Papers by Ömer Faruk Erdoğan

Son Çağ Yayınları, 2023
İslâm ahlak felsefesinde amelî ahlakın gayeleri; üzüntüden kurtulma ve mutluluktur. Bu minvalde i... more İslâm ahlak felsefesinde amelî ahlakın gayeleri; üzüntüden kurtulma ve mutluluktur. Bu minvalde ilk İslâm filozofu Ebû Ya’kub el-Kindî, üzüntüden kurtulma üzerine bir risale yazarak “Üzüntüyü Yenmenin Çareleri” başlığı altında meseleyi İslâm felsefesi içerisinde sistematik olarak tartışan ilk düşünür olmuştur. Bu meselede Kindî’nin risalesi İslâm felsefesinde ilk kaynak kabul edilmekle birlikte ondan sonra gelen önemli ahlakçı Ebû Bekr er-Râzî’nin eṭ-Ṭıbbü’rrûḥânî adlı eseri meseleyi daha tafsilatlı şekilde ele almıştır. Üzüntüden kurtulma gayesi Fârâbî’yle mutluluk gayesine dönüşmüş, bireyin ruh sağlığı toplumun ruh sağlığı ile ilişkilendirilmiştir.
Sonraki süreçte, İbn Sînâ’dan İbn Miskeveyh‘e, Gazzâlî’den Mâverdî’ye birçok İslâm filozofunun risale ve eserlerinde üzüntüden kurtulmanın çareleri aranmış ve çözüm önerileri sunulmuştur. Böylesine önemli bir konuya Mâverdî’nin katkısı, hastalık olarak tanımladığı hüznün yanında özellikle “sabır” kavramı etrafında üzüntüyü yenmeye çareler aramasıdır. Eserinde zıtlıkların bulunduğu dünya hayatı içerisinde hüzün ile mutluluğunun yer almasının doğallığını yineleyen Mâverdî, hüzne aklî yöntemlerle çözüm yolları sunmuştur. Bu çalışmada İslâm ahlak düşüncesinde edeb kavramı çerçevesinde yazılan eserlerden birsi kabul
edilen Mâverdî’nin Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn adlı eseri bağlamında mesele tartışmaya açılmıştır. Çalışmada salt manada üzüntüyü yenmenin çarelerinin Mâverdî’de ne şekilde ele alındığı, literatüre yaptığı katkı ve İslâm ahlak düşüncesindeki önemi incelenmiştir.
Anahtar kelimeler: Ahlak, Üzüntü, Sabır, Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn
DergiPark (Istanbul University), May 26, 2014
Bu makale Gazâlî'ninTehâfütü'l-Felasife eserinde yer verdiği filozoflar ile kelamcılar arasında m... more Bu makale Gazâlî'ninTehâfütü'l-Felasife eserinde yer verdiği filozoflar ile kelamcılar arasında meydana gelen tartışmaları ayrıştırmayı amaçlamaktadır. Tehâfüt genel itibariyle Gazâlî'nin filozof eleştirisinden oluşan tahlili zor bir kitaptır. Gazâlî bu kitaptaki amacını belirlerken, filozofları hemen her türlü yöntemle eleştireceğini ve her tür fırka ve grubun görüşleriyle onları çürüteceğini iddia etmektedir. Bu iddiasını gerçekleştirmek isteyen Gazâlî, Tehâfüt içerisinde kelamcılardan da destek almakta ve filozofları eleştirmektedir. Kelamcıların doğru yolda olmadığını Munkız'da defaatle tekrarlayan Gazâlî, filozofları kelamcılardan daha tehlikeli bir grup olarak görmektedir.

TALİD Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi Kelam ve Mezhepler Tarihi II, 2018
Bu calisma oz olarak iki ana prensip uzerine insa edilmistir. Bunlardan ilki, kelâm ve felsefe di... more Bu calisma oz olarak iki ana prensip uzerine insa edilmistir. Bunlardan ilki, kelâm ve felsefe disiplinlerinin etkilesimi ile birlikte, Gazzâli'den Osmanli'nin son donemine kadar meydana gelen felsefi icerikli tartismalarda, Tehâfut eksenli bir nazar gelistirerek, aydinlatici bir rol ustlenmektir. Digeri ise, kelâm-felsefe tartismalarinda kilit rol oynayan Tehâfut kitaplari ve yazarlari hakkinda, bahsi gecen tarihsel perspektiften bagimsiz olmayan ilmi bir temel insa etmektir. Bir yonuyle Osmanli'da kelâm-felsefe iliskisini ele alan bu calismada, Osmanli ilim dunyasinda felsefeye olan ilginin bittigi ve felsefe karsitliginin gercekci bir arguman oldugu yonundeki dusuncenin yanlisligi uzerinde durulmustur. Osmanli donemi kelâm-felsefe iliskisi, aslen uclu bir ilim anlayisinin tekli yansimasi halinde zuhur etmistir. Kelâm, felsefe ve tasavvuf disiplinleri Osmanli ilim hayatinda felsefelesmis kelâm olarak kendine yer bulmus, ozellikle tasavvuf bireysel anlamda bir alan olusturabilmis iken, felsefe kendini kelâm ilminin mahiyetinde temsil edebilmistir. Bu olumsuz gibi gorunen durum, aslinda Osmanli'da farkli disiplinlerin felsefi olarak sorgulandigini ve tartismaya acik ozgur bir ilmi ortamin gelisme gosterdigini ispat etmektedir. Bu makalenin kapsaminda ele alinan, Gazzâli'nin Tehâfut'uyle baslayan ve Ibn Rusd'un Tehâfut elestirisiyle cesitlenen bu surec, Osmanli'nin son donemine kadarki Tehâfut tartismalariyla devam etmektedir. Fâtih Sultan Mehmet'in felsefeye olan merakiyla, Osmanli doneminde meyvelerini verecek olan Tehâfut gelenegi, neredeyse her donemin padisahi ve devlet yonetimi tarafindan desteklenmistir. Sonuc olarak, Gazzâli ile baslayan ve kelâm-felsefe tartismalarinin bir neticesi olarak ortaya cikan Tehâfut gelenegi, gecirdigi evreler bakimindan, bereketli dusunce tohumlarindan olusan ve neredeyse her ilmi mevsimde meyvelerini esirgemeyen bir agaca donusmustur.

