Papers by Abdullah Özbay

4. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMLER VE EĞİTİM BİLİMLERİ SEMPOZYUMU (USVES) ÖZET KİTABI, 2021
Bu bildiride Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile ilişkilerinin gelişmesinde Türk İşbirliği ve Koordin... more Bu bildiride Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile ilişkilerinin gelişmesinde Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’nın (TİKA) üstlendiği ve yürüttüğü rol ele alınacaktır. Türkiye, 2000’li yılların ortalarından itibaren kalkınma işbirliği politikası çerçevesinde hem yakın bölgesindeki hem de Afrika ve Orta Asya gibi nispeten uzağındaki bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirme, onların kültürel ve ekonomik bakımdan gelişmelerine katkıda bulunma konusunda önemli misyonlar üstlenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, TİKA vasıtasıyla söz konusu bölge ülkeleri ve halklarına gelişimleri yolunda destek vermeyi bir politika haline getirmiştir. Bu yolda Balkanlar ve Türki Cumhuriyetler kadar bazı Afrika ülkeleri de ilgi alanına girmiştir. Biz bu bildiride Türkiye’nin kolonyalist bir yaklaşımla değil, tamamen insani ve ortak kültürün geliştirilmesi doğrultusunda ilişkiler kurup destekler verdiğini belgelendirerek ortaya koymaya çalışacağız.
Türkiye’nin kalkınma işbirliğine ayırdığı kaynağın artışı, ulaştığı ülke ve coğrafyaların kapsamını da genişletmiştir. Bu dönem, Türkiye’nin yurt dışında sesini duyurduğu, görünür olduğu bir dönem olmuştur. Türkiye, 7 milyar doların üzerindeki insani yardım tutarıyla, milli gelire oran ve miktar bakımından son 3 yılda dünyada en fazla insani yardımda bulunan “Dünyanın en cömert ülkesi” unvanını kazanmıştır. Bildirimizde özellikle Sudan, Somali, Tunus ve Mısır gibi ülkelerde yapılan kültürel ve ekonomik destekler ele alınacaktır. Bu insani desteklerin Türkiye’ye karşı sevgi ve saygıyı artırdığı ve bu ilklerden öğrencilerin Türkiye’ye gelerek eğitim gördükleri ve Türkiye’yi tanıtma yolunda gönüllü elçilik görevi üstlendikleri anlaşılmaktadır.
1995 yılı Temmuz ayında Avrupa'nın ortasında ve sözde medeni dünyanın gözleri önünde dünyanın en ... more 1995 yılı Temmuz ayında Avrupa'nın ortasında ve sözde medeni dünyanın gözleri önünde dünyanın en korkunç katliamlarından biri işlenmiş, Srebrenica'da sekiz bin Boşnak, kendilerini korumakla görevli Hollandalı askerlerin yardımıyla Sırplarca öldürülmüştür. Bu katliamın failleri hâlâ ortalıkta dolaşmaktadır ve olayla ilgili sır perdesi varlığını korumaktadır.
Felsefi metotla yazılmış ahlak kitaplarında ev idaresini ve aile ahlakını ifade eden terim.

-ÖZET-
Nadide el yazmalar olarak kütüphanelerin raflarında bekleyen İslam filozoflarının eserleri... more -ÖZET-
Nadide el yazmalar olarak kütüphanelerin raflarında bekleyen İslam filozoflarının eserleri on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren çağdaş araştırmacıların çalışmalarına konu olmaya başlamış ve böylece bu eserler matbaa ile tanışmak suretiyle modern okurla buluşmuştur. Çalışmamıza konu olan Risâle fi's-siyâse, İslam filozoflarından Fârâbî'ye nispet edilerek ilk kez 1898 yılında basılmıştır. Günümüze değin farklı araştırmacılar tarafından –bilebildiğimiz kadarıyla-beş ayrı basımının yapılmasına rağmen Fârâbî'nin felsefesi üzerine yapılan çalışmalarda Risâle fi's-siyâse'den hemen hemen hiç söz edilmediği görülmektedir. Bu makalede, gerek klasik bibliyografyalara ve modern çalışmalara ve gerekse Fârâbî'nin temel eserlerine dayanarak Risâle fi's-siyâse'nin Fârâbî tarafından kaleme alınıp alınmadığı meselesinin açıklığa kavuşturulması amaçlanmıştır. Fârâbî'nin siyaset felsefesiyle ilgili diğer eserlerinde yer alan kavram ve görüşlerle Risâle fi's-siyâse'deki kavram ve görüşleri tartışan makalemiz, bu risalenin Fârâbî'nin ilk dönem eserlerinden olduğu sonucuna ulaşmıştır.

