Papers by Emrah Tunç

Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, 2024
Tarihsel süreç içerisinde X. yüzyılı kapsayan periyot; hem Arap yazın geleneğinde farklı türde es... more Tarihsel süreç içerisinde X. yüzyılı kapsayan periyot; hem Arap yazın geleneğinde farklı türde eserlerin verildiği hem de Türk kültür tarihinde İslam’ın yeni yeni tanınmaya başlandığı bir dönem olması dolayısıyla özel bir öneme sahiptir. Bu yüzyılda Arapça olarak kaleme alınan seyahatnamelerden bazıları, Türk folkloru ve özellikle de Türk mitolojisine dair ayrıntılı veriler barındırmaktadır. Bu itibarla makalede, X. yüzyıl Türk ülkeleri hakkında çeşitli gözlemlerin sunulduğu İbn Fadlan Seyehatnamesi, Mesûdî’nin Murûc ez-Zeheb’i ve Ebu Dülef’in İran Seyahatnamesi ele alınmış ve adı geçen eserlerde Türk mitolojisinin izleri aranmıştır. Elde edilen veriler; mitoloji çalışmalarında sıklıkla kullanılan bir tasniften yararlanılarak 8 ana başlık altında toplanmış ve literatürdeki diğer çalışmalarla ilişkilendirilip bütüncül bir yaklaşımla yorumlanmaya çalışılmıştır. İnceleme sonucunda Türk kültürüne ait teogonik, antropogonik, kozmogonik ve eskatolojik tasarımlara ek olarak epik kahramanların, belli başlı kültlerin, fetişlerin ve ritüellerin Arap seyyahlarca ayrıntılı bir biçimde kaydedildiği tespit edilmiştir. Söz konusu seyyahların notları; İslam öncesi Türk kültüründe bulunan ve kaynağını doğadan alan kadim kültlerin, X. asırda birçok mitolojik tasarımın merkezinde yer aldıklarına işaret ederken kimi ritüel ve fetişlerin de -biçimsel olarak farklı bir doğaya sahip olmalarına rağmen- benzer örüntüleri canlı bir şekilde yansıttıklarını göstermektedir. Diğer taraftan Arap seyyahlara ait söz konusu kayıtların, İslam öncesi mitolojik tasarımların günümüz Türk folklorundaki kimi inanç ve tabulara kaynak teşkil etikleri savını doğruladığı anlaşılmaktadır. Bu açıdan söz konusu kayıtların tarih boyunca ortaya çıkan din, coğrafya ya da siyasî organizasyon değişikliklerine karşın Türk kültür tarihindeki sürekliliğe açık bir biçimde işaret ettiklerini söylemek mümkün gözükmektedir.

CUJOSS, 2024
Yaşlı egemenliği olarak tanımlanabilecek olan “gerontokrasi” kavramının, eski dönemlerde olduğu k... more Yaşlı egemenliği olarak tanımlanabilecek olan “gerontokrasi” kavramının, eski dönemlerde olduğu kadar modern zamanlarda da toplumsal hayatın biçimlenmesinde etkin rollere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Günümüz Türkiye’sinde siyasetten bürokrasiye, aileden iş dünyasına kadar geniş bir yelpazede varlığını sürdüren gerontokratik kabulleri tam anlamıyla anlayabilmek için geleneksel kültür oldukça kıymetli bir çalışma alanıdır. Türk toplumunun geleneksel kültürünü yansıtması açısından ise Dede Korkut anlatılarının önemine dayanarak; bu makalede söz konusu külliyatın Dresden nüshasında yer alan örneklerden hareket edilmiş ve Oğuz toplumunun örgütlenmesinde gerontokratik tahakküm biçimlerinden ne şekilde istifade edildiği sorusunun yanıtı aranmıştır. Elde edilen bulgular sonucunda Dede Korkut anlatılarında yer alan yaşlıların; başta “koca” olmak üzere “ata” ve “ağa” gibi yaygın sıfatlarla belirginleştikleri, yaşlılıklarından kaynaklanan itibarlı bir statüye sahip oldukları, toplumsal hayatın işleyişinde çoğunlukla bir kontrol ve onay mercii olarak görüldükleri ve toplumsal aksaklıkların çözümünde bilgisine danışılan birer otorite olarak nitelendirildikleri anlaşılmaktadır. Korkut Ata’nın, anlatılardaki gerontokratik örgütlenme biçiminin ikonik bir temsilcisi olduğu açıktır. El öpme gibi gündelik hayatın akışında kolayca icra edilen törensel pratiklerle yaşlıların işgal ettiği itibarlı alan sürekli olarak hatırlanırken; muktedir olmaktan kaynaklanan konumla ilgili olarak yaşlıların da bazı durumlarda sorumluluk üstlenmekle yükümlü oldukları görülmektedir. Yalnızca birkaç örnekte edilgen olarak belirginleşen yaşlıların varlığı, Dede Korkut anlatılarında gür bir tonla vurgulanan gerontokratik tahakküm biçimlerini gölgelemekten uzaktır. Elde edilen veriler, günümüz Türkiye’sindeki gerontokratik eğilimlerin kaynağının mitoloji ile bağdaştırılabileceğini açık bir biçimde göstermektedir.

Folklor Akademi Dergisi, 2023
In the 19th century, as mass production became dominant throughout the world, it was observed tha... more In the 19th century, as mass production became dominant throughout the world, it was observed that consumption was also serialised and quite different groups of people were tried to be united around the "culture of consumption". In a globalised world, instead of a traditional, homogeneous human profile that sees itself as emotionally connected to other members of society, an increasingly industrialised human perception that exhibits "materialistic" characteristics by eliminating the central values in life has been tried to be placed; thus, a cultural environment called "mass culture" has been created.In this respect, it is known that not only commodities, but also literature, music, cinema, painting, images, architecture or other intellectual products were industrialised and included in the consumption process and rapidly opened to the market. Adorno and Horkheimer, members of the Frankfurt School, negated this situation, which led to the loss of the specific weight of artistic and intellectual products under commercial pressure, under the name of "culture industry" and caused a negative perspective to prevail in social theory for a long time against this industrialisation. However, at the point reached today, it is understood that these commercial areas, which have long surpassed heavy industries in terms of the volume of business they provide and each of which has become a large sector, are called "creative industries" and almost all developed countries, especially Western societies, make large investments in these industries and earn high profits. In this respect, this study focuses on these creative industries and by referring to the fact that these industries feed on cultural life, it tries to offer some solutions on how these industries can process Âşık Veysel, who has a great importance in Turkish cultural memory. In this respect, it has been tried to be shown that Âşık Veysel and his cultural heritage can be used effectively in different creative industries such as music, literature and theatre, tourism and cinema, museums and artistic exhibitions, design, fashion, promotion, advertising, software and festivals, and thus, by producing "surplus value", Veysel's legacy, which is a milestone for our cultural life, can be kept alive and sustainable development can be achieved. In addition, it has been tried to show that Âşık Veysel Şatıroğlu, who was included in the UNESCO Commemoration and Celebration Anniversaries Programme on the 50th anniversary of his death and who appears as an important figure for Turkish cultural life, is a great resource not only for folklore and Turkology but also for many different disciplines and fields.

