
Damla Songur
Damla Songur has been an academician at Faculty of Law, Atilim University since 2011 and has been delivering lectures as an instructor since 2015. Ms. Songur has specialized in company law, capital markets law, competition law, IT law and gender studies. She also published articles in her field of research. Ms. Songur holds PhD in Commercial Law from Ankara University (2019), an LL.M in Commercial Law from Ankara University (2012) and an LL.B. from Ankara University (2009). She was studying as a trainee at Büdel Law Office in Frankfurt in September 2013. She visited Institute for Law and Finance/Goethe University, Center for German and International Law of Financial/University of Mainz and also Institute of Foreign and International Private and Business Law/Heidelberg University as a researcher in 2017.
Phone: 03125868024
Address: Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Phone: 03125868024
Address: Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi
less
Related Authors
Zuhal Özel Sağlamtimur
Ege University
Deniz Yonucu
Newcastle University
Mauro Grondona
University of Genova
umut kolos
İstanbul üniversitesi
MAHİDE DEMİRELOZ
Ege University
Nurettin Gemici
Istanbul University
Gökçe Çöçel
Ankara University
Dierle Nunes
PUC Minas
FATİH DÜĞMECİ
Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi / Social Sciences University of Ankara
InterestsView All (14)
Uploads
Papers by Damla Songur
mektubuna ilişkin Türk Ticaret Kanunu’nun 21/3 fıkrası ile getirilen kanuni karinenin sigorta poliçelerine uygulanıp
uygulanamayacağı hususunu tartışmaktır.
Bu bağlamda öncelikle sigorta poliçelerinin teyit mektubunun Türk Ticaret Kanunu 21/3. fıkrasında yer verilen tanımını karşılayıp karşılamadığı; ardından Türk Ticaret Kanunu 21/3. fıkrasında düzenlenen kanuni karinenin, koşulları
bakımından her durumda sigorta poliçeleri için uygulanıp uygulanamayacağı ve ispat sorunu ile son olarak Türk
Ticaret Kanunu’nun 1425/2 hükmü ile sigorta poliçesinde sözleşmeden farklılaşan aleyhe içeriğin geçersizliği düzenlemesinin bu değerlendirme bakımından anlamı incelenecektir.
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
I. UYUM KAVRAMI
II. ANONİM ŞİRKETLER BAKIMINDAN UYUM’UN İŞLEVLERİ
1. Önleme İşlevi
A- Genel Olarak
B- Rekabet Hukuku Bakımından Önleme İşlevinin Önemi
a- Maddi Hukuk Bakımından
b- Usul Hukuku Bakımından
C- Önleme İşlevi Bakımından Uyum Programının Oluşturulması
2. Ortaya Çıkarma İşlevi
3. Tepki Gösterme İşlevi
A- Genel Olarak
B- Rekabet Hukuku Bakımından Tepki Gösterme İşlevinin Önemi
a- Hukuka Aykırılığın Durdurulması
b- Şirket İçi Yaptırımlar
c- Aktif İş Birliği
d- Taahhüt ve Uzlaşma
aa. Genel Olarak
bb. Uyum Programının Önemi
III. REKABET KURULU BAKIMINDAN UYUM PROGRAMININ ÖNEMİ
1. Tedbirler
A- Genel Olarak Tedbirler
B- Uyum Programı Kapsamında Tedbirler
2. Cezada İndirim Nedenleri
IV. SONUÇ
KAYNAKÇA
Proje süreci ve araştırmaların sonuçları, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bilgi ve bilinç düzeyinin üniversiteler düzeyinde geliştirilecek politikalarla yükseltilebileceğini, sürdürülebilir Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Üniversite ve Kadın Dostu Kampüs ortamının sağlanmasının daha özgür ve eşitlikçi bir toplum için çarpan etkisi yaratacağını göstermektedir.
Anahtar kelimeler: toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın dostu kampüs, üniversite, cinsiyetçilik, cinsiyetlendirilmiş mekân
Türk Ticaret Kanunu’nun geçici 7. maddesi ile kanun koyucu, faal olmayan veya kanuni gereklilikleri yerine getirmemiş bulunan şirketlerin (kabuk şirketler) şeklen varlığını daha fazla sürdürmesinin önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Bunun için, hükmün uygulanması bakımından önce Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 01.07.2014 tarihine kadar 2 yıllık bir süre belirlemiş; ancak daha sonra 6552 sayılı İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun’un 133. maddesi ile bu süreyi 01.07.2015 tarihine kadar uzatmıştır.
