Papers by Seda Örsten Esirgen
İlk kez 2013-2014 eğitim-öğretim yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans düzeyinde... more İlk kez 2013-2014 eğitim-öğretim yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans düzeyinde vermeye başladığım ders için hazırlanan ders notlarının, çeşitli makale ve tebliğlerimin bir araya getirilmesinden oluşan "Hukuki Sonuçlarıyla Lozan" kitabım Seçkin Yayıncılık tarafından yayınlandı, konuya ilgi duyanların keyifle okuması dileğiyle...🌷

Türk hukuk tarihinin son iki yüzyılı, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanan, Antlaşma’nı... more Türk hukuk tarihinin son iki yüzyılı, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanan, Antlaşma’nın sağladığı eşitlik ve bağımsızlık esasına dayalı bir hukuk sisteminin kurulmasını ve yüzyıllık bir tecrübeye ulaşmasını içeren uzun bir süreci kapsamaktadır.
Osmanlı Devleti’nin yıkılışı, uzun savaş ve işgal yıllarının ardından, geride çözümlenmemiş ve sonucu öngörülemeyen çok sayıda siyasi, ekonomik ve hukuki mesele bırakırken; bu meselelere eşitlik ve bağımsızlık esasları çerçevesinde çözüm aranan yer, Lozan Konferansı olmuştur. Uzun bir diplomasi mücadelesinin sonunda 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan ve 100. yılını geride bırakan Lozan Barış Antlaşması, geçmişi yüzyıllara dayanan sorunların yanında, “Şark Meselesi”ni de çözüme kavuşturmuş; uluslararası hukuk açısından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yüzyıllık geçmişinin de dayanak noktasını oluşturmuştur.
Lozan görüşmelerinde ele alınan sorunlara ilişkin Lozan’da sağlanan kazanımların değerlendirilmesi, ancak bütüncül bir bakış açısıyla mümkündür. Bu nedenle, çözümünü Lozan Antlaşması’nda bulan pek çok konuya ilişkin güncel problemlerin hukuk tarihine ait boyutlarının gözden kaçırılması, öngörülemez zararların ortaya çıkması ihtimalini de arttırmaktadır. Zira Lozan Antlaşması ve Antlaşma’ya ek belgeler, günümüzde bir yandan Devletin ulusal yargı sistemine yansıyan, diğer yandan uluslararası hukukta ele alınan birçok meseleye ışık tutmaya devam etmektedir. Dolayısıyla Lozan Antlaşması’nın sağladığı hak ve güvencelerin tam anlamıyla korunabilmesi, hukuki etki ve sonuçlarının doğru anlaşılmasına ve yorumlanmasına; bu da, yüzyıllık bir güvencenin simgesi olarak varlığını sürdüren Lozan Antlaşması’nın tarihsel ve felsefi temellerinin kavranmasına bağlıdır.