Ebherî’nin Îsâġūcî’si nazma da çevrilmiştir. Abdurrahman b. Seyyidî Muhammed el-Ahdarî’nin es-Sül... more Ebherî’nin Îsâġūcî’si nazma da çevrilmiştir. Abdurrahman b. Seyyidî Muhammed el-Ahdarî’nin es-Süllemü’l-mürevnaķ fi’l-manŧıķ’ı oldukça meşhurdur. Diğer bir manzum Îsâgūcî de İbrâhim eş-Şibrî’ye aittir. Eser Ahmed Fuâd tarafından Mi‘yârü’l-ulûm adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiştir (İstanbul 1292).
Îsâġūcî üzerine XVIII. yüzyıldan sonra Mısır’da da bazı şerhler yazılmıştır. Bunlar arasında Hasan b. Muhammed el-Attâr’ın çalışmaları kayda değer görülmektedir. Cumhuriyet dönemine kadar Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulan Îsâġūcî, Ehvânî’nin verdiği bilgiye göre 1950’li yıllara kadar Ezher Üniversitesi’nde de okutulmaktaydı.
Ebherî’nin Îsâġūcî’si Batı’da ilk olarak P. Thomas Novariensis tarafından Latince’ye çevrilerek 1625’te Roma’da basılmış, bunu diğer çeviriler ve bazı adaptasyonlar takip etmiştir. Eser Tanzimat döneminde de ilgi görmüş ve çeşitli tercümeleri yapılmıştır. Ali Haydar’ın Hediyyecik, Ali Remzi’nin Hediyyetü’t-tullâb, Mehmed Fuad’ın Îsâgūcî tercümeleri bunlar arasında sayılabilir. Ahmet Kayacık, Ebherî’nin Îsâgûcî’sinin İlk Şerhleri başlıklı bir doktora çalışması yapmıştır (1996, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü). Furfûriyûs’un Îsâġūcî’si de Hamdi Ragıp Atademir ve Betül Çotuksöken tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (bk. bibl.). Hüseyin Sarıoğlu, Ebherî’nin Îsâġūcî’sinin edisyon kritiğini yapmış ve Türkçe’ye tercüme etmiştir (İstanbul 1998). Sarıoğlu bu çalışmasında ayrıca Furfûriyûs, Fârâbî, İhvân-ı Safâ, İbn Sînâ ve Ebherî’nin Îsâġūcî’lerini muhteva ve özellikleri açısından karşılaştırmış, Ebherî’nin eserini de şema haline getirmiştir.

Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminin en önemli demografik hareketleri olan Müs... more Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminin en önemli demografik hareketleri olan Müslüman göçleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ardından da devam etmiştir. Lozan Anlaşması kapsamında 1923 yılında imzalanan “Türk-Yunan Ahali Değişimi Protokolü” ile başlayan süreç, 1930’lu yıllara kadar sürmüştür. Ancak bu dönemde sadece mübadele kapsamında gelen göçmenler değil, daha önceden gelen ve halen yerleştirilememiş göçmenler ile işgal yıllarında yerlerinden ve evlerinden olan insanlar da iskân edilmek durumundaydı. Bu çalışmada, söz konusu dönemde Türkiye’nin çeşitli yerlerinde iskân faaliyetleri esnasında yaşanan problemlerden örnekler verilmektedir. Akabinde taşrada cereyan eden hadiselerde merkezî idarenin nasıl bir kontrol mekanizması kurduğu, 1927 yılında Manisa ilinin geçirdiği teftiş ile örneklenmeye çalışılmıştır.