İslami Araştırmalar Dergisi, 2022
ÖZ İbn Sînâ'nın, bir miras olarak aldığı felsefî düşünceye yaptığı katkı tartışılagelmiş bir olgu... more ÖZ İbn Sînâ'nın, bir miras olarak aldığı felsefî düşünceye yaptığı katkı tartışılagelmiş bir olgudur. Hem eleştiri hem etkilenme bağlamında İbn Sînâ kaynaklı ortaya çıkan düşünsel süreç, Gazâlî'nin Tehâfütü'l-Felâsife'de göstermiş olduğu reaksiyon ile çok yönlü ve kapsamlı bir eleştiriye dönüşmüştür. Bu açıdan ayakları yere basan bu eleştiri, sonrasında bir geleneğin inşasına da zemin hazırlamıştır. İbn Sînâ'nın, dinin hakikatlerini felsefenin hakika tlerine uygun bir şekilde yorumlama yöntemi, âlemin ezelî olması mevzusunun izahında da karşımıza çıkmaktadır. Filozofun, âlemin özünde mümkün, Allah'tan varlığa çıkışı bakımından ezelî olması şeklindeki görüşü, dinî açıdan izahı güç birtakım sorunlara sebep olmuştur. Bu noktada Gazâlî, âlemin ezelîliği meselesini bir kelâmcı refkleksiyle tartışmış, Tehâfüt'ün ilk üç meselesini ayırdığı bu konuda zât, zaman, imkân ve madde bakımından âlemin ezelî olduğu iddiasında bulunan filozofları, İbn Sînâ'nın görüşlerini merkeze alarak hem eleştirmiş hem de tekfir etmiştir. Bu çalışma, yukarıdaki sebeplerden ötürü, Gazâlî'nin Tehâfüt'ü merkezinde gerçekleşen İbn Sînâ eleştirisini, ezelî âlem bahsinin ele alındığı sınırlılıkta ortaya koymayı amaç edinecek ve bunu yaparken, bir nevi İbn Sînâ'nın savunmasını cevap olarak getirecektir.
Anahtar Kelimeler: Ezelî Tanrı; ezelî âlem; İbn Sînâ; Gazâlî; Tehâfütü’l-Felâsife
ABSTRACT The contribution of Ibn Sīnā/Avicenna’s to philosophical thought, which he received as a legacy, is a controversial phenomenon. In the context of both criticism and influence, the thought process caused by Avicenna has turned into a versatile and comprehensive criticism with the reaction of al-Ghazzālī in Tahāfut al-Falāsifah (Incoherence of the Philosophers). In this respect, this well-founded criticism also laid the groundwork for the construction of a tradition in later times. Avicenna’s method of interpreting the truths of religion in accordance with the truths of philosophy is also encountered in the explanation of the subject of the eternality of the Universe. The view of Avicenna, which can be summarized as the fact that the Universe is possible in its essence and is eternal in terms of taking its existence from Allah, has caused some problems that are difficult to explain in terms of religion. At this point, al-Ghazzālī discussed the issue of the eternity of the Universe with the reflection of a Islamic Kalām. In this issue, in which Tahāfut al-Falāsifah separates the first three issues, he both criticized and disbelieved/takfīr philosophers, who claimed that the Universe was eternal in terms of being, time, contingency and matter, by centered on Avicenna's views. Due to the above reasons, this study will aim to present the criticism of Avicenna in al-Ghazzālī's Tahāfut al-Falāsifah in the limited scope of the eternal Universe, and while doing this, it will bring Avicenna's defense as an answer.
Keywords: Eternal God; eternal universe; Avicenna; al-Ghazzālī; Tahāfut al-Falāsifah

Bilimname, 2020
İslâm düşüncesinin yayılış sürecinde felsefî düşüncenin etki alanı tartışılagelmiş bir olgudur. İ... more İslâm düşüncesinin yayılış sürecinde felsefî düşüncenin etki alanı tartışılagelmiş bir olgudur. İslâm düşüncesi, kapsamı en genişi felsefe olmak üzere, birçok disiplini içinde barındırmaktadır. Bu kapsam, özellikle din-felsefe ilişkisinden doğan tartışmaları öne çıkartmış, felsefî düşüncenin geleceği bir bakıma bu uzlaşının sonucuna bağlanmıştır. Böyle bir tartışma zemininde Müslüman filozoflar, din ile felsefî düşüncenin birbirini desteklediği ya da tamamladığı iddiasından hareketle düşünce sistemlerinin ana eksenine vahiy-akıl uzlaşısını koymuşlar, bunun üzerinden geliştirdikleri paradigmalarla özgün bir felsefenin savunucusu olmuşlardır. Filozof kimliği ile İbn Sînâ'nın kelâmî ve tasavvufî düşünceye etkisiyle teşekkül eden ve kabaca "İbn Sînâcılık" diyebileceğimiz kavramın tarihselliği ve işlerliği bu makalenin problematiği olacaktır. Lakin bu etkiden kastımız bütün bir felsefî mirasın İbn Sînâ'dan neşet ettiğini söylemek değildir. Niyetimiz bu mirasa İbn Sînâ'nın yaptığı katkıyı tartışmaktır. Filozofu önemli kılan husus, onun düşüncesinin, kendisinden sonraki süreçte de evrilerek devam etmesi ve birçok mütefekkiri etkilemesidir. Çalışmamız bu etkiyi; İbn Sînâ'nın Gazzâlî'ye etkisi, Gazzâlî sonrası kelâm ilmine etkisi ve tasavvufî düşünceye etkisi başlıkları altında sınırlandırmıştır. İlk başlık; Gazzâlî'nin, Meşşâî filozofları ki ziyadesiyle İbn Sînâ'yı, bazı dinî ve felsefî düşüncelerinden dolayı tenkit etmek isterken aslında felsefenin yöntemini isteyerek ya da istemeyerek kendi düşünce sisteminde kullandığını iddia etmektedir. İkinci başlık; kelâm-felsefe tartışmalarına sebebiyet veren bu etkinin, İslâm'da felsefî düşünceyi sona erdirmek gibi bir gaye gütmediğini, bilakis Meşşâî felsefenin öncülüğünü yaptığı din-felsefe uzlaşısı temelli İslâm felsefesini İslâm kelâmıyla mezcetmeyi amaçladığını ileri sürmektedir. Üçüncü başlık ise; İbn Sînâ ve onun düşünce sisteminde ziyadesiyle karşılık bulduğu kanaatinde olduğumuz tasavvuf destekli felsefî zemini açıklamayı amaçlamaktadır.