Literatürde konuyla ilgili var olan boşluğu doldurmayı amaçlayan bu çalışma, Lozan Antlaşması’nda düzenlenen konuları hukuk tarihi çerçevesinde ortaya koyarken, konunun halefiyet/devamlılık tartışmaları ve yüksek mahkeme kararlarına yansımaları gibi güncel boyutlarına da ışık tutmaktadır.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
Türk hukuk tarihinin en önemli kırılma noktalarından biri olan Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ile T... more Türk hukuk tarihinin en önemli kırılma noktalarından biri olan Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci, uluslararası hukuk açısından değerlendirilmek istendiğinde, halefiyet ve devamlılık kavramları ön plana çıkmaktadır. Bu kavramlar çerçevesinde yapılacak değerlendirmelerde kaçınılmaz olarak başvurulması gereken en önemli kaynak ve aynı zamanda hareket noktalarından birini oluşturan düzenleme, Lozan Antlaşması’dır. Uluslararası hukuk literatüründe her iki devlet arasında devamlılık ilişkisinin bulunduğu görüşü ağır basmakla birlikte, Lozan Antlaşması incelendiğinde, yeni kurulan Türk devletinin bağımsız ve çağdaş bir ülke kurma amacı doğrultusunda, her bir maddenin doğuracağı olası sonuçlar göz önünde bulundurularak ve Osmanlı dönemindeki uygulamalardan ders çıkarılarak kaleme alındığı görülmektedir. Bu doğrultuda, Lozan Antlaşması’nın ülke toprakları, devlet borçları, malları ve arşivleri, uluslararası antlaşma ve uluslararası örgüt üyelikleri, imtiyazlar, devlet memurları ve vatandaşlıkla ilgili hükümleri incelenerek, halefiyet ve devamlılık tartışmaları açısından söz konusu hükümler değerlendirilmiştir. Sonuçta uluslararası hukukta yeknesaklık göstermeyen halefiyet ve devamlılık uygulamalarının Türk hukuk tarihi açısından da kesinlik arz etmediği görülmüştür.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2022
Türk hukuk tarihinin ilk anayasası olan 1876 Anayasası, padişahın yasama ve yürütme yetkilerine k... more Türk hukuk tarihinin ilk anayasası olan 1876 Anayasası, padişahın yasama ve yürütme yetkilerine kapsamlı bir sınırlama getirmemiş; gerek yasama, gerek yürütme faaliyetleri üzerinde padişahın geniş yetkilerini tanımıştır. Yürütme açısından hükümete tanınan bir yetki özellikle dikkat çekmektedir. 1876 Anayasası’nın 36. maddesi, belirli şartlar altında parlamentonun tatil veya fesih gibi nedenlerle kapalı olduğu zamanlarda Hükümete, Meclis-i Mebusan’ın alacağı karara kadar geçici olarak kanun hükmünde kararlar alma olanağı tanımıştır. Kanun-ı muvakkat olarak adlandırılan bu uygulamaya, Meşrutiyet dönemleri boyunca Hükümetler tarafından sıklıkla başvurulmuş; yargı örgütünden eğitime, temel hak ve özgürlüklerden yerel yönetimlere kadar atılan birçok adımın hukuki dayanağını kanun-ı muvakkatler oluşturmuştur. Söz konusu düzenlemelerden bazılarının “hukukun devamlılığı ilkesi” uyarınca Cumhuriyet döneminde uzun yıllar boyunca uygulanmış olması da, kanun-ı muvakkat kavramının incelenmesini önemli kılmaktadır. Diğer taraftan, kanun-ı muvakkatlerle ilgili benzer bir maddeye 1921, 1924 ve 1961 Anayasalarında yer verilmemiştir. Ancak 1971 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliğiyle kanun hükmünde kararname kurumu kabul edildiğinde, öğretide kanun-ı muvakkatle ilişkilendirilerek Türk hukuk tarihinin bu kuruma yabancı olmadığı dile getirilmiştir. Bununla birlikte, kanun-ı muvakkat kavramı, doğrudan doğruya bir incelemeye konu edilmemiştir. Bu çalışmada kanun-ı muvakkat kavramının hukuki niteliği ile uygulanma sürecinde, özellikle Osmanlı parlamentosunda yarattığı tartışma konuları üzerinde durulması amaçlanmıştır.

İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2020
Türk hukuk tarihinin ilk anayasası olan 1876 tarihli Kanun-i Esasi, anayasanın üstünlüğü ve bağla... more Türk hukuk tarihinin ilk anayasası olan 1876 tarihli Kanun-i Esasi, anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerini benimsediği gibi, değişiklik yapılmasını olağan kanun yapım usulünden farklı şekilde düzenlediği için katı bir anayasa olarak nitelendirilmiştir. Ancak anayasaya aykırı bir kanunun kabulü halinde herhangi bir yargısal denetim öngörülmemiş; bu durum, söz konusu dönem açısından son derece olağan bulunmuştur. Bununla birlikte, Kanun-i Esasi’de iki kanatlı parlamentonun, üyeleri Padişah tarafından belirlenen kanadı olan Heyet-i Ayan’ın görevleri arasında kanunların anayasaya uygunluğunun siyasal denetimi de yer almıştır. Bu doğrultuda, Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemi boyunca Osmanlı parlamentosunda gerçekleşen görüşmelerde ileri sürülen anayasaya aykırılık iddiaları değerlendirilerek, gerek Devletin temel organları, gerek kişi hak ve özgürlükleri açısından hangi konuların dile getirildiği araştırılmıştır. Söz konusu iddiaların değerlendirilmesi, 1924 Anayasası döneminde ülkede Amerikan modeli bir anayasa yargısı kurulması ihtimali tartışılırken, bu tartışmalara altyapı hazırlanıp hazırlanmadığı açısından önemlidir. Dolayısıyla Türk hukuk sisteminde 1961 Anayasası’yla anayasa yargısı sistemi kabul edildiğinde, konunun Kanun-i Esasi döneminden itibaren süregelen bir tartışma zeminine sahip olduğu ileri sürülebilir.
Adalet Dergisi, 2019
Türk hukuk tarihi, farklı hukuk sistemlerinin uygulandığı uzun bir geçmişe sahiptir. Bu süreç, so... more Türk hukuk tarihi, farklı hukuk sistemlerinin uygulandığı uzun bir geçmişe sahiptir. Bu süreç, son üç yüzyılda üç önemli kanunlaştırma hareketine sahne olmuştur. Her biri, farklı kaynak ve usullerle gerçekleştirilmiş olup, farklı özellikler göstermekle birlikte; hepsinin kendi içinde zamanın ihtiyaçlarını ve çağdaşlaşmayı sağlamayı amaçladığı görülmüştür. Bu çalışma, söz konusu kanunlaştırma hareketlerini hazırlanma nedenleri, özellikleri ve doğurdukları sonuçlar bakımından karşılaştırmak suretiyle incelemeyi amaçlamaktadır.

Avrasya İncelemeleri Dergisi, 2019
Birinci Dünya Savaşı döneminde ortaya çıkan hukuki sorunların, Barış
Antlaşmalarına göre kurulaca... more Birinci Dünya Savaşı döneminde ortaya çıkan hukuki sorunların, Barış
Antlaşmalarına göre kurulacak karma hakem mahkemeleri tarafından
çözülmesi kabul edilmiştir. Bu usul, Lozan Barış Antlaşması’nda da
düzenlenmiş; Konferans görüşmeleri boyunca verilen siyasi, ekonomik ve
hukuki bağımsızlık mücadelesi, karma hakem mahkemelerinin
düzenlenmesinde de ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Lozan Barış Antlaşması,
karma hakem mahkemeleri konusunda da, diğer antlaşmalardan farklılık
arzetmiştir. Çalışmanın amacı, uluslararası hukuk tarihinde önemli bir
yargı yolu olan ve 1925-1938 yılları arasında İstanbul’da faaliyet gösteren
karma hakem mahkemelerini yetki alanı, kuruluş süreci ve yargılama
usulü açısından incelemektir. Bu doğrultuda mahkemelerde görev yapan
Türk hukukçuların kaleme aldıkları çalışmalar ile Cumhuriyet dönemi
arşiv belgeleri en önemli kaynakları oluştururken, sonuçta yeni kurulan
Devletin, Lozan sonrasında hukuki mücadele vermeye başladığı
alanlardan biri olan karma hakem mahkemelerine yaklaşımı da ortaya
konulmuştur.
