Thesis Chapters by Nagihan Ebru Cambaz

İtilaf Devletleri'nin Doğu Trakya'da İşgal Uygulamaları (1918-1920), 2018
İtilaf Devletleri’nin Doğu Trakya’da Mondros mütarekesinin ilgili maddeleri uyarınca demiryolları... more İtilaf Devletleri’nin Doğu Trakya’da Mondros mütarekesinin ilgili maddeleri uyarınca demiryollarını işgal etme uygulaması mütareke ahkâmına aykırı şekilde peyderpey Osmanlı Devleti topraklarını işgale dönüşmüştür. Bu işgal sonucunda başta devlet yönetimine müdahale edilmesi olmak üzere pek çok hukuk dışı uygulama İtilaf Devletleri ordularınca gerçekleştirilmiştir. Bu hukuk dışı hareketlerin uygulayıcısı olarak Yunanistan, bölgede tarihsel ve siyasi emelleri olması dolayısıyla ön plana çıkmış, yaptığı uygulamalar diğer İtilaf Devletlerince de tasdik edilmiş ve destek görmüştür. Bu uygulamalardan gasp, asayişi bozmaya yönelik faaliyetler, din ve milliyete yönelik aşağılama, öldürme, eğitim, iletişim ve ulaşım haklarından mahrum etme, zirai ve ticari faaliyetleri sonlandırma, çete kurma, yerli halkı silahlandırarak birbirine kırdırma, halkı korkutarak bölgeden kaçırtmaya ve göç etmeye zorlama gibi hukuk dışı yollar sistematik biçimde gerçekleştirilmiştir.
İtilaf Devletleri kadim devirlerden beri komşuluk eden Rum, Türk, Musevi, Bulgar ve Ermeniler arasında birbirlerine karşı acımasız bir düşmanlık yaratacak tohumları ekmişlerdir. İşgalin ilk anlarından itibaren Rum Patrikhanesi Osmanlı otoritesini tanımamaya başlamış, el altından izci ve çete teşkilatları kurmuş, Yunanistan’ın Doğu Trakya’yı ilhak edebilmesi için her türlü maddi ve manevi yardımı yapmışlardır. Nitekim bir buçuk yıl içinde gitgide büyüyen ve kapsamı genişleyen işgal hareketi 1920 yılının Temmuz ayı itibariyle bir istila ve ilhaka dönüşmüştür. 10 Ağustos 1920’de Sevres Antlaşması’nın imzalanmasıyla Doğu Trakya 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi’ne kadar Yunanistan’ın resmi işgali altında olmuştur.
Conference Presentations by Nagihan Ebru Cambaz

HEYBELİ ADA’NIN KARANTİNA GÜNLERİ: 1918 İSPANYOL GRİBİNDE ALMAN ESİRLER, 2023
The Spanish Flu, which started in the USA in 1918, spread rapidly on the front lines, a vaccine c... more The Spanish Flu, which started in the USA in 1918, spread rapidly on the front lines, a vaccine could not be developed because it constantly mutated, and it caused more deaths than any other disease. Although the virus spread especially in Central Europe, it came to the eastern fronts and the Ottoman Empire due to troop circulation. With the end of the war and the discharge of the soldiers, the virus began to infect civilians who were away from the front lines. The Allied Powers held the Germans responsible for the emergence and spread of the virus.
The second wave of the pandemic started in November 1918, and those infected with the mutated virus began to die. The Ottoman Empire started to implement some of the quarantine practices it had previously implemented, especially in Istanbul, and the soldiers returning from the front were kept in Haydarpaşa and quarantined. Since German and Austrian prisoners of war as well as Ottoman Empire soldiers were kept in Haydarpaşa, this area soon became inadequate in terms of hygiene and unable to meet basic needs. German and Austrian soldiers who were detained for repatriation and caught the disease started to be quarantined on Heybeli Island as an alternative.
According to the 19th Article of the Armistice of Mudros, German and Austrian soldiers were required to leave the borders of the Ottoman Empire within one month. On the other hand, according to Article 14, the Allied Powers could obtain the raw materials they needed from the Ottoman Empire; Therefore, there is a priority problem here. The Allied Powers kept the captured soldiers in field tents under unsuitable conditions and primarily transported coal by ships. With the absence of a doctor in the quarantine areas and the violent increase and spread of the epidemic in public areas, the captive soldiers were, in a sense, left to die.