Türk Ticaret Kanunu’nun geçici 7. maddesi kapsamında münfesih olan veya sayılan şirketlerin sadece tasfiyesi kolaylaştırılmamış; bazı hallerde ticaret sicil müdürlüklerinin resen terkin işlemi yapması da olanaklı kılınmıştır. Üstelik sicilden resen silinmesi öngörülmüş şirketlerin borçlarının, unvanlarının silinmesine engel teşkil etmeyeceği ve ortaya çıkabilecek malvarlığının kaydın silindiği tarihten itibaren 10 yıl sonra Hazineye intikal edeceği hükme bağlanmıştır (TTK geçici md. 7/12 ve 7/15). Böylece ticaret sicil müdürlükleri tarafından söz konusu geçici 7. madde kapsamında çok sayıda şirketin tasfiye işlemlerine başlanmış ve resen terkin işlemleri gerçekleştirilmiştir.
Bununla birlikte ilgili madde kapsamında ticaret sicilinden kaydı silinen şirketlerin silinme tarihinden itibaren 5 yıl içinde mahkemeye başvurularak ihyasının istenebileceği öngörülerek bu olağanüstü süreç dengelenmeye çalışılmış ve bir çeşit telafi olanağı getirilmiştir (TTK geçici md. 7/15). Yalnız, olanak tanınan ihyanın hukuki niteliği, kapsam ve usulü konusunda kanuni bir açıklık bulunmamaktadır.
Geçici 7. madde kapsamına giren şirketlerin tespiti ve bildirimi için öngörülen 01.07.2015 tarihi geçmiştir. Ancak tasfiyesi bu maddeye göre gerçekleştirilecek şirketler için maddenin uygulamasının bu tarihten sonra bir süre daha devam etmiş olması , madde kapsamında ticaret sicilinden silinen şirketlerin silinmeden itibaren 5 yıl içerisinde ihyasının istenebilmesi ve düzenlemenin doğurabileceği sorunlar nedeniyle madde halen geçerliliğini sürdürmektedir. Nitekim bugün için mahkemeler ve Yargıtay önünde de konu ile ilgili çok sayıda dava bulunmaktadır. Bu gerekçeyle bu çalışmada konuya ilişkin teorik bir temel oluşturulduktan sonra maddenin kapsamı ve öngördüğü usul üzerine genel bir inceleme yapılacak; ardından Geçici 7. madde kapsamında şirketlerin ticaret sicilinden resen silinmesi ile ihyasına ilişkin Yargıtay kararları göz önüne alınarak konu değerlendirilecektir.
Bu hukuki çerçeve ışığında üniversitelerdeki önleme ve koruma çalışmaları konusunda ise Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı, Yükseköğretim Kurulu ve bütün üniversiteler adına 18.02.2015 tarihli yaptığı ortak açıklamada “Kadına yönelik şiddetin ve istismarın önlenmesi adına üniversitelerimizde yapılan çalışmalar, bugünden sonra eskisine göre kıyas kabul etmeyecek şekilde etkin ve sonuç üretici faaliyetleri artırarak sürdürülecek ve bu faaliyetler Yükseköğretim Kurulu tarafından da desteklenecektir.” diyerek üniversitelerdeki çalışmalara dikkat çekmiştir. 7.05.2015 tarihinde ise yaklaşık yetmiş üniversitenin kadın çalışmaları birimlerinin, konu ile ilgili akademisyenlerin, kadın çalışmaları yapan STK ve ilgili sendika temsilcilerinin katılımı ile gerçekleştirilen çalıştayda, üniversitelerin görevleri konusunda aşağıdaki dört ana tema üzerinde yoğunlaşılmıştır:
- Toplumsal cinsiyet eşitliği dersinin zorunlu ders olarak müfredata dâhil edilmesi,
- Üniversite ortamında şiddet, cinsel taciz, istismar ve mobbing,
- Üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin genel kabul görmesinin sağlanması,
- Üniversitelerin yöneticilerine idari ve akademik personeline toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığının kazandırılması.
