Drafts by Seyma Kaya Erçin

Fikrimin İnce Gülü, ilk baskısı 1976 yılında yapılan, Adalet Ağaoğlu'nun ikinci kitabıdır. Roman,... more Fikrimin İnce Gülü, ilk baskısı 1976 yılında yapılan, Adalet Ağaoğlu'nun ikinci kitabıdır. Roman, bir Türk işçisi olarak çalışmak için Almanya'ya giden Bayram'ın, iki dünyasının sınırı olan Kapıkule ile memleketi Ballıhisar arasındaki yedi saatlik yolculuğunu anlatmaktadır. Roman,Türk Edebiyatı'nın 'ilk yol romanı' olarak kabul edilmektedir. 1 Romanda mekân yoldur, yolu mekânlaştıransa Bayram'ın varlık amacı olan, onu edinebilmek için pek çok kişiyi hiçe saydığı, gurbette üç yıllık çalışma sonucunda ancak elde edebildiği arabasıdır. Bu, sıradan bir araba değildir, Bayram'ın kendini tanımladığı, 'Mercedes taksisinin Bayram'ı' olarak ona layık olmaya çalıştığı Balkız'dır. Bu sarı Mercedes, romanda kişileştirilmiş, hatta dişileştirilmiştir. Bayram tarafından yapılan bu dişileştirme, karakterin cinsiyet ve kimlik sorununun bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İncegül Bayram olarak da çağırılan karakter, arabasının erkeği olarak kendisinde görülen bu eksikliğin ispatına girişir. Bu erkeklik ispatı yol boyunca da devam etmetedir; Kapıkule sınır kapısında gördüğü muameleye karşı, açılan boşluğu başka bir alanda tamamlama çabasına girişir; petrolde çalışanlara 'fiyaka' göstermesi ya da yemek yediği yerlerdeki insanlara sattığı caka ve hatta yolda onu geçen üzerinde Güldenhause yazılı minibüsü polise şikâyet etmesi de kendinde hissettiği eksiklik duygusuyla paralel ilerlemektedir. Arabası aynı zamanda Bayram'ın tüm eksikliklerini tamamladığı bir nesne olarak sunulur. Bunun sebebi ise bizi, Bayram'ın araba ile ilk karşılaştığı ana götürür. Yokluk içerisinde yaşarlarken, köye Ford marka bir otomobille gelen Adalet Partisi yöneticisine köylülerin gösterdiği abartılı saygıdan çok etkilenen karakter, saygı görmek için bir arabaya sahip olması gerektiğine inanır ve Almanya'da geçen üç yılının bir saatini bile boşa götürmeyerek çalışır da çalışır. Sonunda muradına erişir ve kendini tanımladığı ve tamamladığı aracıyla birlikte köyün yolunu tutar. Köydekilere nasıl bir adama dönüştüğünü gösterecektir. Bu yolculuk aynı zamanda Bayram için seyr-i süluk olur. Fakat 1 Tömer Çeviri Dergisi, Ankara Üniversitesi Tömer Bursa Şubesi, 3/8 (1996), 119. Bayram yolda aşama aşama Balkız'ının uzuvlarını kaybedecektir. Öndeki Mercedes yıldızıyla başlayan kayıp, arka fren lambası, tozluk, kapı, susturucu, ön cam ile devam eder ve nihayetinde takla atarak aracın tamamını kaybeder. Yine de pes etmemiştir karakter, o arabanın içerisinde kendisini hemşerilerine göstermeye kararlıdır. Herkesi ve her şeyi geride bırakıp gitmesinin bir sebebinin olduğunu kanıtlayacaktır Ballıhisarlılara. Kitabın ismi ise, Bayram'ın yol boyunca dinlediği şarkıdan gelmektedir. Ona bu kaseti sevdiği kız Kezban hediye etmiştir. Kezban'ın fikrinin ince gülü Bayram'dır, Bayram'ın ki ise arabasıdır. Bayram'ın yolculuğu boyunca, geriye dönüşlerle karakter eskiye döner, anılarını ve yaşadığı olayları hatırlar. Bu zamansal sıçramalar aynı zamanda karakterin geçmişteki travmalarına da ışık tutar. Bu travmalardan en önemlileri ise askerlik döneminde ve Diyarbakır hapishanesinde yaşadıklarıdır. 