Milli Folklor, 2022
19. asırda, Avrupa merkezli toplumsal dönüşümün yol açtığı çeşitli problemlere çözüm bulma gayesi... more 19. asırda, Avrupa merkezli toplumsal dönüşümün yol açtığı çeşitli problemlere çözüm bulma gayesiyle ortaya çıkan ve büyük oranda doğa bilimlerinin kavramsal çerçevesi içerisinde şekillenen sosyal bilimlerin; henüz emekleme aşamasında olduğu bu erken dönemde dahi bilginin doğası ve ontolojik imkânlarıyla ilgilenen felsefe çevrelerini çokça düşündüren bir mesele hâline geldiği görülür. Bu anlamda Auguste Comte’un Newtoncu fizikten esinlenerek sosyal bilimler sahasına taşıdığı olgucu (pozitivist) epistemolojinin; neredeyse kendisine eş zamanlı bir şekilde çok yönlü bir eleştiri furyasının oluşmasına ve böylelikle Alman Tarih Okulu’na mensup bazı kesimlerin, Wilhelm Dilthey’in tarihselcilik (historizm) adını verdiği epistemolojik görüş etrafında toplanmalarına yol açtığı anlaşılır. Ardından ise Almanya ve kıta Avrupası’nın sınırlarını yavaş yavaş aşmaya başlayan bu epistemolojinin; özellikle 20. yüzyılın ortalarında Anglo-Amerikan dünyada yaşanan postmodern devrimin ardından, Batı dünyasının geneline yayıldığı ve sosyal bilimler sahasında topyekûn bir dönüşüm yaşanmasına neden olduğu görülmektedir. Bu açıdan, araştırmaların temel varsayımlarını ve ne şekilde yürütüleceğini tepeden tırnağa değiştiren böylesi bir epistemolojik kırılmanın; diğer sosyal bilim şubelerinde olduğu gibi halk biliminde de birtakım köklü dönüşümlere yol açtığı ve disiplin içerisinde en temel tanımlardan başlamak üzere, ele alınan konular ve kullanılan metotların büyük oranda değişmesini sağladığı görülür. Ancak “bağımsız olma” iddiasının vermiş olduğu “eğreti” duruşun etkisiyle; disiplinin eklektik bir yapıya sahip olan kuramsal tarihini sadece birtakım tarihsel hikâyeler ve kişiler üzerinden kavrayan halk bilimi tarihçelerinin; “metin merkezli kuramlar”dan “bağlam merkezli kuramlar”a geçiş olarak yorumladıkları bu dönüşümü; çoğunlukla bilgi felsefesi alanındaki tartışmalardan habersiz şekilde sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle bu makalede söz konusu eksikliği telafi etmek amacıyla, epistemoloji alanında “olguculuk”, “tarihselcilik”, “nomotetik” yahut “idiografik” gibi terimler etrafında uzun süreden beri yürütülen söz konusu tartışmalar, öncelikli olarak halk biliminin kuramsal tarihine yerleştirilmeye çalışılmış ve bu itibarla metin merkezli yaklaşımlardan bağlam merkezli yaklaşımlara geçiş süreci, sözü edilen epistemolojik dönüşüm parantezinde okunmaya çalışılmıştır. Makalenin ilerleyen kısımlarında ise diğer sosyal bilim şubeleriyle birlikte halk biliminin genelinde yaşanan söz konusu epistemoloji değişikliğinin yakın dönem Türk halk bilimi çalışmalarındaki yansımaları aranmış ve bu suretle 1989 yılından beri yayın hayatına aralıksız bir biçimde devam eden Millî Folklor Dergisi’nin 128 sayılık yayın arşivinde yer alan 2567 yazı; konuları, türleri ve kullandıkları kuramsal çerçeveler açısından kümelere ayrılarak, kökenlerinde barındırdıkları epistemolojik “sayıltılar” doğrultusunda tasnif edilmiştir. Bu kapsamda 10’ar yıllık dönemler hâlinde ele alınan dergide, derleme ve araştırma makalelerinin %87,31 oranında olgucu tutumla kaleme alındığı; buna karşın çalışmaların ancak %12,69 oranında tarihselci epistemolojiyi kullandığı tespit edilmiştir. Bütün bunlara ilave olarak, olgucu tutumun dergi içerisinde hâlâ büyük bir yer kaplamasına rağmen özellikle son yıllarda tarihselci epistemolojiyle kaleme alınan yazıların sayısında görülen hızlı artışın; önümüzdeki dönemde Türkiye bağlamındaki epistemolojik dönüşümün hızlanacağına ve çalışmaların çehresinin günümüze kıyasla bir hayli farklılaşacağına işaret ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

folklor/edebiyat, 2021
Sosyal bilimler literatüründe genel olarak insan ilişkilerine gömülü olan kaynak ve potansiyeller... more Sosyal bilimler literatüründe genel olarak insan ilişkilerine gömülü olan kaynak ve potansiyellere gönderme yapacak şekilde kullanılan ve zamanla sosyal teori içerisinde kendisine ait müstakil bir fraksiyon oluşturan “sosyal sermaye” kavramının; normatif bir karaktere sahip olan Marksist toplumsal teorinin yapısal boşluklarını doldurmaya ve insanî ilişkileri merkeze alarak toplumsal pratiğin mahiyetini “sosyal ağlar” üzerinden açıklamaya çalıştığı görülür. Bu açıdan “akrabalığın sembolik rolleri üzerine kurulan” ve bireyler arasında dostluk ilişkilerini kurumsal bir örüntüye çeviren “kan kardeşliği” yahut “kirvelik” gibi sanal akrabalık bağlarının, doğrudan sosyal sermaye teorisiyle ilişkilendiği ve içerdikleri kaynaklar yahut diğer sermayelere dönüşüm potansiyelleriyle, teori açısından oldukça önemli bir çalışma alanı olarak belirdikleri anlaşılır. Bu nedenle bu makalede, Türkiye’nin doğu ve güneydoğu illerinde görülen ve dostluk ilişkilerini kurumsal bir zemine çekerek insanları sıkı sıkıya birbirlerine bağlayan kirvelik kurumunun Sivas kent merkezindeki durumu; sosyal sermaye teorisi üzerinden ele alınmış ve 2012 yılında yapılan saha araştırmasından hareketle söz konusu geleneğin yöre insanı açısından üstlendiği işlevler detaylı bir biçimde tahlil edilmeye çalışılmıştır.

