
ercan gumus
Related Authors
Mehmet Rezan Ekinci
Mardin Artuklu University
sedat ulugana
EUME (Europe in the Middle East / The Middle East in Europe), Forum Transregionale Studien
Fahriye Adsay
Dicle University
Associate Prof. ilyas SUVAĞCİ
Hakkari University
Kurdiname International Academical Journal
Dicle Üniversitesi
METIN ATMACA
Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi / Social Sciences University of Ankara
Uploads
Papers by ercan gumus
Özet
Müslüman toplumlarda ehl-i beyt ve Peygamber yakınları özel bir konuma sahiptir. Tarihsel süreçte özellikle Emevi iktidarında, ehl-i beyte yönelik uzunca bir süre devam eden siyasi saldırılar olmuştur. Abbasiler döneminden itibaren ise seyyidler açısından siyasi ve sosyal şartlar değişmiştir. Zamanla lehlerine gelişen imtiyazlı bir durum söz konusu olmuştur. Özellikle baskı sürecinde çevreye yayılmış sâdâtın yoğunlukla Doğu ve Güney Anadolu’ya yerleştiği vurgulanmıştır. Bunda ise buradaki halkın ve yerel idarecilerin ehl-i beyte besledikleri sevginin belirleyici olduğu kaydedilmiştir. Sâdât için beliren imtiyazlara sahip olmak isteyen kişiler de türemiş ve uydurma kökenlerle bu ayrıcalıklara kavuşmaya çalışmışlardır. Öyle ki, siyasi meşruiyete kavuşmak isteyen hanedanlar bile kendilerini bu kutsal kökene dayadırma çabasına girmişlerdir. Sahte seyyid (teseyyüd) olgusunu engellemek ve sâdâtın diğer bir takım haklarını korumak ve kontrol etmek adına erken dönemlerde “nükeba” denen bir kurum dahi ihdas olunmuştur.
Osmanlı Devleti kuruluş döneminden itibaren seyyidlere bir takım imtiyazlar tanımıştı. Bunlar arasında raiyyet, ağnam ve cürüm vergilerinden muafiyet de bulunmaktaydı.
Osmanlı Devleti’nde sâdâtının sadrazamlıktan imamlığa uzanan geniş bir memuriyet silsilesinde neredeyse her türden askeri ünvana sahip olabildiği anlaşılmaktadır. Ama özellikle ilmi sahadaki vazifeleri üstlendikleri belirtilmelidir. Bunun yanında seyyidler, resmi olmayan mesleklerde de kayıtlara yansımışlardır.
Bu çalışmada, 17 ve 18. yüzyılda genel olarak Osmanlı Devleti’nde özelde ise Diyarbekir eyaletindeki sâdât olgusu ele alınmıştır.
Anahtar kelimeler: Sâdât (seyyidler), nakib’ül-eşraf, imtiyaz, teseyyüd, vergi muafiyeti, Diyarbekir, Osmanlı Devleti.
A set of livestocks, fowls and daily usage items which were given as a blood money to the complainant family in the case of “murder” which was considered in Amid Court in 17. Century were mentioned and the case of woman whose name is Zarife and who got married with the bride exchange method was written as the base in this study. The relationship which would be established between the hostiles with the bride exchange method might have been thought to prevent the possible blood feuds. The people who presented it to the court are the peace-intermediary people so that they are stated as “muslihun-i muslimun” in the legal terminology. In the case, instead of guilty, a woman from her family was punished and given to the hostile family as a bride. It is possible to associate this manner with another manner that “ the verbal law” which is named as “ morals” takes place in “the sharia”. Thus, one of the concepts which is considered in the research is the morals. As more than one law is valid, it is possible to accept the system as “ The multiple law”. The acceptancy of tribe law,namely morals, as a solution causes some evaluations about the socities with a tribe by necessity. In this context, The tribe structures were followed from the sources, some opinions were given on the significant similarities in the east and west societies on the recent history of the period. The study includes the bride exchange method as a application method for the solution of blood feuds.
Key Words: Amid, tribe law, morals, bride exchange, blood feud, blood money.
1520'den sonra Mardin'in kadim aşiretlerinden olan Milli topluluğu iki kısma ayrılmış, bunlardan bir kısmı Mardin'de kalırken, diğer kısmı Urmiye civarına göç etmiştir. Bu konargöçer aşiret mensuplarının Mardin'e dönüş tarihleri 1707 yılıdır. Nitekim Osmanlı Devleti 1691-1699 yılları arasında sınırları içindeki göçebe aşiretleri iskan etme politikasını hayata geçirmiştir. Bu politikayla devlet, asayişin sağlanmasını, toprakların sürekli üretime açık kalmasını ve gidiş gelişler esnasında çıkan karışıklıkları yok etmeyi planlamıştır.