Hem hukuken hem de politika geliştirilmesinde atılan bu önemli adımların üniversitelerde yaşama geçirilmesi için kadın çalışmaları merkezlerinin (KÇM) kapasitelerinin güçlendirilmesi, kampüslerde var olan eksiklerin tespiti ve yükümlülüklerin belirleyicisi olan mevzuatta yer alan haklara ilişkin bilincin artırılması gerekmektedir.
Üniversiteler de toplumun ayrılmaz bir parçası olduğundan yakın veya benzer sonuçların üniversiteler ve kampüs ortamları için de geçerli olduğu varsayımından hareketle Atılım Üniversitesi’nde 2015-2016 akademik yılında genel olarak üniversite öğrencileri arasındaki cinsiyetçiliği ve cinsel taciz ve saldırı (CTS) konusundaki durumu tespit etmek ve ağır hak ihlalleriyle sonuçlanan gerek ayrımcı/cinsiyetçi ortamın ortadan kaldırılması gerekse CTS’ye karşı etkili çözümler üretilmesi amaçlanmıştır. Bu çalışma kapsamında 2015 yılından itibaren katedilen mesafe dikkate alınacak olup projenin iş adımlarının gerçekleştirilmesine ilişkin gözlem ve deneyimler ile birlikte saha çalışması sonuçlarına ve proje sonrası izlenim ve çözüm önerilerine yer verilecektir.
Bu çalışmanın da çıkış noktasını oluşturan toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin birtakım temel başlangıç soruları şunlar olmuştur: CTS kapsamında değerlendirilen söylem/eylemler öğrenciler tarafından bilinmekte midir? Bu söylem ve davranışlara maruz bırakılanlar için başvuru yolları erişime açık mıdır? KÇM’lerin bu konuya ne şekilde müdahil olması/çözüm üretmesi gerekmektedir?
Bu sorular çerçevesinde CEDAW’ın haklardan eşit şekilde istifade etmeyi sosyo-kültürel unsurlar ve sosyal destekle ilişkilendiren, medeni-siyasi-sosyal-ekonomik insan haklarının bölünmezliğini dikkate alan; ayrımcılık yasağı ve eşitliğe ilişkin dönüştürücü, bütüncül ve toplumsal cinsiyet temelli yaklaşımı kullanılmıştır (Hellum ve Sinding Aasen, 2013, s. 2). Yine konu bağlamında İstanbul Sözleşmesi’nin kadına yönelik şiddeti, kadına karşı ayrımcılığa yol açan bir insan hakları ihlali olarak değerlendiren bakış açısı (Bakırcı, 2015, s. 158) takip edilmiştir.
Bu çalışmada saha çalışması sonuçları ve proje sonrası izlenim ve çözüm önerileri ele alınırken kişisel olanın politik olduğu analizi kullanılarak araştırmacıların kişisel deneyimleri, bilinç yükseltme çalışmaları sırasındaki deneyimler, cinsiyetçiliğin yaygınlığını anlamak ve karşı koymak için kolektif bir çaba harcama ve kadınların bilgisini toplumsallaştırma (MacKinnon, 2003, s. 111-117) yolu tercih edilmiştir. Dolayısıyla saha çalışmasında araştırmacıların kendilerinin de var olan ataerkil toplumun ve aynı zamanda değişimin bir parçası oldukları kabul edilerek (Harding, 1996, s. 42) sorunların ortaya konması, çözüm üretilmesi ve bunlara bağlı olarak eylem planı oluşturulmuş olup proje konusu özelinde yapılan araştırma uygulamaya yönelik bir eylem araştırmasıdır. Araştırmanın teorik kısmında, keşfetmeye ve hipotez oluşturmaya yönelik doküman incelemesi ve içerik analizi yapılmıştır. Saha çalışması ise betimleme ve hipotez sınamaya yönelik olup, anket uygulaması gerçekleştirilmiştir.
mektubuna ilişkin Türk Ticaret Kanunu’nun 21/3 fıkrası ile getirilen kanuni karinenin sigorta poliçelerine uygulanıp
uygulanamayacağı hususunu tartışmaktır.
