Papers by M. Talha Altinkaya
Bu Metin Bloomsbury yayınevi tarafından basılan “Interfaces and Us: User-Experience Design and th... more Bu Metin Bloomsbury yayınevi tarafından basılan “Interfaces and Us: User-Experience Design and the Making of the Computable Subject” kitabının giriş metnidir. Interfaces and Us, Zachary Kaiser, Bloomsbury, s. 1–12. Kitabı internetten satın alabilirsiniz.
Sinemasal 4 - Melodram, 2021
Sinemasal 4 - Melodram, 2021

Her ne kadar kokleri 15.yy’a kadar goturulse de esas olarak 20. yuzyilin ba s larinda edebiyat al... more Her ne kadar kokleri 15.yy’a kadar goturulse de esas olarak 20. yuzyilin ba s larinda edebiyat alaninda ortaya cikan distopyalar 1920’lerin sonlarina do g ru sinema sanati icerisinde de kullanilmaya ba s lanmi s ve bu kimi zaman tematik, kimi zaman konu duzeyinde, kimi zaman ise do g rudan edebi eserlerin birebir uyarlanmasiyla tezahur etmi s tir. Genel olarak bilimkurgu turu icerisinde ele alinabilecek bu filmler kulturel, politik, tarihsel geli s melere gore farklilik gostermi s tir. Ozellikle 2000 sonrasi anaakim sinema icerisinde uretilen distopyalar “kiyamet sonrasi” (post-apocalyptic) temasi cercevesinde ele alinan konulari i s lemektedir. Ancak bu konular sinema tarihinde oldu g u gibi “uzaydan gelen canlilar” ya da “cilgin bilim adami” gibi temalardan olu s maz. Aksine milyonlarca seyircinin izledi g i ve yuksek gi s eler elde eden bu filmler daha cok tuketim toplumu, insanli g in teknolojik ilerlemesi, ekolojik sistemin yok olmasi gibi 20.yy’in ba s inda aydinlanma aklina g...

SineFilozofi, 2019
Guattari states in his text Chaosmosis that the most important production of capitalism is the pr... more Guattari states in his text Chaosmosis that the most important production of capitalism is the production of subjectivity. According to him, the production of subjectivity is necessary for both the manageability of capitalism and the continuation of capitalist system. But for Guattari (Lazzarato also continues this thesis) the problem is the production of subjectivity as well as where and how this subjectivity is produced. Subjectivity is no longer produced in institutions such as Family and Religion. In the words of Lazzarato, the subjectivities produced for 'social machines' are now produced with the help of the globalizing world in areas such as consumption, communication, social media and cinema. Every field where visual production is produced that is also the area of subjectivity production. In this context, the mainstream cinema, along with the subjects and subjectivities that own produces, speaks to the consciousness of individuals or (as Lazzarato expresses) even to the 'feeling, vision and ways of thinking of pre-individual components, perception forms etc.' The subjectivity which transferred to the spectator with help of narrative style and the characters created in the films does not always serve capitalist subjectivity; sometimes, this subjectivity is criticized. Although the number of such films is small, these examples have been frequently encountered recently. These films not only depict the situation of the individual in modern capitalism but also try to construct new forms of subjectivity, as Jacques Ranciere points out, by causing a radical metamorphosis, a subjective liberation. In this sense, 'Demolition' (2015, Director: Jean Marc Vallée) is a film that not only criticizes the subjectivities produced for 'social machines', but also destroys this whole structure and leaves the subject in a void. Demolition will be examined in this context.

Ruggero Eugeni
İngilizceden Çeviren: M. Talha Altınkaya
Sinemasal - İdeoloji, 2018
Bu Makale Doğ... more Ruggero Eugeni
İngilizceden Çeviren: M. Talha Altınkaya
Sinemasal - İdeoloji, 2018
Bu Makale Doğu Batı Yayınları tarafından basılan "Sinemasal - İdeoloji" isimli ortak Kitapta daha önce yayınlanmıştır.
ISBN: 978-605-2133-56-9 / Sinemasal İdeoloji, s.177-190.