İslam Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, 2017
Filozoflar genel olarak nefis meselesini, din ile felsefenin ortak konuları arasında görmüşler ve... more Filozoflar genel olarak nefis meselesini, din ile felsefenin ortak konuları arasında görmüşler ve bu meseleyi bedeni yönetmesi açısından tabiat ilimlerinin, varlık olması bakımından ise metafizik ilminin kapsamında ele almışlardır. Onlara göre bedenin büyümesi, üremesi, düşünmesi, muhakeme etmesi gibi dışavurumlar sadece beden tarafından yürütülemez. Bu durum doğal olarak bedenden ayrı ama bedene birleşen ya da bedenin kendisine bitiştiği bir gücün varlığını da akıllara getirmektedir. Bu bakımdan Kindî, Fârâbî ve özellikle de İbn Sînâ'nın nefis hakkındaki birikimi bize Meşşâî filozoflarda nefis konusunun önemli bir yer işgal ettiğini göstermektedir. Bu makale nefis hakkındaki bu birikimin Gazzâlî boyutuyla tartışmaya açılmış belli kısımlarını ele alacaktır. Bilindiği gibi kelâmfelsefe tartışmalarının en önemli konusu Gazzâlî ile filozoflar arasındaki Tehâfüt eksenli tartışmalardır. Bu bağlamda nefslerin yeniden dirilişi, Tehâfüt içerisinde filozofların ve özellikle İbn Sînâ'nın tekfir ile itham edildiği bir mesele olunca, Tehâfüt tartışmalarında İbn Sînâ'nın nefis hakkındaki görüşlerinin açığa çıkarılmasını ve bu tartışmalarda Gazzâlî ithamının ne kadar doğru olduğunun belirlenmesini lüzumlu hale getirmektedir. Mevzubahis bu tartışmalar geniş perspektiften nefsin ölümden önce ve sonraki durumunu, dirilişin mahiyetini, bu konuda nakledilen üç yorumun değerlendirilmesini ve ruh göçünün geçersizliğini kapsamaktadır. Bu çalışma, bunlardan nefislerin bedenlere iadesi hakkındaki bazı tartışmaları irdelemekte ve bu konuda hem Gazzâlî'nin hem de İbn Sînâ'nın genel kanaatini ortaya koymaktadır.

İslam Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, 2015
Bu çalışma Gazzâlî'nin Tehâfütü'l-Felâsife adlı eserinde İbn Sînâ'ya karşı yapmış olduğu ithamlar... more Bu çalışma Gazzâlî'nin Tehâfütü'l-Felâsife adlı eserinde İbn Sînâ'ya karşı yapmış olduğu ithamları ele almayı ve bunu yaparken de meseleyi aydınlatacak bazı kavramları-her iki düşünürün bu kavramlara verdiği anlamları göz önünde bulundurmak kaydıyla-incelemeyi amaç edinmektedir. Felsefekelâm tartışmalarının seyri açısından Gazzâlî'nin İbn Sînâ'ya karşı yaptığı haklı veya haksız ithamları incelemek ve mümkün olduğunca berraklaştırmak için kaleme alınan bu makale; kıdem (zâtî ve zamânî), hudûs, irâde, imkân ve sudûr kavramları etrafında konunun önemine binaen kısa ve net bilgiler verecektir. Gazzâlî'nin Tehâfütü'l-Felâsife adlı eserinde yaptığı filozof eleştirisi, genel itibariyle bakıldığında İslâm düşüncesinin önemli tartışma konularından biri olmuş ve İslâm felsefesinin önemli kavramlarının yeniden değerlendirilmesine fırsat vermiştir. Bu makale, hem Gazzâlî'nin hem de İbn Sînâ'nın, yukarıda bahsi geçen kavramlara verdiği anlamları değerlendirirken, sınırlılıkları çizilmiş alan kapsamında kalmak kaydıyla, alıntılardan faydalanmaktadır. Yapılan karşılaştırmalı nakiller gösterecektir ki, makalenin incelediği kavramlara eleştirel boyutta yeni anlamlar yüklenmekle beraber, zaman zaman da yanlış anlamlar yüklenmiştir. Yüklenen anlamlar, aynı zamanda, Gazzâlî'nin Tehâfütü'l-Felâsife adlı eserinde İbn Sînâ'yı eleştirisinin sınırlılıklarını da çizmektedir.
... Kaynakça Altıntas, Hayrani , İbn Sîna Metafizigi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayı... more ... Kaynakça Altıntas, Hayrani , İbn Sîna Metafizigi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İkinci Baskı ... Serif, M. Muhammed , Klasik İslam Filozofları ve Düsünceleri, İnsan Yayınları, Üçüncü Baskı ... l-İllet ve'l-Ma'lûl, Yazma Eser, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Bölümü ...
Gazzâli, Tehâfut ’un birinci delilinin ikinci meselesinde genelde filozoflari, ozelde ise Ibn Sin... more Gazzâli, Tehâfut ’un birinci delilinin ikinci meselesinde genelde filozoflari, ozelde ise Ibn Sinâ’yi âlemin kidemi ana basligi cercevesinde tenkit etmistir. Ozellikle bu bolumun konu baglaminda, Ibn Sinâ ile Tanri’nin kudretini ve etki alanini sorgulayan bazi firka, grup ve goruslerin arasindaki tartismalari filozoflarin dilinden aktarmistir. O, bu tartismalarda, bahsi gecen firka ve gorusler hakkinda herhangi bir isim belirtmemis ve bir imâda bulunmamis olsa da bizdeki kanaat; Tehâfut ’un bu bolumundeki tartismanin, Ibn Sinâ ile Ehl-i Ta’til ismiyle taninmis, Allah’in kudretini sorgulayan muattila arasinda cereyan ettigi yonundedir. Cunku Ibn Sinâ’nin ilgili eserlerindeki ifadeleri ile Gazzâli’nin Tehâfut ’teki iddialarinin birbirlerinin benzeri ya da tamamlayicisi oldugu gorulecektir. Iste bu makale bu konudaki Gazzâli elestirisinin ne kadar tutarli oldugunu tartismaktadir.