AVRASYA Uluslararası Araştırmalar Dergisi, 2021
Sosyal bilimler literatüründe genel olarak kitlelerin şekilsiz inançlarına gönderme yapacak şekil... more Sosyal bilimler literatüründe genel olarak kitlelerin şekilsiz inançlarına gönderme yapacak şekilde kullanılan “ideoloji” teriminin; en temel düzeyde belirli hedeflere yönlendirilmiş olan “kültürel amaçları” ifade ettiği ve toplumsal cinsiyet sahasına gelindiğinde ise cinsiyet rejiminin inşa edilmesi/devam ettirilmesinde önemli rollere sahip olan “bilişsel sistemler”e referans verecek şekilde kullanıldığı görülür. Bu bakımdan özellikle Akdeniz toplumlarında görülen ve cinsiyetler arasındaki ilişkileri düzenlemekle kalmayıp; aynı zamanda bireylerin toplumdaki yerlerini ve davranışlarını işaretleyerek arzularını kontrol altına alan “namus düşüncesi”nin; esasında erkek ve kadın kimlikleri arasında eşitsizlikler yaratan ve kadın cinselliğinin denetimini sağlayan “ataerkil bir ideoloji” olarak belirdiği anlaşılır. Bununla birlikte, günümüzde büyük oranda kitle iletişim araçlarıyla dolaşıma sokulan ve toplumsal cinsiyete yönelik performansların karakterlerine etki eden namus düşüncesinin; kitle iletişim araçlarının olmadığı tarihsel dönemlerde (yani yüz yüze iletişimin hâkim olduğu birincil sözlü kültür ortamında) halk anlatıları aracılığıyla dolaşıma sokulduğu ve böylelikle halk hikâyelerinin, söz konusu ideolojik düşüncenin yaygınlaştırılması ve dinleyici kitlelerine benimsetilmesi açısından etkili bir enstrüman olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu nedenle bu makalede, Türk kültürel belleğinin bir yansıması olarak değerlendirilebilecek olan Anadolu sahasına ait bazı halk hikâyesi örneklerine odaklanılmış ve ataerkil bir ideoloji olarak erkek kimliğine iliştirilmiş olan “namus düşüncesi”; kadın cinselliğinin denetimi ve patriarkal statükonun devamlılığı açısından üstlendiği işlevlerle birlikte, söz konusu örnekler üzerinden değerlendirilmeye çalışılmıştır.

Turkish Studies, 2014
Edebi metnin taşıdığı anlamsal katmanların çokluğu yahut bilinen kavramların yeni bağlamlar içeri... more Edebi metnin taşıdığı anlamsal katmanların çokluğu yahut bilinen kavramların yeni bağlamlar içerisinde, daha önce hiç görülmemiş bir şekilde yeniden üretilmeleri okur açısından anlamsal sahaya ilişkin birtakım problemler doğurur. Bu kapsamda, genel çerçevede edebi metne ve özelde ise şiire yönelik geliştirilmiş olan anlama etkinliklerinin günümüzde almış olduğu şekil, postmodernizmin de etkisiyle büyük oranda okur odaklı bir yapılanmanın ürünü haline gelmiştir. Anlamın oluşmasında okuru pasif konumdan çıkararak ona birtakım aktif rollerin verilmesi, sadece metin ve yazarı hakkında çalışmalarını yoğunlaştıran araştırmacıları zamanla okura yöneltmiştir. Verici tarafından gönderilen iletiyi alımlayanın ne şekilde algıladığı bir merak konusu haline gelmiş ve bu merakı gidermeye yönelik çeşitli çalışma yöntemleri geliştirilmiştir. Bu doğrultuda bu çalışma, tıpkı diğer edebi metinler gibi anlamsal düzlemini sürekli genişletmeye çalışan ve böylelikle edebi bir hüviyete sahip olan halk şiirine, alımlama kuramının verileri eşliğinde bakmayı deneyecektir. Bu anlamda alımlama kuramının, anlamın oluşması üzerine söyledikleri ile performans teorinin folklor hadisesinin oluşması üzerine söyledikleri arasındaki benzerlikler; alımlama kuramından halkbilimi sahasına ve aynı şekilde halkbiliminden de alımlama kuramına bazı transferler yapabileceğimizi düşündürmektedir. Okurun kendi tecrübe birikimleri ışığında ve büyük oranda metnin yönlendirmeleriyle oluşturduğu anlamın, halk şiiri sahasında da sabit olmadığına ve şiir içindeki çeşitli boşlukların, her okuyucu tarafından farklı şekillerde doldurulduğuna vurgu yapan bu çalışma; folklor hadisesinin oluşmasında icracıyla aynı büyüklükte bir role sahip olan alımlayıcının, içe dönük bir şekilde ve daha geniş bir perspektiften tasvir edilmesini amaçlamaktadır.
Thesis by Emrah Tunç

Geleneksel Türk toplumu içerisinde erkekliğe ait olarak tanımlanmış sosyo-kültürel anlamları, Ana... more Geleneksel Türk toplumu içerisinde erkekliğe ait olarak tanımlanmış sosyo-kültürel anlamları, Anadolu sahası halk hikâyeleri üzerinden analiz etmeyi hedefleyen bu çalışmada; toplumsal cinsiyet kategorilerinden biri olan ve biyolojiden ziyade kültürel bir kurguya dayanan erkeklik olgusu; feminist teori ve eleştirel erkeklik araştırmalarının kuramsal birikimleri ışığında ele alınmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda, üretim ve tüketim bağlamları açısından Anadolu sahasına ait ve daha önceden çeşitli araştırmacılar tarafından derlenmiş olan 96 hikâye metni; toplumsal cinsiyet literatürünün kuramsal bakış açısından yararlanılarak mercek altına alınmış ve böylelikle söz konusu metinler içerisinde erkeklik performanslarına sınırlar çizen ataerkil yapılar; bu performansların sahnelendiği toplumsal kurumlar; erkekliğin kurucu öğelerini içlerinde barındıran kültürel ideolojiler ve her şeyden ötede, erkekliğe semiyotik bir çerçeve çizen söylem ve stereotipler; oluşturdukları “sistem kompoziyonu” açısından ayrıntılı bir şekilde çözümlenmeye çalışılmıştır.