Makale çağdaş medya düzenlemesi içinde klasik bakış açısı ya da öznel çekimin köklü bir dönüşümü sonucunda ortaya çıkan ve stilistik bir figür olan "birinci şahıs çekimi" inceler. Makalenin ilk bölümü birinci şahıs çekim'in iki ana özelliğine odaklanır. Bir taraftan, bu figür farklı medya platformlarında gelişen teknolojik yeniliklerin-steadicam ve türevleri, dijital kameralar ve onların küçültülmüş versiyonları, gözetim ekipmanları ve bir birinci şahıs gözünden oynanabilir video oyunlar-karşılıklı etkileşiminden doğan bir medyalar arası figürdür. Diğer taraftan, dünyanın kuvvetli kavranışını doğrudan ifade eden bir hibrid araç (vücut-sensör) tarafından canlandırılan bir deneysel figürdür ve bu nedenle algısal, pratik, duygusal, yaşayan ve devam eden bir deneyimdir. Makalenin ikinci kısmı ise "birinci şahıs çekim"i duyusal terimler içinde özne ve öznellik hakkında iyi tanımlanmış bir fikir olarak ifade eden bir figür olarak ele alır. Bu düşünce film ve medya alanındaki bilim insanları (her ne kadar farklı felsefi öncüllerden gelseler de makale J.L Baudry ve V. Sobchack arasındaki, özneyi belirli bir yerdeki konumuyla tanımlanan bir varlık olarak ele almasını inceler) tarafından benimsenmiş olan başlıca kavramlarla çelişir. Daha doğrusu, birinci şahıs çekim esnasında özne, sürekli olarak bir kaydırma yoluyla yeniden tanımlanır; böylece özne yerinden ve biçiminden edilmiş biçimde kavranır. Son olarak makale bu özne ve öznellik anlayışının film ve medya araştırmalarını bilişsel fenomenoloji tarafından (bu bilişsel fenomenoloji özne düşüncesini dinamik bir araç olarak sürekli dönüşüm yoluyla kendilik kavramına ait devam eden anlatı tartışmaları içinde detaylandıran bir bilişsel fenomenolojidir) esinlenilen güncel zihin kuramları ile ilişkilendirdiğini öne sürer.

Sinemasal - İdeoloji, 2018
Bu Makale Doğu Batı Yayınları tarafından basılan "Sinemasal - İdeoloji" isimli ortak Kitapta sf:4... more Bu Makale Doğu Batı Yayınları tarafından basılan "Sinemasal - İdeoloji" isimli ortak Kitapta sf:45-60'da daha önce yayınlanmıştır.
ISBN: 978-605-2133-56-9 / Sinemasal İdeoloji, s.45-60.
Nietzsche "Ahlakın Soykütüğü Bir Polemik"in ikinci inceleme kısmında "suç, 'vicdan rahatsızlığı' ve 'benzeri şeyleri" incelerken 'canlılar dünyasında olagelen her şeyin bir boyun eğdirme, bir efendi olma durumu olduğunu ve tüm bu boyun eğdirme ve efendi olmaların da o zamana kadarki "anlam"ı ve "amaç"ı zorunlu olarak bulanıklaştıracak ya da bütünüyle silecek birer yeniden yorumlama, yeniden düzenleme olduğunu belirtir. Ona göre gerçek ilerlemenin koşulları içerisinde kısmi bir yararsızlaşma, körelme ve yozlaşma, anlamın ve işlevselliğin yitimi vardır. (Nietzsche, 2011: 73-74). Günümüz toplumları açısından olaylara ve şeylere bakışımızdaki (Nietzsche'nin bahsettiği) anlamın yitimi sadece sanat ve imgede değil etikten estetiğe, politikadan ideolojiye, sosyolojiden felsefeye kadar birçok kavrama nüfuz etmiş ve bu kavramların içeriğini etkilemiştir. İdeoloji kavramı da bu anlam yitimine (ya da anlam kaymasına) tarih boyunca farklı anlamlar kazanarak sahip olmuştur. Terry Eagleton bu durumu "İdeoloji" (Eagleton, 2005: 17) isimli kitabında "Şimdiye kadar hiç kimse ideolojinin tek ve yeterli bir tanımını yapamamıştır ve bu anlamda bu kitap da bir istisna oluşturmayacaktır. Bu durum, bu alanda çalışanların zeka seviyelerinin düşük olmasından değil, ideoloji teriminin kullanışlı ama birbiriyle bağdaşmaz nitelikte olan birçok anlamı olmasından kaynaklanır" diye ifade eder. Ertan Yılmaz'ın Şerif Mardin'den mülhem özetlediği haliyle ideoloji "doğru düşünme bilimidir (Destutt de Tracy); birtakım eksantrik adamların acayip fikirlerdir (Napoleon); ters/yanlış bilinçtir (Marx); bir sınıfın dünya görüşüdür (Lenin); toplumu bir arada tutan bir sıvadır (Gramsci); maddi bir pratiktir (Althusser" (Yılmaz, 2008: 63).

