, toplumsal bir tepkiye neden olmuş ve savaş sonrası çok partili hayata geçişin temelini atmıştır (Boratav, 2016: 84-85). Savaş sonrası bu uygulamalardan vazgeçilerek Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun çıkarılması ve tarımsal üretimi arttırmayı amaçlayan programların ulusal ve uluslararası kredilerle desteklenmesi, ülke nüfusunun % 80’ini oluşturan kırsal nüfusun siyasi desteğini kazanmayı amaçladığı gibi, yeni bir ekonomik modelin uygulanmasının da öncü göstergeleriydi (Pamuk, 2016:208; Altay, 2000: 53).