Papers by Muhammet Abdülmecit Karaaslan
ile ilahiyatçı akademisyenleri, manevî sorumluluklarının gereğini yerine getirmeğe davet ediyorum... more ile ilahiyatçı akademisyenleri, manevî sorumluluklarının gereğini yerine getirmeğe davet ediyorum. Uluslararası bir sempozyum için 24-27 Kasım 2001 tarihlerinde Kosova'nın Prizren şehrinde bulunan Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı D. Mehmed Doğan bu geziden döndükten sonra kaleme aldığı "Sadece tekkeler mi kapatıldı?"[1] ve "Tekkedeki Cumhurbaşkanı" [2] başlıklı iki yazısında 86 yıl önce 30 Kasım 1925 tarihinde uygulamaya konulan 677 sayılı "Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılması Hakkındaki Kanun" [3] ile ilgili görüşlerini dile getirdi.
Ceğalnâ/bağdukum ğala bağdın, bağdukum/hum fevka bağdın, bağduğuhum bağden, halâife fi'l-ard, ümm... more Ceğalnâ/bağdukum ğala bağdın, bağdukum/hum fevka bağdın, bağduğuhum bağden, halâife fi'l-ard, ümmeten vasaten litekûne şühedâe ğale'n-nâs, nefsin vahidetin ve haleka minha zevcehâ, min zekerin ve ünsâ, min enfüsikim ezvâcen / Li-teskünûLi-Teğârefu, Suhriyya, lirricâli ğaleyhinne dereceh, derecâtin liyebluveküm, derecâtin liyettehize, ve min âyâtihi halku…." ve

Önceki yıllarda olduğu gibi yine bu sene de kutlu doğum haftasında eleştirel çevrelerde "acaba bu... more Önceki yıllarda olduğu gibi yine bu sene de kutlu doğum haftasında eleştirel çevrelerde "acaba bu haftayı ifratlarla-tefritlerle yani bir takım aşırılıklarla kutlamıyor muyuz?" serzenişlerine muhatab olduk. Hatta asr-ı saadet bir ütopya mıydı? Yoksa böyle bir şey hiç yaşanmamış mıydı? Asrı-ı saadet kaç yıl sürdü gibi sorulara bile muhatab olduk. Asr-ı saadet kavramının son 150 yılda üretilen bir ütopya-mefkure-ideolocya-ümniye-ülkü bir kavram olduğu ifade edilir. Kaynaklardan araştırmadım ama bunu ifade edenlere güvenirim. Biraz doğrudur. Salt manada tabiî ki Peygamberin 23 yıllık yaşantısı bizim için mutluluk asrının çekirdeğidir. Asr-ı saadet son tahlilde en son yaşayan sahabe olan hicri 110 yılına kadar uzatılabilir. Peygamberliği yani risaleti esas alırsak 120 küsür yıl sürmüştür diyebiliriz. Ama dini iman-amel-ibadet-muğamelat olarak 4 ana alandan ibaret sayarsak bu bağlamda tüm problemlerin ne Peygamberimizin zamanında ne de ondan sonraki asırlarda çözüldüğünü her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir devir ya yoktur. Ya da varsa da kısa sürmüştür. Var olduğunu varsaydığımız devirde de neyi neye göre değerlendirdiğimizin, mutluluğunun sınırlarını neye göre çizdiğimize bakmak gerekir.
Osmanlı Medreselerinde Okutulan İsagoci Mantık Kitabındaki önerme ve öncüllere göre yani Aristo K... more Osmanlı Medreselerinde Okutulan İsagoci Mantık Kitabındaki önerme ve öncüllere göre yani Aristo Kıyasındaki gibi üç cümleyle…) Liselerde eskiden bunlar paragraf halinde olurdu da öğrenci ezberleyemezdi. Onun için aşağıdaki gibi mantıki önermeler şeklinde yaptıydım. Aslında ilahiyatta Prof. Dr. Mehmet Aydın'ın Din Felsefesi Kitabında önermeler halinde biraz uzun oradan orta öğrenim öğrencisinin anlayabileceği şekilde kısalttık. Aslında liselerde lise-1'den itibaren tüm bölümlerde mantık dersi olmalı ve mantıktaki akıl yürütme, önerme kurma ilkelerine göre bir inancın sağlama alınması esastır. A-ALLAH'IN VARLIĞI Yüce Allah'ımızın (C.C/Celle Celâlüh/Şânı/ünü en yüce oldu) varlığını birliğini ispat eden birçok delil vardır. Bunları, Temel İslam Bilimleri'nden Kelam-Akâid-İtikat/İnançbilim kitaplarında bulabiliriz. Biz en meşhurlarını aşağıda zikredelim.
