Papers by Ayşegül Doğrucan

Türk Dünyası Araştırmaları, Aug 29, 2019
First of all, this text is not a grammar study, it is a philosophical essay. The discipline that ... more First of all, this text is not a grammar study, it is a philosophical essay. The discipline that defines the methodology of this work is not the philology, but the philosophical style. Therefore, those who want to read, should obtain it by knowing that this article tries to explain whether Turkish language is competent or not, in terms of linguistic scope, about the existence (ontology) and knowledge (epistemology). Many people may think this is an ideological nationalist activity. Actually, the purpose of this study is to ensure it is discovered that no one thought about Turkish language's own cultural fiction and existence at all, and in this way to bring light to the anthropological and sociological studies, by deepening the semantic corridors imprisoned to structural (syntactic) examinations. Who knows, maybe in this way we will be able to discuss whether the changes in the meanings and usages of the words and sentence structures in Turkish in time provide us with a historical consciousness based on experience or not. The changes in the meaning of the words along the history (pragmatics) not only provide us with the possibility of a new historical methodology but also the archeology of language. Unfortunately, our historical consciousness is always interpreted based on some successes obtained against other cultures or the victorious events; therefore, we have to deal with the history of events rather than the facts. Therefore, we fail to notice the historical course of our linguistic concepts, as well as the course of our thoughts built by them. Therefore, the purpose of this study is to deal with the facts rather than the events to make the Turkish thought explicit and to clarify the style of processing the thought in scope of the filter of history to draw the attention to how it provides the possibility for science and philosophy. Another purpose is to analyze the reasons of prejudice against Turkish language. The paper's subject is Turkish in scope of the language philosophy as a study carried out according to the philosophical method, and it will possibly create new butterfly effects in subjects such as Turkish anthropology, Turkish sociology, Turkish cultural history and Turkish history of thought.
Sosyal Bilimler Dergisi, 2011
altı gazetenin haberleri incelenerek, bu gazetelerdeki çocuk haberleri belirlenmiş, bu haberlerde... more altı gazetenin haberleri incelenerek, bu gazetelerdeki çocuk haberleri belirlenmiş, bu haberlerden çocuk istismarı haberleri seçilerek incelenmiştir. Çalışmamızda, söz konusu haberlerin, çocuk haklarına ve medya etiğine uygunluk derecelerinin saptanması ve bu saptama üzerinden "çocuk istismarı" ile ilgili haberlerde belirlenen ilkelerin yeterli olup olmadığının değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Ayrıca "çocuk istismarının" haberlerde işleniş şeklinin tespiti ve bu tespite bağlı olarak haberler üzerinden toplumda "çocuk istismarına" ve çocuk haklarına ilişkin dikkat çekme çabasının olup olmadığı incelenmiştir.

Mediterranean Journal of Humanities, Jun 25, 2019
Genel felsefe tarihi ve İslâm düşünce tarihi açısından incelediğinde Gazzâli (1056-1111) büyük bi... more Genel felsefe tarihi ve İslâm düşünce tarihi açısından incelediğinde Gazzâli (1056-1111) büyük bir öneme sahiptir. Bunun önemli nedeni, Gazzâli'nin felsefeyle hesaplaşma adına ona karşı çıkıp düşünce tarihinde büyük kırılmalara sebebiyet vermesidir. Bununla birlikte gerek yaşadığı dönem gerekse bulunduğu konum ve de çok yönlü bir alim olması itibariyle bu önem ciddiyetini artırmaktadır. Bu olgulardan hareketle, özellikle son yıllarda İslâm düşüncesi üzerine çalışan birçok bilgin dikkatlerini Gazzâli'ye yöneltti. Bu araştırmalar temelde şu soruların cevabını arıyordu: Gazzâli'nin felsefeyle ilişkisinin mahiyeti nedir? Onun felsefeye yönelik eleştirel tavrı, İslâm medeniyetinde felsefenin ve bilimin zayıflamasına gerçekten yol açmış mıdır? Gazzâli'nin kelâmî kaygılarından hareketle geliştirdiği refleksif düşünceler felsefe eleştirileriyle uzlaştırılabilir mi? Gazzâli felsefe düşmanı mıdır? Gazzâli'nin Batı dünyasına etkisi var mıdır, var ise nelerdir? Gazzâli hakkında geçmişten günümüze yapılan çalışmalarda ortaya çıkan farklılıkların sebepleri nelerdir? Bu tür sorunlar Gazzâli hakkında birçok radikal yargılara varılmasına sebep olmuştur. Çalışmamız Gazzâli hakkındaki ön yargıların oluşma sebepleri, bazı önemli iddiaların, ön yargıların kritik edilmesi ve değerlendirilmesini konu edinecektir.