Bu anlamda, ana-akım entelektüel düşünce tarihi yahut siyasal vakaların kronolojik dizimi açısından tasvir edilen “bayağı” bir tarih fikrinden farklı olarak; içinde bulunduğumuz ana şekil veren bir tarih fikrine; yani kurucu etkisiyle bugünü hükmü altına alan ve yaşanılan hayatın belirleyici koşullarını bizlere dayatan bir “zihniyetler tarihi”ne ulaşmayı hedefleyen bu çalışma; epistemolojik ve kuramsal çerçeveyi tartışan “Giriş” bölümü ve ulaşılan bulguların sentezlendiği “Sonuç” kısmı hariç tutularak söylenecek olursa, dört ana bölümden oluşmaktadır. Buna göre, sosyal hayat içerisinde “bütünsellik arz eden bir düzenlilik” olarak tanımlanan ve bireylerin gündelik hayat performanslarına sınır ve setler çeken üç ana toplumsal yapı (ekonomi-iktidar-kateksis) ve bu yapılar ekseninde ortaya çıkarılan “hegemonik erkeklik” ve “diğer performanslar”; birinci bölümün temel ilgi alanını oluştururken; bu yapıların cisimleşerek ortaya konduğu “aile”, “eğitim”, “siyaset”, “din” ve “boş zaman” kurumları ise, ikinci bölümün konusunu oluşturur. Geleneksel toplumda erkekliğin kurucu değerleri arasında yer alan ve en temel tanımıyla “kitlelerin şekilsiz inanç ve bilişsel sistemleri”ni ifade eden “namus”, “militarizm” ve “romantik aşk” gibi ideolojiler ise; erkeklik performanslarına etki etme biçimleriyle üçüncü bölümün inceleme alanını oluşturmaktadır. Öte yandan, toplumsal pratiğin hayata geçmek için yaslanmak zorunda olduğu “göreceli bir gerçeklik” olarak tanımlanan söylemin ise, gündelik hayatın parçaları içerisine serpiştirdiği çeşitli stereotiplerle birlikte, erkek ve kadın kimliklerinin kurulmasında ne gibi rollere sahip olduğu; dördüncü bölümün konusunu teşkil eden temel problem olarak tayin edilmiştir.
Book Chapters by Emrah Tunç
Metin Ekici Armağanı, 2022
Sözlü anlatı türlerinden biri olan masalların kendilerine ait tekillikleri ve art anlamsal sahala... more Sözlü anlatı türlerinden biri olan masalların kendilerine ait tekillikleri ve art anlamsal sahalarıyla birlikte ele alınmaları, esasında oldukça yenidir. Bilindiği üzere 19. asırda pozitivist paradigmalar eşliğinde çalışmalarını yürüten halkbilimciler, masallara yaklaşırken büyük oranda Tarihi-Coğrafi Fin Okulu’nun geliştirdiği kuramsal bakış açısını kullanmıştır. Buna göre masal varyantlarının tespit edilmesi, yayılma sahalarının belirlenmesi ve kayda geçirilen masalların sistematik olarak tasnif edilmesi, bu ilk dönemki masal çalışmalarının başlıca amacı olmuştur...

Halk Gastronomisi, 2022
Sözlü edebiyat verimlerinden olan ve farklı Türk toplulukları arasında başka başka isimlerle anıl... more Sözlü edebiyat verimlerinden olan ve farklı Türk toplulukları arasında başka başka isimlerle anılan maniler; sahip oldukları kimi özellikleri nedeniyle anonim halk şiirinin en temel formu olarak kabul edilirler. İstisnaî durumlar olmakla birlikte genellikle yedi/sekiz heceli dört dizeden meydana gelen ve yaygınlık açısından diğer nazım türlerinden farklı bir yere konumlanan maniler, hayata dair her türden duygunun ustalıkla ifade edildiği bütünlüklü şiir parçalarıdır. Bu bakımdan birçok farklı meseleyi “konsantre” bir biçimde alımlayıcılara sunan manilerin, küçük hacimlerine rağmen uzmanlık gerektiren bu işlemi esasında dili sanatsal bir şekilde kullanmalarına; yani simgeleştirme kabiliyetlerine borçlu oldukları anlaşılır. En genel anlamıyla simgeleştirme; bir im veya işaretin kendisi dışındaki şeyleri, değerleri veya önermeleri temsil edecek şekilde kullanımı olarak tanımlanabilir. Bu itibarla manilerin, sınırlı bir hacme sahip olmalarından dolayı her şeyi uzun uzadıya anlatmak yerine dili oldukça tutumlu bir şekilde kullanarak simgelere başvurdukları ve bunu yaparken ise çoğunlukla yiyeceklere yöneldikleri görülür. Dolayısıyla gastronomi kültürü açısından belirli değerlere sahip olan yiyeceklerin, mani evreninde basit analojilerin ötesine geçen simgelere evrildikleri ve bu hâlleriyle kültürel yapıyı anlamak için adeta birer anahtar işlevi gördükleri anlaşılmaktadır. Bu açıdan bu çalışma, 16 araştırmacı tarafından muhtelif zamanlarda ülkemizin farklı bölgelerinden derlenen yaklaşık 3000 maniyi tarayarak maniler içerisinde yer alan başlıca yiyeceklerin (tahılların, meyve ve sebzelerin) simgesel anlamlarını, Seyfi Karabaş’ın önerdiği “bütüncül yöntem”i kullanarak çözümlemeyi denemiş ve bu yiyeceklerin simgesel bir envanterini –bir makalenin imkân verdiği ölçüde- çıkartmaya çalışmıştır.