İnsan; Arapça-Türkçe sözlükte " �� ; unuttu" kökünden "unutan" veye "enise" kökünden "dost olan/y... more İnsan; Arapça-Türkçe sözlükte " �� ; unuttu" kökünden "unutan" veye "enise" kökünden "dost olan/yalnız yaşayamayan/sosyal varlık" anlamına gelir. Unutmaya nisyân; dost olmaya üns veya ünsiyet denir. İn9san kelimesinin bu iki kökten geldi sözlüklerde vardır. Terimsel olarak; Sonsuz Yaratıcı'nın; sonlu-sınırlı kulu olan akıl, arzu ve gazap hisleriylekuvveleriyle/güdüleriyle hayatını sürdüren, ruh-beden nefs (kişilik, süperego/aşırı benlik) den ibaret olan canlı bir varlıktır. Şekilsel olarak insan; Dünya-Ana Rahmi Beden RUH BEDEN RUH NEFS BEDEN Nefs Ruh Ne ayrı-Ne gayrı İç içe-mütedâhil (Birbirinden başka) yapı
Îmân; inanmak, güvenmek, bir varlığa dayanmak anlamlarına gelmekte olup bir dini terim olarak "Yü... more Îmân; inanmak, güvenmek, bir varlığa dayanmak anlamlarına gelmekte olup bir dini terim olarak "Yüce Allah'a ve O'nun bildirdiği varlık ve hükümlere kalp ile inanmak yani; onların varlığını aklen ve kalben tasdik etmek (doğrulamak) ve bunu dil ile söylemektir." Kısacası Allâh'ı ve bildirdiklerini kalp ile tasdik dil ile söylemektir. Amel, davranış, iş, fiil, eylem demek olup sözlükte, bir dini terim olarak dinen yapılması gereken bir iş, davranış, güzel huy veya bir ibâdettir. Namaz, oruç, hacc, güzel ahlaklı olmak vs. gibi. Kur'ân'a göre ikisi arasında sıkı bir ilişki vardır. Nasıl ki ruh bedenden ayrı düşünülmezse, düşünüldüğünde veya ayrıldığında bedenin bedenliği kalmayıp element ve atomlarına ayrılıp toprağa karışıp canlılık/hayatiyetini yitiriyorsa îmân ile ibâdet, inanç ile davranış; ruh-beden gibidir, ikiz kardeştir.
Allâh Celle Celâlüh (şânı/ünü büyüktür)'ün ona vermiş olduğu şerefli makamdan) kovulmuş Şeytan (İ... more Allâh Celle Celâlüh (şânı/ünü büyüktür)'ün ona vermiş olduğu şerefli makamdan) kovulmuş Şeytan (İblis/Azazil)'dan Allâh'a sığınırım! Rahmân ve Rahîm 1 Olan Allâh'ın adıyla… (başlarım)! 1-NAMAZ SONU DU'ÂSI
İlahiyat veya İslami ilimler mezunu olan biri hem maaş almak hem dine imana ve İslam bilim ve kü... more İlahiyat veya İslami ilimler mezunu olan biri hem maaş almak hem dine imana ve İslam bilim ve kültürüne hizmet etmek için aşağıdaki yolları deneyebilirler
Hacı Bektaş Veli, çevresindeki insanlara Allaha ulaşmanın yollarını öğretmiş bir Hakk dostudur. H... more Hacı Bektaş Veli, çevresindeki insanlara Allaha ulaşmanın yollarını öğretmiş bir Hakk dostudur. Hacı Bektaş Veli, Makâlât'ında imanı; "Allah'a inanmak, emirlerini yerine getirmek, onun sakının dediklerin den sakınmak" şeklinde tarif etmektedir.
Aslında "vicdanı hata ve günaha götüren sebepler nelerdir?" başlığı yerine "insanı hata ve günaha... more Aslında "vicdanı hata ve günaha götüren sebepler nelerdir?" başlığı yerine "insanı hata ve günaha götüren sebepler nelerdir?" sorusu üzerinden bir makale yazmak konuyu daha iyi açıklardı ama böyle bir sorunun cevabı çok da uzun olacağı için bu başlığı seçtik. İnsanı anlamadan zaten vicdanı anlayamayız.

(!) Kur'an'da Şiddet , Erkek-Kadın ve Sado-Mazohizm...! Danimarka ve Belçika'da bir takım Hıristi... more (!) Kur'an'da Şiddet , Erkek-Kadın ve Sado-Mazohizm...! Danimarka ve Belçika'da bir takım Hıristiyan veya sekülerist gruplar Peygamberimize (s.a.s) şiddet imajı içeren karikatürlerle saldırdıktan sonra bir de şimdi Kur'an'ın insanlığa ve kadına karşı şiddet içerdiği zannıyla mahkemelere dava açmaya yeltendiklerini medyadan duymuşsunuzdur. Maalesef Batı, çoğu konuda olduğu gibi bu konuda da kendi çöplüğündeki necaset-i galizayı görmeyip, komşusunun bahçesindeki güllerin altındaki gübrelerle uğraşmaktadır. Günümüz Musevilik ve onun radikal yorumu olan Siyonizm hakkındaki en küçük bir karşıt yorumu, antisemitizm diyerek cezalandırırken, söz konusu İslam olunca fikir özgürlüğünden bahsetmektedir. Evet, Kur'an'da şiddet vardır ama bu, ancak savaş vb. fiilî saldırı durumunda kâfirlere ve özellikle saldırgan, insan hak ve hukukunu aşan zalim kâfirlere karşı vardır. Kâfir, Allah celle celaluhun hak ve hakikatini örten, bile bile inkâr eden, bunun açıkça propagandasını yapan demektir. Yoksa saf iyi niyetli yanlış inanışlı kâfirlere, hakikati bilgi eksikliği vs sebebiyle bulamayan kâfirlere karşı ise