Medium, 2019
Donald E. Hall
İngilizceden Çeviren: M. Talha Altınkaya
"Ben kimim?" sorusu şüphesiz hepimizin ... more Donald E. Hall
İngilizceden Çeviren: M. Talha Altınkaya
"Ben kimim?" sorusu şüphesiz hepimizin hayatının belli bir noktasında, belki de birçok ve çeşitli noktalarda kafa yorduğu bir sorudur. Gerçekten de geniş çeşitlilikte otorite figürleri ve kuruluşlar tarafından kimliklerimizi yeniden düşünmemizi, ifade etmemizi ve açıklamamızı istediğimiz bir çağda yaşıyoruz: ebeveynler, okul rehberlik öğretmenleri, en çok satan kişisel gelişim guruları, talk şov sunucuları ve hatta reklamcılar bile bizleri pahalı bir araba satın alarak, kilo verme programına girerek ya da yeni bir saç rengini deneyerek, "kendini" ifade etmenin farklı bir biçimini denemeye teşvik ediyorlar. Eğer bir irademiz varsa bizler yaygın bir biçimde "benliklerimizi" yaratma ve yeniden inşa etme özgürlüğüne sahip olduğumuza inandırılıyoruz fakat aynı zamanda bu durum şüpheli bir biçimde seçeneklerin ve topluma, toplumsal cinsiyete, bölgesel, etnik, cinsel alt gruplarımıza rahatça sığmamızı sağlayacak yollarla sunuluyor. Hukuk kuramcısı ve sosyal tarihçi Lawrence M. Friedman bunu birbirimizle olan ilişkilerimizi tanımlamak için daha "dikey" (hiyerarşik, eğilmez [inflexible]) bir moddan "yatay" (aşılabilir, temsilen yürütülen) bir moda doğru giden kendimizin "bir şeyler yapma" sorumluluğuyla yükümlü olduğumuz aşamalı bir hareketin sonucu olarak değerlendirir. Lawrence "Yatay Toplum" isimli kitabında "eski biçimlerin ve geleneklerin yıkılmakta olduğu" bir çağda yaşadığımızı ve bireyi bir kafese sıkıştıran form ve geleneklerin; insanın sabit/değişmez belirli toplumsal rollerde yer almasını sağladığını, bu rollerden nasıl sıyrılacak ve bu rollerle nasıl savaşacak olursa olsun bireylerin dünyada belirli bir pozisyona sabitlendiğini savunuyor. (Friedman 1999: vii-viii). Çağdaş toplumda "kendiliğin"[self] yaratılmasına getirilen her iki olasılık ve sınırlama araştırmasının sonunda Friedman, günümüzde "kişinin bir ırkı, cinsiyeti, bir cinsellik biçimini (sınırlar içinde) seçtiği sonucuna varmıştır. Kişi herhangi bir grubun bir parçası olarak sayılmamayı da seçebilir lakin bu durum bazen daha zordur çünkü dış toplum [outside society] her zaman birinin seçimiyle aynı düşüncede olmaz"(240). O, konuyu daha da karmaşıklaştırarak şunu belirtir Seçim yapma genellikle bir yanılsamadır. İnsanlar özgür iradelerine sarsılmaz bir şekilde inanırlar. Fakat onlar siyasi görüşlerini, elbiselerini, tavırlarını, kimliklerini, kendi elleriyle yazmadıkları bir menüden seçiyorlar.
*Bu metin Routledge yayınları tarafından basılan "Subjectivity" kitabının giriş metnidir. Subjectivity, Donald E. Hall, 2004, Routledge, s. 1-5.

SineFilozofi, 2019
Özet Guattari "Chaosmosis" isimli metninde kapitalizmin en önemli üretiminin öznellik üretimi old... more Özet Guattari "Chaosmosis" isimli metninde kapitalizmin en önemli üretiminin öznellik üretimi olduğunu belirtir. Zira bu öznellik üretimi ona göre kapitalizmin hem yönetilebilirliği hem de sistemi devam ettirebilmesi için gereklidir. Fakat Guattari için (Lazzarato da bu tezi sürdürür) sorun öznelliğin üretilmesi kadar nerede ve nasıl üretildiğidir. Öznellik artık eskisi gibi çoğunlukla Aile ve Din gibi kurumlarda üretilmez. Lazzarato'nun deyimiyle "toplumsal makineler" için üretilen öznellikler globalleşen dünyanın da etkisiyle artık daha çok tüketim, iletişim, sosyal medya, sinema gibi alanlarda üretilmektedir. Görsellik üretiminin olduğu her alan aynı zamanda öznellik üretiminin de alanıdır. Bu bağlamda anaakım sinema ürettiği özneler ve öznelliklerle bireylerin bilinçlerine hatta Lazzarato'nun ifade ettiği haliyle "birey-öncesi bileşenlerin, algı biçimlerinin hissetme, görme, düşünme vs. biçimlerine" seslendiği söylenebilir.