After the soldiers were kept waiting for two months, the survivors were sent to their countries in December. The soldiers, who were planned to be returned first to the Port of Odessa and then to their country, were kept waiting a little longer due to military operations in Ukraine and the risk of captured soldiers escaping and joining the war against the Allied Powers. The residence permit process has started to keep the remaining soldiers under control. The soldiers' weapons and equipment were delivered to the French, and German soldiers were settled in Kadıköy and the Islands. Although the soldiers quarantined here frequently requested a doctor, no doctor was allocated from the Allied Powers, and the very few German doctors had to take care of all the soldiers with some special permissions.
The lists of soldiers first sent to their countries date back to six months after the armistice was signed. The Ottoman Empire's Tiri Müjgan, Reşid Pasha, Gülcemal ships and soldiers were sent from Istanbul.
Key Words: Spanish Flu, Heybeliada, Quarantine, German Soldiers, Armistice.
1918 yılında ABD’de başlayan İspanyol Gribi, çok hızlı bir şekilde cephelerde yayılmış, sürekli mutasyona uğradığı için aşı geliştirilememiş ve diğer tüm hastalıklardan daha fazla can kaybına sebep olmuştur. Virüs özellikle orta Avrupa’da yayılım gösterdiyse de asker sirkülasyonu sebebiyle doğu cephelerine ve Osmanlı Devleti’ne gelmiştir. Savaşın bitmesi, askerlerin terhis olması ile virüs cephelerden uzak olan sivil halka da bulaşmaya başlamıştır. İtilaf Devletleri virüsün ortaya çıkışı ve yayılmasında Almanları sorumlu tutmuştur.
Salgının ikinci dalgası 1918 Kasım ayında başlamış ve mutasyon geçirmiş virüse yakalananlar ölmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti daha önce de uygulamış olduğu bazı karantina uygulamalarını İstanbul başta olmak üzere uygulamaya başlamış ve cepheden dönen askerler Haydarpaşa’da bekletilerek karantinaya alınmıştır. Haydarpaşa’da Alman ve Avusturyalı savaş esirlerinin yanı sıra Osmanlı Devleti askerleri de tutulduğundan bu alan kısa sürede hijyen bakımından yetersiz ve temel ihtiyaçları karşılayamaz hale gelmiştir. Ülkesine gönderilmek üzere tutulan ve hastalığa yakalanmış olan Alman ve Avusturyalı askerler alternatif olarak Heybeli Ada’da karantinaya alınmaya başlamıştır.
Mondros Mütarekesi’nin 19. maddesine göre Alman ve Avusturyalı askerlerin bir ay içerisinde Osmanlı Devleti sınırlarını terk etmesi gerekiyordu. Öte yandan İtilaf Devletleri 14. maddeye göre ihtiyaç duydukları ham maddeleri Osmanlı Devleti’nden karşılayabilecekti; dolayısıyla Osmanlı Devleti’nden Avrupa’ya taşınacak insan ve ticari mal konusunda öncelik problemi oluşmuştur. İtilaf Devletleri esir edilen askerleri sahra çadırlarında uygun olmayan koşullarda bekleterek öncelikle gemilerle kömür taşımıştır. Karantina alanlarında doktor bulunmaması, salgının toplu alanda şiddetle artması ve yayılması ile aslında esir askerler bir anlamda ölüme terk edilmiştir.
Askerler iki ay bekletildikten sonra, hayatta kalanlar aralık ayı itibariyle ülkelerine gönderilmiştir. Önce Odesa Limanı’na oradan da ülkelerine iade edilmesi planlanan askerler, Ukrayna’da askeri harekatlar olması ve esir askerlerin kaçarak İtilaf Devleti aleyhine savaşa katılması riski sebebiyle biraz daha bekletilmiştir. Kalan askerlerin kontrol altında tutulabilmesi için oturum izni süreci başlamıştır. Askerlerin silahları ve teçhizatları Fransızlara teslim edilmiş, Alman askerler Kadıköy ve Adalara yerleştirilmiştir. Burada karantina altına alınan askerler sık sık doktor talebinde bulunduysa da İtilaf Devletlerinden doktor tahsis edilmemiş, çok az sayıdaki Alman doktor özel izinler alarak tüm Alman ve Avusturyalı askerlerle ilgilenmek zorunda kalmıştır.