Özet
Şiddet insanlığın en büyük problemlerinden biridir. Toplum sağlığını tehdit eden bir olgu
ol... more Özet
Şiddet insanlığın en büyük problemlerinden biridir. Toplum sağlığını tehdit eden bir olgu
olarak şiddetin bütün boyutlarıyla incelenmesi gereklidir. Bir insan hakları ihlali olan şiddet farklı boyutlarda ve türlerde kendini göstermektedir. Şiddet, maruz kalana göre, kadına yönelik şiddet, çocuğa yönelik şiddet, yaşlıya yönelik şiddet, akranlar arası şiddet, kardeşler arası şiddet, flört şiddeti, engelliye yönelik şiddet, lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel (LGBT) şiddeti, mülteci şiddeti, kişinin kendine yönelik şiddeti türlerinden bahsedilirken; uygulanış türlerine göre fiziksel şiddet, cinsel şiddet, duygusal şiddet, ekonomik şiddet ve siber şiddet olarak sınıflandırılmaktadır. Şiddet türlerinin tamamı, büyük bir önemle incelenmelidir. Çalışmamızın konusu kadınların aile içinde uğradıkları şiddettir. Gelecek nesilleri ifade eden çocukların ilk sosyalleşme ve öğrenme merkezi olan aile içinde görülen şiddetin, özellikle çocuklarla yakın temasta bulunan kadına yönelmesi, şiddetin etki alanını genişletmektedir. Dolayısıyla kadınların belirli bir zamanda maruz kaldığı şiddetin etkilerini, yakın temasta bulunduğu ve yetiştirdiği çocuklarda görmek mümkün hale gelmektedir. İlk öğrenmelerin gerçekleştiği, bir sosyalleşme merkezi olan aile içindeki bireylerin karşı karşıya kaldığı şiddetin, bilhassa çocuklar vasıtasıyla diğer sosyalleşme halkalarına yansıması önemli olan bir diğer konudur. Bu çerçevede, şiddet, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet konularında yapılan çalışmalar incelenmiş, mevcut veriler bir felsefeci ve bir iletişimci diyalektiğiyle ele alınarak, düşünsel ve iletişimsel boyutları anlamaya çalışılmıştır.
Violence is one of humanity’s biggest problems. As a phenomena threatening community health care, violence should be scrutinised thoroughly. Violence, a human right violation, shows itself with different types at different levels. Types of violence, with regard to the ones who are exposed to violence, can be referred as violence against women, violence against children, violence against elderly people, violence among peers, violence among siblings, flirting violence, violence against disabled persons, violence against lesbian, gay, bisexual, transgender (LGBT) people, violence against refugees and violence against self; on the other side, based on its infliction, it can be classified as physical violence, sexual violence, emotional violence, economic violence and cyber violence. All types of violence should be studied with utmost importance. The subject of this article is domestic violence against women. Family is the first centre where children, expressed as future generation, socialise and learn and specifically when the act of violence is directed towards women who have close relations with children, the domain of violence spreads. Hence, the effects of violence inflicted to women at a given time can be seen in the acts of children who have close relations with those women and are raised by them. Another important issue is the reflection of violence among the individuals within the family, first learning centre, to the other socialisation circles especially via children. Within this scope, studies on violence against women and domestic violence have been examined and available data have been tried to understand through its intellectual and communicational aspects with the dialects of philosophy and communication.

MJH, 2020
Öz: Batı felsefe tarihinin başlangıcında yer alan Milet Okulu, başlangıç konumundan dolayı felsef... more Öz: Batı felsefe tarihinin başlangıcında yer alan Milet Okulu, başlangıç konumundan dolayı felsefe tarihinde özel çalışmaların da konusu olmuştur. Bu çalışmalar sadece felsefe tarihiyle sınırlı kalmayıp insanlığın düşünsel evriminin açıklanmasını konu edinen farklı alan çalışmalarında da özel bir konu alanı oluşturmuştur. Bilhassa felsefenin ortaya çıkışının koşulları olarak nitelendirilen öğeler, sadece düşünce tarihini yorumlayan bakış açılarından değil, aynı zamanda uygarlıkların ilerleyişine yönelik yak-laşımlardan da etkilenmekte ve bakış açısına dayalı olarak bir kriter halini almaktadır. Felsefenin üzerinde uzlaşılmış tek bir tanımı olmamasına rağmen, ortaya çıkan tek bir felsefe algısı söz konusudur ve bu algının kaynağına da Miletli filozofların özellikleri yerleştirilmiştir. Hayata ve evrene bir bütün olarak bakma çabası olarak gördüğümüz felsefe Milet'le özdeşleşen bu özellikleri taşımakta mıdır? Bu doğrultuda çalışmanın amaçlarından biri, Milet Okulunun öneminin yorumlanış şekillerinin beraberinde farklı yaklaşımları ya da tavırları getirip getirmediğinin tespit edilmesidir. Bir diğer amaç ise, Milet Okulu özelinde yapılan tanımların, felsefenin ve kültürlerin bugün içinde bulunduğu durumla uyuşup uyuşmadığını incelemektir. Bu amaçlar doğrultusunda farklı geleneklerden gelen felsefe tarihi kaynakları ve diğer ilgili kaynaklar taranmış, felsefenin başlangıcı ve Milet Okuluna bakışları ve değerlendirme-lerinin benzerlik ve farklılıkları değerlendirilmeye çalışılmıştır. Abstract: The Milesian School has been the subject of various specific studies in the history of philosophy as the starting position for the history of western philosophy. These studies are not limited to the history of philosophy and they also constitute a specific subject area for the studies of various fields that focus on explaining humanity's evolution of thought. In particular, those elements that are defined as the conditions for the emergence of philosophy are not only affected by the perspectives that interpret the history of thought, but also, by the approaches concerning the progress of civilizations and are becoming a criterion based upon the point of view. Although there is no single definition agreed upon on the philosophy, there is a single perception of philosophy that emerged, and the properties of the Milesian philosophers are placed at the center of this perception. Does the philosophy, which we see as the effort to look at life and the universe as a whole, carry the properties identified with the Milesians? Within this scope, one of the goals of this study has been to determine whether the ways of interpreting the significance of Milesian School bring along various approaches or attitudes. Another goal is to examine whether the definitions made on the subject of the Milesian School comply with the condition of philosophy and cultures today. In parallel with these goals, the sources on the history of philosophy from various traditions, as well as other related sources, have been examined, and the attempt has been made to evaluate the similarities and differences, in addition to their points of view and the evaluations made concerning the beginning of philosophy and the Milesian School.