1976'da yayınlanan bu romanda, yayınlandığı dönem itibariyle askeri sistem eleştirisine de yer verilmiştir. Darbe döneminin soğuk atmosferi, Bayram'ın hatıralarına da aks etmiştir. Diyarbakır-Siirt Sıkıyönetim Komutanlığı'nda jip şoförlüğü yapmaktadır Bayram. Siyasilere yapılan baskılara tanık olmuş, hatta üstleri emretmediği halde keyfi olarak kimilerine vurmuştur. Vicdanının Bayramı terk etmesi, dönemin vicdan bunalımının ufak bir göstergesidir. Romanda, yazıldığı aynı zamanda okunduğu döneme ait pek çok sosyal ve siyasi konu işlenmiştir; göç, işçi olma bilinci, ülke ekonomisi, 'erkek' olma gayreti, askeri sistem, 'ben de varım' serzenişi. Tüm bu toplumu ilgilendiren meseleleri, biz dönemin içinden, döneme şahit olarak okumaktayız. Roman, dönemin sosyal komplekslerinin kodlarını okura sunuyor. Roman bu kadar dönemsel transparanlık içerisindeyken, yazıldığı tarihten günümüze kadar olan süreçte nasıl anlaşılmıştır? Okur, romanı okuduğu dönemin sosyal, politik ve edebi algısına göre mi okumuştur? Bu soruların cevabı bize, edebiyatın zaman içerisindeki algılanışı hakkında önemli bir kapı açmaktadır. Compagnon'a göre, edebiyat değişir, çünkü onu çevreleyen tarih değişir. Farklı edebiyatlar, farklı tarihsel anlara karşılık gelir. Edebi eserler arasındaki farkların en azından kısmen tarihsel olduğunu inkâr etmek zor görünmektedir. 2 Yani tarih, tamamıyla 'edebiyatın açıklayıcı çerçevesi' olarak görülmeyebilir ama edebiyat üzerindeki etkisi de tartışılamaz. Tarihle birlikte edebiyat da değişiyorsa, geçmişte yazılan bir metnin okur tarafından algılanışı da tarihe göre değişmektedir. Ben bu çalışmamda, alılmama teorisine (reception theory) bağlı kalarak, 1976'da yazılan Fikrimin İnce Gülü romanının, dönemsel olarak okur tarafından nasıl algılandığı üzerinde duracağım. Alımlama estetiği kuramı bilindiği üzere, roman dilleri ve edebiyatları bilimcisi Hans Robert Jauss'un (1921-1997 1967 yılında Konstanz Üniversitesi'ndeki "Literaturgeschichte als Provokation der Literaturwissenschaft" (Edebiyat biliminin provokasyonu olarak edebiyat tarihi) başlıklı deneme dersinde ortaya konmuştur. Kuramın çıkış noktası Konstanz Üniversitesi olduğundan, Üniversite bu alanda uluslararası bir üne kavuşur ve kuramdan bahsedilirken Konstanz Okulu olarak da anılır. 3 Jauss'a göre, "Yazar, eser ve alımlayıcı üçgeninde sonuncusu sadece pasif bir parça, salt reaksiyonlar zinciri değil; aksine o, tekrar bir tarih oluşturucu enerjidir. Edebî eserin tarihsel yaşamı, alımlayıcılarının aktif katılımı olmaksızın düşünülemez." 4 Alılmayıcının aktif atılımı demek, okurun sürece dâhil edilmesi ve okurun eser üzerindeki otoritesinin artması anlamalarına gelmektedir. Okur, o dönemde edebiyatta öne çıkarılmak istenmektedir. Konstanz Okulu'nun diğer bir önemli temsilcisi de Wolfgang Iser'dir. Iser'e göre, edebî eser sanatsal ve estetik olmak üzere iki kutuptan oluşmaktadır. Sanatsal kutup yazarın oluşturduğu metinden, estetik kutup ise okurun 2 Antoine Compagnon, Literature, Theory and Common Sense, Fransızcadan İngilizceye çev: Carol Cosman (Princeton: Princeton University Press, 2004), 147.