merhametli olmayı öğütler. Hatta "Rahman" kelimesinin anlamının, mümin-münafık-kâfir ayrımı gözetilmeden her insana karşı Allah'ın merhametinin olduğu şeklinde açıklanır. Hz. Ömer Manastırda kendi halinde çekilmiş bir keşişi görünce ağlamış sorulunca "o kadar uğraşıyor rabbine dua ediyor ama cehenneme gidecek diye üzülmüştür." Belki böylelerine kendi dillerince iyi iletişim kurulsa belki de Müslüman olabileceklerdir. Peygamberimiz kendisine gelen 60 kişilik Necran hiristiyan heyetine çok iyi davranmış onlara Hz. İsa'nın tanrının oğlu olmadığını akıl-mantık delillerini kullanarak yiyen, uyuyan bir insanın tanrı olamayacağını ifade etmiş. İnanmasalar da en azından peygamberimizin yemin teklifi (mübahele) üzerine, onun peygamber olma ihtimalini göz önüne alarak, Allahın gazabını üzere alarak yemin etmekten kaçınmışlardır. Ama her halükarda peygamberimiz onlara kendi dinlerince yaşama hakkı vermiş hatta Medine Musevi ve Hıristiyanları hatta müşrikleri ile onları muhatap kabul ederek barış toplumu oluşturmak için anlaşma bile yapmıştır (Medine site devleti anayasası, Medine vesikası). Kur'an bu konuda "lâ ikrahe fiddin" buyurarak başka dinden olanlara zorla din kabul ettirme olduğunu ifade etmiştir. Kuranda müminlerin vasıflarını anlatırken "eşiddae alelküffari, ruhamae beynehum...; kafirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında çok merhametlidirler" ifadesindeki kafirler de yukarıda bahsettiğimiz zalim, mütecaviz olan en temel insan hakkı olan yaşam, fikir, din, özel mülkiyet, özel yaşam (namus) gibi haklara saygı duymayan asimileci, saldırgan kafirleri kastetmektedir. Diğerlerine insani boyuttan yaklaşarak "Yâ eyyühennâs; Ey insanlar diyerek hitap etmiştir. Zaman zaman da nazara ve yehûd diyerek onları İslamla ehl-i kitap arasındaki ortak kelime olan tevhide gelmelerini istemiştir." Barış zamanında. Savaş zamanında da asla aşırı davranmamış eli silahsız olana, kadına, yaşlıya çocuğa dokunmamış herhangi bir insanı önceleyen bir mazeret olmadıkça ağaç ve hayvan katliamına izin vermemiştir. Halifeler de bu geleneği devam ettirmişlerdir. Yukarıdaki anlamda bahsettiğimiz daha çok toplumsal veya toplumlar arası şiddet ve barışla ilgili... Zaman zaman batılı ve yerli inkârcıların ve bilgisizlerin ve insafsızların iddia ettiği anlamda müslümanın müslümana insanın insana şiddeti anlamında şiddetin, özellikle erkeğin kadına karşı şiddeti olduğu ifade edilmektedir. Bu konuda cevabımı bakış açısına göre değişir. Nereden baktığına bağlı diyerek muhatabımıza cevap vermeli onun bireyse zaaflarla dolu bir insan olarak samimice itiraf etmeye ve hakkı ayeti anlamaya çağırmalıyız. İsterseniz önce ilgili ayeti (Nisa, 34) ve kontekstini-bağlamını önce verelim: "Nisa 32; Bir de Allah'ın kiminize kiminizden daha fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere çalışmalarından nasipleri olduğu gibi kadınlara da çalışmalarından nasipleri vardır. Çalışın da siz daha hayırlı şeyleri Allah'ın fazlından isteyin. Allah her şeyi hakkıyla bilir.Nisa, 33:Anne ve babanın ve diğer akrabaların ölümlerinden sonra bırakacakları her terike için vârisler belirledik. Yemin akdinin sizi bağladığı kimselere de paylarını verin. Muhakkak ki Allah her şeye şahittir. Nisa; 34: Erkekler, kadınlar üzerine. Çünkü Allah bazılarını (erkekleri) bazınızın üzerine (geçim, nafaka, maddi-manevi özveri vb.sini) harcamaları (sebebi)yle işlere güzel bakan (idareci ve hâkimdirler). İyi kadınlar, itaatkâr olanlar ve Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse (hafifçe) dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerini incitmeye başka bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür. Nisa, 35: Eğer karı kocanın birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf işi düzeltmek isterlerse, Allah onları uyuşmaya muvaffak buyurur. Şüphesiz Allah âlim ve habîrdir (her şeyi bilir, bütün maksatlardan haberdardır)". PAGE 1
Asrımızda halâ çoğulcu temele bağlı olarak insan hak ve özgürlüklerinin bir karara bağlanamadığı ... more Asrımızda halâ çoğulcu temele bağlı olarak insan hak ve özgürlüklerinin bir karara bağlanamadığı ve bunun da yazılı olarak tespit edilemediği bir çok İslam ülkesi vardır. Medine vesikası, bunlar için önemini korumaya devam etmektedir.