Bu calisma oz olarak iki ana prensip uzerine insa edilmistir. Bunlardan ilki, kelâm ve felsefe di... more Bu calisma oz olarak iki ana prensip uzerine insa edilmistir. Bunlardan ilki, kelâm ve felsefe disiplinlerinin etkilesimi ile birlikte, Gazzâli'den Osmanli'nin son donemine kadar meydana gelen felsefi icerikli tartismalarda, Tehâfut eksenli bir nazar gelistirerek, aydinlatici bir rol ustlenmektir. Digeri ise, kelâm-felsefe tartismalarinda kilit rol oynayan Tehâfut kitaplari ve yazarlari hakkinda, bahsi gecen tarihsel perspektiften bagimsiz olmayan ilmi bir temel insa etmektir. Bir yonuyle Osmanli'da kelâm-felsefe iliskisini ele alan bu calismada, Osmanli ilim dunyasinda felsefeye olan ilginin bittigi ve felsefe karsitliginin gercekci bir arguman oldugu yonundeki dusuncenin yanlisligi uzerinde durulmustur. Osmanli donemi kelâm-felsefe iliskisi, aslen uclu bir ilim anlayisinin tekli yansimasi halinde zuhur etmistir. Kelâm, felsefe ve tasavvuf disiplinleri Osmanli ilim hayatinda felsefelesmis kelâm olarak kendine yer bulmus, ozellikle tasavvuf bireysel anlamda bir alan olus...
Bu makale Gazâli’nin Tehâfutu’l-Felasife eserinde yer verdigi filozoflar ile kelamcilar arasinda ... more Bu makale Gazâli’nin Tehâfutu’l-Felasife eserinde yer verdigi filozoflar ile kelamcilar arasinda meydana gelen tartismalari ayristirmayi amaclamaktadir. Tehâfut genel itibariyle Gazâli’nin filozof elestirisinden olusan tahlili zor bir kitaptir. Gazâli bu kitaptaki amacini belirlerken, filozoflari hemen her turlu yontemle elestirecegini ve her tur firka ve grubun gorusleriyle onlari curutecegini iddia etmektedir. Bu iddiasini gerceklestirmek isteyen Gazâli, Tehâfut icerisinde kelamcilardan da destek almakta ve filozoflari elestirmektedir. Kelamcilarin dogru yolda olmadigini Munkiz ’da defaatle tekrarlayan Gazâli, filozoflari kelamcilardan daha tehlikeli bir grup olarak gormektedir.

Bu calisma; Gazzâli’nin Tehâfutu’l-Felasife’de Ibn Sinâ’ya karsi yapmisoldugu itirazlarda ve Ibn ... more Bu calisma; Gazzâli’nin Tehâfutu’l-Felasife’de Ibn Sinâ’ya karsi yapmisoldugu itirazlarda ve Ibn Sinâ’dan yapilan nakillerde ne derece isabetlioldugunun, metin tutarliligi baglaminda incelenmesini ele almaktadir. Buayristirma surecinin nihayetinde hakli veya haksiz bir taraf belirlemekten ziyade,itham sahibi kisilerin yapmis olduklari ithamlarin hangi sartlarda ve hangiamaclarla yapildigi ortaya konmak istenmistir. Ayrica bu fikir ve goruslerinbugune, ne kadar ve ne derece dogru aktarildigi da calismamizin onem verdigibulgulardandir. Bir anlamda Gazzâli’yi ve filozoflari, siyak ve sibaklarina bakarakdegerlendirmek, bu sorunlarin cozumunde yerinde bir tespit olacaktir. Biz,calismamizda bu durumu, muhataplarinin ilgili eserlerini temel alarak inceledik.Bu incelemenin neticesinde muhataplarimiz Gazzâli ve Ibn Sinâ icinsoylenebilecek ozet cumle sudur: Bâtiniligin sapkin dusuncelerinin Islamdunyasinda kol gezdigi bir ortamda, Islam dunyasini “ilm-i siyaset” ile bubuhrandan kurtarmaya cal...

Bu calisma Kindi’nin âlem ve ona yuklem olanlarin sonlulugu, varliga getirilmis bir seyin kendi k... more Bu calisma Kindi’nin âlem ve ona yuklem olanlarin sonlulugu, varliga getirilmis bir seyin kendi kendisinin sebebi olamayacagi, Gercek Bir’in hakikatinin ispati gibi konularda hulfi kiyas/muhale irca yontemini nasil ve ne boyutta kullandigini ele almaktadir. Kindi, yasadigi donemin bir geregi olarak felsefe elbisesi ile dini mudafaa etme ihtiyaci hissetmis, bunu da fizik, mantik ve matematikten yola cikarak metafizige ulasmak seklinde ozetlenebilecek bir hareket alani ile gerceklestirmistir. Bu baglamda Kindi’nin bu yontemi, gorunenin bilgisinden gorunmeyenin bilgisine ulasmayi hedefledigi gibi, var olanin bilgisinden hareketle varliga getirenin hakikatini idrak etmeyi de gostermektedir. Bu bakimdan Kindi icin en nihai gaye Hakiki/Gercek Bir olarak tanimladigi Allah’a ve O’nun bilgisine ulasmaktir. Bu konuda en kesin bilgi kaynagi vahiydir. Felsefe, vahyin bilgisini izah edebildigi surece dinin yol arkadasi ve onun yardimcisidir.