DOĞAN KAYA ARMAĞANI, Jan 19, 2021
Geleneksel Türk toplumu içerisinde erkekliğe ait olarak tanımlanmış sosyo-kültürel anlamları, Ana... more Geleneksel Türk toplumu içerisinde erkekliğe ait olarak tanımlanmış sosyo-kültürel anlamları, Anadolu sahası halk hikâyeleri üzerinden analiz etmeyi hedefleyen bu makalede; toplumsal cinsiyet kategorilerinden biri olan ve biyolojiden ziyade kültürel bir kurguya dayanan erkeklik olgusu; feminist teori ve eleştirel erkeklik araştırmalarının kuramsal birikimleri ışığında ele alınmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda, geçmişe yönelik birtakım çıkarımlar yapmanın yanı sıra bugün yaşanılan hayata da yön veren “zihinsel şemaları” ayrıntılı biçimde irdelemeyi amaçlayan bu makale; Connell’in ortaya attığı ve eleştirel erkeklik çalışmaları açısından büyük bir öneme sahip olan “hegemonik erkeklik” terimine odaklanarak; Anadolu sahasında anlatılagelen farklı dönemlere ait hikâye örneklerine yoğunlaşmış ve bu suretle anlatıların merkezine yerleştirilen hegemonik erkeklik imajlarının geçirdikleri değişim ve dönüşümleri mercek altına almıştır. Bu doğrultuda, özellikle destan döneminin kronik bir uzantısı olarak düşünülebilecek olan kahramanlık temalı halk hikâyelerinde, hegemonik erkeklik değerlerinin büyük oranda abartılmış bir fiziksel güç üzerine kurgulandığı ve “hipermaskülen” erkek imajlarının öne çıkarıldığı; sonraki dönemlerde ise, toplumsal ihtiyaçların güncellenmesi ve cemaat kültürünün çözülmesiyle birlikte bu erkeklerin yerlerini ahlaki açıdan ideal kılınmış diğer erkeklere bıraktıkları sonucuna ulaşılmıştır. En nihayetinde ise, yazılı kültürün yerleşmesiyle birlikte artık Tanzimat romanlarıyla benzer bir epistemolojiye sahip olan realist hikâyelerin, hegemonik erkeklik değerlerini toplumsal ideallerin sınırlarından tamamıyla çıkartarak, yüzlerini yaşanılan dünyanın çirkinliklerine ve eksikliklerine döndükleri ve bu itibarla merkezlerine yerleştirdikleri erkek kahramanları, böylesi bir bakış açısıyla kurgulamaya başladıkları anlaşılmaktadır.
Conference Presentations by Emrah Tunç

10. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Maddi Kültür, 2024
İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinde avda veya savaşta şans getirmesi için kullanılan boncuk t... more İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinde avda veya savaşta şans getirmesi için kullanılan boncuk tanelerinin; zamanla çeşitli dinler içerisinde tanrılara yapılan duaları saymak amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Bu kapsamda kimi kaynaklara göre ilk olarak Hindistan’da MÖ 2500’lerden itibaren ibadet amacıyla kullanılan tespihin, Budizm’in yayılmasıyla birlikte dünyanın farklı coğrafyalarında da benzer amaçlarla kullanılmaya başlandığı görülür. Bununla birlikte antik medeniyetlerde de izlerine rastlanan tespihin; diğer Semitik dinlerle birlikte özellikle Müslümanlıkta kendisine sağlam bir yer edindiğini söylemek mümkündür. Nitekim Türklerin İslam medeniyeti içerisinde öncü konuma gelmesiyle birlikte -bilhassa Osmanlılar zamanında- hâlihazırda bir sanat dalı olan tespih ustalığı, başka bir boyuta taşınmış ve başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun hemen her yerinde büyük tespih ustaları yetişmiştir. Bütün bu açılardan tarihsel akış içerisinde dinî fonksiyonlarını fazlasıyla aşan tespihin, dünyanın geri kalan kısmıyla birlikte Türk sosyo-kültürel hayatı için önemli bir kültür unsuru hâline geldiği görülmektedir. Ancak buna rağmen gerek kültür bilimlerinin genelinde ve gerekse Türk halk bilimi çalışmaları özelinde tespihe odaklanan ve onun anlam ve işlevlerini ortaya çıkartmaya çalışan araştırmaların oldukça sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan söz konusu eksikliği bir nebze olsun telafi etmeyi amaçlayan bu çalışmada; Sivas şehir merkezinde ikamet eden tespih ustaları, tacirler ve kullanıcılardan oluşan 15 kişilik bir gruptan yapılan derlemeler ışığında, gündelik hayatın detayları arasında çoğu zaman gözden kaçan bu küçük eşyanın dinden ekonomiye yahut simgesel sermaye biçimlerinden ataerkilliğe uzanan geniş anlam ağları irdelenmiş ve elde edilen saha verilerine dayanılarak tespih hakkında bazı çıkarımlar yapılmaya çalışılmıştır.

Motif Vakfı Uluslararası Sosyal Bilimler Sempozyumu II, 2021
Mevcut değer ve ideolojilerin bireylere -özellikle de çocuklara- öğretilmesi ve benimsetilmesinde... more Mevcut değer ve ideolojilerin bireylere -özellikle de çocuklara- öğretilmesi ve benimsetilmesinde, masalların önemli bir enstrüman olarak kullanıldıkları görülmektedir. Bu anlamda sözlü gelenek içerisinde toplumsal rol ve beklentileri yetişkin dinleyicilerine “doğal” bağlamında sunan masalların; özellikle İtalya’da Straparola, Fransa’da Perrault yahut Danimarka’da Andersen gibi klasik yazarlarla birlikte; artık pedagojik açıdan yetişkinlerden tamamıyla ayrıştırılmış olan çocuklara yöneldikleri ve doğrudan sosyalizasyon aracı olarak kullanılıp burjuva toplumunun değer ve normlarıyla süslendikleri anlaşılır. Dahası, örneğin Nazi Almanya’sında üretilen masalların, açık bir biçimde faşist propagandaya hizmet edecek şekilde tasarlandıkları ve çocukların toplumsal açıdan “doğru” olarak kabul edilen değerleri öğrenmesinde işlevsel bir araç olarak kullanıldıkları görülmektedir. Hâl böyleyken gerek sözlü gelenek ve gerekse yazılı edebiyat içerisindeki masalların, çocuklara ilettikleri mesajlar ve benimsetmeye çalıştıkları ideolojiler açısından çeşitli zamanlarda pek çok yazar/araştırmacı tarafından sorgulandığı ve mercek altına alındığı anlaşılır. Böylelikle, örneğin toplumsal cinsiyet rolleri açısından eşitsiz bir dünyayı tasvir eden ve kadını pasif kılarak erkeği birincil bir konuma taşıyan masalların doğru ve eşitlikçi bir dünyayı tasvir etmediklerini düşünen bazı yazarlar; masal metinlerini içerdikleri mesajlar açısından ters yüz etmeye başlar. Georg MacDonald, Oscar Wilde veya L. Frank Baum gibi isimlerle giderek görünür olmaya başlayan bu ters yüz işleminin, özellikle 20. asrın ortalarından sonra post-modernizmle birlikte, gerek feminist oluşumlar ve gerekse “öteki” olarak kodlanan diğer hareketlerin öncülüğünde (örneğin vejetaryenler, anti-kapitalistler vs.) hemen her ülkede görülmeye başlandığı anlaşılmaktadır. Bu kapsamda bu çalışmada, “karşı-masal” olarak adlandırılan ve “standart” masalları ters yüz eden bu fraksiyonun Türkiye’deki izleri aranmış ve çoğunlukla çeviriler aracılığıyla ülkemize giren bu yeni oluşum; ayırt edici özellikleriyle birlikte ele alınmaya çalışılmıştır.