İslâm Çevre Hukukunda Harem ve Himâ Kavramları Bağlamında Milli Park, Koruluk ve Sit Alanıyla İlgili İlkeler, 2023
Günümüzde uygar devletler, bir takım kanuni yaptırımlarla çevreyi çeşitli tahriplerden korumaktad... more Günümüzde uygar devletler, bir takım kanuni yaptırımlarla çevreyi çeşitli tahriplerden korumaktadırlar. Çevre koruma uygulamalarından bazıları da "yeşil kuşak, sit alanı, millî park" gibi uygulamalardır. 2023, 7 (3), 470-489 | Research Article

İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2016
Özet: İslam hukuku eserlerinde devlet başkanını kastetmek üzere "Halife, imam, emir, melik, sulta... more Özet: İslam hukuku eserlerinde devlet başkanını kastetmek üzere "Halife, imam, emir, melik, sultan" kavramları kullanılmaktadır. Zahirde yönetimin başı olmak gibi bir anlama gelse de Hz. Peygamber'den (s.a.s) günümüze O'nun dînî, rûhî ve dünyevî vazifelerini temsil etme bağlamında çeşitli aşamalardan geçmiştir. Bu makalede; devlet başkanlı-ğında ilgili kavramların "dînî, rûhî-manevî ve dünyevî" manalarla münasebeti ve hangisi-nin daha ağırlık kazandığı, hilafetin tabiatı gereği dîni sonuçları da olan dünyevî bir alan olduğu, bütün kavramların "adalet ve İslam hukukuna saygı" sıfatlarında birleşebileceği üzerinde durulmaktadır. Bunun yanında, "Hilâfetin Hz. Peygamber'den (s.a.s) sonra 30 yıl olacağı, sonra mülk olacağı, 12 halife veya halifeler geleceği ve sayılarının çok olacağı, imamların Kureyşten olacağı, iki kişi kalıncaya yönetimin Kureyş'te kalacağı" şeklinde-ki hadisler, senet ve metin açısından değerlendirilerek; hilafetin mülk yönetimi haline gelişinden günümüze ve geleceğe nasıl bir seyir takip ettiği ve edeceği problemi ele alınmıştır.

Öz: Modern batı düĢüncesinin varlığı, mekanist ve parçacı bir bakıĢ açısıyla sadece maddeye indir... more Öz: Modern batı düĢüncesinin varlığı, mekanist ve parçacı bir bakıĢ açısıyla sadece maddeye indirgemesi dinin metafizik alanının ihmaline yol açtı. ġüphesiz bunda mantıkta üçüncü halin imkânsızlığını kabul eden, düĢünce dünyasında bir dizi karĢıt felsefe, düalite ve dikotomilerin ortaya çıkmasına yol açan Aristo mantığının/diyalektiğinin de rolü büyüktür. Özellikle Marksçı diyalektiğin karĢıtlıkları birbirine indirgeyen maddeci anlayıĢı, bunun bilime ve felsefeye hâkim olması, doğu-Ġslam düĢüncesinin durağan batı düĢüncesinin ilerlemeci kabul edilmesi; bu parçacı bakıĢ açısını daha da büyüttü. Tarih son yüzyılda bilgi-iktidar mücadelelerine sahne oldu. Özellikle son zamanlarda geliĢen bulanık mantık, epistemoloji ve Ġslami ilimlerin metodolojisi olan Kelam ve Fıkıh Usulüyle bu parçacı bakıĢ açılarından kurtulup bütüncül bir metodoloji, yeni bilgi ve hakikat üretimine yol açılabilir. Triolojik metod, bu bağlamda varlığın maddi-manevi ve ruhi gibi temel üç alanının olduğunu, bunların insanda beden-ruh-nefis üçlüsüne karĢılık geldiğini, manevi alanda nefis kümesinde ruh ve maddenin kaynaĢtığını kabul etmektedir. Abstract: The Modern Western thought reduced the existence to a substance with a particles and mechanistic point of view has led to the neglect of the metaphysicsarea of religion. Surely there is a great role of Aristotle / dialectic logic that led to the emergence of a number of the world thought the opposite philosophy, duality and dichotomy and accepting the logical impossibility of the third state. In particular,the mentality of Marx that reduce the oppositions to each other, it dominates the science and philosophy, accepting the eastern-Islamic philosophy as stable and Western philosophy as progressive, they all enhance the particles point of view. History has witnessed knowledge-power struggle through the last century. Especially recently developed fuzzy logic, epistemology and Islamic Theology and Fiqh Usul/Metodology a holistic methodology to get rid of these particles perspective, this may lead to the production of new knowledge and truth. In this context Triologhic method admits that the existence has three basic area like substantive, spirtual and psychic and they correspond to body, spirit and the self in human and also it admits that in spiritual area the spirit and material unites in the set of self.