Fârâbi dusuncesinin temelinde din ile felsefenin uzlastirilmasi yatmaktadir. Bu isi yaparken o, I... more Fârâbi dusuncesinin temelinde din ile felsefenin uzlastirilmasi yatmaktadir. Bu isi yaparken o, Islam’in inanc esaslarindan taviz vermeden, felsefenin temel ilkelerini kullanarak yeni bir dusunce tarzi gelistirme cabasi icine girmistir. Muallim-i sâni (Ikinci ogretmen) unvanliyla Aristo’yu serh etmek gibi zor bir ise kalkismis ve bunda da basarili olmustur. Fârâbi’nin dusunce tarzi, Islam inanc esaslarinin ozunu teskil eden Allah’in birligi (tevhid) ilkesini, felsefi bir yorum ile yeniden aciklamaktadir. Onun sifatlar meselesine getirdigi izahata bakilacak olursa; fi lozofumuz, klasik Islami dusuncenin zâti ve subuti sifatlar olarak tartistigi problemin, kavram cikmazina hapsedilmis bir Tanri kabulune sebep oldugunu du- sunerek, Allah’a ait sifatlari, O’nun zâtina munhasir ozellikleri olarak anlamistir. Dolayisiyla Fârâbi sifatlarin varligina iliskin kabulu, zât-sifat ayriliginin aksine, varlik-mahiyet birlikteligi olarak kabul etmis- tir. Sifatlar meselenin, izafi baglamda kavramla...

Bu makalenin yontemi; Gazâli’nin Tehafut’u baglaminda, genelde filozoflari, ozelde ise Farabi ve ... more Bu makalenin yontemi; Gazâli’nin Tehafut’u baglaminda, genelde filozoflari, ozelde ise Farabi ve Ibn Sinâ’yi kufur ile itham ettigi metinleri ayristirip, bunlari Ibn Sinâ’nin ilgili metinleriyle eslestirmektir. Bunu yaparken konu, ikincil kaynaklarla da zenginlestirilecektir. Burada dikkate deger onemli bir vurgu ise; Gazâli’nin filozoflar ibaresinden kastiyla Farabi ve Ibn Sinâ’yi elestirecegini ifade etmekle beraber, Tehafut’teki elestirinin neredeyse tamaminda kastedilen kisinin Ibn Sinâ olmasidir. Bu durumun en net kaniti; Gazâli’nin Tehafut’undeki metin nakilleri ile Ibn Sinâ’nin eserlerindeki ifadelerin benzerlik ve bir birini tamamlayicilik arz etmesidir. Bu sebeple, bu makale, Gazâli’nin Tehafut’unde gecen ‘filozoflar’ ibaresi ile genellikle Ibn Sinâ’nin kast edildigini kabul edecektir. Sonuc olarak, bu calismanin iki ana aktoru, Gazâli ve Ibn Sinâ’dir. Ayrica bu calisma, Gazâli penceresinden Ibn Sinâ’yi incelemekten ziyade, Ibn Sinâ’dan getirilen cevaplarin sunumuyla Gazâli...

Peter Lang, 2021
Among the important discussions of Islamic thought is the debate around Tahāfut al- Falāsifah (In... more Among the important discussions of Islamic thought is the debate around Tahāfut al- Falāsifah (Incoherence of the Philosophers) between al- Ghazzālī and the Muslim Peripatetic (Mashshāʼī) philosophers. In the presence of all the criticism process, which started with al- Ghazzālī’s Tahāfut al- Falāsifah and continued with many alternative commentaries on Tahāfut al- Falāsifah in the later stage, I mainly focus on the correspondence of al- Ghazzālī’s accusations and claims in Avicenna’s philosophical system. This study is limited to the issues of eternity, knowledge and resurrection, which are the topics containing takfīr accusation by al- Ghazzālī and will be discussed from the perspective of Kalām and Philosophy. From this view, this study aims to present the reality in the way it has been manifested in Tahāfut al- Falāsifah discussions rather than the one it ought to be.

SRA, 2021
Çalışmamız Ebû Hâmid el-Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) Tehâfütü’l-felâsife adlı eserinin on üçüncü mes... more Çalışmamız Ebû Hâmid el-Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) Tehâfütü’l-felâsife adlı eserinin on üçüncü meselesi merkezinde Allah’ın bilgisinin mahiyeti
konusunu tartışacaktır. Gazzâlî bu meselede genel olarak Müslüman
Meşşâî filozofları, özelde ise Ebû Alî Hüseyin İbn Sînâ’yı (ö. 428/1037)
dinden çıkmakla itham etmiştir. Bu bağlamda Tehâfüt’ün ikinci tekfir
ithamını barındıran bu mesele; ‘filozofların zamanın şimdi, geçmiş ve
gelecek şeklinde taksim edilmesiyle tezahür eden tikelleri Allah’ın
bilmediğine dair görüşlerinin çürütülmesi’ başlığını taşımaktadır. Gazzâlî
bu meselede, filozoflara karşı gelmenin üç safhasından bahseder:
Öncelikle filozofların ne söylediklerini aktaran Gazzâlî, ikinci olarak
onların iddialarını yorumlar. Son olarak da onların söylediklerini çürütme
iddiasında bulunur. Yani Gazzâlî filozofları eleştirirken onların
öncüllerinden yola çıkmakta, fakat sonuç itibariyle sadece kendi
argümanlarını ciddiye almaktadır. Meseleyi aktarırken filozofların
söylemini bir şarta bağlamıştır. Onun iddiasını şarta bağlaması, aslında
anlatmak istediğini kendi belirlediği çerçevede yorumlayacağının
göstergesidir.
Uploads
Papers by Ömer Faruk Erdoğan
Sonraki süreçte, İbn Sînâ’dan İbn Miskeveyh‘e, Gazzâlî’den Mâverdî’ye birçok İslâm filozofunun risale ve eserlerinde üzüntüden kurtulmanın çareleri aranmış ve çözüm önerileri sunulmuştur. Böylesine önemli bir konuya Mâverdî’nin katkısı, hastalık olarak tanımladığı hüznün yanında özellikle “sabır” kavramı etrafında üzüntüyü yenmeye çareler aramasıdır. Eserinde zıtlıkların bulunduğu dünya hayatı içerisinde hüzün ile mutluluğunun yer almasının doğallığını yineleyen Mâverdî, hüzne aklî yöntemlerle çözüm yolları sunmuştur. Bu çalışmada İslâm ahlak düşüncesinde edeb kavramı çerçevesinde yazılan eserlerden birsi kabul
edilen Mâverdî’nin Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn adlı eseri bağlamında mesele tartışmaya açılmıştır. Çalışmada salt manada üzüntüyü yenmenin çarelerinin Mâverdî’de ne şekilde ele alındığı, literatüre yaptığı katkı ve İslâm ahlak düşüncesindeki önemi incelenmiştir.