Özet Türklerde tarikat ve tarikat kuruculuğu denilince akla gelen ilk kişi, şüphesiz ki Ahmet Yes... more Özet Türklerde tarikat ve tarikat kuruculuğu denilince akla gelen ilk kişi, şüphesiz ki Ahmet Yesevi Hazretleri'dir. Ahmet Yesevi, yetiştirdiği müritlerini Anadolu'ya göndermiş ve bu müritler Anadolu'nun manevi mimarları olmuşlardır. Halka arasından Anadolu'ya gelen müritlerin sayısı doksan dokuz bin olarak ifade edilmektedir. Ayrıca bu müritlere Horasan erenleri adı da verilmektedir. Her mürit, Anadolu'nun çeşitli yerlerini mesken tutmuş ve bulundukları yerlerde birer tekke veya dergâh inşa etmiştir. Sadece Anadolu ile sınırlı kalmamış, Balkanlarda da birçok tekke ve zaviye inşa ettirmiştir. Bu mistik kurumların (tekke veya zaviyelerin), bunların kurucuları ve yöneticilerinin (pirlerin, şeyhlerin ve dervişlerin) sadece dinî, sosyal ve kültürel yaşamda değil, aynı zamanda siyasal ve ekonomik hayatın düzenlemesinde, siyasi hudutların genişletilmesinde, elde edilen toprakların işletilmesinde ve buna paralel olarak söz konusu toprakların imar ve iskânında da önemli etkileri olmuştur. Anadolu tarikatları arasında en önemlisi hiç şüphesiz Hacı Bektaş Dergâhı'dır. Anadolu'dan Balkanlar'a, kısmen Mısır'a ve Yakındoğu ülkelerine dek geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Alevi Bektaşi dergâhlarının ana merkezi Hacıbektaş'taki Pir Evi'dir. Balkanlarda en fazla taraftar bulan tarikatlar arasında Bektaşilik, Halvetilik ve Mevlevilik yer alır. Balkanlarda zikredilen bu üç tarikata bağlı birçok tekke ve zaviye vardır. İşte bu çalışmada da bu tekke ve zaviyelerin Balkanlardaki rolü ve önemi üzerinde durulacaktır. Abstract Ahmet Yesevi was the founder of the first sect in the history of Turks. Ahmet Yesevi sent his disciples to Anatolia and those disciples became the spiritual architects of Anatolia. The number of the disciples is said to have been ninety nine thousand by the people of Anatolia. Those disciples are also called Khorasan Erens (Saint). Each disciples settled in a different place in Anatolia and they established islamic monestaries and dervish lodges in their places. Just not confined to Anatolia, the Balkans, many dervish lodges were built. Those mystical establishments (islamic monastry and dervish lodge) and their administrators (sheikh and founders) had important roles not only in religious, cultural and social lifes but also in regulating political and economical lifes, in expanding political boundaries, in managing the conquered lands and in the process of their developments. Hadji Bektashi Sect has been undoubtedly the most important sect in Anatolia. Pir Evi (The house of the founder-father) in Hacı bektaş, a small town in the middle of

Öz Balkan Yarımadasının merkezini teşkil eden Makedonya, bu konumu sayesinde doğu ve batı istikam... more Öz Balkan Yarımadasının merkezini teşkil eden Makedonya, bu konumu sayesinde doğu ve batı istikametinde gelişen inanç ve bu bağlamda oluşan bir sosyo-kültürel etki alanında kalmıştır. İki zıt kutup arasında harmanlanan Makedonya toprakları ve halkları, özellikle Osmanlıların bölgeyi fethi ile birlikte İslamiyet ile kaynaşmıştır. Anadolu'dan bölgeye getirilip belirli bir iskân politikasıyla yerleştirilen Türkler ve onların İslam anlayışlarıyla da, Balkanlarda sınırla-rı üst düzeyde bir hoşgörü ortamı kurulmuştur. Balkanlara sonradan gelen Müslümanlar ile uzun süredir burada yaşayan Hristiyan yerli halk arasında gelişen kaynaşma zemininin sağ-lanmasında ise, tasavvuf ve bu anlayışının temelindeki insan sevgisi yer almıştır. Temelinde insan, sabır ve hoşgörü olan tarikatlarla birlikte, Balkanlarda etkisi çok belirgin bir şekilde görülen ve uzun yıllar boyunca varlığını sürdüren bir İslam kültürü de oluşmuştur. Çalışma-mızın amacı, Balkanlarda İslam'ın yayılması ve geniş halk toplulukları tarafından özümsene-rek benimsenmesinde tasavvuf ve bu eksende hareket eden tarikatlar ile tekke kültürünün etkisini, Kırçova şehri özelinde ortaya