Filmlerde inşa edilen anlatı tarzı ve yaratılan karakterlerle seyirciye iletilen 'özne' olma durumu her zaman kapitalist öznelliğe hizmet etmediği gibi zaman zaman da o öznellik eleştirilir. Her ne kadar bu tarz filmlerin sayısı az olsa da son zamanlarda bu örneklere sıklıkla rastlanmaya başlanmıştır. Bu filmler genellikle bireyin çağdaş kapitalizmde içinde bulunduğu durumu resmetmekle kalmayıp, Jacques Ranciere'in belirttiği gibi "öznel bir özgürleşmeye radikal bir başkalaşıma" yol açarak yeni öznellik formları inşa etmeye çalışmaktadır. Bu anlamda 2015 yapımı "Demolition / Yön: Jean-Marc Vallée" filmi "toplumsal makineler" için üretilen öznellikleri eleştiren, tüm bu yapıyı yıkmakla kalmayıp özneyi bir boşluğun içerisinde bırakan önemli örneklerden birisidir ve film bu bağlamda irdelenecektir.

Her ne kadar kökleri 15.yy’a kadar götürülse de esas olarak 20. yüzyılın başlarında edebiyat alan... more Her ne kadar kökleri 15.yy’a kadar götürülse de esas olarak 20. yüzyılın başlarında edebiyat alanında ortaya çıkan distopyalar 1920’lerin sonlarına doğru sinema sanatı içerisinde de kullanılmaya başlanmış ve bu kimi zaman tematik, kimi zaman konu düzeyinde, kimi zaman ise doğrudan edebi eserlerin birebir uyarlanmasıyla tezahür etmiştir. Genel olarak bilimkurgu türü içerisinde ele alınabilecek bu filmler kültürel, politik, tarihsel gelişmelere göre farklılık göstermiştir. Özellikle 2000 sonrası anaakım sinema içerisinde üretilen distopyalar “kıyamet sonrası” (post-apocalyptic) teması çerçevesinde ele alınan konuları işlemektedir. Ancak bu konular sinema tarihinde olduğu gibi “uzaydan gelen canlılar” ya da “çılgın bilim adamı” gibi temalardan oluşmaz. Aksine milyonlarca seyircinin izlediği ve yüksek gişeler elde eden bu filmler daha çok tüketim toplumu, insanlığın teknolojik ilerlemesi, ekolojik sistemin yok olması gibi 20.yy’ın başında aydınlanma aklına getirilen eleştirilerin odağındaki temaları işlemeye başlar. Araçsal akıl olarak adlandırılan ve eleştirilen bu ‘aydınlanma aklına’ en ayrıntılı incelemeyi ise Frankfurt Okulu yapmıştır. Edebiyat eserlerinde olduğu gibi sinema filmlerinde de (özellikle son 15 yılda) kıyamet sonrası dünyanın içinde bulunduğu durumun (distopyanın) sorumlusu olarak “araçsal akıl” ya da “bilim ve iktidar ilişkisi” yerine sürekli olarak insan ve insanın ‘özünde’ doyumsuz bir varlık olduğu vurgusu yer almaktadır. Diğer bir ifadeyle bu filmler -The Road (Yol, John Hillcoat, 2009), Cloud Atlas (Bulut Atlası, Andy Wachowski, Lana Wachowski, Tom Tykwer, 2012), Snowpiercer (Kar Küreyici, Joon-ho Bong, 2013)– insanın özünde bulunan (eğer bir özü varsa) ‘iyilik’, ‘kötülük’ gibi ahlak ve etik alanını ilgilendiren felsefi kavramlar üzerinden giderek sistem eleştirisini ‘ıskalar’.
Books by M. Talha Altinkaya

Doruk Yayınları, 2023
Öznellik; öznel olanı, bir bütün olarak “kendilik” kavramının bireylerdeki karşılığını, bir öznen... more Öznellik; öznel olanı, bir bütün olarak “kendilik” kavramının bireylerdeki karşılığını, bir öznenin herhangi bir durum karşısındaki duyumsama biçimini, şahsi fikrini, hislerini, duygulanma tarzını, o durumu anlamlandırabilmesini, olaylara ve kavramlara yaklaşımını, diğer öznelerle ilişki geliştirmesini ifade eder. Guattari tüm bunların ötesinde öznellik üretiminin kapitalizmin en önemli üretimi olduğunu ileri sürer. Gerçekten de kavram, kapitalizmin gelişimine paralel olarak, özellikle de 19. yy. ile birlikte kültürel, politik, ideolojik bazı değişimlere uğrar. Bunun bir sonucu olarak öznellik günümüzde artık eskisi gibi aile, din gibi kurumlar üzerinden üretilmez. Lazzarato’dan mülhem “toplumsal makineler” için üretilen öznellikler globalleşen dünyanın da etkisiyle artık daha çok tüketim, iletişim, sosyal medya, sinema gibi alanlarda üretilir. Görsellik üretiminin olduğu her alan aynı zamanda öznellik üretiminin de alanıdır. Sinema da bu görsellik alanlarının başında gelir. Bu kitapta, Hollywood sinemasının üretmiş olduğu anlatı yapıları tarihsel ve biçimsel olarak incelenmiş ve bu anlatı yapılarının "özne" ve "öznellik" üretimi kavramlarıyla ilişkileri ele alınmıştır. Öznelliğin Hollywood sinemasındaki anlatı stillerine göre ne tür farklılıklar gösterdiği, anlatıların hangi unsurları aracılığıyla üretildiği, filmlerdeki yeniden üretim süreçleri ve anlatı yapılarına göre ne tarz farklılıklar gösterdiği tartışılmıştır.