Bu bağlamda öncelikle sigorta poliçelerinin teyit mektubunun Türk Ticaret Kanunu 21/3. fıkrasında yer verilen tanımını karşılayıp karşılamadığı; ardından Türk Ticaret Kanunu 21/3. fıkrasında düzenlenen kanuni karinenin, koşulları
bakımından her durumda sigorta poliçeleri için uygulanıp uygulanamayacağı ve ispat sorunu ile son olarak Türk
Ticaret Kanunu’nun 1425/2 hükmü ile sigorta poliçesinde sözleşmeden farklılaşan aleyhe içeriğin geçersizliği düzenlemesinin bu değerlendirme bakımından anlamı incelenecektir.
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
I. UYUM KAVRAMI
II. ANONİM ŞİRKETLER BAKIMINDAN UYUM’UN İŞLEVLERİ
1. Önleme İşlevi
A- Genel Olarak
B- Rekabet Hukuku Bakımından Önleme İşlevinin Önemi
a- Maddi Hukuk Bakımından
b- Usul Hukuku Bakımından
C- Önleme İşlevi Bakımından Uyum Programının Oluşturulması
2. Ortaya Çıkarma İşlevi
3. Tepki Gösterme İşlevi
A- Genel Olarak
B- Rekabet Hukuku Bakımından Tepki Gösterme İşlevinin Önemi
a- Hukuka Aykırılığın Durdurulması
b- Şirket İçi Yaptırımlar
c- Aktif İş Birliği
d- Taahhüt ve Uzlaşma
aa. Genel Olarak
bb. Uyum Programının Önemi
III. REKABET KURULU BAKIMINDAN UYUM PROGRAMININ ÖNEMİ
1. Tedbirler
A- Genel Olarak Tedbirler
B- Uyum Programı Kapsamında Tedbirler
2. Cezada İndirim Nedenleri
IV. SONUÇ
KAYNAKÇA
Proje süreci ve araştırmaların sonuçları, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bilgi ve bilinç düzeyinin üniversiteler düzeyinde geliştirilecek politikalarla yükseltilebileceğini, sürdürülebilir Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Üniversite ve Kadın Dostu Kampüs ortamının sağlanmasının daha özgür ve eşitlikçi bir toplum için çarpan etkisi yaratacağını göstermektedir.
Anahtar kelimeler: toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın dostu kampüs, üniversite, cinsiyetçilik, cinsiyetlendirilmiş mekân
Türk Ticaret Kanunu’nun geçici 7. maddesi ile kanun koyucu, faal olmayan veya kanuni gereklilikleri yerine getirmemiş bulunan şirketlerin (kabuk şirketler) şeklen varlığını daha fazla sürdürmesinin önüne geçmeyi amaçlamaktadır. Bunun için, hükmün uygulanması bakımından önce Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 01.07.2014 tarihine kadar 2 yıllık bir süre belirlemiş; ancak daha sonra 6552 sayılı İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun’un 133. maddesi ile bu süreyi 01.07.2015 tarihine kadar uzatmıştır.
Türk Ticaret Kanunu’nun geçici 7. maddesi kapsamında münfesih olan veya sayılan şirketlerin sadece tasfiyesi kolaylaştırılmamış; bazı hallerde ticaret sicil müdürlüklerinin resen terkin işlemi yapması da olanaklı kılınmıştır. Üstelik sicilden resen silinmesi öngörülmüş şirketlerin borçlarının, unvanlarının silinmesine engel teşkil etmeyeceği ve ortaya çıkabilecek malvarlığının kaydın silindiği tarihten itibaren 10 yıl sonra Hazineye intikal edeceği hükme bağlanmıştır (TTK geçici md. 7/12 ve 7/15). Böylece ticaret sicil müdürlükleri tarafından söz konusu geçici 7. madde kapsamında çok sayıda şirketin tasfiye işlemlerine başlanmış ve resen terkin işlemleri gerçekleştirilmiştir.
Bununla birlikte ilgili madde kapsamında ticaret sicilinden kaydı silinen şirketlerin silinme tarihinden itibaren 5 yıl içinde mahkemeye başvurularak ihyasının istenebileceği öngörülerek bu olağanüstü süreç dengelenmeye çalışılmış ve bir çeşit telafi olanağı getirilmiştir (TTK geçici md. 7/15). Yalnız, olanak tanınan ihyanın hukuki niteliği, kapsam ve usulü konusunda kanuni bir açıklık bulunmamaktadır.