koymaktır. Abstract Macedonia, which constitutes the centre of the Balkan Peninsula, remained under the belief developed in the direction of east and west and socio-cultural sphere of the influence which formed within this context thanks to its position. Blended between two opposite poles, Ma-cedonian lands and communities merged with Islam notably after the Ottoman conquest of the region. A high level atmosphere of tolerance was established in the Balkans, with Turks brought from Anatolia to the region and relocated with a specific settlement policy and with their understanding of Islam. The provision of the merging ground, which developed between the Christians who lived there for a very long time and the Muslims who came to the Balkans afterwards, came from Islamic mysticism and humanity which lies within the foundations of this understanding. An Islamic culture also emanated in the Balkans whose
Özet Tarih sahnesinde önemli bir yeri olan Balkanlar tarih boyunca her türlü siyasî, dinî, içtim... more Özet Tarih sahnesinde önemli bir yeri olan Balkanlar tarih boyunca her türlü siyasî, dinî, içtimaî ve kültürel olaylardan etkilenmiştir. Osmanlı'nın Rumeli bölgesini fethetmesiyle bölge yeni bir çehreye bürünmüş olup bölgede hem siyasi hem de kültürel yönden yeni bir yapılanma sürecine gidilmiştir. Tasavvuf anlayışındaki derin insan sevgisi, yüksek hoşgörü ve karşılıksız hizmeti esas alan tarikatlar Balkanların İslamlaşmasında etkili olmuştur. Bu yazıda genelde Balkanlar'daki tarikatlar özelde ise Makedonya'daki Halvetîliğin kısa bir tarihçesi ve serüveni ele alınmaya çalışılmıştır.
A series of correspondence containing questions from
Abu Rayhan Muhammad b. Ahmad al-Biruni to Ab... more A series of correspondence containing questions from
Abu Rayhan Muhammad b. Ahmad al-Biruni to Abu 'Ali
al-Husayn b. 'Abd Allah ibn Sina

Özet 2001 yılında yapılan nüfus sayımına göre Delhi nüfusunun okuryazarlık oranı % 81,7'dir. Delh... more Özet 2001 yılında yapılan nüfus sayımına göre Delhi nüfusunun okuryazarlık oranı % 81,7'dir. Delhi'de yaşayan Müslümanlar arasındaki okuryazarlık oranı ise % 66,6'dır. Bu çalışma Delhi sınırları içinde yer alan Okhla (Zakir Nagar, Abul Fazal Enclave), Eski Delhi (Turkman Gate, Bara Hindu Rao), Seelampur ve Usmanpur gibi Müslüman nüfusunun çoğunlukta olduğu bölgelerde yapılan alan araştırmasına dayanmaktadır. Bu makale Hindistan'ın başkenti Delhi'de yaşayan Müslümanların eğitimlerini etkileyen temel faktörleri ele almaktadır. Müslümanların eğitim durumunu etkileyen pek çok unsur zikredilebilir. Fakat bunlar arasında yerleşim şekli, sosyal yapı, kast ve sınıf faktörü, karkhana işi, erkek ve kız çocukları, dil faktörü, devlet okulları, özel okullar, medreseler ve kadın gibi konular daha fazla öne çıkmaktadır. Burada bu hususlardan bazısı detaylı bir şekilde incelenmiştir. Bu çalışma, Delhi'de Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde yapılan mülakatlara, saha çalışmasına ve gözlemlere dayanmaktadır. Makalede ayrıca bu yerleşim yerlerinde yaşayan Müslümanları birbirine bağlayan dini kimlik dışındaki diğer dinamikler de ele alınmıştır. Saha çalışmasına katılan muhatapların fikirleri, bu bölgelerde yaşayan Müslümanların eğitim konusundaki farklı tutum ve davranışlarını yansıtmaktadır. Fakat şu nokta ortaktır ki, katılımcıların tamamı kendi muhitlerinde daha fazla devlet okulu talep etmektedir.
Çeviren: Seha L. Meray - Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Devletler Hukuku Profesörü
Books by Abdullah Özbay
Dünyanın pek çok yerinde ve Ortadoğu tarihinin büyük bir kısmında
bu iki kimlik -insanın elinde o... more Dünyanın pek çok yerinde ve Ortadoğu tarihinin büyük bir kısmında
bu iki kimlik -insanın elinde olmayan doğum kimliği ve zorunlu
devlet kimliği- varolan tek kimliklerdi. Modem çağlarda, Batı’nın
da etkisiyle bu ikisi arasında yeni bir tür gelişmektedir: gönüllü
kurumlara özgür iradeyle bağlanmak günümüzde sivil toplum
olarak bilinen olguyu oluşturmaktadır.