This paper examines the inviolability of domicile and the punishment of its violation in Ottoman ... more This paper examines the inviolability of domicile and the punishment of its violation in Ottoman legal history. It was protected against not only attacks, but also violations of private life by Islamic law and orfi law (kanunname) during the classical age. In the Tanzimat era, the Penal Code of 1858 had a considerable impact on the concept of the inviolability of domicile. It will be tried to analyse the limits of the protection of the inviolability of domicile in light of Ottoman sharia court records and archival documents. Therefore, it concludes that the scope of inviolability of domicile has been expanded during the transition from Ottoman Empire to the Republic of Turkey.

ÖZ İslam hukuku, kişilerin hukuki statülerini farklı olgulara göre düzenlerken; İslam ülkesinde y... more ÖZ İslam hukuku, kişilerin hukuki statülerini farklı olgulara göre düzenlerken; İslam ülkesinde yaşayan gayrimüslim kadın, bunlardan din ve cinsiyet gibi önemli ikisini kendisinde birleştirmesiyle dikkat çekmektedir. Bu çalışma, esas itibariyle zimmi statüsü çerçevesinde çeşitli hak ve güvencelere sahip şekilde Osmanlı Devleti'nde yaşayan gayrimüslim kadınların, zorunlu ya da isteğe bağlı olarak, hangi İslam hukuku kurallarına tabi oldukları ve kendilerine sağlanan hukuki olanaklardan ne ölçüde yararlandıklarını belirlemeyi amaçlamaktadır. Ancak konunun kapsamı oldukça geniş olup, borçlar hukuku ve miras hukuku gibi alanlarda gayrimüslim kadının kurduğu mülkiyet ilişkileri ile aile hukuku esas alınmak suretiyle, sınırlandırmaya gidilmesi zorunlu görülmüştür. Sonuçta, Türk hukuk tarihinin önemli bir kısmını oluşturan Tanzimat öncesi döneme ait Osmanlı şer'iye sicilleri, fetvalar ve arşiv belgelerinden örnekler ışığında, gayrimüslim kadının herhangi bir engelle karşılaşmaksızın hak arama özgürlüğünü kullandığı ortaya konulacaktır.

İslam topraklarında zimmet anlaşması çerçevesinde can, mal, ırz güvenliği ile din ve vicdan özgür... more İslam topraklarında zimmet anlaşması çerçevesinde can, mal, ırz güvenliği ile din ve vicdan özgürlüğüne sahip olarak yaşayan gayrimüslimlerin belirli konularda İslam hukukuna tabi tutuldukları bilinmektedir. Bu durumun en dikkat çektiği alanlardan birisi, ceza hukukudur. İslam devleti ile hukuki ilişkisini zimmet akdi çerçevesinde yürüten zimmiler, ceza hukuku alanında İslam hukuku hükümlerine tabi olmaktadırlar. 1 Osmanlı Devleti'nde de zimmiler, gerek kendi aralarında, gerek Müslümanlarla aralarında ortaya çıkan ceza hukuku uyuşmazlıkları açısından şeriye mahkemesi önünde, İslam ceza hukuku hükümlerine göre yargılanmışlar; kendilerine yapılan saldırılara şikâyette bulunma hakkına sahip oldukları gibi, Müslümanlar tarafından yapılan şikâyetlere kendi açılarından savunma yapma hakkı ile cevap verme yükümlülükleri de bulunmuştur. 2 Çalışmanın temel amacını, klasik dönem itibariyle Osmanlı Devleti'nde İslam ceza hukuku çerçevesinde bir suçun faili veya mağduru olan zimmilerin hukukî statülerinin incelenmesi oluşturmaktadır. Dolayısıyla ruhanî liderlerin cezaî yetkileri çerçevesinde verilen cezalar 3 kapsam dışında tutularak, İslam ceza hukuku açısından zimmilerin hukuki statüsü ele alınacak; çeşitli kaynaklar ışığında Osmanlı uygulaması değerlendirilmeye çalışılacaktır. Osmanlı Devleti'ndeki İslam ceza hukuku uy-* Yrd. Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Anabilim Dalı. orsten@law. ankara.edu.tr 1 Detaylı bilgi için bkz.