Uploads
Papers by M. Talha Altinkaya
İngilizceden Çeviren: M. Talha Altınkaya
Sinemasal - İdeoloji, 2018
Bu Makale Doğu Batı Yayınları tarafından basılan "Sinemasal - İdeoloji" isimli ortak Kitapta daha önce yayınlanmıştır.
ISBN: 978-605-2133-56-9 / Sinemasal İdeoloji, s.177-190.
Makale çağdaş medya düzenlemesi içinde klasik bakış açısı ya da öznel çekimin köklü bir dönüşümü sonucunda ortaya çıkan ve stilistik bir figür olan "birinci şahıs çekimi" inceler. Makalenin ilk bölümü birinci şahıs çekim'in iki ana özelliğine odaklanır. Bir taraftan, bu figür farklı medya platformlarında gelişen teknolojik yeniliklerin-steadicam ve türevleri, dijital kameralar ve onların küçültülmüş versiyonları, gözetim ekipmanları ve bir birinci şahıs gözünden oynanabilir video oyunlar-karşılıklı etkileşiminden doğan bir medyalar arası figürdür. Diğer taraftan, dünyanın kuvvetli kavranışını doğrudan ifade eden bir hibrid araç (vücut-sensör) tarafından canlandırılan bir deneysel figürdür ve bu nedenle algısal, pratik, duygusal, yaşayan ve devam eden bir deneyimdir. Makalenin ikinci kısmı ise "birinci şahıs çekim"i duyusal terimler içinde özne ve öznellik hakkında iyi tanımlanmış bir fikir olarak ifade eden bir figür olarak ele alır. Bu düşünce film ve medya alanındaki bilim insanları (her ne kadar farklı felsefi öncüllerden gelseler de makale J.L Baudry ve V. Sobchack arasındaki, özneyi belirli bir yerdeki konumuyla tanımlanan bir varlık olarak ele almasını inceler) tarafından benimsenmiş olan başlıca kavramlarla çelişir. Daha doğrusu, birinci şahıs çekim esnasında özne, sürekli olarak bir kaydırma yoluyla yeniden tanımlanır; böylece özne yerinden ve biçiminden edilmiş biçimde kavranır. Son olarak makale bu özne ve öznellik anlayışının film ve medya araştırmalarını bilişsel fenomenoloji tarafından (bu bilişsel fenomenoloji özne düşüncesini dinamik bir araç olarak sürekli dönüşüm yoluyla kendilik kavramına ait devam eden anlatı tartışmaları içinde detaylandıran bir bilişsel fenomenolojidir) esinlenilen güncel zihin kuramları ile ilişkilendirdiğini öne sürer.
ISBN: 978-605-2133-56-9 / Sinemasal İdeoloji, s.45-60.
Nietzsche "Ahlakın Soykütüğü Bir Polemik"in ikinci inceleme kısmında "suç, 'vicdan rahatsızlığı' ve 'benzeri şeyleri" incelerken 'canlılar dünyasında olagelen her şeyin bir boyun eğdirme, bir efendi olma durumu olduğunu ve tüm bu boyun eğdirme ve efendi olmaların da o zamana kadarki "anlam"ı ve "amaç"ı zorunlu olarak bulanıklaştıracak ya da bütünüyle silecek birer yeniden yorumlama, yeniden düzenleme olduğunu belirtir. Ona göre gerçek ilerlemenin koşulları içerisinde kısmi bir yararsızlaşma, körelme ve yozlaşma, anlamın ve işlevselliğin yitimi vardır. (Nietzsche, 2011: 73-74). Günümüz toplumları açısından olaylara ve şeylere bakışımızdaki (Nietzsche'nin bahsettiği) anlamın yitimi sadece sanat ve imgede değil etikten estetiğe, politikadan ideolojiye, sosyolojiden felsefeye kadar birçok kavrama nüfuz etmiş ve bu kavramların içeriğini etkilemiştir. İdeoloji kavramı da bu anlam yitimine (ya da anlam kaymasına) tarih boyunca farklı anlamlar kazanarak sahip olmuştur. Terry Eagleton bu durumu "İdeoloji" (Eagleton, 2005: 17) isimli kitabında "Şimdiye kadar hiç kimse ideolojinin tek ve yeterli bir tanımını yapamamıştır ve bu anlamda bu kitap da bir istisna oluşturmayacaktır. Bu durum, bu alanda çalışanların zeka seviyelerinin düşük olmasından değil, ideoloji teriminin kullanışlı ama birbiriyle bağdaşmaz nitelikte olan birçok anlamı olmasından kaynaklanır" diye ifade eder. Ertan Yılmaz'ın Şerif Mardin'den mülhem özetlediği haliyle ideoloji "doğru düşünme bilimidir (Destutt de Tracy); birtakım eksantrik adamların acayip fikirlerdir (Napoleon); ters/yanlış bilinçtir (Marx); bir sınıfın dünya görüşüdür (Lenin); toplumu bir arada tutan bir sıvadır (Gramsci); maddi bir pratiktir (Althusser" (Yılmaz, 2008: 63).