Nur das will ich erwähnen, dass ich den grossartigen
Werken Freges und den Arbeiten meines Freund... more Nur das will ich erwähnen, dass ich den grossartigen
Werken Freges und den Arbeiten meines Freundes Herrn
Bertrand Russell einen grossen Teil der Anregung zu
meinen Gedanken schulde. Wenn diese Arbeit einen Wert hat, so besteht er in Zweierlei. Erstens darin, dass in ihr Gedanken ausgedriickt
sind, und dieser Wert wird umso grösser sein, je besser die Gedanken ausgedriickt sind. Je mehr der Nagel auf den Kopf getroffen ist.— Hier bin ich mir bewusst, weit hinter dem Möglichen zurückgeblieben zu
sein. Einfach darum, weil meine Kraft zur Bewältigung der Aufgabe zu gering ist.— Mögen andere kommen und es besser machen.
Dagegen scheint mir die Wa h r h e i t der hier mitgeteilten
Gedanken unantastbar und definitiv. Ich bin also der Meinung, die Probleme im Wesentlichen endgültig gelöst zu haben. Und wenn ich mich hierin nicht irre, so besteht nun der Wert dieser Arbeit zweitens
darin, dass sie zeigt, wie wenig damit getan ist, dass diese Probleme gelöst sind. L.W.
Thesis Chapters by Abdullah Özbay
“İbn Sina‘nın ahlak risaleleri ve ahlak felsefesi” isimli çalışmada
akademik olarak ortaya koymuş... more “İbn Sina‘nın ahlak risaleleri ve ahlak felsefesi” isimli çalışmada
akademik olarak ortaya koymuş olunan amaç ilk olarak İslam Felsefesi‘nin ana kaynaklarına inmek ve İbn Sina’nın Arapça ahlak metinlerinin tercümesiyle birlikte felsefenin kendisine has diline aşinalık kazanmaktır. Böylelikle bir akademik çalışmanın nasıl yapılacağı konusunda bundan sonraki çalışmalara yol gösterecek tecrübeler kazanmaktır.
Conference Presentations by Abdullah Özbay
4. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMLER VE EĞİTİM BİLİMLERİ SEMPOZYUMU (USVES) ÖZET KİTABI, 2021
Bu bildiride Türkiye'nin Afrika ülkeleri ile ilişkilerinin gelişmesinde Türk İşbirliği ve Koordin... more Bu bildiride Türkiye'nin Afrika ülkeleri ile ilişkilerinin gelişmesinde Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı'nın (TİKA) üstlendiği ve yürüttüğü rol ele alınacaktır. Türkiye, 2000'li yılların ortalarından itibaren kalkınma işbirliği politikası çerçevesinde hem yakın bölgesindeki hem de Afrika ve Orta Asya gibi nispeten uzağındaki bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirme, onların kültürel ve ekonomik bakımdan gelişmelerine katkıda bulunma konusunda önemli misyonlar üstlenmiştir.
Uploads
Papers by Abdullah Özbay
Türkiye Cumhuriyeti, TİKA vasıtasıyla söz konusu bölge ülkeleri ve halklarına gelişimleri yolunda destek vermeyi bir politika haline getirmiştir. Bu yolda Balkanlar ve Türki Cumhuriyetler kadar bazı Afrika ülkeleri de ilgi alanına girmiştir. Biz bu bildiride Türkiye’nin kolonyalist bir yaklaşımla değil, tamamen insani ve ortak kültürün geliştirilmesi doğrultusunda ilişkiler kurup destekler verdiğini belgelendirerek ortaya koymaya çalışacağız.