Milli aşiretini Mardin'de idareyi ele alması çeşitli mücadeleleri de beraberinde getirmiştir. Makalenin amacı bu mücadeleleri XVII-XIX. yüzyıllar içerisinde ele almak ve 1832 Mardin İsyanı'na değinmektedir.
1835 yılından sonra merkezden gönderilen idarecilerin şehrin idaresini tamamen ele alması ile II. Mahmud'un idari alandaki reformları hayata geçirilmiştir ve erkeklerin askere alınması ile Mardin'de yeni bir dönem başlamıştır. Böylece, aşiretlerin eskisi gibi idarede söz sahibi olamadıkları yeni bir süreç de başlamıştır.
anahtar sözcükler: Mardin, Milli Aşireti, İskan Politikası, 1832 İsyanı
Özet
Müslüman toplumlarda ehl-i beyt ve Peygamber yakınları özel bir konuma sahiptir. Tarihsel süreçte özellikle Emevi iktidarında, ehl-i beyte yönelik uzunca bir süre devam eden siyasi saldırılar olmuştur. Abbasiler döneminden itibaren ise seyyidler açısından siyasi ve sosyal şartlar değişmiştir. Zamanla lehlerine gelişen imtiyazlı bir durum söz konusu olmuştur. Özellikle baskı sürecinde çevreye yayılmış sâdâtın yoğunlukla Doğu ve Güney Anadolu’ya yerleştiği vurgulanmıştır. Bunda ise buradaki halkın ve yerel idarecilerin ehl-i beyte besledikleri sevginin belirleyici olduğu kaydedilmiştir. Sâdât için beliren imtiyazlara sahip olmak isteyen kişiler de türemiş ve uydurma kökenlerle bu ayrıcalıklara kavuşmaya çalışmışlardır. Öyle ki, siyasi meşruiyete kavuşmak isteyen hanedanlar bile kendilerini bu kutsal kökene dayadırma çabasına girmişlerdir. Sahte seyyid (teseyyüd) olgusunu engellemek ve sâdâtın diğer bir takım haklarını korumak ve kontrol etmek adına erken dönemlerde “nükeba” denen bir kurum dahi ihdas olunmuştur.
Osmanlı Devleti kuruluş döneminden itibaren seyyidlere bir takım imtiyazlar tanımıştı. Bunlar arasında raiyyet, ağnam ve cürüm vergilerinden muafiyet de bulunmaktaydı.
Osmanlı Devleti’nde sâdâtının sadrazamlıktan imamlığa uzanan geniş bir memuriyet silsilesinde neredeyse her türden askeri ünvana sahip olabildiği anlaşılmaktadır. Ama özellikle ilmi sahadaki vazifeleri üstlendikleri belirtilmelidir. Bunun yanında seyyidler, resmi olmayan mesleklerde de kayıtlara yansımışlardır.
Bu çalışmada, 17 ve 18. yüzyılda genel olarak Osmanlı Devleti’nde özelde ise Diyarbekir eyaletindeki sâdât olgusu ele alınmıştır.
Anahtar kelimeler: Sâdât (seyyidler), nakib’ül-eşraf, imtiyaz, teseyyüd, vergi muafiyeti, Diyarbekir, Osmanlı Devleti.
A set of livestocks, fowls and daily usage items which were given as a blood money to the complainant family in the case of “murder” which was considered in Amid Court in 17. Century were mentioned and the case of woman whose name is Zarife and who got married with the bride exchange method was written as the base in this study. The relationship which would be established between the hostiles with the bride exchange method might have been thought to prevent the possible blood feuds. The people who presented it to the court are the peace-intermediary people so that they are stated as “muslihun-i muslimun” in the legal terminology. In the case, instead of guilty, a woman from her family was punished and given to the hostile family as a bride. It is possible to associate this manner with another manner that “ the verbal law” which is named as “ morals” takes place in “the sharia”. Thus, one of the concepts which is considered in the research is the morals. As more than one law is valid, it is possible to accept the system as “ The multiple law”. The acceptancy of tribe law,namely morals, as a solution causes some evaluations about the socities with a tribe by necessity. In this context, The tribe structures were followed from the sources, some opinions were given on the significant similarities in the east and west societies on the recent history of the period. The study includes the bride exchange method as a application method for the solution of blood feuds.
Key Words: Amid, tribe law, morals, bride exchange, blood feud, blood money.