Geçici 7. madde kapsamına giren şirketlerin tespiti ve bildirimi için öngörülen 01.07.2015 tarihi geçmiştir. Ancak tasfiyesi bu maddeye göre gerçekleştirilecek şirketler için maddenin uygulamasının bu tarihten sonra bir süre daha devam etmiş olması , madde kapsamında ticaret sicilinden silinen şirketlerin silinmeden itibaren 5 yıl içerisinde ihyasının istenebilmesi ve düzenlemenin doğurabileceği sorunlar nedeniyle madde halen geçerliliğini sürdürmektedir. Nitekim bugün için mahkemeler ve Yargıtay önünde de konu ile ilgili çok sayıda dava bulunmaktadır. Bu gerekçeyle bu çalışmada konuya ilişkin teorik bir temel oluşturulduktan sonra maddenin kapsamı ve öngördüğü usul üzerine genel bir inceleme yapılacak; ardından Geçici 7. madde kapsamında şirketlerin ticaret sicilinden resen silinmesi ile ihyasına ilişkin Yargıtay kararları göz önüne alınarak konu değerlendirilecektir.
Bu hukuki çerçeve ışığında üniversitelerdeki önleme ve koruma çalışmaları konusunda ise Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı, Yükseköğretim Kurulu ve bütün üniversiteler adına 18.02.2015 tarihli yaptığı ortak açıklamada “Kadına yönelik şiddetin ve istismarın önlenmesi adına üniversitelerimizde yapılan çalışmalar, bugünden sonra eskisine göre kıyas kabul etmeyecek şekilde etkin ve sonuç üretici faaliyetleri artırarak sürdürülecek ve bu faaliyetler Yükseköğretim Kurulu tarafından da desteklenecektir.” diyerek üniversitelerdeki çalışmalara dikkat çekmiştir. 7.05.2015 tarihinde ise yaklaşık yetmiş üniversitenin kadın çalışmaları birimlerinin, konu ile ilgili akademisyenlerin, kadın çalışmaları yapan STK ve ilgili sendika temsilcilerinin katılımı ile gerçekleştirilen çalıştayda, üniversitelerin görevleri konusunda aşağıdaki dört ana tema üzerinde yoğunlaşılmıştır:
- Toplumsal cinsiyet eşitliği dersinin zorunlu ders olarak müfredata dâhil edilmesi,
- Üniversite ortamında şiddet, cinsel taciz, istismar ve mobbing,
- Üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin genel kabul görmesinin sağlanması,
- Üniversitelerin yöneticilerine idari ve akademik personeline toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığının kazandırılması.
Hem hukuken hem de politika geliştirilmesinde atılan bu önemli adımların üniversitelerde yaşama geçirilmesi için kadın çalışmaları merkezlerinin (KÇM) kapasitelerinin güçlendirilmesi, kampüslerde var olan eksiklerin tespiti ve yükümlülüklerin belirleyicisi olan mevzuatta yer alan haklara ilişkin bilincin artırılması gerekmektedir.
Üniversiteler de toplumun ayrılmaz bir parçası olduğundan yakın veya benzer sonuçların üniversiteler ve kampüs ortamları için de geçerli olduğu varsayımından hareketle Atılım Üniversitesi’nde 2015-2016 akademik yılında genel olarak üniversite öğrencileri arasındaki cinsiyetçiliği ve cinsel taciz ve saldırı (CTS) konusundaki durumu tespit etmek ve ağır hak ihlalleriyle sonuçlanan gerek ayrımcı/cinsiyetçi ortamın ortadan kaldırılması gerekse CTS’ye karşı etkili çözümler üretilmesi amaçlanmıştır. Bu çalışma kapsamında 2015 yılından itibaren katedilen mesafe dikkate alınacak olup projenin iş adımlarının gerçekleştirilmesine ilişkin gözlem ve deneyimler ile birlikte saha çalışması sonuçlarına ve proje sonrası izlenim ve çözüm önerilerine yer verilecektir.
Bu çalışmanın da çıkış noktasını oluşturan toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin birtakım temel başlangıç soruları şunlar olmuştur: CTS kapsamında değerlendirilen söylem/eylemler öğrenciler tarafından bilinmekte midir? Bu söylem ve davranışlara maruz bırakılanlar için başvuru yolları erişime açık mıdır? KÇM’lerin bu konuya ne şekilde müdahil olması/çözüm üretmesi gerekmektedir?