Türkiye’nin kalkınma işbirliğine ayırdığı kaynağın artışı, ulaştığı ülke ve coğrafyaların kapsamını da genişletmiştir. Bu dönem, Türkiye’nin yurt dışında sesini duyurduğu, görünür olduğu bir dönem olmuştur. Türkiye, 7 milyar doların üzerindeki insani yardım tutarıyla, milli gelire oran ve miktar bakımından son 3 yılda dünyada en fazla insani yardımda bulunan “Dünyanın en cömert ülkesi” unvanını kazanmıştır. Bildirimizde özellikle Sudan, Somali, Tunus ve Mısır gibi ülkelerde yapılan kültürel ve ekonomik destekler ele alınacaktır. Bu insani desteklerin Türkiye’ye karşı sevgi ve saygıyı artırdığı ve bu ilklerden öğrencilerin Türkiye’ye gelerek eğitim gördükleri ve Türkiye’yi tanıtma yolunda gönüllü elçilik görevi üstlendikleri anlaşılmaktadır.
Nadide el yazmalar olarak kütüphanelerin raflarında bekleyen İslam filozoflarının eserleri on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren çağdaş araştırmacıların çalışmalarına konu olmaya başlamış ve böylece bu eserler matbaa ile tanışmak suretiyle modern okurla buluşmuştur. Çalışmamıza konu olan Risâle fi's-siyâse, İslam filozoflarından Fârâbî'ye nispet edilerek ilk kez 1898 yılında basılmıştır. Günümüze değin farklı araştırmacılar tarafından –bilebildiğimiz kadarıyla-beş ayrı basımının yapılmasına rağmen Fârâbî'nin felsefesi üzerine yapılan çalışmalarda Risâle fi's-siyâse'den hemen hemen hiç söz edilmediği görülmektedir. Bu makalede, gerek klasik bibliyografyalara ve modern çalışmalara ve gerekse Fârâbî'nin temel eserlerine dayanarak Risâle fi's-siyâse'nin Fârâbî tarafından kaleme alınıp alınmadığı meselesinin açıklığa kavuşturulması amaçlanmıştır. Fârâbî'nin siyaset felsefesiyle ilgili diğer eserlerinde yer alan kavram ve görüşlerle Risâle fi's-siyâse'deki kavram ve görüşleri tartışan makalemiz, bu risalenin Fârâbî'nin ilk dönem eserlerinden olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Îsâġūcî üzerine XVIII. yüzyıldan sonra Mısır’da da bazı şerhler yazılmıştır. Bunlar arasında Hasan b. Muhammed el-Attâr’ın çalışmaları kayda değer görülmektedir. Cumhuriyet dönemine kadar Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulan Îsâġūcî, Ehvânî’nin verdiği bilgiye göre 1950’li yıllara kadar Ezher Üniversitesi’nde de okutulmaktaydı.
Ebherî’nin Îsâġūcî’si Batı’da ilk olarak P. Thomas Novariensis tarafından Latince’ye çevrilerek 1625’te Roma’da basılmış, bunu diğer çeviriler ve bazı adaptasyonlar takip etmiştir. Eser Tanzimat döneminde de ilgi görmüş ve çeşitli tercümeleri yapılmıştır. Ali Haydar’ın Hediyyecik, Ali Remzi’nin Hediyyetü’t-tullâb, Mehmed Fuad’ın Îsâgūcî tercümeleri bunlar arasında sayılabilir. Ahmet Kayacık, Ebherî’nin Îsâgûcî’sinin İlk Şerhleri başlıklı bir doktora çalışması yapmıştır (1996, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü). Furfûriyûs’un Îsâġūcî’si de Hamdi Ragıp Atademir ve Betül Çotuksöken tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (bk. bibl.). Hüseyin Sarıoğlu, Ebherî’nin Îsâġūcî’sinin edisyon kritiğini yapmış ve Türkçe’ye tercüme etmiştir (İstanbul 1998). Sarıoğlu bu çalışmasında ayrıca Furfûriyûs, Fârâbî, İhvân-ı Safâ, İbn Sînâ ve Ebherî’nin Îsâġūcî’lerini muhteva ve özellikleri açısından karşılaştırmış, Ebherî’nin eserini de şema haline getirmiştir.
Abu Rayhan Muhammad b. Ahmad al-Biruni to Abu 'Ali
al-Husayn b. 'Abd Allah ibn Sina
Books by Abdullah Özbay
bu iki kimlik -insanın elinde olmayan doğum kimliği ve zorunlu
devlet kimliği- varolan tek kimliklerdi. Modem çağlarda, Batı’nın
da etkisiyle bu ikisi arasında yeni bir tür gelişmektedir: gönüllü
kurumlara özgür iradeyle bağlanmak günümüzde sivil toplum
olarak bilinen olguyu oluşturmaktadır.