Anahtar kelimeler: Ahlak, Üzüntü, Sabır, Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn
Anahtar Kelimeler: Ezelî Tanrı; ezelî âlem; İbn Sînâ; Gazâlî; Tehâfütü’l-Felâsife
ABSTRACT The contribution of Ibn Sīnā/Avicenna’s to philosophical thought, which he received as a legacy, is a controversial phenomenon. In the context of both criticism and influence, the thought process caused by Avicenna has turned into a versatile and comprehensive criticism with the reaction of al-Ghazzālī in Tahāfut al-Falāsifah (Incoherence of the Philosophers). In this respect, this well-founded criticism also laid the groundwork for the construction of a tradition in later times. Avicenna’s method of interpreting the truths of religion in accordance with the truths of philosophy is also encountered in the explanation of the subject of the eternality of the Universe. The view of Avicenna, which can be summarized as the fact that the Universe is possible in its essence and is eternal in terms of taking its existence from Allah, has caused some problems that are difficult to explain in terms of religion. At this point, al-Ghazzālī discussed the issue of the eternity of the Universe with the reflection of a Islamic Kalām. In this issue, in which Tahāfut al-Falāsifah separates the first three issues, he both criticized and disbelieved/takfīr philosophers, who claimed that the Universe was eternal in terms of being, time, contingency and matter, by centered on Avicenna's views. Due to the above reasons, this study will aim to present the criticism of Avicenna in al-Ghazzālī's Tahāfut al-Falāsifah in the limited scope of the eternal Universe, and while doing this, it will bring Avicenna's defense as an answer.
Keywords: Eternal God; eternal universe; Avicenna; al-Ghazzālī; Tahāfut al-Falāsifah
konusunu tartışacaktır. Gazzâlî bu meselede genel olarak Müslüman
Meşşâî filozofları, özelde ise Ebû Alî Hüseyin İbn Sînâ’yı (ö. 428/1037)
dinden çıkmakla itham etmiştir. Bu bağlamda Tehâfüt’ün ikinci tekfir
ithamını barındıran bu mesele; ‘filozofların zamanın şimdi, geçmiş ve
gelecek şeklinde taksim edilmesiyle tezahür eden tikelleri Allah’ın
bilmediğine dair görüşlerinin çürütülmesi’ başlığını taşımaktadır. Gazzâlî
bu meselede, filozoflara karşı gelmenin üç safhasından bahseder:
Öncelikle filozofların ne söylediklerini aktaran Gazzâlî, ikinci olarak
onların iddialarını yorumlar. Son olarak da onların söylediklerini çürütme
iddiasında bulunur. Yani Gazzâlî filozofları eleştirirken onların
öncüllerinden yola çıkmakta, fakat sonuç itibariyle sadece kendi
argümanlarını ciddiye almaktadır. Meseleyi aktarırken filozofların
söylemini bir şarta bağlamıştır. Onun iddiasını şarta bağlaması, aslında
anlatmak istediğini kendi belirlediği çerçevede yorumlayacağının
göstergesidir.
Sonraki süreçte, İbn Sînâ’dan İbn Miskeveyh‘e, Gazzâlî’den Mâverdî’ye birçok İslâm filozofunun risale ve eserlerinde üzüntüden kurtulmanın çareleri aranmış ve çözüm önerileri sunulmuştur. Böylesine önemli bir konuya Mâverdî’nin katkısı, hastalık olarak tanımladığı hüznün yanında özellikle “sabır” kavramı etrafında üzüntüyü yenmeye çareler aramasıdır. Eserinde zıtlıkların bulunduğu dünya hayatı içerisinde hüzün ile mutluluğunun yer almasının doğallığını yineleyen Mâverdî, hüzne aklî yöntemlerle çözüm yolları sunmuştur. Bu çalışmada İslâm ahlak düşüncesinde edeb kavramı çerçevesinde yazılan eserlerden birsi kabul
edilen Mâverdî’nin Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn adlı eseri bağlamında mesele tartışmaya açılmıştır. Çalışmada salt manada üzüntüyü yenmenin çarelerinin Mâverdî’de ne şekilde ele alındığı, literatüre yaptığı katkı ve İslâm ahlak düşüncesindeki önemi incelenmiştir.
Anahtar kelimeler: Ahlak, Üzüntü, Sabır, Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn
Anahtar Kelimeler: Ezelî Tanrı; ezelî âlem; İbn Sînâ; Gazâlî; Tehâfütü’l-Felâsife
ABSTRACT The contribution of Ibn Sīnā/Avicenna’s to philosophical thought, which he received as a legacy, is a controversial phenomenon. In the context of both criticism and influence, the thought process caused by Avicenna has turned into a versatile and comprehensive criticism with the reaction of al-Ghazzālī in Tahāfut al-Falāsifah (Incoherence of the Philosophers). In this respect, this well-founded criticism also laid the groundwork for the construction of a tradition in later times. Avicenna’s method of interpreting the truths of religion in accordance with the truths of philosophy is also encountered in the explanation of the subject of the eternality of the Universe. The view of Avicenna, which can be summarized as the fact that the Universe is possible in its essence and is eternal in terms of taking its existence from Allah, has caused some problems that are difficult to explain in terms of religion. At this point, al-Ghazzālī discussed the issue of the eternity of the Universe with the reflection of a Islamic Kalām. In this issue, in which Tahāfut al-Falāsifah separates the first three issues, he both criticized and disbelieved/takfīr philosophers, who claimed that the Universe was eternal in terms of being, time, contingency and matter, by centered on Avicenna's views. Due to the above reasons, this study will aim to present the criticism of Avicenna in al-Ghazzālī's Tahāfut al-Falāsifah in the limited scope of the eternal Universe, and while doing this, it will bring Avicenna's defense as an answer.