Conference Presentations by Muhammet Abdülmecit Karaaslan

Türkmenler, Müslüman olduktan sonra kendilerinden önce Müslüman olma
şerefinden dolayı Farslara v... more Türkmenler, Müslüman olduktan sonra kendilerinden önce Müslüman olma
şerefinden dolayı Farslara ve Araplara saygı, Kur’an Dilinin Arapça olması ve
müslüman topluma aidiyet hissi vb. sebeplerle çocuklarına Arapça ve Farsça isimler
verdiler. Bu nedenlerle Türkmenler, Arap Kültürü ve Arapçadan önemli ölçüde
etkilenmişlerdir. Diğer yandan özellikle Horasan ilim havzasında Türkmenlerin fazla
olması, evlilik, komşuluk, birlikte yaşama, Türk talebe yetiştirme gibi bir takım
sosyolojik sebeplerle de Arap fakihler; Türk ilim ve kültüründen zamanla etkilenmiş
ve böylece Türkleşmişlerdir. Fakat yetiştirdikleri Türkmen talebeleri Türkmenler
arasında İslamın yayılıp özümsenmesine katkı sağladığı gibi İslam Dünyasında
ölümsüz fıkhi eserleri miras bırakmışlardır. Türk ve Türkmen kelimeleri birbirinin
yerine kullanılmakta olup aralarında belirgin bir fark yoktur. Dolayısıyla biz bu
tebliğimizde bu kavramları birbirinin yerine kullandık.
Bu verilerden hareketle; birçok Fars ve Arapın Türklerle bir arada yaşaması,
onlara hoca veya talebe olması, Türklerin Arap ve Fars ismi alması sebebiyle; artık
yüzyıllar sonra bir fakihin Türk/Türkmen mi yoksa başka bir unsurdan mı
olduğunun tespiti gerçekten zordur. Bu, ancak bir takım fakihler (Türk illerinde
yaşıyor da o şehrin meskûnu daha çok Türkse gibi) faraziyelerle tespit edilebilir.
Dolayısıyla yüzyıllara göre fakihleri sıralayarak hem bugünkü devlet sınırlarına hem
de tarihteki Şam-Horasan İlim Havzaları gibi ilim bölgelerine göre fakihleri ele aldık.
İslam hukuk tarihinde önemine binaen ilk on fakihin ayrıntılı bilgisini, diğerlerinin
ise sadece tam ismi, muhtemel kavmî mensubiyeti ve fıkıh eserlerini verdik.Bu yönüyle etkisi günümüze kadar süren; tespit edebildiğimiz kadar sırf
Türkmen/Türk, Türk olması muhtemel ve Türk Kültüründen etkilenmiş 120 adet
fakih tespit ettik. Bunlardan nisbesinde “Türkmen, Türkistan” ifadeleri olup
Türklüğü kesin olan sadece 4 fakih tespit ettik. Hatta bu meyanda; ortaokul ve
liselerde okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi kitaplarında adı “Müslüman-Türk Bilim
Adamları” başlığı altında geçen İmam-ı A’zam Ebû Hanife’nin üçüncü dedesinin
ismine nisbetle kuvvetle muhtemel Hint ve Fars kökenli olabileceğini ama Türklerin
Fars isimlerini de çocuklarına koyması vesilesiyle Türk de olabileceğini tespit ettik.

İslamofobinin, bir başka deyimle batı ve uzak doğunun İslam korkusunun temelinde yatan kavramlard... more İslamofobinin, bir başka deyimle batı ve uzak doğunun İslam korkusunun temelinde yatan kavramlardan birisi de İslam Savaş Hukukundaki Cihad olgusudur. Kitaplardaki ideal hukuk ile realist bakış açısının uygulamada biraz değişmesi, yöneten karizmanın şiddeti, egemen coğrafyalar arasındaki mücadeleler, tarihte suni olarak oluşturulan mitler ve günümüzdeki kitle iletişim araçlarındaki algı operasyonları teknolojik siyasi-askeri gücü elinde bulunduranların bir takım islamofobik savlarını dünya kamuoyuna sanki haklıymış gibi göstermektedir. Diyalektik bakış açısına sahip olmadan, tarafların hukuk sistemlerinin dayandığı felsefi temeli ve hukuk ve politik tarihini bilmeden bu hususta yapılacak değerlendirmeler hep eksik olacaktır. Tebliğimiz işte bu bakış açısıyla ileri sürülen savlara tarafların temel kutsal metinlerinden hareketle bir bakış açısı daha sonra bu hususta tarafların tarih boyunca ortaya koyduğu siyasi-tarihi ve hukuki katkının olumlu-olumsuz manada ne olduğu üzerinde durula...
Uploads
Papers by Muhammet Abdülmecit Karaaslan
Conference Presentations by Muhammet Abdülmecit Karaaslan
şerefinden dolayı Farslara ve Araplara saygı, Kur’an Dilinin Arapça olması ve
müslüman topluma aidiyet hissi vb. sebeplerle çocuklarına Arapça ve Farsça isimler
verdiler. Bu nedenlerle Türkmenler, Arap Kültürü ve Arapçadan önemli ölçüde
etkilenmişlerdir. Diğer yandan özellikle Horasan ilim havzasında Türkmenlerin fazla
olması, evlilik, komşuluk, birlikte yaşama, Türk talebe yetiştirme gibi bir takım
sosyolojik sebeplerle de Arap fakihler; Türk ilim ve kültüründen zamanla etkilenmiş
ve böylece Türkleşmişlerdir. Fakat yetiştirdikleri Türkmen talebeleri Türkmenler
arasında İslamın yayılıp özümsenmesine katkı sağladığı gibi İslam Dünyasında
ölümsüz fıkhi eserleri miras bırakmışlardır. Türk ve Türkmen kelimeleri birbirinin
yerine kullanılmakta olup aralarında belirgin bir fark yoktur. Dolayısıyla biz bu
tebliğimizde bu kavramları birbirinin yerine kullandık.