Werken Freges und den Arbeiten meines Freundes Herrn
Bertrand Russell einen grossen Teil der Anregung zu
meinen Gedanken schulde. Wenn diese Arbeit einen Wert hat, so besteht er in Zweierlei. Erstens darin, dass in ihr Gedanken ausgedriickt
sind, und dieser Wert wird umso grösser sein, je besser die Gedanken ausgedriickt sind. Je mehr der Nagel auf den Kopf getroffen ist.— Hier bin ich mir bewusst, weit hinter dem Möglichen zurückgeblieben zu
sein. Einfach darum, weil meine Kraft zur Bewältigung der Aufgabe zu gering ist.— Mögen andere kommen und es besser machen.
Dagegen scheint mir die Wa h r h e i t der hier mitgeteilten
Gedanken unantastbar und definitiv. Ich bin also der Meinung, die Probleme im Wesentlichen endgültig gelöst zu haben. Und wenn ich mich hierin nicht irre, so besteht nun der Wert dieser Arbeit zweitens
darin, dass sie zeigt, wie wenig damit getan ist, dass diese Probleme gelöst sind. L.W.
Thesis Chapters by Abdullah Özbay
akademik olarak ortaya koymuş olunan amaç ilk olarak İslam Felsefesi‘nin ana kaynaklarına inmek ve İbn Sina’nın Arapça ahlak metinlerinin tercümesiyle birlikte felsefenin kendisine has diline aşinalık kazanmaktır. Böylelikle bir akademik çalışmanın nasıl yapılacağı konusunda bundan sonraki çalışmalara yol gösterecek tecrübeler kazanmaktır.
Conference Presentations by Abdullah Özbay
Türkiye Cumhuriyeti, TİKA vasıtasıyla söz konusu bölge ülkeleri ve halklarına gelişimleri yolunda destek vermeyi bir politika haline getirmiştir. Bu yolda Balkanlar ve Türki Cumhuriyetler kadar bazı Afrika ülkeleri de ilgi alanına girmiştir. Biz bu bildiride Türkiye’nin kolonyalist bir yaklaşımla değil, tamamen insani ve ortak kültürün geliştirilmesi doğrultusunda ilişkiler kurup destekler verdiğini belgelendirerek ortaya koymaya çalışacağız.
Türkiye’nin kalkınma işbirliğine ayırdığı kaynağın artışı, ulaştığı ülke ve coğrafyaların kapsamını da genişletmiştir. Bu dönem, Türkiye’nin yurt dışında sesini duyurduğu, görünür olduğu bir dönem olmuştur. Türkiye, 7 milyar doların üzerindeki insani yardım tutarıyla, milli gelire oran ve miktar bakımından son 3 yılda dünyada en fazla insani yardımda bulunan “Dünyanın en cömert ülkesi” unvanını kazanmıştır. Bildirimizde özellikle Sudan, Somali, Tunus ve Mısır gibi ülkelerde yapılan kültürel ve ekonomik destekler ele alınacaktır. Bu insani desteklerin Türkiye’ye karşı sevgi ve saygıyı artırdığı ve bu ilklerden öğrencilerin Türkiye’ye gelerek eğitim gördükleri ve Türkiye’yi tanıtma yolunda gönüllü elçilik görevi üstlendikleri anlaşılmaktadır.
Nadide el yazmalar olarak kütüphanelerin raflarında bekleyen İslam filozoflarının eserleri on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren çağdaş araştırmacıların çalışmalarına konu olmaya başlamış ve böylece bu eserler matbaa ile tanışmak suretiyle modern okurla buluşmuştur. Çalışmamıza konu olan Risâle fi's-siyâse, İslam filozoflarından Fârâbî'ye nispet edilerek ilk kez 1898 yılında basılmıştır. Günümüze değin farklı araştırmacılar tarafından –bilebildiğimiz kadarıyla-beş ayrı basımının yapılmasına rağmen Fârâbî'nin felsefesi üzerine yapılan çalışmalarda Risâle fi's-siyâse'den hemen hemen hiç söz edilmediği görülmektedir. Bu makalede, gerek klasik bibliyografyalara ve modern çalışmalara ve gerekse Fârâbî'nin temel eserlerine dayanarak Risâle fi's-siyâse'nin Fârâbî tarafından kaleme alınıp alınmadığı meselesinin açıklığa kavuşturulması amaçlanmıştır. Fârâbî'nin siyaset felsefesiyle ilgili diğer eserlerinde yer alan kavram ve görüşlerle Risâle fi's-siyâse'deki kavram ve görüşleri tartışan makalemiz, bu risalenin Fârâbî'nin ilk dönem eserlerinden olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Îsâġūcî üzerine XVIII. yüzyıldan sonra Mısır’da da bazı şerhler yazılmıştır. Bunlar arasında Hasan b. Muhammed el-Attâr’ın çalışmaları kayda değer görülmektedir. Cumhuriyet dönemine kadar Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulan Îsâġūcî, Ehvânî’nin verdiği bilgiye göre 1950’li yıllara kadar Ezher Üniversitesi’nde de okutulmaktaydı.