Keywords: Eternal God; eternal universe; Avicenna; al-Ghazzālī; Tahāfut al-Falāsifah
konusunu tartışacaktır. Gazzâlî bu meselede genel olarak Müslüman
Meşşâî filozofları, özelde ise Ebû Alî Hüseyin İbn Sînâ’yı (ö. 428/1037)
dinden çıkmakla itham etmiştir. Bu bağlamda Tehâfüt’ün ikinci tekfir
ithamını barındıran bu mesele; ‘filozofların zamanın şimdi, geçmiş ve
gelecek şeklinde taksim edilmesiyle tezahür eden tikelleri Allah’ın
bilmediğine dair görüşlerinin çürütülmesi’ başlığını taşımaktadır. Gazzâlî
bu meselede, filozoflara karşı gelmenin üç safhasından bahseder:
Öncelikle filozofların ne söylediklerini aktaran Gazzâlî, ikinci olarak
onların iddialarını yorumlar. Son olarak da onların söylediklerini çürütme
iddiasında bulunur. Yani Gazzâlî filozofları eleştirirken onların
öncüllerinden yola çıkmakta, fakat sonuç itibariyle sadece kendi
argümanlarını ciddiye almaktadır. Meseleyi aktarırken filozofların
söylemini bir şarta bağlamıştır. Onun iddiasını şarta bağlaması, aslında
anlatmak istediğini kendi belirlediği çerçevede yorumlayacağının
göstergesidir.
yer tutan “Tehâfüt” geleneği, Gazzâlî’nin Tehâfütü’l-felâsife
adlı eseriyle başlamış ve yazımı Osmanlı dönemine kadar
devam etmiştir. İşte, Tehâfüt ve Geleneği, Tehâfüt kitaplarını,
bu kitapların müelliflerini ve eserlerde tartışılan meseleleri üç
bölümde ele alan kapsamlı bir çalışmadır. İslâm dünyasında
felsefe ve kelâm arasındaki ilişkiyi, Tehâfüt geleneğini ve bu
gelenekle, kavramsal açıdan IX-X. yüzyıllarda faal hale gelen
felsefe arasındaki münasebeti, Gazzâlî’den başlayıp Osmanlı
ilim ve düşünce geleneğinin son merhalesine kadarki süreci
içine alacak şekilde irdeleyen bu çalışmada böylece kelâmfelsefe
etkilenimi hakkında bir kanaate ulaşılır.
Eserin son bölümünde İbn Rüşd’ün, Gazzâlî’nin Tehâfüt’üne
reddiye olarak yazılan Tehâfütü’t-tehâfüt adlı eseri, Gazzâlî’ye
cevap mâhiyetinde kullanılır. Gazzâlî’nin, kelâmî geleneğin
ürünü olan Tehâfüt’üne reddiye olarak yazılan Tehâfütü’ttehâfüt;
Tehâfüt ve şerhlerinin, felsefî meselelere nasıl
baktığını ve İbn Rüşd’ün Tehâfüt’teki görüşleri bağlamında,
Gazzâlî’ye karşı tutumunu ortaya koymakla birlikte İbn Sînâ’nın,
eleştirilerin merkezinde yer alan görüşlerini zikrederek Tehâfüt
tartışmalarına felsefî bir savunma getirir.
yani fiziki özellikleri ile tanımlanan bedeni. Varlığının içe dönük ve gizemli yönü yani insanın özü ve cevheri olarak tanımlanan ruhu. Bu iki yönü doğrudan ya da dolaylı olarak ele alan birçok ilim ortaya çıkmıştır. Bedeni ele alan ilimler “beden tıbbı” kavramını kullanarak; ruhu ele alan ilimler ise “ruhsal tıp” kavramını kullanarak pratik ve teorik ilkeler ortaya koymuşlardır. Beden tıbbı, fizik ve fizyolojik hastalıklardan korunmayı ve bu hastalıkların üstesinden gelmeyi hedeflerken, Ruhsal tıp insanın ahlaki manevi, psikolojik sorunlarını ve çözümünü ele alan ilimlerle ilişkili olarak tartışılmıştır. Bu noktada İslâm’ın bir gelenek olarak ortaya çıkardığı ilimler ve hassaten İslâm Ahlakı önemli bir yer edinirler. Ruh ve bedenin dengesi üzerinden varlığını anlamlandırabilen insanın, bu dengeyi kurması veya kurduğu dengeyi sürdürebilmesi için bazı sorulara cevap üretmesi gerekir.
“Sürekli değişen ve yenilenen dünyada, içinde bulunduğu çağın kuşattığı varlık düzleminde neredeyiz ve ne kadar değerliyiz?”
“Allah, evren ve insan üçleminde, Allah’ın bir kulu, evrenin en şerefli varlığı
olarak kabul edilegelmiş benliğimizin ne kadar farkındayız?”
“Bedenimizin sorunlarına ve ihtiyaçlarına farklı alanlarda çözümler ararken
ruhumuzun ihtiyaçlarının ne kadar farkındayız ve farkında isek hangi çözüm yollarını üretiyoruz?”
İlk İslâm filozofu Ebu Ya’kub el-Kindî’nin anlattığına göre Atinalı Sokrates’e,
“Neden üzülmüyorsun?” diye sorarlar. O da “Çünkü kaybedince üzüleceğim şeyler
edinmiyorum” diye cevap verir. Yine Kindî’nin rivayet ettiği bir hikâyede Roma imparatoru Neron’a verilen bir hediyeden bahsedilir. Adamın biri Neron’a yapımı ilginç, değeri yüksek kristal bir küre hediye eder. Hediye İmparator’a sunulur. İmparator kendisine sunulan hediyeden büyük bir memnuniyet duyar, huzurundakiler de hediyenin güzelliği üzerine çok şey söylerler. Topluluk içindekilerden bir filozof bu işe temkinli yaklaşır. İmparator filozofa dönerek, “bu kristal küre hakkında ne dersin” diye sorar. Filozof “bu küre sizde gizli bir ihtiyacı ortaya çıkarmış ve sizin de bildiğiniz büyük bir musibete işaret etmiş bulunuyor” diye cevap verir. İmparator “bu musibet nedir?” deyince filozof, “kristal küre kaybolduğunda bir benzerini elde etme imkânı yoktur ve bundan dolayı ortaya çıkacak üzüntü sizin için büyük bir musibet sayılır” der. Hikâyenin devamı da filozofun dediği gibi gelişme gösterir ve imparatorun çıktığı bir seyahatte kürenin bulunduğu gemi batar ve bir daha kürenin izine rastlanmaz. Olay imparatorun üzerinde büyük bir felaket etkisi yapar. Ölünceye kadar kürenin bir benzerini elde etmeye çalışmışsa da başaramaz.