Books by Emrah Tunç

Paradigma Akademi Yayınları, 2023
Köklerini sözlü kültür içerisinde bulan ve –tartışmasız bir biçimde- sanatsal bir artık değere sa... more Köklerini sözlü kültür içerisinde bulan ve –tartışmasız bir biçimde- sanatsal bir artık değere sahip olan masalların, tıpkı diğer halk anlatmaları gibi belirli bir ihtiyaca yönelik olarak üretildikleri görülür. Bilindiği üzere insanın yaratılışa dair en eski ve en temel felsefî sorularına cevaplar veren ve bu suretle varoluşun “kaotik” görüntüsünü “kozmos”a (düzen görüntüsüne) çeviren; böylece ontolojik açıdan insanlara güvenli alanlar sağlayan sözlü verimler, genel olarak mitoloji başlığı altında değerlendirilmektedir. Buna karşılık insan hayatının başka bir merhalesinin ürünü olan efsanelerin ise mitlerden farklı olarak varoluşu “makro” düzeyde açıklamak yerine “mikro” ölçekte cevaplar verdikleri ve bu hâlleriyle dikkatini engin ufuklardan yakın çevresine kaydıran insanoğlunun psiko-evrimsel açıdan atladığı basamaklar hakkında önemli ipuçları sundukları görülmektedir. Kronolojide daha sonraya konumlanan ve varoluşsal problemlerle ilgilenmek yerine topluluk bilincine yönelen destanların ise kahramanlık teması ekseninde anlattığı hikâyelerle “biz” kimliği etrafında örgütlenen insanların aidiyet/mensubiyet hislerini garanti altına almaya çalıştıkları ve böylelikle artık başka bir anlam düzeyine geçiş yaptıkları anlaşılır.
İnsan hayatının evrimsel süreçte izlediği kıvrımlı yolları takip eden ve sosyo-kültürel yaşantıyı tıpkı kendilerinden önceki anlatı türleri gibi doğrudan yansılayan masalların ise özellikle içerdikleri birtakım formüllerle, artık tam bir toplum görüntüsüne kavuşmuş olan insan gruplarına “toplumsallaşma”ya dair –bilinç düzeyinde ve elbette bilinçaltı düzeyde- çeşitli çözüm önerileri sunduklarını söylemek mümkündür. Bu bakımdan uluslaşma /toplumsallaşma ihtiyacının derinden hissedildiği XIX. asırda, halk bilimi çalışmalarının çoğunlukla masallara odaklanması tesadüf olmasa gerektir. Nitekim o zamanlardan günümüze uzanan süreçte, masallar üzerine ciddi bir literatür oluşmuş ve kimi zaman benzer yöntem ve yaklaşımlarla kimi zamansa birbirlerinden çok daha farklı metotlar takip edilerek bu verimler sürekli olarak mercek altına alınmıştır.
Türk masal çalışmalarına gelindiğinde ise şüphesiz benzer bir çabayla karşılaşmak mümkündür. Ancak anlaşılan o ki bu çabalar çoğunlukla yetersiz kalmaktadır. Zira bugün için Türk çocuklarının; Pamuk Prenses, Kırmızı Başlıklı Kız ve Uyuyan Güzel gibi Batı masallarını bilmelerine ve bu masallara kolaylıkla atıf yapabilmelerine karşın birkaç kuşak öncesine kadar anlatılagelmiş olan masallarımızdan çoğunlukla bihaber oldukları görülmektedir. Bu durum, tarihsel bir sürekliliğe ihtiyaç duyan “kimlik bilincimiz” açısından ciddi bir problem olarak karşımızda durmaktadır. Söz konusu problemi çözmemiz içinse belki de yapmamız gereken ilk iş, bu topraklarda üretilmiş olan masalların eski popülerliğini yeniden yakalaması yönünde çaba harcamak olacaktır.
Bu itibarla gerek XIX. yüzyılda taşbaskı ve tipografya teknikleriyle ve gerekse daha sonradan Peyami Safa ve Tahir Alangu gibi duayen isimler tarafından mukayeseli çalışmalar yapılarak defalarca basılmış olan Billur Köşk masallarının bâkir bir nüshasını (Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege Nadir Eserler Koleksiyonu Katalog No: 20798 SÖ 1928’de yer alan ve 1928’de İstanbul’da Ahmed Kâmil Matbaası’nda basılan metni) Latin harflerine aktaran bu çalışmanın böylesi bir çabanın ürünü olarak görülmesi, şüphesiz en büyük temennimdir.
Bu vesileyle çalışmanın editörlüğünü üstlenen sevgili dostum Adil Çelik’e ve kapak tasarımını yapan sevgili öğrencim Hasan Sami Yurdakul’a; ayrıca basım aşamasında her türlü kolaylığı sağlayan Paradigma Akademi Yayınları çalışanlarına teşekkür etmem gerekir.
Emrah TUNÇ
Sivas / 2023

Sivas'ta Sünnet Merasimleri ve Kirvelik Kurumu, 2021
Tarihsel süreç boyunca birçok insan topluluğu tarafından uygulanan ve genel mahiyet itibarıyla ye... more Tarihsel süreç boyunca birçok insan topluluğu tarafından uygulanan ve genel mahiyet itibarıyla yetişkinliğe geçişin bir sembolü olarak düşünülen sünnet uygulamaları; yazılı tarihten çok önceki dönemlere tarihlendirilmekle birlikte her daim güncelliğini koruyan ve sürekli olarak tartışmalara yol açan bir ritüel olarak karşımıza çıkar. Yahudilik ve İslamiyet gibi semitik dinlerde âdeta uygulanması zorunlu sayılan sünnet ritüeli, bugün dahi dünyanın birbirleriyle ilgisiz değişik coğrafyalarında farklı inançlara sahip ve kültürel yaşamları bambaşka olan insan toplulukları arasında, uygulama biçimi ve amacı değişmekle birlikte tartışmasız bir şekilde uygulanmaktadır. Müslüman-Türk toplulukları ise söz konusu uygulamaları kültürel yaşamlarının bir parçası hâline getirerek; sünneti erkek çocuklarının yetişkinliğe geçiş yaptığı bir ritüel vasfıyla törenler eşliğinde uygularlar.
Bu çalışmada, coğrafyası itibarıyla Doğu ile Batı arasında bir köprü vazifesi üstlenen ve her iki kültürel sahaya dair izleri yüzyıllardır kaynaştırarak devam ettiren Sivas şehir merkezindeki sünnet merasimleri ve bu merasimlere bağlı olarak ortaya çıkan kirvelik kurumu, sosyo-kültürel anlamlarıyla birlikte ele alınmaya çalışılmıştır. Bu itibarla birbirinden farklı birçok konunun kesişim noktasında olan bu çalışmanın, başta halkbilimi olmak üzere toplumsal cinsiyet çalışmaları ve özellikle erkeklik araştırmalarında literatüre katkı yapacağı umulmaktadır.