Ebherî’nin Îsâġūcî’si Batı’da ilk olarak P. Thomas Novariensis tarafından Latince’ye çevrilerek 1625’te Roma’da basılmış, bunu diğer çeviriler ve bazı adaptasyonlar takip etmiştir. Eser Tanzimat döneminde de ilgi görmüş ve çeşitli tercümeleri yapılmıştır. Ali Haydar’ın Hediyyecik, Ali Remzi’nin Hediyyetü’t-tullâb, Mehmed Fuad’ın Îsâgūcî tercümeleri bunlar arasında sayılabilir. Ahmet Kayacık, Ebherî’nin Îsâgûcî’sinin İlk Şerhleri başlıklı bir doktora çalışması yapmıştır (1996, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü). Furfûriyûs’un Îsâġūcî’si de Hamdi Ragıp Atademir ve Betül Çotuksöken tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (bk. bibl.). Hüseyin Sarıoğlu, Ebherî’nin Îsâġūcî’sinin edisyon kritiğini yapmış ve Türkçe’ye tercüme etmiştir (İstanbul 1998). Sarıoğlu bu çalışmasında ayrıca Furfûriyûs, Fârâbî, İhvân-ı Safâ, İbn Sînâ ve Ebherî’nin Îsâġūcî’lerini muhteva ve özellikleri açısından karşılaştırmış, Ebherî’nin eserini de şema haline getirmiştir.
Abu Rayhan Muhammad b. Ahmad al-Biruni to Abu 'Ali
al-Husayn b. 'Abd Allah ibn Sina
bu iki kimlik -insanın elinde olmayan doğum kimliği ve zorunlu
devlet kimliği- varolan tek kimliklerdi. Modem çağlarda, Batı’nın
da etkisiyle bu ikisi arasında yeni bir tür gelişmektedir: gönüllü
kurumlara özgür iradeyle bağlanmak günümüzde sivil toplum
olarak bilinen olguyu oluşturmaktadır.
Werken Freges und den Arbeiten meines Freundes Herrn
Bertrand Russell einen grossen Teil der Anregung zu
meinen Gedanken schulde. Wenn diese Arbeit einen Wert hat, so besteht er in Zweierlei. Erstens darin, dass in ihr Gedanken ausgedriickt
sind, und dieser Wert wird umso grösser sein, je besser die Gedanken ausgedriickt sind. Je mehr der Nagel auf den Kopf getroffen ist.— Hier bin ich mir bewusst, weit hinter dem Möglichen zurückgeblieben zu
sein. Einfach darum, weil meine Kraft zur Bewältigung der Aufgabe zu gering ist.— Mögen andere kommen und es besser machen.
Dagegen scheint mir die Wa h r h e i t der hier mitgeteilten
Gedanken unantastbar und definitiv. Ich bin also der Meinung, die Probleme im Wesentlichen endgültig gelöst zu haben. Und wenn ich mich hierin nicht irre, so besteht nun der Wert dieser Arbeit zweitens
darin, dass sie zeigt, wie wenig damit getan ist, dass diese Probleme gelöst sind. L.W.
akademik olarak ortaya koymuş olunan amaç ilk olarak İslam Felsefesi‘nin ana kaynaklarına inmek ve İbn Sina’nın Arapça ahlak metinlerinin tercümesiyle birlikte felsefenin kendisine has diline aşinalık kazanmaktır. Böylelikle bir akademik çalışmanın nasıl yapılacağı konusunda bundan sonraki çalışmalara yol gösterecek tecrübeler kazanmaktır.