İngilizceden Çeviren: M. Talha Altınkaya
"Ben kimim?" sorusu şüphesiz hepimizin hayatının belli bir noktasında, belki de birçok ve çeşitli noktalarda kafa yorduğu bir sorudur. Gerçekten de geniş çeşitlilikte otorite figürleri ve kuruluşlar tarafından kimliklerimizi yeniden düşünmemizi, ifade etmemizi ve açıklamamızı istediğimiz bir çağda yaşıyoruz: ebeveynler, okul rehberlik öğretmenleri, en çok satan kişisel gelişim guruları, talk şov sunucuları ve hatta reklamcılar bile bizleri pahalı bir araba satın alarak, kilo verme programına girerek ya da yeni bir saç rengini deneyerek, "kendini" ifade etmenin farklı bir biçimini denemeye teşvik ediyorlar. Eğer bir irademiz varsa bizler yaygın bir biçimde "benliklerimizi" yaratma ve yeniden inşa etme özgürlüğüne sahip olduğumuza inandırılıyoruz fakat aynı zamanda bu durum şüpheli bir biçimde seçeneklerin ve topluma, toplumsal cinsiyete, bölgesel, etnik, cinsel alt gruplarımıza rahatça sığmamızı sağlayacak yollarla sunuluyor. Hukuk kuramcısı ve sosyal tarihçi Lawrence M. Friedman bunu birbirimizle olan ilişkilerimizi tanımlamak için daha "dikey" (hiyerarşik, eğilmez [inflexible]) bir moddan "yatay" (aşılabilir, temsilen yürütülen) bir moda doğru giden kendimizin "bir şeyler yapma" sorumluluğuyla yükümlü olduğumuz aşamalı bir hareketin sonucu olarak değerlendirir. Lawrence "Yatay Toplum" isimli kitabında "eski biçimlerin ve geleneklerin yıkılmakta olduğu" bir çağda yaşadığımızı ve bireyi bir kafese sıkıştıran form ve geleneklerin; insanın sabit/değişmez belirli toplumsal rollerde yer almasını sağladığını, bu rollerden nasıl sıyrılacak ve bu rollerle nasıl savaşacak olursa olsun bireylerin dünyada belirli bir pozisyona sabitlendiğini savunuyor. (Friedman 1999: vii-viii). Çağdaş toplumda "kendiliğin"[self] yaratılmasına getirilen her iki olasılık ve sınırlama araştırmasının sonunda Friedman, günümüzde "kişinin bir ırkı, cinsiyeti, bir cinsellik biçimini (sınırlar içinde) seçtiği sonucuna varmıştır. Kişi herhangi bir grubun bir parçası olarak sayılmamayı da seçebilir lakin bu durum bazen daha zordur çünkü dış toplum [outside society] her zaman birinin seçimiyle aynı düşüncede olmaz"(240). O, konuyu daha da karmaşıklaştırarak şunu belirtir Seçim yapma genellikle bir yanılsamadır. İnsanlar özgür iradelerine sarsılmaz bir şekilde inanırlar. Fakat onlar siyasi görüşlerini, elbiselerini, tavırlarını, kimliklerini, kendi elleriyle yazmadıkları bir menüden seçiyorlar.
*Bu metin Routledge yayınları tarafından basılan "Subjectivity" kitabının giriş metnidir. Subjectivity, Donald E. Hall, 2004, Routledge, s. 1-5.
Filmlerde inşa edilen anlatı tarzı ve yaratılan karakterlerle seyirciye iletilen 'özne' olma durumu her zaman kapitalist öznelliğe hizmet etmediği gibi zaman zaman da o öznellik eleştirilir. Her ne kadar bu tarz filmlerin sayısı az olsa da son zamanlarda bu örneklere sıklıkla rastlanmaya başlanmıştır. Bu filmler genellikle bireyin çağdaş kapitalizmde içinde bulunduğu durumu resmetmekle kalmayıp, Jacques Ranciere'in belirttiği gibi "öznel bir özgürleşmeye radikal bir başkalaşıma" yol açarak yeni öznellik formları inşa etmeye çalışmaktadır. Bu anlamda 2015 yapımı "Demolition / Yön: Jean-Marc Vallée" filmi "toplumsal makineler" için üretilen öznellikleri eleştiren, tüm bu yapıyı yıkmakla kalmayıp özneyi bir boşluğun içerisinde bırakan önemli örneklerden birisidir ve film bu bağlamda irdelenecektir.