Bu verilerden hareketle; birçok Fars ve Arapın Türklerle bir arada yaşaması,
onlara hoca veya talebe olması, Türklerin Arap ve Fars ismi alması sebebiyle; artık
yüzyıllar sonra bir fakihin Türk/Türkmen mi yoksa başka bir unsurdan mı
olduğunun tespiti gerçekten zordur. Bu, ancak bir takım fakihler (Türk illerinde
yaşıyor da o şehrin meskûnu daha çok Türkse gibi) faraziyelerle tespit edilebilir.
Dolayısıyla yüzyıllara göre fakihleri sıralayarak hem bugünkü devlet sınırlarına hem
de tarihteki Şam-Horasan İlim Havzaları gibi ilim bölgelerine göre fakihleri ele aldık.
İslam hukuk tarihinde önemine binaen ilk on fakihin ayrıntılı bilgisini, diğerlerinin
ise sadece tam ismi, muhtemel kavmî mensubiyeti ve fıkıh eserlerini verdik.Bu yönüyle etkisi günümüze kadar süren; tespit edebildiğimiz kadar sırf
Türkmen/Türk, Türk olması muhtemel ve Türk Kültüründen etkilenmiş 120 adet
fakih tespit ettik. Bunlardan nisbesinde “Türkmen, Türkistan” ifadeleri olup
Türklüğü kesin olan sadece 4 fakih tespit ettik. Hatta bu meyanda; ortaokul ve
liselerde okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi kitaplarında adı “Müslüman-Türk Bilim
Adamları” başlığı altında geçen İmam-ı A’zam Ebû Hanife’nin üçüncü dedesinin
ismine nisbetle kuvvetle muhtemel Hint ve Fars kökenli olabileceğini ama Türklerin
Fars isimlerini de çocuklarına koyması vesilesiyle Türk de olabileceğini tespit ettik.
şerefinden dolayı Farslara ve Araplara saygı, Kur’an Dilinin Arapça olması ve
müslüman topluma aidiyet hissi vb. sebeplerle çocuklarına Arapça ve Farsça isimler
verdiler. Bu nedenlerle Türkmenler, Arap Kültürü ve Arapçadan önemli ölçüde
etkilenmişlerdir. Diğer yandan özellikle Horasan ilim havzasında Türkmenlerin fazla
olması, evlilik, komşuluk, birlikte yaşama, Türk talebe yetiştirme gibi bir takım
sosyolojik sebeplerle de Arap fakihler; Türk ilim ve kültüründen zamanla etkilenmiş
ve böylece Türkleşmişlerdir. Fakat yetiştirdikleri Türkmen talebeleri Türkmenler
arasında İslamın yayılıp özümsenmesine katkı sağladığı gibi İslam Dünyasında
ölümsüz fıkhi eserleri miras bırakmışlardır. Türk ve Türkmen kelimeleri birbirinin
yerine kullanılmakta olup aralarında belirgin bir fark yoktur. Dolayısıyla biz bu
tebliğimizde bu kavramları birbirinin yerine kullandık.
Bu verilerden hareketle; birçok Fars ve Arapın Türklerle bir arada yaşaması,
onlara hoca veya talebe olması, Türklerin Arap ve Fars ismi alması sebebiyle; artık
yüzyıllar sonra bir fakihin Türk/Türkmen mi yoksa başka bir unsurdan mı
olduğunun tespiti gerçekten zordur. Bu, ancak bir takım fakihler (Türk illerinde
yaşıyor da o şehrin meskûnu daha çok Türkse gibi) faraziyelerle tespit edilebilir.
Dolayısıyla yüzyıllara göre fakihleri sıralayarak hem bugünkü devlet sınırlarına hem
de tarihteki Şam-Horasan İlim Havzaları gibi ilim bölgelerine göre fakihleri ele aldık.
İslam hukuk tarihinde önemine binaen ilk on fakihin ayrıntılı bilgisini, diğerlerinin
ise sadece tam ismi, muhtemel kavmî mensubiyeti ve fıkıh eserlerini verdik.Bu yönüyle etkisi günümüze kadar süren; tespit edebildiğimiz kadar sırf
Türkmen/Türk, Türk olması muhtemel ve Türk Kültüründen etkilenmiş 120 adet
fakih tespit ettik. Bunlardan nisbesinde “Türkmen, Türkistan” ifadeleri olup
Türklüğü kesin olan sadece 4 fakih tespit ettik. Hatta bu meyanda; ortaokul ve
liselerde okutulan din kültürü ve ahlak bilgisi kitaplarında adı “Müslüman-Türk Bilim
Adamları” başlığı altında geçen İmam-ı A’zam Ebû Hanife’nin üçüncü dedesinin
ismine nisbetle kuvvetle muhtemel Hint ve Fars kökenli olabileceğini ama Türklerin
Fars isimlerini de çocuklarına koyması vesilesiyle Türk de olabileceğini tespit ettik.