1520'den sonra Mardin'in kadim aşiretlerinden olan Milli topluluğu iki kısma ayrılmış, bunlardan bir kısmı Mardin'de kalırken, diğer kısmı Urmiye civarına göç etmiştir. Bu konargöçer aşiret mensuplarının Mardin'e dönüş tarihleri 1707 yılıdır. Nitekim Osmanlı Devleti 1691-1699 yılları arasında sınırları içindeki göçebe aşiretleri iskan etme politikasını hayata geçirmiştir. Bu politikayla devlet, asayişin sağlanmasını, toprakların sürekli üretime açık kalmasını ve gidiş gelişler esnasında çıkan karışıklıkları yok etmeyi planlamıştır.
Milli aşiretini Mardin'de idareyi ele alması çeşitli mücadeleleri de beraberinde getirmiştir. Makalenin amacı bu mücadeleleri XVII-XIX. yüzyıllar içerisinde ele almak ve 1832 Mardin İsyanı'na değinmektedir.
1835 yılından sonra merkezden gönderilen idarecilerin şehrin idaresini tamamen ele alması ile II. Mahmud'un idari alandaki reformları hayata geçirilmiştir ve erkeklerin askere alınması ile Mardin'de yeni bir dönem başlamıştır. Böylece, aşiretlerin eskisi gibi idarede söz sahibi olamadıkları yeni bir süreç de başlamıştır.
anahtar sözcükler: Mardin, Milli Aşireti, İskan Politikası, 1832 İsyanı
Kitabın ele aldığı sorun, tarihçinin öznelliğinde yaratılan ve okuyucuda şekillenen "Celali" olgusudur ve incelenmek üzere önümüzde durmaktadır. Bu durum bize tarihçilerin sıklıkla kullandığı bir metaforu da hatırlatır ki Afrika atasözü olarak şöhret bulmuştur, şöyledir; "Arslanların tarihi yazılıncaya kadar, tarihçiler avcıyı övmeye devam edeceklerdir". Tarihin eleştirel okunmasını bu ölçüde vurgulayacak vecizeye az rastlanır.
Elinizdeki kitap bu yaklaşımla kaleme alınan bir lisansüstü çalışmanın yeniden okunup, kitap haline evrilmiş halidir. 2008 yılında kabul edilen bu master çalışmasının adı ise 16. Yüzyılda Osmanlı Devleti'nde Meydana Gelen Muhalif Nitelikli Hareketlerin Osmanlı Tarih Yazarları Ve Eserlerine Yansıması'dır.
16. yüzyılda yaşamış kronik yazarlarına ve eserlerine müracaat edildiğinde, şöyle bir tablo ile karşılaşılır; İdris-i Bidlîsî (?-1521) ve eseri Selim Şah-name, Hadîdi (?- eserini bitirdiği 1522'den son- ra) ve eseri Tevarih-i Âl-i Osman, Kemalpaşazade (1468-1534) ve eseri Tevarih-i Âl-i Osman (1527), Şükrî-i Bitlisî (?-eserini bitirdiği 1530 yılından kısa bir süre sonra) ve eseri Selimname, Lütfi Paşa (1488-1563) ve eseri Tevarih-i Âl-i Osman (1553), Celal- zade Mustafa Efendi (?-1567) ve eseri Selimname, Hoca Sadettin Efendi (1536-1598) ve eseri Tacü't-Tevarih, Gelibolulu Mustafa Âli (1541-1600) ve eseri Künhü'l-Ahbar (1596), Selânikî Mustafa Efendi (?-1600) ve eseri Tarih-i Selânikî (1600) ve XVI. yüzyılın sonları ile XVII. yüzyılın başlarında geçen olayları kaleme alan Peçevî İbrahim Efendi (1574-1650) ve eseri Peçevî Tarihi hakkında ayrıntılı bilgiler çalışmanın ilerleyen bölümünde verilecektir. Ancak belirtmekte fayda var ki, bu çalışmada ele alınan eserler orijinal nüshalarının günümüz Türkçesine çevirisi üzerinden incelenmiştir. Ayrıca kaynak tarama sürecinde, Küçük Nişancı ve Cenabi Mustafa'nın eserlerine de müracaat edilmiş, fakat konumuzla ilgili olarak tatmin edici bilgilere rastlanamadığından bu kaynaklara yer verilmemiştir.
Çalışmamızın mekân sınırlamasını Anadolu, zaman sınırlamasını ise XVI. yüzyıl oluşturmaktadır. "XVI. yüzyılda yaşanan muhalif nitelikli hareketler" ifadesiyle anlatılmak istenen, Osmanlı merkezi idaresine karşı ayaklanma şeklini alan bir biriyle bağlantılı bir dizi isyan hareketidir. Bu bağlamda çalışmamızda yüzyılın başında yaşanan Şah Kulu, Celal, Kalender, Koca Süklün ve Baba Zünnûn isyanları ile yüzyılın sonunda meydana gelen Kara Yazıcı isyanları birbiriyle karşılaştırılarak ele alınacaktır.