Özet: Günümüz dünyası, rekabet ortamının iletişim faaliyetlerinin ve kitle iletişim araçlarının g... more Özet: Günümüz dünyası, rekabet ortamının iletişim faaliyetlerinin ve kitle iletişim araçlarının gelişimiyle tüketim davranışının belirginleştiği bir dünyadır. Rekabet ortamının merkezinde yer alan " tüketim " kavramının belirginleşmesindeki etkenler, incelenen ve tartışılan önemli bir konu olmakla birlikte, bu çalışmadaki asıl konumuz, rekabet ortamında ortaya çıkan durumların, bilhassa Türk düşünce geleneği açısından değerlendirilmesi ve kadın imgesi özelinde sosyal sorumluluk bağlamında incelenmesidir. Başka bir ifadeyle rekabet ortamında bir gösterge olarak kullanılan kadın imgesinin Türk kültür ve düşünce geleneği çerçevesinde değerlendirilmesidir.
Abstract: Today's world encompasses consumer behavior that is framed by competitive arena of all communication and mass media development s. Centering in the core of competitiveness, the concept of "consumption" is important to study and discuss although, more important than that, situations born amidst this activity such as that of women's image situated in these mass media materials seem to be rather more pressing. The aim of this paper, hence, is to study the image of women in advertisements from the perspective of Turkish tradition of thought.

Özet:
Modernite sonrası hızla gelişen ve değişen dünyada, fikri saha da büyük bir hızla değişime... more Özet:
Modernite sonrası hızla gelişen ve değişen dünyada, fikri saha da büyük bir hızla değişime uğramış ve bu değişim sosyal-siyasal hayatta da etkisini göstermiştir. 19. yüzyılda yaşanan gelişmelerin ardından ulus-devlet yapısının hızla yayılması, öncekinden farklı bir dünyanın ortaya çıkmasına neden olmuş ve sistemler değişmiştir. Değişen her sistem beraberinde yeni problemleri ve tartışmaları getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının ardından, kurulan Türkiye Cumhuriyeti de birçok sahada bu durumla karşı karşıya kalmıştır. Yeni Cumhuriyet, mevcut dünya düzenine uyum sağlamak için birçok alanda gelişme kaygısı içinde olmuştur. Bu alanlardan biri de fikri saha yani felsefe alanıdır. Hem teorik hem de pratik olarak dönemin bir gereği olarak " milli felsefe " ve bu felsefenin niteliği tartışma konusu olmuştur. Ancak kurulduğu dönemden çalışmaların yoğunlaştığı döneme uzanan süreçte dünya hızla değişmeye devam etmiş, milli felsefe fikrine ilişkin tartışmalar bir netliğe kavuşmadan, 1900'lerin ikinci yarısında " küreselleşme " olgusuyla karşı karşıya kalınmıştır. Bu çalışmanın amacı, ulus-devlet sisteminde milli felsefe çalışmalarının bir gerekliliği olarak tartışma konusu olan Türk-İslam Felsefesinin niteliksel olarak hangi temellere dayandığını (ırk-din-kültür),Türkiye'yle mi sınırlı olacağı yoksa hangi coğrafyaları kapsayacağı tartışmalarını ve küreselleşme karşısındaki konumunu incelemektir.
Abstract:
Ideologies, along with the development of any other things in the world have been rapidly transformed into new ones after Modernism and these changes have shown impact on social-political life as well. Important political events transformed and changed the systems of the world through out the 19th century with the spread of nation-states. Each new system brought along new problems and controversies. It was the same for the Republic of Turkey which was found after the collapse of the Ottoman Empire. The new Republic had concerns for development in most fields, and adapting the world order of that time. Intellectual field or Philosophy was among these fields. National philosophy, the felt necessity of the time both in theory and practice, and these sence of it became the subject of controversies. The intellectual developments continued to be built in the world when the Turkish intellectuals concentrated on the new national philosophy. Yet, these controversies faced with a new concept called globalization in these cond half of the 20 th century before being cleared up. From the notion of the necessity of studying national philosophy within the system of nation-state, this paper aims to examine what Turkish-Islamic Thought –as it is based on the grounds of race-religion-culture, namely, its contradictive nature discussing whether it is limited with the national border of Turkey or not-means qualitatively and how it positons it self against globalization.

İnsanın varoluşu ve değeri problemi, farklı çağlarda, farklı şekillerde kendini göstermiştir. 20.... more İnsanın varoluşu ve değeri problemi, farklı çağlarda, farklı şekillerde kendini göstermiştir. 20. yüzyıl Türk düşüncesinde bu problem, bilimsel-teknolojik gelişmelerin ekonomik alandaki yansımalarıyla şekillenmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrası, ulusal varlığın devamlılığının “ekonomik kalkınmayla” belirlenmesi, insanın bütün ihtiyaçlarının maddi olup-olmadığı ya da manevi yönden nasıl tatmin olacağı sorularını gündeme getirmiştir. Bu problem sadece bireysel düzlemde kalmamış toplumsal bir problem olarak da değerlendirilmiştir. Böylece bireyin manevi değerlerle yetiştirilmesi ve güçlendirilmesi, sadece bireyin saadetinin değil aynı zamanda toplumun maddi kalkınmasının, gücünün ve devamlılığının öncülü olarak algılanmıştır. Bu çerçevede 20. yüzyıl Türk düşüncesinde “manevi kalkınma” fikri hem insan felsefesinde hem de siyaset felsefesi alanında, “maddi kalkınma”yla birlikte, tartışılan bir fikir olarak yer almıştır.