Ankara Barosu Dergisi, 2013
Fatwa is an im portant legal institution which has been existed in Turkish history of law with ad... more Fatwa is an im portant legal institution which has been existed in Turkish history of law with adapting the lslamic religion. Since the primary terms of Islam. it has been effective on the social life and the law system. Fatwas issued by important muftis have been collected for ages and these collections can be regarded as manuals of applied legal system. In Ottoman legal system qadıs use fatwa collections asa source of information.
Uploads
Papers by Seda Örsten Esirgen
Osmanlı Devleti’nin yıkılışı, uzun savaş ve işgal yıllarının ardından, geride çözümlenmemiş ve sonucu öngörülemeyen çok sayıda siyasi, ekonomik ve hukuki mesele bırakırken; bu meselelere eşitlik ve bağımsızlık esasları çerçevesinde çözüm aranan yer, Lozan Konferansı olmuştur. Uzun bir diplomasi mücadelesinin sonunda 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan ve 100. yılını geride bırakan Lozan Barış Antlaşması, geçmişi yüzyıllara dayanan sorunların yanında, “Şark Meselesi”ni de çözüme kavuşturmuş; uluslararası hukuk açısından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yüzyıllık geçmişinin de dayanak noktasını oluşturmuştur.
Lozan görüşmelerinde ele alınan sorunlara ilişkin Lozan’da sağlanan kazanımların değerlendirilmesi, ancak bütüncül bir bakış açısıyla mümkündür. Bu nedenle, çözümünü Lozan Antlaşması’nda bulan pek çok konuya ilişkin güncel problemlerin hukuk tarihine ait boyutlarının gözden kaçırılması, öngörülemez zararların ortaya çıkması ihtimalini de arttırmaktadır. Zira Lozan Antlaşması ve Antlaşma’ya ek belgeler, günümüzde bir yandan Devletin ulusal yargı sistemine yansıyan, diğer yandan uluslararası hukukta ele alınan birçok meseleye ışık tutmaya devam etmektedir. Dolayısıyla Lozan Antlaşması’nın sağladığı hak ve güvencelerin tam anlamıyla korunabilmesi, hukuki etki ve sonuçlarının doğru anlaşılmasına ve yorumlanmasına; bu da, yüzyıllık bir güvencenin simgesi olarak varlığını sürdüren Lozan Antlaşması’nın tarihsel ve felsefi temellerinin kavranmasına bağlıdır.
Literatürde konuyla ilgili var olan boşluğu doldurmayı amaçlayan bu çalışma, Lozan Antlaşması’nda düzenlenen konuları hukuk tarihi çerçevesinde ortaya koyarken, konunun halefiyet/devamlılık tartışmaları ve yüksek mahkeme kararlarına yansımaları gibi güncel boyutlarına da ışık tutmaktadır.
Antlaşmalarına göre kurulacak karma hakem mahkemeleri tarafından
çözülmesi kabul edilmiştir. Bu usul, Lozan Barış Antlaşması’nda da
düzenlenmiş; Konferans görüşmeleri boyunca verilen siyasi, ekonomik ve
hukuki bağımsızlık mücadelesi, karma hakem mahkemelerinin
düzenlenmesinde de ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Lozan Barış Antlaşması,
karma hakem mahkemeleri konusunda da, diğer antlaşmalardan farklılık
arzetmiştir. Çalışmanın amacı, uluslararası hukuk tarihinde önemli bir
yargı yolu olan ve 1925-1938 yılları arasında İstanbul’da faaliyet gösteren
karma hakem mahkemelerini yetki alanı, kuruluş süreci ve yargılama
usulü açısından incelemektir. Bu doğrultuda mahkemelerde görev yapan
Türk hukukçuların kaleme aldıkları çalışmalar ile Cumhuriyet dönemi
arşiv belgeleri en önemli kaynakları oluştururken, sonuçta yeni kurulan
Devletin, Lozan sonrasında hukuki mücadele vermeye başladığı
alanlardan biri olan karma hakem mahkemelerine yaklaşımı da ortaya
konulmuştur.