Siyasetnâmeler, Osmanlı siyasi düşünce geleneğinin teşekkülü, gelişimi, kaynaklarının tespiti, il... more Siyasetnâmeler, Osmanlı siyasi düşünce geleneğinin teşekkülü, gelişimi, kaynaklarının tespiti, ilkelerinin belirlenmesi, sosyal, iktisadi ve teşkilat yapısı bakımından önemli; siyaset ve yönetim tartışmaları açısından da incelenmesi zaruri eserlerdir. 1 Siyasetnameler bir tür olarak, devlet yönetimine dair eserlere verilen ortak addır. Arapça siyâset (insan topluluklarını yönetme, devlet işlerini yürütme sanatı, politika) kelimesiyle Farsça nâme (mektup, yazı) kelimesinden meydana gelen siyâset-nâme "devlet adamlarına siyaset sanatı hakkında bilgi vermek, devlet yönetiminde dikkat edilmesi gereken hususlara dair tavsiyelerde bulunmak amacıyla yazılmış kitap veya bu kitapların oluşturduğu tür" anlamında kullanılır. Bu eserlere devlet başkanları için yazılmışsa "nasîhatü'

Yunanca 'bios' (hayat) ve 'graphe' (yazma) kelimelerinden oluşan biyografi, sözlükte karşımıza "ö... more Yunanca 'bios' (hayat) ve 'graphe' (yazma) kelimelerinden oluşan biyografi, sözlükte karşımıza "özgeçmiş" anlamıyla çıkmaktadır. Biyografi, başlangıçta tarih ilminin içinde yer alırken, zamanla tarihten ayrılarak müstakil bir tür olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihte biyografinin bilinen ilk örneğini Yunan tarihçi ve yazar Plutarkhos vermiştir. En ünlü eseri ise Bioi Paralelloi'dir (Paralel Yaşamlar). Milattan sonra 1. yüzyılda yazılan bu eser, Helen ve Romalı ünlü kişilerin biyografilerini içermektedir. 23 çift ve 4 tek parçadan oluşan bu eserin amacı karşılıklı önyargıları olan Hellen ve Romalıların birbirini daha iyi anlamalarını sağlamaya çalışmaktır. 1 Türün devam eden örneklerini Avrupa yerine İslam medeniyetleri vermiştir. İslam dünyasında biyografyacılık, peygamberlerin, özellikle İslam peygamberinin, ashab-ı kiram'ın, tabiinin, halifelerin, evliyaların, muhaddislerin, sultanların, şair, edib ve ilim adamlarının hâl tercümelerini veren siyer, kısas, menkıbe, tabâkat, fihrist, ensâb, şecere, tezkire, tuhfe, vefayat vs. gibi adlar altındaki eserlerde toplanmıştır. Ortaçağ İslam dünyasındaki biyograficilik, Avrupa'ya göre çok daha gelişmişti ve medreselere sokulan bir branş hüviyetinde idi. Bu alanda gerek Araplarda, gerek İran'da yazılmış pek çok genel, bölgesel, ihtisas biyografileri vardı. İslam âleminin ortaçağdaki biyografi anlayışı, Avrupa'ya ancak yeniçağda hâkim olmaya başlamıştır. 2 Önemli kişilerin hayatlarını anlatan eserlerin toplamına içinde bulunduğumuz edebi gelenek doğrultusunda tezkire ismini veriyoruz. Sözlükte "anmak, hatırlamak" mânasındaki zikr kökünden türeyen tezkire (çoğulu tezâkir) "hatırlamaya vesile olan şey" demektir. 3 Pek çok konuda tezkire yazılmıştır, Osmanlı tarihçilerinin toplandığı eserler olduğu gibi hattat 1 Plutarkhos, Paralel Yaşamlar, çev., Furkan Akderin, (İstanbul: Alfa Yayınları, 2006), I. 2 Abdülkadir Özcan, "Osmanlı Tarih Edebiyatında Biyografi Türünün Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi", Nazımdan Nesire Edebi Türler, (İstanbul: Turkuaz Yayınları, 2009), 125. tezkireleri de mevcuttur. Eğer tezkireler, şairlerin hayatların anlatıyorsa, Tezkiretü'ş-Şuara (Şairler Tezkiresi) olarak adlandırılmaktadır. Şiir alanında yazılan biyografilerin çıkış yeri ise yine Doğu medeniyetleridir. Elde bulunan ilk örnek, Muhammed b. Sallam el-Cumahi'nin Tabakatü'ş-Şuara isimli eseridir. 9. yüzyılda başlayan ve 12. yüzyılın sonuna kadar Arapça devam eden bu gelenek, müteakip yüzyıldan itibaren yerini Farsça örneklere bırakmaya başlar. Farsçada türünün ilk örneğini Lübabü'l-Elbab adıyla, Muhammed el-Avfi verir. Arapça yazılan biyografiler gibidir. 4 Türkçe yazılan tezkirenin gelişimine baktığımızda ise, ilk örneğinin 15. yüzyılda, Doğu Türkçesi ile Ali Şir Nevai'ye ait Mecalisü'n-Nafais olduğunu biliyoruz. Batı Türkçesi ile kaleme alınan ve bir tür olarak yazılmaya ve okunmaya başlanan şair tezkirelerinin coğrafyamızda ortaya çıkışı 16. yüzyıla isabet etmektedir. İlk örneği ise Sehi Bey'in Heşt-Bihişt adlı eseridir. Müstakil bir tür olarak tezkire, dilimize ve coğrafyamıza 16. yüzyılda yerleşmiştir. Fakat türün edebi gelenek içerisindeki gelişiminde kırılmalar ve evrimler meydana gelmiştir. Tezkire türündeki bu değişim devam etmektedir çünkü tür, bir yerde son bulmamış, hâlâ örnekler vererek gelişmektedir. Yalnızca zaman içinde kendisini yenilemiş, farklı formlara bürünerek varlığını devam ettirmiştir. Türün zaman ve gelenek içerisindeki gelişimini iyi anlamak için, bazı soruların sorulması kaçınılmaz oluyor; Türler hangi koşullarda oluşurlar? Türlerin belirleyenleri nelerdir? Türler arası etkileşim mevcut mudur? Türler zaman içerisinde nasıl bir dönüşüm geçirmişleridir? Sırası ile bu soruların cevabı verildiği zaman, önce türün ortaya çıkışını, ardından zaman ve edebi gelenek içerisindeki dönüşümünü ve son olarak da türün vardığı noktayı saptayabiliriz. attığım bu görüşü, bir tezkireyi örneklendirerek desteklemek istiyorum. 