Çalışmamızda 2010 yılında 1.7.2010-1.12.2010 tarihleri arasında yayınlanmış altı gazetenin haberl... more Çalışmamızda 2010 yılında 1.7.2010-1.12.2010 tarihleri arasında yayınlanmış altı gazetenin haberleri incelenerek, bu gazetelerdeki çocuk haberleri belirlenmiş, bu haberlerden çocuk istismarı haberleri seçilerek incelenmiştir. Çalışmamızda, söz konusu haberlerin, çocuk haklarına ve medya etiğine uygunluk derecelerinin saptanması ve bu saptama üzerinden ‚çocuk istismarı‛ ile ilgili haberlerde belirlenen ilkelerin yeterli olup olmadığının değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Ayrıca ‚çocuk istismarının‛ haberlerde işleniş şeklinin tespiti ve bu tespite bağlı olarak haberler üzerinden toplumda ‚çocuk istismarına‛ ve çocuk haklarına ilişkin dikkat çekme çabasının olup olmadığı incelenmiştir.

Dünyayı açıklamaya dair bilimsel ve sistematik yaklaşım Newton ile başlamış ve ortaya koyduğu ilk... more Dünyayı açıklamaya dair bilimsel ve sistematik yaklaşım Newton ile başlamış ve ortaya koyduğu ilkelerle Aristoteles’nun evren görüşünü sarsmıştır. Klasik fiziğin temellerini sarsan ve fizik yasalarının yeniden şekillenişine yol açan ise modern fizik olmuştur. Modern fiziğin doğuşunda iki kuram mevcuttur; bunlardan ilki Einstein’ın izafiyet teorisi, ikincisi kuantum teorisidir. Fizik kendi alanında bu gelişimi gösterirken, fizikteki yenilikler ve değişmeler hemen her alana yayılmıştır. Kompleks bir yapıya sahip olan insan doğasını hem açıklamak hem de anlatmak için kullanılan dil, bilimin bu gelişmelerinden etkilenmiş, dolayısıyla bu etki sanatta da kendini göstermiştir. Düşüncenin form kazandırılmış hali olarak sanat, düşünce tarihinin her safhasında payına düşeni almış ve buna bağlı olarak kimi zaman kendi tartışma konularını yaratmış kimi zaman etkilendiği düşünce sistematiğinin sahip olduğu problemleri aşmaya çalışmıştır. Bu durum izafiyet teorisi ve kuantum fiziğinin etkili olduğu dünyada da kendini göstermiştir. Her ne kadar kuantum teorisi, düşünce dünyasını etkilemiş olsa da, Aristoteles’dan günümüze kadar kullanıla gelen dilin determinist bir özellik göstermesi nedeniyle izahı kolay olmamıştır. İzafiyet ve kuantum teorileri sonrası ortaya çıkan gelişmeler, yeni düşünce tarzlarını ortaya çıkarırken aynı zamanda kendine has dili olması gerekliliğini de göstermiştir. Sanat da bu problemin etkisini taşımakta, bünyesindeki geleneksel tavır ile günümüz dünyasının dil probleminden belirlenmekte ve gelişen kitle iletişim araçlarıyla geniş kitlelere ulaşabilen sanatı, dilsel açıdan bir belirsizliğe götürmektedir. Bu belirsizlik etkilenmiş bulunduğu kuantum ve izafiyet teorilerine bağlı olarak, kimi zaman anlamsız, kendi döngüsü içerisinde belirlenen ve cüzi iradeyi kabul etmeyen bir amaçsızlık durumunu, kimi zaman en küçük detayla evreni şekillendirilebilen ve cüzi iradeye çok yüksek değer veren bir tutumu insanlara yansıtmıştır.
Bu bildiride, izafiyet ve özellikle kuantum teorisi anlaşılmaya çalışılırken, düşünce ve dilde karşılaşılan sorunlar araştırılacak ve kuantum düşüncesinin izahı için nasıl bir dil kullanılması gerektiği, buna bağlı olarak da sosyal bir sorumluluğu olan sanatın, bu dilden nasıl etkileneceği ve sosyal hayatta nasıl bir etkiye sebebiyet vereceği değerlendirilecektir.