Bu sorular çerçevesinde CEDAW’ın haklardan eşit şekilde istifade etmeyi sosyo-kültürel unsurlar ve sosyal destekle ilişkilendiren, medeni-siyasi-sosyal-ekonomik insan haklarının bölünmezliğini dikkate alan; ayrımcılık yasağı ve eşitliğe ilişkin dönüştürücü, bütüncül ve toplumsal cinsiyet temelli yaklaşımı kullanılmıştır (Hellum ve Sinding Aasen, 2013, s. 2). Yine konu bağlamında İstanbul Sözleşmesi’nin kadına yönelik şiddeti, kadına karşı ayrımcılığa yol açan bir insan hakları ihlali olarak değerlendiren bakış açısı (Bakırcı, 2015, s. 158) takip edilmiştir.
Bu çalışmada saha çalışması sonuçları ve proje sonrası izlenim ve çözüm önerileri ele alınırken kişisel olanın politik olduğu analizi kullanılarak araştırmacıların kişisel deneyimleri, bilinç yükseltme çalışmaları sırasındaki deneyimler, cinsiyetçiliğin yaygınlığını anlamak ve karşı koymak için kolektif bir çaba harcama ve kadınların bilgisini toplumsallaştırma (MacKinnon, 2003, s. 111-117) yolu tercih edilmiştir. Dolayısıyla saha çalışmasında araştırmacıların kendilerinin de var olan ataerkil toplumun ve aynı zamanda değişimin bir parçası oldukları kabul edilerek (Harding, 1996, s. 42) sorunların ortaya konması, çözüm üretilmesi ve bunlara bağlı olarak eylem planı oluşturulmuş olup proje konusu özelinde yapılan araştırma uygulamaya yönelik bir eylem araştırmasıdır. Araştırmanın teorik kısmında, keşfetmeye ve hipotez oluşturmaya yönelik doküman incelemesi ve içerik analizi yapılmıştır. Saha çalışması ise betimleme ve hipotez sınamaya yönelik olup, anket uygulaması gerçekleştirilmiştir.
Teşebbüslerin olağanüstü koşullara güvenerek gerçekleştirdiği piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozucu bu tutumları rekabet hukuku mevzuatının ihlali niteliğindedir ve hukuka aykırıdır. Zira kanuni veya idari düzenlemelerle resmi bir önlem alınmadığı sürece olağanüstü koşulların geliştiği dönemlerde hukuk düzeninin öngördüğü kural ve yasaklar geçerliliğini koruduğu gibi söz konusu koşullar nedeniyle daha da önem kazanırlar. Nitekim tüm dünyada ilgili otoriteler olağanüstü koşullarına rağmen kuralları uygulamakta tereddüt etmemekte; aksine piyasa düzeni ve toplumsal refahın korunması amacıyla sert politikalar izlemektedirler.
Ülkemizde de Ticaret Bakanlığı ve Rekabet Kurulu tarafından son dönemde yaşanan depremler sonrasında ve tüm dünyanın halen etkisi altında bulunduğu pandemi sürecinde teşebbüslerin tüketici refahının aleyhine olan karar ve davranışlarına karşı soruşturma açılarak ve Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu’nun oluşturulması gibi kararlar alınarak net bir tutum benimsenmiştir.
Bu bağlamda çalışmamızda teşebbüslerin bu konudaki sorumluluklarının belirlenebilmesi için olağanüstü dönemlerdeki ekonomik karar ve davranışlarının hukuki değerlendirmesi yapılacaktır. Bu değerlendirmede hukuka aykırı işbirlikleri ve sömürücü davranışlara karşı başta Rekabet Hukuku olmak üzere çeşitli mevzuat kapsamındaki hüküm ve sonuçlar incelenecek ve içinde bulunduğumuz pandemi süreci kapsamında yerli ve yabancı otoritelerin yaklaşımları ve hukuk politikaları üzerinden örnekler paylaşılacaktır.
Ticari hayatın bir gerçeği olan şirketlerin ekonomik bütünlüğü yabancı hukuk sistemlerinde olduğu gibi , hukukumuzda da yükümlülükler, sorumluluklar ve koruyucu mekanizmalar bakımından düzenlenmiş; ayrıca yaptıkları işlemler kendi yapılarına özgü çeşitli usul ve esaslara tabi kılınmıştır.