1826 yılında Mehmet Tevfik'in tamamladığı Mecmuatü't-Teracim adlı eser, kanonun içerisine 19. yüzyılda üretilen şuara tezkiresi olarak dâhil olmuştur. Fakat bu eser, ne bölümlere ayrılmış ne de herhangi bir dizim sırasını takip etmiştir. 541 kişi rastgele arka arkaya sıralanmış ve bir tezkire meydana getirilmiştir. Hatta içerisinde İncili Çavuş gibi şair olmayanlar kişiler de vardır. Peki, bizim bu eseri, kendi içerisinde belli bir tertip düzeni olan tezkire türüne dâhil etmemizin sebebi nedir? Tür değişmiş, içerisinden farklı bir yapı meydana getirmiştir. Opacki, bu yeni oluşan formu bir "hybridisation" 8 (melezleşme) olarak tanımlar. Türler arasında bir hiyerarşi vardır. Döneme en uygun olan tür, dominant tür olarak karşımıza çıkar. Baskın tür de diğer türleri yanına çekince bir melezleşme olur. Tür, hem kendisini korur, hem de baskın türün özelliklerini alır. Türler arasında bir "blood relationship" (kan bağı) olduğunu söyler Opacki. Mehmet Tevfik'in tezkiresi içinse böyle bir kan bağından bahsedebiliriz. Tür, melezleşmiştir. Dönemin ve geleneğin baskın türü, üretilmekte olan metni yanına çekerken, yeni oluşan metin de kendisine bir alan açmaya ve tür belirlemeye çalışır. Böylelikle hem dominant türün özelliklerini taşır, hem de kendi özelliklerini. Ama artık o tamamıyla orijinindeki tür değildir. Tam buradayken Fowler'den de bahsetmekte de fayda görüyorum. Fowler, türlerin statik değil, dinamik olduğunu söyler. Yeni konular yeni türler üretirler. 9 Tezkirelere de zaman 7 Antoine Compagnon, Literature, Theory and Common Sense, Fransızcadan İngilizceye çev: Carol Cosman (Princeton: Princeton University Press, 2004), ilk örneklerini vermiş ve Türkçe edebiyata bir tür olarak bu yüzyılda yerleşmiştir. İlk örnekleri İran edebiyatına özenerek Herat ekolünün devamı niteliğinde üretilirken, ardından gelenler kendi üsluplarını oluşturarak eser vermeye devam etmişlerdir. Tezkire geleneği devam etmiş fakat gelenek içerisinde üretilen metinler daima değişme göstermiştir. Tarih
Papers by Seyma Kaya Erçin
SAÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 2013

Clinical Rheumatology, 2016
Familial Mediterranean fever (FMF) is an autosomal recessive autoinflammatory disease of childhoo... more Familial Mediterranean fever (FMF) is an autosomal recessive autoinflammatory disease of childhood and adulthood. Development of systemic amyloidosis and frequent attack influence quality of life and survival. There is sporadic evidence indicating subclinical inflammation in patients with FMF. We aimed to assess subclinical inflammation using neutrophil to lymphocyte ratio (NLR), platelet to lymphocyte ratio (PLR), and C-reactive protein (CRP) in pediatric patients with FMF in the attack-free period. In this retrospective study, we reviewed the files of all FMF patients in our pediatric rheumatology outpatient clinic in a tertiary center and enrolled those with sufficient clinical and laboratory data. We also enrolled 73 controls. We grouped the patients according to being in attack period or attack-free period. We compared CRP, NLR, PLR, and WBC (white blood cell) levels between different mutations and polymorphisms. We also compared patients in the attack period with those in attack-free period. We enrolled 61 patients in attack period, 509 patients in attack-free period, and 73 controls. There was no difference between patients with different mutations with respect to NLR or PLR levels in the attack-free period. However, CRP levels were higher in patients with homozygous exon 10 mutations, especially those with homozygous M694V mutations compared with other mutations. However, CRP levels were mostly normal in these patients. Our data are against the reported fact that patients with FMF have higher NLR or PLR levels in attack-free periods. However, CRP levels were higher in the presence of homozygous exon 10 mutations (in particular homozygous M694V mutations).
Uploads
Drafts by Seyma Kaya Erçin
Papers by Seyma Kaya Erçin