varlıkların canlılığı, idrak ve itaat özelliklerinden dolayı
bir iradeye sahip olmaları gibi hususlar bugün için modern
bilimde kabul edilebilir şeyler değildir. Keldâniler, Bâbilliler,
Sabiîler ve Antik Yunan’dan bu yana kutsallığı kabul edilen
gökseller, genellikle Tanrı’dan sonra ikinci öneme sahip varlıklar
olarak kabul edilmişlerdir. Geçmişte maddenin çekim
kanununun bilinmediği ve bu sebeple feleklere canlılık, irade
ve devrî hareket özelliği verildiği gibi çeşitli iddialar olmasına
rağmen, hem bilimsel hem de düşünsel bilgi birikiminin
mimarları filozofların kastını doğru anlamak gerekir. Her
şeyden önce bugün modern fiziğin bir taş olarak algıladığı
gökteki varlıkları, metafizik bağlamından kopararak maneviyatsız
bir bilimin kütle yığınları olduğuna hükmetmek, felsefenin peşinden koştuğu hakikati anlamada ortaya koyduğu
emeğe haksızlık olacaktır. Kindî’nin dediği gibi, bütün
âlemi yaratan ve “Hayy” ismiyle varlığa tecelli eden Allah’ın,
yarattığı birçok şeyi cansız, hissiz ve bilinçsiz yaratması ne
kadar doğru bir çıkarımdır? Özellikle Fârâbî ve İbn Sînâ tarafından
varlığın Allah’tan taşmasında önemli bir konumda yer
alan göksel varlıklar, nefis ve maddeleriyle beraber meleklere
benzetilmiş, böylece hem metafizik bir temellendirmeye,
hem de din-felsefe uzlaşısı ekseninde dinî bir delillendirmeye
tabi tutulmuştur. Bu konuda Gazzâlî’nin eleştirilerine rağmen
feleklere canlılık ve irade vermede kararlı olan filozoflar,
Aristo’nun aksine bütün âlemi, Allah’ın varlığının canlı bir
tecellisine dönüştürmüşlerdir.
This work gives general information about the life, philosophical accumulation, works that he wrote and the science classification of Iḥṣāʾal-ʿulūm which Al-Fārābī lived from birth to death. Known as the Second Teacher, who taught philosophy to humanity after Aristotle, Al-Fārābī wanted to harmonize philosophical thought with Islamic belief as a result of this characteristic. The philosopher could demonstrate that he could live in harmony with the thought of mankind and the divine inspiration, with his own comprehen- sive thought system. Al-Fārābī is a scientific person who has been respected both by the rulers and by the people throughout his life. As a result of his mystical life, he lived a life that was appropriate for his religion and nationality, and published works in this context. His classifications of science and writing a book in this context contributed to the correct representation of philosophical thought in Islam; along with a guide on how to pursue philosophy.
gök akılları, küreleri ve nefisleri hakkında hem tarihsel bir akış sunmakta hem de Gazzâlî’nin
Tehâfütü’l-felâsife’si ve ona yapılan şerhlerini merkeze alarak sistematik bir karşılaştırma yapmaktadır. Eser, klasik İslâm düşüncesine aktarılan ve genellikle Antik/Helenistik felsefî mirasın
bir birikimi kabul edilen fizik âlem ile metafizik gerçeklik arasındaki irtibatı sağlamada, göksellerin İslâm düşüncesindeki seyrini tartışmaya açmaktadır. Feleklerin canlılığı, hareketlerindeki bilinç düzeyi ya da iradeleri ve aklî olarak ortaya koydukları epistemik faaliyetler, bu konunun İslâm düşüncesinde hem bir mesele olarak tartışılmasını sağlamış hem de İslâm inancının aklî ve
felsefî açıdan yeni bir tarzda yeniden yorumlanmasında etkili olmuştur. Bunlarla beraber eser,
felekler bağlamında gök akılları, nefisleri, küreleri ve onlar üzerinden yapılan müktesebâtın,
Tehâfüt ve onun şerhleri üzerinden de bir tartışma zemini oluşturduğunu belirtmektedir. Bu açıdan Gazzâlî, yöntemi kelâmdan, sistematiği felsefeden neşredilen eseri Tehâfüt’te filozofların aklî
yetersizliğini ortaya koymak istercesine, onlar tarafından göksellere biçilen rolün hem dinî hem
de aklî olarak tutarsız olduğunu iddia etmiştir.
Anahtar Kelimeler: İslâm felsefesi; Meşşâî felsefe; felek; göksel akıllar; semavî cisimler
ABSTRACT The work we are going to examine both presents a historical flow about the celestial minds, spheres, and souls, which are the issues of classical Islamic thought, and makes a
systematic comparison by centering al-Ghazali’s Tahafut al-Falasifa and the commentaries
made on it. The work emphasizes that it provides the connection between the physical world
and metaphysical reality, which was transferred to classical Islamic thought and generally accepted as an accumulation of Ancient/Hellenistic philosophical heritage and opens the course
of the heavens in Islamic thought to discussion. The vitality of the faleks, their level of consciousness or will in their movements, and their intellectually epistemic activities have enabled
this issue to be discussed as an issue in Islamic thought and have been influential in the reinterpretation of Islamic belief in a new mental and philosophical way. In addition to these, the
work states that the heavenly minds, their souls, their spheres, and the acquis made through
them in the context of the faleks constitute a discussion ground through the Tahafut and its
commentaries. In this respect, al-Ghazali claimed that the role assigned to the celestials by philosophers is inconsistent both religiously and intellectually, as if to reveal the intellectual inadequacy of philosophers in his work Tahafut, whose method is from kalam and whose systematics is from philosophy.
Keywords: Islamic philosophy; Peripatetic philosophy; felek; celestial minds; heavenly bodies