Ancak Türk hukukunda şirketlerin ekonomik bütünlüğüne farklı mevzuatta ilgili düzenlemelerin getiriliş amacıyla sınırlı şekilde hükümler getirildiği görülmektedir. Bu bağlamda ekonomik bütünlük içindeki şirketler için bağlı şirket, yavru şirket, hâkim şirket, hâkim teşebbüs, şirketler topluluğu, grup, grup şirketleri, topluluk şirketi gibi birçok farklı terimle karşılaşılmaktadır. Nitekim 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile ilk defa düzenlenen Şirketler Topluluğu’na ilişkin hükümlerde hâkim ve bağlı şirket ile hâkim teşebbüs gibi kavramlara yer verilirken (TTK md. 195 vd.) ; 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu ve ikinci mevzuatında kapsamında ana ortaklık ve bağlı ortaklık (Ör. SPK md. 21/1 ve II-26.1 sayılı Tebliğ md. 18/1) ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ve ikincil mevzuatı kapsamında ekonomik bakımdan bütün teşkil eden birimler (RKHK md. 3) şeklinde düzenlemeler bulunmaktadır.
Farklı mevzuattaki hükümler beraberinde hepsinde kontrol kavramı ön plana çıksa da ekonomik bütünlüğün tespiti için ayrı düzenlemeleri (veya yollamaları) getirmektedir.
Türk Ticaret Kanunu kapsamında ya “Bir ticaret şirketi, diğer bir ticaret şirketinin, doğrudan veya dolaylı olarak; oy haklarının çoğunluğuna sahipse veya şirket sözleşmesi uyarınca, yönetim organında karar alabilecek çoğunluğu oluşturan sayıda üyenin seçimini sağlayabilmek hakkını haizse veya kendi oy hakları yanında, bir sözleşmeye dayanarak, tek başına veya diğer pay sahipleri ya da ortaklarla birlikte, oy haklarının çoğunluğunu oluşturuyorsa” ya da “Bir ticaret şirketi, diğer bir ticaret şirketini, bir sözleşme gereğince veya başka bir yolla hâkimiyeti altında tutabiliyorsa” hâkim ve bağlı şirket söz konusu olacak ve şirket topluluğuna ilişkin hükümlere tabi olunacaktır (TTK md. 195/1). Ayrıca “bir ticaret şirketinin başka bir ticaret şirketinin paylarının çoğunluğuna veya onu yönetebilecek kararları alabilecek miktarda paylarına sahip bulunması” da hâkimiyet ilişkisinin bulunduğu yönünde karine teşkil etmektedir (TTK md. 195/2) .
Sermaye Piyasası Kanunu’nda bağlı ortaklıklar terimine sadece ismen yer verilmesine karşılık şirketlerin ekonomik bütünlüğüne ilişkin hüküm ve sonuçların öngörüldüğü ikincil mevzuatında ise Türkiye Muhasebe Standartları/ Türkiye Finansal Raporlama Standartları’nda (TMS/TFRS) tanımlanan ana ortaklık ve bağlı ortaklık tanımlarına yollama yapılmıştır.
Rekabet Hukuku mevzuatında ise doğrudan bir tanımlama yapılmamakla beraber Kurul kararlarında 2010/4 sayılı Rekabet Kurulundan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ hükümlerinde yer verilen hükümlerin ve kontrol kavramının dikkate alındığı görülmekte ayrıca şu açıklamaya yer verilmektedir : “Bu açıklamalar ve bahse konu içtihatlar doğrultusunda ekonomik bütünlük olgusunun tanımlanması için izlenebilecek yol şu şekilde olmalıdır: 1) Kişiler ve/veya gruplar arasında ekonomik ve ailesel bağların bulunup bulunmadığının tespiti, 2) Ekonomik bağların temelleri, niteliği, büyüklüğü ve bunların -varsa- bağımsız faaliyetlerle karşılaştırılması, 3) Bu tespitlere dayanarak kişilerin çıkar birliği (unity of interest) içinde olup olmadıklarının tespiti”.
Şirketlerin ekonomik bütünlüğünün hukuki sonuçları bakımından bakıldığında da, her mevzuat kapsamında farklılıklar söz konusu olmaktadır.