In our paper, we will focus on the views expressed in this view from the basic sacred texts of the parties, then what is the political-historical and legal contribution that the parties have made throughout history in the positive-negative aspect. In detail, the Islamophobic publication and the perception control over the main issues related to war, the reason why Muslims are always in defense and some kind of effective verbal and operational countermeasures, whether there is as much fear and fear as war in Islamic Law is more humane than the other side and whether the neoclassic and the oratory jihadist understandings in the Islamic world before and after September 11 will be examined in accordance with the Islamic War Law.
Son yıllarda bir takım yeni beslenme ve tedavi yöntemleri yaygınlık kazanmaktadır. Bunlardan bazıları; kan gruplarına göre beslenme, pişmemiş veya az haşlanmış gıdalarla beslenme, oruçla diyet, kombuçay ve bir takım psikolojik hastalıklara dini kaynaklardan hareketle kognitif (bilişsel) tedavi bunlardan bazılarıdır.
Fıkıh, zaruri durumlar hariç haramla tedavi ve beslenme olmadığı müddetçe her tür beslenme ve tedaviye izin verir. Fakat bazı helal gıdaların pişirilmesi, aşırı tüketilmesi ve eksik-dengesiz beslenmenin sağlığa yakın veya uzak süreçte zarar verdiği tespit edilmiştir.
Şayet Kur’an’da ve Hz. Peygamber (S.A.S)’in sünnetinde örneği ve benzeri varsa helal daire içinde beslenme mubahtır. Yani yapılması ve terk edilmesine ayrıca bir sevap veya günah verilmez. Ancak peygamberin sünnetine uyma niyetiyle yapılırsa sevap verilebilir.
Hz. Peygamber (S.A.S)’in tercih ettiği beslenme ve tedavi de mutlaka faydalıdır. Çünkü o doğrudan ve dolaylı vahiyle müeyyeddir. O, kendi arzusundan konuşmaz O’nun söz ve fiillerinde ilahi bir yönlendirme ve müsaade vardır. Ve O bize, hem dünyevi hem uhrevi konularda örnektir.
Bu verilerden hareketle bir beslenme ve tedavi yönteminin kitap ve sünnette örneği varsa o tarzda beslenmek müstehabdır. Mübah gıdalardan olsa bile bir besinin veya bir beslenme yönteminin yakın veya uzak gelecekte insana zarar vermesi kuvvetle muhtemelse, bu takdirde tüketilmesi mekruh veya tahrimen mekruh kabul edilebilir.
Anahtar Kelimeler:Yeni Tedavi ve Beslenme Yöntemleri, Mustahab, Mekruh, Kan Gruplarına Göre Beslenme, Pişirilmiş Gıdalar, Oruçla Tedavi, Kombuçay, Sirke, İki Uçlu Duygulanım Bozukluğu, Bilişsel Tedavi
Summary
In recent years a number of new nutrition and treatment methods are becoming more popular. Some of them; Blood group diet, raw or lightly cooked food diet, fasting diet, kombucha and a number of psychological illnesses movement from religious sources and cognitive therapy are some of them.
Except compulsory situations, unless there is nutrition with haram, Fiqh allows any type of treatment and therapy. However, it was found that some of halal food to be cooked, over consumed and under-unbalanced nutrition can damage health in the short or long term.
If there are examples in the Quran or Sunnah of the prophet, it is permissible as long as it is halal. That is, consuming them will not be assessed as merit or sin. However it can be assessed as merit if the intention is to obey the Prophet’s Sunnah.
The diet and treatment preferred by the prophet is definitely beneficial. Because he is supported directly or indirectly with the revelation. He doesn’t speak from his own desire. In his words and actions, there is the divine guidance and permit. And he is an example to us in every aspect both worldly and ethereal.
From the data given above, if there are instances that kind of nutrition and treatment method in Quran and Sunnah, then it is mustahab. Even if foods or a dietary method are permissible, if there is probable harm possibility in the near or distant future, its consumption is likely to be acceptable makrooh (abominable) or tahrimen makrooh (approximately forbidden).
Keywords: New Therapy And Nutrition Methods, Mustahab, Makrooh (Abominable), According To The Blood Group Diet, Cooked Foods, Fasting Treatment, Kombuçay, Vinegar, Bipolar Affective Disorders, Cognitive Therapy
Özellikle din görevlisi ve din öğreticisi yetiştiren İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat-İslâmi İlimler Fakülteleri öğrencileri, daha öğrenim gördükleri sırada baştan sona bir meâl okuma hedefini gerçekleştirmelidirler. Bu konuda bu kurumların hocaları, müfredat kapsamında öğrenciye yaptırım uygulayarak yardımcı olmalıdırlar. 300 sayfalık bir kitabı baştan sona okuma cesareti ve becerisi gösteremeyen öğrenciye ciltlerce tefsirleri okumayı tavsiye etmek gerçeklikten uzaktır. Başlangıçta hacmi az bir meâli tek başına okumayı beceren öğrenci daha sonra başka ciltli tefsir ve kitapları da okuyabilecektir. Bunun için bizim tavsiyemiz, daha ilk sınıfta veya hazırlık sınıfında öğrencilerin bir hafta veya bir ay içinde kısa bir Kur’ân-ı Kerîm meâlinin tümünü ara vermeden okumasıdır. Bunu tek başına yapabilen öğrenci belki çok az olacaktır. Azlığına görmeksizin bu konunun üzerinde ısrarla durulmalıdır. Çünkü bir müessese gelecekte bir kişiyi bile yetiştirse görevini icra etmiştir.