Books by Ayşegül Doğrucan

MUSTAFA COKAY ANISINA TURKIYE VE TURK DUNYASI ARASTIRMALARI XI, 2021
Mübahat Türker Küyel’in çalışmalarını ağırlıklı karşılaştırmalı felsefe
tarihi çalışmaları oluştu... more Mübahat Türker Küyel’in çalışmalarını ağırlıklı karşılaştırmalı felsefe
tarihi çalışmaları oluşturmaktadır. Felsefenin neliği ve güncel sorunlara
yönelik felsefi bir tutumla yaklaşımını içeren çalışmalar, felsefe tarihi
çalışmalarına elde ettiği verilerin Türk Felsefesinin epistemik
köklerinin tespitinde ve tespitle güncele uygulanmasını teşkil
etmektedir. İnsanlık tarihini bir bütün olarak ele alması ve yazılı
kaynakların başlamasıyla birlikte “bilginin” seyrini takip etmesi tipik
özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Sümerler, Mezopotamya ve Mısır
güncel çalışmalarından, özellikle Aydın Sayılı’dan etkilendiği ve
yakından takip ettiği görülmektedir. Sümerliler ve Mezopotamya ile
ilgili yapılan araştırmaları yakından takip ettiği, onların felsefe ve
bilimin ortaya çıkışına etkileri genel düşünce tarihi içinde
değerlendirdiği kadar, Türk felsefe geleneğiyle benzerliklerini de
incelediği görülmektedir. Türk felsefe geleneğindeki Asyatik kavim
Sümerler etkisini incelemesinin sebebi, o zamandan Cumhuriyet
dönemi Türk düşüncesine epistemik bütünlüğü görmektir. Böylece
Sümerlerde kaynağını bulan, İslamiyet öncesi Orta Asya’da ve
İslamiyet’in kabulüyle Türk-İslam geleneğinde devamlılığı olan bir
“adalet” temelli düşünce geleneğinden bahsetmektedir. Küyel bunu
sadece ahlak ve siyaset felsefesinin kökeni olan epistemolojik bir
belirlenim olarak değil, ta Sümer mitolojisinde başlayan ontoloji ve
epistemoloji olduğunu göstermektedir. Böylece Sümer ve kimi Doğu
mitolojilerinde varlığı ayakta tutan adalet ya da denge denilen unsur,
Türk felsefesinde ahlak ve siyaset felsefelerinin de kaynağını aldığı
ontolojik unsur olarak ortaya çıkmaktadır ki Türk devletleri geleneğinin tarihte varlık göstermeleri bununla bağlantılıdır. Son olarak Atatürk ve
Cumhuriyet ideolojisi de ona göre bu geleneksel silsilenin bir
sonucudur. Ancak bu tarihteki diğer örneklerinden farklı olarak
Atatürk’ün “adalet” ve “gönül” ilkeleriyle yetkisini halkla
paylaşmasıyla ortaya çıkmıştır. Nitekim Küyel’e göre bu da tarihte
Kağan’ın “kut”unu ona sahip olmayanlarla ya da ondan eksik olanlara
paylaşmasını ve bunu yaparken danışma ve istişare kültürünün modern
bir devamıdır. Anlaşıldığı üzere Küyel, siyaset felsefesi açısından, her
ne kadar felsefe tarihinde Rönesans, Reform ve Aydınlanmanın ve
bunların halklar üzerindeki etkisinin farkındaysa da Cumhuriyet’e
yansıyan Türk modernleşmesinin Türk düşünce geleneğinin bir devamı
olduğunu işaret etmektedir.
SİSTEMATİK DERLEME-5, 2022
Uploads
Papers by Ayşegül Doğrucan
Şiddet insanlığın en büyük problemlerinden biridir. Toplum sağlığını tehdit eden bir olgu
olarak şiddetin bütün boyutlarıyla incelenmesi gereklidir. Bir insan hakları ihlali olan şiddet farklı boyutlarda ve türlerde kendini göstermektedir. Şiddet, maruz kalana göre, kadına yönelik şiddet, çocuğa yönelik şiddet, yaşlıya yönelik şiddet, akranlar arası şiddet, kardeşler arası şiddet, flört şiddeti, engelliye yönelik şiddet, lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel (LGBT) şiddeti, mülteci şiddeti, kişinin kendine yönelik şiddeti türlerinden bahsedilirken; uygulanış türlerine göre fiziksel şiddet, cinsel şiddet, duygusal şiddet, ekonomik şiddet ve siber şiddet olarak sınıflandırılmaktadır. Şiddet türlerinin tamamı, büyük bir önemle incelenmelidir. Çalışmamızın konusu kadınların aile içinde uğradıkları şiddettir. Gelecek nesilleri ifade eden çocukların ilk sosyalleşme ve öğrenme merkezi olan aile içinde görülen şiddetin, özellikle çocuklarla yakın temasta bulunan kadına yönelmesi, şiddetin etki alanını genişletmektedir. Dolayısıyla kadınların belirli bir zamanda maruz kaldığı şiddetin etkilerini, yakın temasta bulunduğu ve yetiştirdiği çocuklarda görmek mümkün hale gelmektedir. İlk öğrenmelerin gerçekleştiği, bir sosyalleşme merkezi olan aile içindeki bireylerin karşı karşıya kaldığı şiddetin, bilhassa çocuklar vasıtasıyla diğer sosyalleşme halkalarına yansıması önemli olan bir diğer konudur. Bu çerçevede, şiddet, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet konularında yapılan çalışmalar incelenmiş, mevcut veriler bir felsefeci ve bir iletişimci diyalektiğiyle ele alınarak, düşünsel ve iletişimsel boyutları anlamaya çalışılmıştır.
Violence is one of humanity’s biggest problems. As a phenomena threatening community health care, violence should be scrutinised thoroughly. Violence, a human right violation, shows itself with different types at different levels. Types of violence, with regard to the ones who are exposed to violence, can be referred as violence against women, violence against children, violence against elderly people, violence among peers, violence among siblings, flirting violence, violence against disabled persons, violence against lesbian, gay, bisexual, transgender (LGBT) people, violence against refugees and violence against self; on the other side, based on its infliction, it can be classified as physical violence, sexual violence, emotional violence, economic violence and cyber violence. All types of violence should be studied with utmost importance. The subject of this article is domestic violence against women. Family is the first centre where children, expressed as future generation, socialise and learn and specifically when the act of violence is directed towards women who have close relations with children, the domain of violence spreads. Hence, the effects of violence inflicted to women at a given time can be seen in the acts of children who have close relations with those women and are raised by them. Another important issue is the reflection of violence among the individuals within the family, first learning centre, to the other socialisation circles especially via children. Within this scope, studies on violence against women and domestic violence have been examined and available data have been tried to understand through its intellectual and communicational aspects with the dialects of philosophy and communication.