Türk Ticaret Kanunu kapsamında bakıldığında, şirketler topluluğu içerisinde hâkim şirkete hâkimiyet hakkı ile bağlı şirketlerin yönetiminde söz sahipliği tanınmakta ve bağlı şirketleri kanuni çerçeve içerisinde kalmak kaydıyla yönlendirebilmektedir. Bu bağlamda Türk Ticaret Kanunu ile grup içi ilişkiler ve hâkimiyet hakkına karşılık sağlanan korumalar ile getirilen yükümlülükler ve sorumluluklar düzenlenmektedir (TTK md. 198 vd.).
Oysa Rekabet ve Sermaye Piyasası Hukuku mevzuatları kapsamında ekonomik bütünlük içerisindeki şirketlerin bir bütün olarak kabul edilmesine ilişkin hüküm ve sonuçların düzenlendiği ve tek işletme sorumluluğu teorisinin uygulama bulduğu görülür.
Sermaye Piyasası mevzuatı kapsamında bakıldığında önemli nitelikteki şirket işlemlerinin değerlendirilmesinde ana ortaklık konsolide finansal tabloları açısından önemlilik ölçütlerini sağlayan ve bağlı ortaklıklarca yapılan işlemler, ana ortaklık açısından önemli nitelikteki işlem kabul edilmektedir (II-23.3 sayılı tebliğ md. 6/4).
Rekabet hukuku kapsamında bakıldığında ise, ekonomik bütün teşkil eden birimlerin tek bir teşebbüs sayılmasına bağlı olarak Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4, 6 ve 7. maddelerinde düzenlenen rekabet ihlallerine açısından kavramın özel önem taşımaktadır . Buna göre, öncelikle bir işlem veya davranışın rekabeti ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde ekonomik bütünlük içerisindeki şirketler ayrı ayrı değerlendirilmez; dolayısıyla grup içi işlemler 4. madde kapsamında değerlendirilmez. Bunun yanı sıra ekonomik bütünlük içerisindeki teşebbüslerin tek bir teşebbüs olarak nitelendirilmesi nedeniyle 6. ve 7. maddeye ilişkin değerlendirilmelerde hâkim durumun kötüye kullanılması veya mevcut hâkim durumun güçlendirilmesi hususları bağlı şirketler birlikte dikkate alınarak gerçekleştirilebilecektir. Öte yandan bir şirketin gerçekleştirmiş olduğu rekabet ihlali sebebiyle bu şirketi kontrol eden şirketlerin de sorumluluğu gündeme gelebilecektir.
Yukarıda açıkladığımız hususlar bağlamında çalışmamızda Ticaret, Sermaye Piyasası ve Rekabet Hukuku mevzuatı kapsamında şirketler açısından ekonomik bütünlük kavramı ve şirketlerin ekonomik bütünlüğün tespitinin nasıl yapıldığı hususu incelenecek; ayrıca şirketlerin ekonomik bütün olarak kabul edilmesine bağlanan hüküm ve sonuçlar ele alınacaktır.
Etki ve sonuçları dolayısıyla uzun yıllardır tasfiye aşamasındaki şirketler için hükme bağlanmış önemli miktarda malvarlığı üzerindeki işlemler, faaliyet aşamasındaki şirketler bakımından da birçok Yargıtay kararına konu olmuştur. Bu doğrultuda söz konusu işlemler Yargıtay’ın yerleşik içtihatlara uygun şekilde faaliyet aşamasındaki anonim şirketler bakımından Türk hukukunda ilk defa 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile açıkça genel kurulun devredilemez görev ve yetkileri arasında hükme bağlanmakta; 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu ile ilgili ikincil mevzuat kapsamında ise önemli nitelikteki işlemler arasında düzenlenmektedir (TTK md. 408/2-f; SPK md. 23/1 ve II-23.3. sayılı Tebliğ md. 4/1-c).
Bu çalışmada önemli miktarda malvarlığı üzerindeki işlemlerin gerçekleştirilmesine ilişkin bütüncül bir hukuki çerçeve oluşturulması amaçlanmıştır. Bunun için karşılaştırmalı hukuktaki durum ve konunun Türk hukukundaki düzenleniş amacı bağlamında faaliyet aşamasındaki anonim şirketin önemli miktarda malvarlığı üzerindeki işlemlerinin kapsamının belirlenmesinin ardından bu işlemlerin ne şekilde gerçekleştirileceği ve ne gibi hüküm ve sonuçlar doğurabileceği incelenmiştir.