Book Reviews by Emrah Tunç
Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 2022
20. asrın dinler tarihi alanındaki en büyük ismi olarak görülen ve sosyal bilimler yazınına “homo... more 20. asrın dinler tarihi alanındaki en büyük ismi olarak görülen ve sosyal bilimler yazınına “homo religiosus” kavramını kazandıran Mircea Eliade, özellikle Şamanizm ve mitoloji konularında kaleme aldığı birçok eseriyle gerek dünya genelinde ve gerekse Türkiye özelinde sayısız çalışmanın temel referanslarından biri olmuştur.
Millî Folklor, Yıl 34, Cilt 17, Sayı 134, 2022
Adil Çelik, Çanakkale: Paradigma Akademi Yayınları, 2022, ISBN: 978-625-8069-54-9, XIV+198 sayfa.
Uploads
Papers by Emrah Tunç
Thesis by Emrah Tunç
Bu anlamda, ana-akım entelektüel düşünce tarihi yahut siyasal vakaların kronolojik dizimi açısından tasvir edilen “bayağı” bir tarih fikrinden farklı olarak; içinde bulunduğumuz ana şekil veren bir tarih fikrine; yani kurucu etkisiyle bugünü hükmü altına alan ve yaşanılan hayatın belirleyici koşullarını bizlere dayatan bir “zihniyetler tarihi”ne ulaşmayı hedefleyen bu çalışma; epistemolojik ve kuramsal çerçeveyi tartışan “Giriş” bölümü ve ulaşılan bulguların sentezlendiği “Sonuç” kısmı hariç tutularak söylenecek olursa, dört ana bölümden oluşmaktadır. Buna göre, sosyal hayat içerisinde “bütünsellik arz eden bir düzenlilik” olarak tanımlanan ve bireylerin gündelik hayat performanslarına sınır ve setler çeken üç ana toplumsal yapı (ekonomi-iktidar-kateksis) ve bu yapılar ekseninde ortaya çıkarılan “hegemonik erkeklik” ve “diğer performanslar”; birinci bölümün temel ilgi alanını oluştururken; bu yapıların cisimleşerek ortaya konduğu “aile”, “eğitim”, “siyaset”, “din” ve “boş zaman” kurumları ise, ikinci bölümün konusunu oluşturur. Geleneksel toplumda erkekliğin kurucu değerleri arasında yer alan ve en temel tanımıyla “kitlelerin şekilsiz inanç ve bilişsel sistemleri”ni ifade eden “namus”, “militarizm” ve “romantik aşk” gibi ideolojiler ise; erkeklik performanslarına etki etme biçimleriyle üçüncü bölümün inceleme alanını oluşturmaktadır. Öte yandan, toplumsal pratiğin hayata geçmek için yaslanmak zorunda olduğu “göreceli bir gerçeklik” olarak tanımlanan söylemin ise, gündelik hayatın parçaları içerisine serpiştirdiği çeşitli stereotiplerle birlikte, erkek ve kadın kimliklerinin kurulmasında ne gibi rollere sahip olduğu; dördüncü bölümün konusunu teşkil eden temel problem olarak tayin edilmiştir.
Book Chapters by Emrah Tunç
Conference Presentations by Emrah Tunç
Books by Emrah Tunç
İnsan hayatının evrimsel süreçte izlediği kıvrımlı yolları takip eden ve sosyo-kültürel yaşantıyı tıpkı kendilerinden önceki anlatı türleri gibi doğrudan yansılayan masalların ise özellikle içerdikleri birtakım formüllerle, artık tam bir toplum görüntüsüne kavuşmuş olan insan gruplarına “toplumsallaşma”ya dair –bilinç düzeyinde ve elbette bilinçaltı düzeyde- çeşitli çözüm önerileri sunduklarını söylemek mümkündür. Bu bakımdan uluslaşma /toplumsallaşma ihtiyacının derinden hissedildiği XIX. asırda, halk bilimi çalışmalarının çoğunlukla masallara odaklanması tesadüf olmasa gerektir. Nitekim o zamanlardan günümüze uzanan süreçte, masallar üzerine ciddi bir literatür oluşmuş ve kimi zaman benzer yöntem ve yaklaşımlarla kimi zamansa birbirlerinden çok daha farklı metotlar takip edilerek bu verimler sürekli olarak mercek altına alınmıştır.
Türk masal çalışmalarına gelindiğinde ise şüphesiz benzer bir çabayla karşılaşmak mümkündür. Ancak anlaşılan o ki bu çabalar çoğunlukla yetersiz kalmaktadır. Zira bugün için Türk çocuklarının; Pamuk Prenses, Kırmızı Başlıklı Kız ve Uyuyan Güzel gibi Batı masallarını bilmelerine ve bu masallara kolaylıkla atıf yapabilmelerine karşın birkaç kuşak öncesine kadar anlatılagelmiş olan masallarımızdan çoğunlukla bihaber oldukları görülmektedir. Bu durum, tarihsel bir sürekliliğe ihtiyaç duyan “kimlik bilincimiz” açısından ciddi bir problem olarak karşımızda durmaktadır. Söz konusu problemi çözmemiz içinse belki de yapmamız gereken ilk iş, bu topraklarda üretilmiş olan masalların eski popülerliğini yeniden yakalaması yönünde çaba harcamak olacaktır.
Bu itibarla gerek XIX. yüzyılda taşbaskı ve tipografya teknikleriyle ve gerekse daha sonradan Peyami Safa ve Tahir Alangu gibi duayen isimler tarafından mukayeseli çalışmalar yapılarak defalarca basılmış olan Billur Köşk masallarının bâkir bir nüshasını (Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege Nadir Eserler Koleksiyonu Katalog No: 20798 SÖ 1928’de yer alan ve 1928’de İstanbul’da Ahmed Kâmil Matbaası’nda basılan metni) Latin harflerine aktaran bu çalışmanın böylesi bir çabanın ürünü olarak görülmesi, şüphesiz en büyük temennimdir.
Bu vesileyle çalışmanın editörlüğünü üstlenen sevgili dostum Adil Çelik’e ve kapak tasarımını yapan sevgili öğrencim Hasan Sami Yurdakul’a; ayrıca basım aşamasında her türlü kolaylığı sağlayan Paradigma Akademi Yayınları çalışanlarına teşekkür etmem gerekir.