Abstract: Today's world encompasses consumer behavior that is framed by competitive arena of all communication and mass media development s. Centering in the core of competitiveness, the concept of "consumption" is important to study and discuss although, more important than that, situations born amidst this activity such as that of women's image situated in these mass media materials seem to be rather more pressing. The aim of this paper, hence, is to study the image of women in advertisements from the perspective of Turkish tradition of thought.
Modernite sonrası hızla gelişen ve değişen dünyada, fikri saha da büyük bir hızla değişime uğramış ve bu değişim sosyal-siyasal hayatta da etkisini göstermiştir. 19. yüzyılda yaşanan gelişmelerin ardından ulus-devlet yapısının hızla yayılması, öncekinden farklı bir dünyanın ortaya çıkmasına neden olmuş ve sistemler değişmiştir. Değişen her sistem beraberinde yeni problemleri ve tartışmaları getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının ardından, kurulan Türkiye Cumhuriyeti de birçok sahada bu durumla karşı karşıya kalmıştır. Yeni Cumhuriyet, mevcut dünya düzenine uyum sağlamak için birçok alanda gelişme kaygısı içinde olmuştur. Bu alanlardan biri de fikri saha yani felsefe alanıdır. Hem teorik hem de pratik olarak dönemin bir gereği olarak " milli felsefe " ve bu felsefenin niteliği tartışma konusu olmuştur. Ancak kurulduğu dönemden çalışmaların yoğunlaştığı döneme uzanan süreçte dünya hızla değişmeye devam etmiş, milli felsefe fikrine ilişkin tartışmalar bir netliğe kavuşmadan, 1900'lerin ikinci yarısında " küreselleşme " olgusuyla karşı karşıya kalınmıştır. Bu çalışmanın amacı, ulus-devlet sisteminde milli felsefe çalışmalarının bir gerekliliği olarak tartışma konusu olan Türk-İslam Felsefesinin niteliksel olarak hangi temellere dayandığını (ırk-din-kültür),Türkiye'yle mi sınırlı olacağı yoksa hangi coğrafyaları kapsayacağı tartışmalarını ve küreselleşme karşısındaki konumunu incelemektir.
Abstract:
Ideologies, along with the development of any other things in the world have been rapidly transformed into new ones after Modernism and these changes have shown impact on social-political life as well. Important political events transformed and changed the systems of the world through out the 19th century with the spread of nation-states. Each new system brought along new problems and controversies. It was the same for the Republic of Turkey which was found after the collapse of the Ottoman Empire. The new Republic had concerns for development in most fields, and adapting the world order of that time. Intellectual field or Philosophy was among these fields. National philosophy, the felt necessity of the time both in theory and practice, and these sence of it became the subject of controversies. The intellectual developments continued to be built in the world when the Turkish intellectuals concentrated on the new national philosophy. Yet, these controversies faced with a new concept called globalization in these cond half of the 20 th century before being cleared up. From the notion of the necessity of studying national philosophy within the system of nation-state, this paper aims to examine what Turkish-Islamic Thought –as it is based on the grounds of race-religion-culture, namely, its contradictive nature discussing whether it is limited with the national border of Turkey or not-means qualitatively and how it positons it self against globalization.
Bu bildiride, izafiyet ve özellikle kuantum teorisi anlaşılmaya çalışılırken, düşünce ve dilde karşılaşılan sorunlar araştırılacak ve kuantum düşüncesinin izahı için nasıl bir dil kullanılması gerektiği, buna bağlı olarak da sosyal bir sorumluluğu olan sanatın, bu dilden nasıl etkileneceği ve sosyal hayatta nasıl bir etkiye sebebiyet vereceği değerlendirilecektir.
Books by Ayşegül Doğrucan
tarihi çalışmaları oluşturmaktadır. Felsefenin neliği ve güncel sorunlara
yönelik felsefi bir tutumla yaklaşımını içeren çalışmalar, felsefe tarihi
çalışmalarına elde ettiği verilerin Türk Felsefesinin epistemik
köklerinin tespitinde ve tespitle güncele uygulanmasını teşkil
etmektedir. İnsanlık tarihini bir bütün olarak ele alması ve yazılı
kaynakların başlamasıyla birlikte “bilginin” seyrini takip etmesi tipik
özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Sümerler, Mezopotamya ve Mısır
güncel çalışmalarından, özellikle Aydın Sayılı’dan etkilendiği ve
yakından takip ettiği görülmektedir. Sümerliler ve Mezopotamya ile
ilgili yapılan araştırmaları yakından takip ettiği, onların felsefe ve
bilimin ortaya çıkışına etkileri genel düşünce tarihi içinde
değerlendirdiği kadar, Türk felsefe geleneğiyle benzerliklerini de
incelediği görülmektedir. Türk felsefe geleneğindeki Asyatik kavim
Sümerler etkisini incelemesinin sebebi, o zamandan Cumhuriyet
dönemi Türk düşüncesine epistemik bütünlüğü görmektir. Böylece
Sümerlerde kaynağını bulan, İslamiyet öncesi Orta Asya’da ve
İslamiyet’in kabulüyle Türk-İslam geleneğinde devamlılığı olan bir
“adalet” temelli düşünce geleneğinden bahsetmektedir. Küyel bunu
sadece ahlak ve siyaset felsefesinin kökeni olan epistemolojik bir
belirlenim olarak değil, ta Sümer mitolojisinde başlayan ontoloji ve
epistemoloji olduğunu göstermektedir. Böylece Sümer ve kimi Doğu
mitolojilerinde varlığı ayakta tutan adalet ya da denge denilen unsur,
Türk felsefesinde ahlak ve siyaset felsefelerinin de kaynağını aldığı
ontolojik unsur olarak ortaya çıkmaktadır ki Türk devletleri geleneğinin tarihte varlık göstermeleri bununla bağlantılıdır. Son olarak Atatürk ve
Cumhuriyet ideolojisi de ona göre bu geleneksel silsilenin bir
sonucudur. Ancak bu tarihteki diğer örneklerinden farklı olarak
Atatürk’ün “adalet” ve “gönül” ilkeleriyle yetkisini halkla
paylaşmasıyla ortaya çıkmıştır. Nitekim Küyel’e göre bu da tarihte
Kağan’ın “kut”unu ona sahip olmayanlarla ya da ondan eksik olanlara
paylaşmasını ve bunu yaparken danışma ve istişare kültürünün modern
bir devamıdır. Anlaşıldığı üzere Küyel, siyaset felsefesi açısından, her
ne kadar felsefe tarihinde Rönesans, Reform ve Aydınlanmanın ve
bunların halklar üzerindeki etkisinin farkındaysa da Cumhuriyet’e
yansıyan Türk modernleşmesinin Türk düşünce geleneğinin bir devamı
olduğunu işaret etmektedir.