Books by M. Talha Altinkaya
İngilizceden Çeviren: M. Talha Altınkaya
Sinemasal - İdeoloji, 2018
Bu Makale Doğu Batı Yayınları tarafından basılan "Sinemasal - İdeoloji" isimli ortak Kitapta daha önce yayınlanmıştır.
ISBN: 978-605-2133-56-9 / Sinemasal İdeoloji, s.177-190.
Makale çağdaş medya düzenlemesi içinde klasik bakış açısı ya da öznel çekimin köklü bir dönüşümü sonucunda ortaya çıkan ve stilistik bir figür olan "birinci şahıs çekimi" inceler. Makalenin ilk bölümü birinci şahıs çekim'in iki ana özelliğine odaklanır. Bir taraftan, bu figür farklı medya platformlarında gelişen teknolojik yeniliklerin-steadicam ve türevleri, dijital kameralar ve onların küçültülmüş versiyonları, gözetim ekipmanları ve bir birinci şahıs gözünden oynanabilir video oyunlar-karşılıklı etkileşiminden doğan bir medyalar arası figürdür. Diğer taraftan, dünyanın kuvvetli kavranışını doğrudan ifade eden bir hibrid araç (vücut-sensör) tarafından canlandırılan bir deneysel figürdür ve bu nedenle algısal, pratik, duygusal, yaşayan ve devam eden bir deneyimdir. Makalenin ikinci kısmı ise "birinci şahıs çekim"i duyusal terimler içinde özne ve öznellik hakkında iyi tanımlanmış bir fikir olarak ifade eden bir figür olarak ele alır. Bu düşünce film ve medya alanındaki bilim insanları (her ne kadar farklı felsefi öncüllerden gelseler de makale J.L Baudry ve V. Sobchack arasındaki, özneyi belirli bir yerdeki konumuyla tanımlanan bir varlık olarak ele almasını inceler) tarafından benimsenmiş olan başlıca kavramlarla çelişir. Daha doğrusu, birinci şahıs çekim esnasında özne, sürekli olarak bir kaydırma yoluyla yeniden tanımlanır; böylece özne yerinden ve biçiminden edilmiş biçimde kavranır. Son olarak makale bu özne ve öznellik anlayışının film ve medya araştırmalarını bilişsel fenomenoloji tarafından (bu bilişsel fenomenoloji özne düşüncesini dinamik bir araç olarak sürekli dönüşüm yoluyla kendilik kavramına ait devam eden anlatı tartışmaları içinde detaylandıran bir bilişsel fenomenolojidir) esinlenilen güncel zihin kuramları ile ilişkilendirdiğini öne sürer.
ISBN: 978-605-2133-56-9 / Sinemasal İdeoloji, s.45-60.
Nietzsche "Ahlakın Soykütüğü Bir Polemik"in ikinci inceleme kısmında "suç, 'vicdan rahatsızlığı' ve 'benzeri şeyleri" incelerken 'canlılar dünyasında olagelen her şeyin bir boyun eğdirme, bir efendi olma durumu olduğunu ve tüm bu boyun eğdirme ve efendi olmaların da o zamana kadarki "anlam"ı ve "amaç"ı zorunlu olarak bulanıklaştıracak ya da bütünüyle silecek birer yeniden yorumlama, yeniden düzenleme olduğunu belirtir. Ona göre gerçek ilerlemenin koşulları içerisinde kısmi bir yararsızlaşma, körelme ve yozlaşma, anlamın ve işlevselliğin yitimi vardır. (Nietzsche, 2011: 73-74). Günümüz toplumları açısından olaylara ve şeylere bakışımızdaki (Nietzsche'nin bahsettiği) anlamın yitimi sadece sanat ve imgede değil etikten estetiğe, politikadan ideolojiye, sosyolojiden felsefeye kadar birçok kavrama nüfuz etmiş ve bu kavramların içeriğini etkilemiştir. İdeoloji kavramı da bu anlam yitimine (ya da anlam kaymasına) tarih boyunca farklı anlamlar kazanarak sahip olmuştur. Terry Eagleton bu durumu "İdeoloji" (Eagleton, 2005: 17) isimli kitabında "Şimdiye kadar hiç kimse ideolojinin tek ve yeterli bir tanımını yapamamıştır ve bu anlamda bu kitap da bir istisna oluşturmayacaktır. Bu durum, bu alanda çalışanların zeka seviyelerinin düşük olmasından değil, ideoloji teriminin kullanışlı ama birbiriyle bağdaşmaz nitelikte olan birçok anlamı olmasından kaynaklanır" diye ifade eder. Ertan Yılmaz'ın Şerif Mardin'den mülhem özetlediği haliyle ideoloji "doğru düşünme bilimidir (Destutt de Tracy); birtakım eksantrik adamların acayip fikirlerdir (Napoleon); ters/yanlış bilinçtir (Marx); bir sınıfın dünya görüşüdür (Lenin); toplumu bir arada tutan bir sıvadır (Gramsci); maddi bir pratiktir (Althusser" (Yılmaz, 2008: 63).