Emrah TUNÇ
Sivas / 2023
Bu çalışmada, coğrafyası itibarıyla Doğu ile Batı arasında bir köprü vazifesi üstlenen ve her iki kültürel sahaya dair izleri yüzyıllardır kaynaştırarak devam ettiren Sivas şehir merkezindeki sünnet merasimleri ve bu merasimlere bağlı olarak ortaya çıkan kirvelik kurumu, sosyo-kültürel anlamlarıyla birlikte ele alınmaya çalışılmıştır. Bu itibarla birbirinden farklı birçok konunun kesişim noktasında olan bu çalışmanın, başta halkbilimi olmak üzere toplumsal cinsiyet çalışmaları ve özellikle erkeklik araştırmalarında literatüre katkı yapacağı umulmaktadır.
Book Reviews by Emrah Tunç
Bu anlamda, ana-akım entelektüel düşünce tarihi yahut siyasal vakaların kronolojik dizimi açısından tasvir edilen “bayağı” bir tarih fikrinden farklı olarak; içinde bulunduğumuz ana şekil veren bir tarih fikrine; yani kurucu etkisiyle bugünü hükmü altına alan ve yaşanılan hayatın belirleyici koşullarını bizlere dayatan bir “zihniyetler tarihi”ne ulaşmayı hedefleyen bu çalışma; epistemolojik ve kuramsal çerçeveyi tartışan “Giriş” bölümü ve ulaşılan bulguların sentezlendiği “Sonuç” kısmı hariç tutularak söylenecek olursa, dört ana bölümden oluşmaktadır. Buna göre, sosyal hayat içerisinde “bütünsellik arz eden bir düzenlilik” olarak tanımlanan ve bireylerin gündelik hayat performanslarına sınır ve setler çeken üç ana toplumsal yapı (ekonomi-iktidar-kateksis) ve bu yapılar ekseninde ortaya çıkarılan “hegemonik erkeklik” ve “diğer performanslar”; birinci bölümün temel ilgi alanını oluştururken; bu yapıların cisimleşerek ortaya konduğu “aile”, “eğitim”, “siyaset”, “din” ve “boş zaman” kurumları ise, ikinci bölümün konusunu oluşturur. Geleneksel toplumda erkekliğin kurucu değerleri arasında yer alan ve en temel tanımıyla “kitlelerin şekilsiz inanç ve bilişsel sistemleri”ni ifade eden “namus”, “militarizm” ve “romantik aşk” gibi ideolojiler ise; erkeklik performanslarına etki etme biçimleriyle üçüncü bölümün inceleme alanını oluşturmaktadır. Öte yandan, toplumsal pratiğin hayata geçmek için yaslanmak zorunda olduğu “göreceli bir gerçeklik” olarak tanımlanan söylemin ise, gündelik hayatın parçaları içerisine serpiştirdiği çeşitli stereotiplerle birlikte, erkek ve kadın kimliklerinin kurulmasında ne gibi rollere sahip olduğu; dördüncü bölümün konusunu teşkil eden temel problem olarak tayin edilmiştir.
İnsan hayatının evrimsel süreçte izlediği kıvrımlı yolları takip eden ve sosyo-kültürel yaşantıyı tıpkı kendilerinden önceki anlatı türleri gibi doğrudan yansılayan masalların ise özellikle içerdikleri birtakım formüllerle, artık tam bir toplum görüntüsüne kavuşmuş olan insan gruplarına “toplumsallaşma”ya dair –bilinç düzeyinde ve elbette bilinçaltı düzeyde- çeşitli çözüm önerileri sunduklarını söylemek mümkündür. Bu bakımdan uluslaşma /toplumsallaşma ihtiyacının derinden hissedildiği XIX. asırda, halk bilimi çalışmalarının çoğunlukla masallara odaklanması tesadüf olmasa gerektir. Nitekim o zamanlardan günümüze uzanan süreçte, masallar üzerine ciddi bir literatür oluşmuş ve kimi zaman benzer yöntem ve yaklaşımlarla kimi zamansa birbirlerinden çok daha farklı metotlar takip edilerek bu verimler sürekli olarak mercek altına alınmıştır.
Türk masal çalışmalarına gelindiğinde ise şüphesiz benzer bir çabayla karşılaşmak mümkündür. Ancak anlaşılan o ki bu çabalar çoğunlukla yetersiz kalmaktadır. Zira bugün için Türk çocuklarının; Pamuk Prenses, Kırmızı Başlıklı Kız ve Uyuyan Güzel gibi Batı masallarını bilmelerine ve bu masallara kolaylıkla atıf yapabilmelerine karşın birkaç kuşak öncesine kadar anlatılagelmiş olan masallarımızdan çoğunlukla bihaber oldukları görülmektedir. Bu durum, tarihsel bir sürekliliğe ihtiyaç duyan “kimlik bilincimiz” açısından ciddi bir problem olarak karşımızda durmaktadır. Söz konusu problemi çözmemiz içinse belki de yapmamız gereken ilk iş, bu topraklarda üretilmiş olan masalların eski popülerliğini yeniden yakalaması yönünde çaba harcamak olacaktır.
Bu itibarla gerek XIX. yüzyılda taşbaskı ve tipografya teknikleriyle ve gerekse daha sonradan Peyami Safa ve Tahir Alangu gibi duayen isimler tarafından mukayeseli çalışmalar yapılarak defalarca basılmış olan Billur Köşk masallarının bâkir bir nüshasını (Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi Seyfettin Özege Nadir Eserler Koleksiyonu Katalog No: 20798 SÖ 1928’de yer alan ve 1928’de İstanbul’da Ahmed Kâmil Matbaası’nda basılan metni) Latin harflerine aktaran bu çalışmanın böylesi bir çabanın ürünü olarak görülmesi, şüphesiz en büyük temennimdir.
Bu vesileyle çalışmanın editörlüğünü üstlenen sevgili dostum Adil Çelik’e ve kapak tasarımını yapan sevgili öğrencim Hasan Sami Yurdakul’a; ayrıca basım aşamasında her türlü kolaylığı sağlayan Paradigma Akademi Yayınları çalışanlarına teşekkür etmem gerekir.
Emrah TUNÇ
Sivas / 2023
Bu çalışmada, coğrafyası itibarıyla Doğu ile Batı arasında bir köprü vazifesi üstlenen ve her iki kültürel sahaya dair izleri yüzyıllardır kaynaştırarak devam ettiren Sivas şehir merkezindeki sünnet merasimleri ve bu merasimlere bağlı olarak ortaya çıkan kirvelik kurumu, sosyo-kültürel anlamlarıyla birlikte ele alınmaya çalışılmıştır. Bu itibarla birbirinden farklı birçok konunun kesişim noktasında olan bu çalışmanın, başta halkbilimi olmak üzere toplumsal cinsiyet çalışmaları ve özellikle erkeklik araştırmalarında literatüre katkı yapacağı umulmaktadır.