Şiddet insanlığın en büyük problemlerinden biridir. Toplum sağlığını tehdit eden bir olgu
olarak şiddetin bütün boyutlarıyla incelenmesi gereklidir. Bir insan hakları ihlali olan şiddet farklı boyutlarda ve türlerde kendini göstermektedir. Şiddet, maruz kalana göre, kadına yönelik şiddet, çocuğa yönelik şiddet, yaşlıya yönelik şiddet, akranlar arası şiddet, kardeşler arası şiddet, flört şiddeti, engelliye yönelik şiddet, lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel (LGBT) şiddeti, mülteci şiddeti, kişinin kendine yönelik şiddeti türlerinden bahsedilirken; uygulanış türlerine göre fiziksel şiddet, cinsel şiddet, duygusal şiddet, ekonomik şiddet ve siber şiddet olarak sınıflandırılmaktadır. Şiddet türlerinin tamamı, büyük bir önemle incelenmelidir. Çalışmamızın konusu kadınların aile içinde uğradıkları şiddettir. Gelecek nesilleri ifade eden çocukların ilk sosyalleşme ve öğrenme merkezi olan aile içinde görülen şiddetin, özellikle çocuklarla yakın temasta bulunan kadına yönelmesi, şiddetin etki alanını genişletmektedir. Dolayısıyla kadınların belirli bir zamanda maruz kaldığı şiddetin etkilerini, yakın temasta bulunduğu ve yetiştirdiği çocuklarda görmek mümkün hale gelmektedir. İlk öğrenmelerin gerçekleştiği, bir sosyalleşme merkezi olan aile içindeki bireylerin karşı karşıya kaldığı şiddetin, bilhassa çocuklar vasıtasıyla diğer sosyalleşme halkalarına yansıması önemli olan bir diğer konudur. Bu çerçevede, şiddet, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet konularında yapılan çalışmalar incelenmiş, mevcut veriler bir felsefeci ve bir iletişimci diyalektiğiyle ele alınarak, düşünsel ve iletişimsel boyutları anlamaya çalışılmıştır.
Violence is one of humanity’s biggest problems. As a phenomena threatening community health care, violence should be scrutinised thoroughly. Violence, a human right violation, shows itself with different types at different levels. Types of violence, with regard to the ones who are exposed to violence, can be referred as violence against women, violence against children, violence against elderly people, violence among peers, violence among siblings, flirting violence, violence against disabled persons, violence against lesbian, gay, bisexual, transgender (LGBT) people, violence against refugees and violence against self; on the other side, based on its infliction, it can be classified as physical violence, sexual violence, emotional violence, economic violence and cyber violence. All types of violence should be studied with utmost importance. The subject of this article is domestic violence against women. Family is the first centre where children, expressed as future generation, socialise and learn and specifically when the act of violence is directed towards women who have close relations with children, the domain of violence spreads. Hence, the effects of violence inflicted to women at a given time can be seen in the acts of children who have close relations with those women and are raised by them. Another important issue is the reflection of violence among the individuals within the family, first learning centre, to the other socialisation circles especially via children. Within this scope, studies on violence against women and domestic violence have been examined and available data have been tried to understand through its intellectual and communicational aspects with the dialects of philosophy and communication.
Abstract: Today's world encompasses consumer behavior that is framed by competitive arena of all communication and mass media development s. Centering in the core of competitiveness, the concept of "consumption" is important to study and discuss although, more important than that, situations born amidst this activity such as that of women's image situated in these mass media materials seem to be rather more pressing. The aim of this paper, hence, is to study the image of women in advertisements from the perspective of Turkish tradition of thought.