İngilizceden Çeviren: M. Talha Altınkaya
"Ben kimim?" sorusu şüphesiz hepimizin hayatının belli bir noktasında, belki de birçok ve çeşitli noktalarda kafa yorduğu bir sorudur. Gerçekten de geniş çeşitlilikte otorite figürleri ve kuruluşlar tarafından kimliklerimizi yeniden düşünmemizi, ifade etmemizi ve açıklamamızı istediğimiz bir çağda yaşıyoruz: ebeveynler, okul rehberlik öğretmenleri, en çok satan kişisel gelişim guruları, talk şov sunucuları ve hatta reklamcılar bile bizleri pahalı bir araba satın alarak, kilo verme programına girerek ya da yeni bir saç rengini deneyerek, "kendini" ifade etmenin farklı bir biçimini denemeye teşvik ediyorlar. Eğer bir irademiz varsa bizler yaygın bir biçimde "benliklerimizi" yaratma ve yeniden inşa etme özgürlüğüne sahip olduğumuza inandırılıyoruz fakat aynı zamanda bu durum şüpheli bir biçimde seçeneklerin ve topluma, toplumsal cinsiyete, bölgesel, etnik, cinsel alt gruplarımıza rahatça sığmamızı sağlayacak yollarla sunuluyor. Hukuk kuramcısı ve sosyal tarihçi Lawrence M. Friedman bunu birbirimizle olan ilişkilerimizi tanımlamak için daha "dikey" (hiyerarşik, eğilmez [inflexible]) bir moddan "yatay" (aşılabilir, temsilen yürütülen) bir moda doğru giden kendimizin "bir şeyler yapma" sorumluluğuyla yükümlü olduğumuz aşamalı bir hareketin sonucu olarak değerlendirir. Lawrence "Yatay Toplum" isimli kitabında "eski biçimlerin ve geleneklerin yıkılmakta olduğu" bir çağda yaşadığımızı ve bireyi bir kafese sıkıştıran form ve geleneklerin; insanın sabit/değişmez belirli toplumsal rollerde yer almasını sağladığını, bu rollerden nasıl sıyrılacak ve bu rollerle nasıl savaşacak olursa olsun bireylerin dünyada belirli bir pozisyona sabitlendiğini savunuyor. (Friedman 1999: vii-viii). Çağdaş toplumda "kendiliğin"[self] yaratılmasına getirilen her iki olasılık ve sınırlama araştırmasının sonunda Friedman, günümüzde "kişinin bir ırkı, cinsiyeti, bir cinsellik biçimini (sınırlar içinde) seçtiği sonucuna varmıştır. Kişi herhangi bir grubun bir parçası olarak sayılmamayı da seçebilir lakin bu durum bazen daha zordur çünkü dış toplum [outside society] her zaman birinin seçimiyle aynı düşüncede olmaz"(240). O, konuyu daha da karmaşıklaştırarak şunu belirtir Seçim yapma genellikle bir yanılsamadır. İnsanlar özgür iradelerine sarsılmaz bir şekilde inanırlar. Fakat onlar siyasi görüşlerini, elbiselerini, tavırlarını, kimliklerini, kendi elleriyle yazmadıkları bir menüden seçiyorlar.
*Bu metin Routledge yayınları tarafından basılan "Subjectivity" kitabının giriş metnidir. Subjectivity, Donald E. Hall, 2004, Routledge, s. 1-5.
Filmlerde inşa edilen anlatı tarzı ve yaratılan karakterlerle seyirciye iletilen 'özne' olma durumu her zaman kapitalist öznelliğe hizmet etmediği gibi zaman zaman da o öznellik eleştirilir. Her ne kadar bu tarz filmlerin sayısı az olsa da son zamanlarda bu örneklere sıklıkla rastlanmaya başlanmıştır. Bu filmler genellikle bireyin çağdaş kapitalizmde içinde bulunduğu durumu resmetmekle kalmayıp, Jacques Ranciere'in belirttiği gibi "öznel bir özgürleşmeye radikal bir başkalaşıma" yol açarak yeni öznellik formları inşa etmeye çalışmaktadır. Bu anlamda 2015 yapımı "Demolition / Yön: Jean-Marc Vallée" filmi "toplumsal makineler" için üretilen öznellikleri eleştiren, tüm bu yapıyı yıkmakla kalmayıp özneyi bir boşluğun içerisinde bırakan önemli örneklerden birisidir ve film bu bağlamda irdelenecektir.