Temel İslâm bilimleri ve Fıkıh öğretimi bağlamında ayrıntılı anlayarak okuma faaliyeti yapma için Kur’ân-ı Kerîm, Tefsir, Fıkıh, Kelam derslerinin olduğu dönemlerde 6 cüz/120 sayfa okuma ödevi verilen bir program takip edilmelidir. Ayrıca sınavlarda test-klasik soru sorma şeklinde ölçme değerlendirmeye dayanan bir yöntem de takip edilmelidir. Buna ilaveten anlayarak okumayı cazip hale getiren çeşitli kitaplar ve çoktan seçmeli soru kitapları da kullanılabilir. Bu konuda yeteri kadar kaynak mevcuttur. Meâl okutma sorumluluğunu üzerine alan öğretici de soru üretebilir. Bilinen Eski Anadolu Türkçesi dönemine ait satır arası ilk Kur’ân tercümesi, 804/1401 tarihli olup o günden bugüne anlayarak Kur'ân okuma ile ilgili birçok eser yazılmıştır. Bu tür satır arası kelime ve kırık manalı meâllerden istifade edilerek günümüzde birçok yeni meâl tasarımı yapılmıştır. Özellikle renkli öğretim tekniğinin Kur'ân meâllerine uygulanmasıyla öğrenmeyi kolaylaştırıcı çok sayıda meâl yayınlanmıştır. Yardımcı İslâm Bilimleri derslerinde öğreticiler, konuların Kur'ân âyetleriyle ilgisini kurarak meâl okumaya teşvik etmelidirler.
Fıkıh öğretiminde ahkâm âyetleri, hükümlerin dayandığı temel kaynak olması yönüyle çok önemlidir. Özellik fıkıh öğretiminde öğretici kişiler, fıkıh derslerinin öğretiminde gerek konu bazlı gerek Mushaf sırasına ahkâm ayetlerine vurgu yapmak şartıyla tüm meâlin okunup anlaşılmasını hedeflemelidirler. Bu konuda güvenilir bir tefsirli meâl seçilip, ilerleyen dönemlerde devam ettirilmek şartıyla ahkâm âyet merkezli, siyak ve sibakında diğer âyetlerin de okunduğu bir program yürütülmelidir. Bunun için gerekirse öğretmenler kurulu veya ana bilim dalı hocaları arasında ortak karar alınıp ara vermeksizin devam ettirilmeli, sınavlarda soru sorulmalı veya belirli bir puana karşılık gelen yazılı ödevler verilmelidir. Çalışmamızda bu konu ile ayrıntılı bilgi verilmiş olup bildirinin eklerinde konu ve Mushaf sûre sıra bazlı ahkâm âyetleri listesi (internet linki ve karekoduyla) verilmiştir. Bizim önerimiz, nüzûl sırasına göre değil, Mushaf tertip sırasına göre bir okuma yönteminin takip edilmesidir.
Islâm Hukukunun temel iki kaynağından biri olan Kur'ân'da hava, su ve toprağa sık sık vurgu yapılır ve "altlarında ırmaklar akan cennetler/bahçeler" tasviriyle cennete vurgu yapılır. Böylece insana Allâh'ın nimetleri ve imar ve ıslah görevi hatırlatılır. Kur'an'da çevreyle ilgili kesin emredici hükümler olmasa da çevresel değerleri korumamız gerektiği ayetlerin genelinden anlaşılır. Sünnette, daha çok çevreyle ilgili emir ve tavsiyeler buluyoruz. Ağaç dikmekten, sit alanı ilan etmeye, hayvanların yumurtalarına basmamaya kadar birçok husus hakkında hadisler vardır. Gerek tavsiye edici gerek yaptırıcı/cezalandırıcı olabilen bu hükümler, daha sonraki yüzyıllarda hisbe teşkilatının doğmasına sebep olmuş ve çevreyi kontrolle ilgili memurluklar ihdas edilmiştir. İşte bu bağlamda, bugünkü anlamda bağımsız ve sistematik olmasa da ilk günden beri var olan çevreci değerler ve çevre hukukunu oluşturacak yaptırımlar, daima var olagelmiştir. Hukukunun genel ma ks ati arı olan akıl, nefis, nesil, din ve malı korumanın üçü doğrudan sağlık ve çevre hakkı ile ilgilidir. Çevre hakkı, bütün bu maksatların ve diğer hakların üzerinde yaşanılarak varlık kazanacağı bir hak çeşididir.
Eserimizin, Şeyhülislam Bâlizâde Mustafa Efendi ve fetvaları hakkında ilk müstakil çalışma olması yönüyle kayda değer olduğu kanaatindeyiz. Ayrıca fıkhın ana konularıyla ilgili uygulamaya dönük örnek fetvalar ve açıklamaları içermesi, Osmanlının 17. Yüzyılı örneğinde ülkenin sosyal, siyasi, iktisadi ve hukuki hayatı hakkında özet bilgiler vermesi de kitabın diğer özellikleridir.