Modernite sonrası hızla gelişen ve değişen dünyada, fikri saha da büyük bir hızla değişime uğramış ve bu değişim sosyal-siyasal hayatta da etkisini göstermiştir. 19. yüzyılda yaşanan gelişmelerin ardından ulus-devlet yapısının hızla yayılması, öncekinden farklı bir dünyanın ortaya çıkmasına neden olmuş ve sistemler değişmiştir. Değişen her sistem beraberinde yeni problemleri ve tartışmaları getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasının ardından, kurulan Türkiye Cumhuriyeti de birçok sahada bu durumla karşı karşıya kalmıştır. Yeni Cumhuriyet, mevcut dünya düzenine uyum sağlamak için birçok alanda gelişme kaygısı içinde olmuştur. Bu alanlardan biri de fikri saha yani felsefe alanıdır. Hem teorik hem de pratik olarak dönemin bir gereği olarak " milli felsefe " ve bu felsefenin niteliği tartışma konusu olmuştur. Ancak kurulduğu dönemden çalışmaların yoğunlaştığı döneme uzanan süreçte dünya hızla değişmeye devam etmiş, milli felsefe fikrine ilişkin tartışmalar bir netliğe kavuşmadan, 1900'lerin ikinci yarısında " küreselleşme " olgusuyla karşı karşıya kalınmıştır. Bu çalışmanın amacı, ulus-devlet sisteminde milli felsefe çalışmalarının bir gerekliliği olarak tartışma konusu olan Türk-İslam Felsefesinin niteliksel olarak hangi temellere dayandığını (ırk-din-kültür),Türkiye'yle mi sınırlı olacağı yoksa hangi coğrafyaları kapsayacağı tartışmalarını ve küreselleşme karşısındaki konumunu incelemektir.
Abstract:
Ideologies, along with the development of any other things in the world have been rapidly transformed into new ones after Modernism and these changes have shown impact on social-political life as well. Important political events transformed and changed the systems of the world through out the 19th century with the spread of nation-states. Each new system brought along new problems and controversies. It was the same for the Republic of Turkey which was found after the collapse of the Ottoman Empire. The new Republic had concerns for development in most fields, and adapting the world order of that time. Intellectual field or Philosophy was among these fields. National philosophy, the felt necessity of the time both in theory and practice, and these sence of it became the subject of controversies. The intellectual developments continued to be built in the world when the Turkish intellectuals concentrated on the new national philosophy. Yet, these controversies faced with a new concept called globalization in these cond half of the 20 th century before being cleared up. From the notion of the necessity of studying national philosophy within the system of nation-state, this paper aims to examine what Turkish-Islamic Thought –as it is based on the grounds of race-religion-culture, namely, its contradictive nature discussing whether it is limited with the national border of Turkey or not-means qualitatively and how it positons it self against globalization.
Bu bildiride, izafiyet ve özellikle kuantum teorisi anlaşılmaya çalışılırken, düşünce ve dilde karşılaşılan sorunlar araştırılacak ve kuantum düşüncesinin izahı için nasıl bir dil kullanılması gerektiği, buna bağlı olarak da sosyal bir sorumluluğu olan sanatın, bu dilden nasıl etkileneceği ve sosyal hayatta nasıl bir etkiye sebebiyet vereceği değerlendirilecektir.
tarihi çalışmaları oluşturmaktadır. Felsefenin neliği ve güncel sorunlara
yönelik felsefi bir tutumla yaklaşımını içeren çalışmalar, felsefe tarihi
çalışmalarına elde ettiği verilerin Türk Felsefesinin epistemik
köklerinin tespitinde ve tespitle güncele uygulanmasını teşkil
etmektedir. İnsanlık tarihini bir bütün olarak ele alması ve yazılı
kaynakların başlamasıyla birlikte “bilginin” seyrini takip etmesi tipik
özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Sümerler, Mezopotamya ve Mısır
güncel çalışmalarından, özellikle Aydın Sayılı’dan etkilendiği ve
yakından takip ettiği görülmektedir. Sümerliler ve Mezopotamya ile
ilgili yapılan araştırmaları yakından takip ettiği, onların felsefe ve
bilimin ortaya çıkışına etkileri genel düşünce tarihi içinde
değerlendirdiği kadar, Türk felsefe geleneğiyle benzerliklerini de
incelediği görülmektedir. Türk felsefe geleneğindeki Asyatik kavim
Sümerler etkisini incelemesinin sebebi, o zamandan Cumhuriyet
dönemi Türk düşüncesine epistemik bütünlüğü görmektir. Böylece
Sümerlerde kaynağını bulan, İslamiyet öncesi Orta Asya’da ve
İslamiyet’in kabulüyle Türk-İslam geleneğinde devamlılığı olan bir
“adalet” temelli düşünce geleneğinden bahsetmektedir. Küyel bunu
sadece ahlak ve siyaset felsefesinin kökeni olan epistemolojik bir
belirlenim olarak değil, ta Sümer mitolojisinde başlayan ontoloji ve
epistemoloji olduğunu göstermektedir. Böylece Sümer ve kimi Doğu
mitolojilerinde varlığı ayakta tutan adalet ya da denge denilen unsur,
Türk felsefesinde ahlak ve siyaset felsefelerinin de kaynağını aldığı
ontolojik unsur olarak ortaya çıkmaktadır ki Türk devletleri geleneğinin tarihte varlık göstermeleri bununla bağlantılıdır. Son olarak Atatürk ve
Cumhuriyet ideolojisi de ona göre bu geleneksel silsilenin bir
sonucudur. Ancak bu tarihteki diğer örneklerinden farklı olarak
Atatürk’ün “adalet” ve “gönül” ilkeleriyle yetkisini halkla
paylaşmasıyla ortaya çıkmıştır. Nitekim Küyel’e göre bu da tarihte
Kağan’ın “kut”unu ona sahip olmayanlarla ya da ondan eksik olanlara
paylaşmasını ve bunu yaparken danışma ve istişare kültürünün modern
bir devamıdır. Anlaşıldığı üzere Küyel, siyaset felsefesi açısından, her
ne kadar felsefe tarihinde Rönesans, Reform ve Aydınlanmanın ve
bunların halklar üzerindeki etkisinin farkındaysa da Cumhuriyet’e
yansıyan Türk modernleşmesinin Türk düşünce geleneğinin bir devamı
olduğunu işaret etmektedir.