Osmanlı Devleti’nin yıkılışı, uzun savaş ve işgal yıllarının ardından, geride çözümlenmemiş ve sonucu öngörülemeyen çok sayıda siyasi, ekonomik ve hukuki mesele bırakırken; bu meselelere eşitlik ve bağımsızlık esasları çerçevesinde çözüm aranan yer, Lozan Konferansı olmuştur. Uzun bir diplomasi mücadelesinin sonunda 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan ve 100. yılını geride bırakan Lozan Barış Antlaşması, geçmişi yüzyıllara dayanan sorunların yanında, “Şark Meselesi”ni de çözüme kavuşturmuş; uluslararası hukuk açısından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yüzyıllık geçmişinin de dayanak noktasını oluşturmuştur.
Lozan görüşmelerinde ele alınan sorunlara ilişkin Lozan’da sağlanan kazanımların değerlendirilmesi, ancak bütüncül bir bakış açısıyla mümkündür. Bu nedenle, çözümünü Lozan Antlaşması’nda bulan pek çok konuya ilişkin güncel problemlerin hukuk tarihine ait boyutlarının gözden kaçırılması, öngörülemez zararların ortaya çıkması ihtimalini de arttırmaktadır. Zira Lozan Antlaşması ve Antlaşma’ya ek belgeler, günümüzde bir yandan Devletin ulusal yargı sistemine yansıyan, diğer yandan uluslararası hukukta ele alınan birçok meseleye ışık tutmaya devam etmektedir. Dolayısıyla Lozan Antlaşması’nın sağladığı hak ve güvencelerin tam anlamıyla korunabilmesi, hukuki etki ve sonuçlarının doğru anlaşılmasına ve yorumlanmasına; bu da, yüzyıllık bir güvencenin simgesi olarak varlığını sürdüren Lozan Antlaşması’nın tarihsel ve felsefi temellerinin kavranmasına bağlıdır.
Literatürde konuyla ilgili var olan boşluğu doldurmayı amaçlayan bu çalışma, Lozan Antlaşması’nda düzenlenen konuları hukuk tarihi çerçevesinde ortaya koyarken, konunun halefiyet/devamlılık tartışmaları ve yüksek mahkeme kararlarına yansımaları gibi güncel boyutlarına da ışık tutmaktadır.
Antlaşmalarına göre kurulacak karma hakem mahkemeleri tarafından
çözülmesi kabul edilmiştir. Bu usul, Lozan Barış Antlaşması’nda da
düzenlenmiş; Konferans görüşmeleri boyunca verilen siyasi, ekonomik ve
hukuki bağımsızlık mücadelesi, karma hakem mahkemelerinin
düzenlenmesinde de ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Lozan Barış Antlaşması,
karma hakem mahkemeleri konusunda da, diğer antlaşmalardan farklılık
arzetmiştir. Çalışmanın amacı, uluslararası hukuk tarihinde önemli bir
yargı yolu olan ve 1925-1938 yılları arasında İstanbul’da faaliyet gösteren
karma hakem mahkemelerini yetki alanı, kuruluş süreci ve yargılama
usulü açısından incelemektir. Bu doğrultuda mahkemelerde görev yapan
Türk hukukçuların kaleme aldıkları çalışmalar ile Cumhuriyet dönemi
arşiv belgeleri en önemli kaynakları oluştururken, sonuçta yeni kurulan
Devletin, Lozan sonrasında hukuki mücadele vermeye başladığı
alanlardan biri olan karma hakem mahkemelerine yaklaşımı da ortaya
konulmuştur.