İlk olarak ülkelerine gönderilen asker listeleri ise mütareke imzalandıktan altı ay sonrasına aittir. Osmanlı Devleti’ne ait Tiri Müjgan, Reşid Paşa, Gülcemal gemileri ile askerler İstanbul’dan gönderilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İspanyol Gribi, Heybeliada, Karantina, Alman Askerleri, Mütareke.

9. Uluslararası Atatürk Kongresi Bildiri Kitabı, 2021
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra Doğu Trakya’da İtilaf Devletleri’nin işgal... more 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra Doğu Trakya’da İtilaf Devletleri’nin işgalleri başlamıştı. Burada 1. Kolordu Kumandanı görevi ile bulunan Albay Cafer Tayyar Bey, Edirne’ye geldiği ilk andan itibaren hem halkı işgale karşı örgütlemeye çalışmış hem de burada kötü koşullarda bulunan orduyu güçlendirerek işgale karşı savunmaya hazırlamıştır. Sivas Kongresi’nde Millî Mücadele’de Trakya ve Anadolu’nun aynı politika çerçevesinde birlikte hareket etmesi kararlaştırılmış ve Cafer Tayyar Bey de bu tarihten itibaren Mustafa Kemal’den aldığı emirleri mümkün mertebe uygulamaya çalışmıştır. Bu uygulamalar esnasında maddi manevi pek çok zorlukla karşılaşmış ve ne kadar çaba gösterilse de zaman zaman işgale karşı direniş yeterince güçlü olamamıştır. Temmuz 1920’de beş gün süren çarpışmalar sonucunda Trakya Yunan Ordusu tarafından tamamen işgal edilmiş ve Cafer Tayyar Bey esir düşmüştür. Bu süreçte Cafer Tayyar Bey’in faaliyetleri Mustafa Kemal Paşa’ya yanlış aksettirilmiş, böyle bir sonuç alınacağını bile bile hiç çaba göstermiyor imajı çizilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk Nutuk adlı eserinde bu konuya yer vermiş kendisine Kara Vasıf tarafından gönderilen mektubu yayınlamıştır. İçeriğine bakıldığında bu mektupta yer alan ithamlar şu şekildedir; Cafer Tayyar Bey’in tüm Trakyalıları aldattığını, hiçbir teşkilat ve teçhizatta bulunmadığını, şahsını düşündüğünü, Bulgaristan’dan haberdar olmadığını ifade etmiş, hatta neredeyse İtilaf Devletleri lehinde hareket ettiği imasında bulunmuştur. Arşiv belgelerine ve Cafer Tayyar Bey’in Trakya’daki faaliyetlerine bakıldığında ise bu iddiaların doğru olmadığı ve Mustafa Kemal Paşa'nın doğrudan Cafer Tayyar Bey ile iletişimi oldukça kısıtlı olduğundan bu konuda yanıltıldığı görülmüştür. Mustafa Kemal Paşa aldığı bu haberlerden dolayı Trakya’da yanlış bir siyaset izlendiği kanısındadır. Halbuki Cafer Tayyar Bey 1918 yılı Ekim ayından itibaren Bulgaristan’da olan bitenden haberdar olup, Batı Trakya konusunda uzlaşmaya çalışmıştır. Bununla birlikte köylere kadar gidip halkı işgale karşı direnişe hazırlamış, orduyu teşkilatlandırmış ve tarafsız kalan mülki amirleri Millî Mücadele tarafına çekmeye, çekemiyorsa etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. Burada yaptığı çalışmalardan dolayı Trakya halkı kendisine “Trakya Milli Kumandanı” ünvanı verilmiştir. Çalışmada Cafer Tayyar Bey’in çalışmalarına yer verilerek, kendisi hakkındaki iddiaların geçerliliği ve doğruluğu değerlendirilmiştir.
Papers by Nagihan Ebru Cambaz

Mütareke Dönemi̇nde Cafer Tayyar Bey Ve Mustafa Kemal Paşa’Nin İli̇şki̇leri̇
30 Ekim 1918 itibariyle Doğu Trakya’da I. Kolordu Komutanı olarak görev yapan Cafer Tayyar Paşa, ... more 30 Ekim 1918 itibariyle Doğu Trakya’da I. Kolordu Komutanı olarak görev yapan Cafer Tayyar Paşa, Anadolu’da yürütülen Milli Mücadele’ye Sivas Kongresi sonrasında katılmış ve oradan gelen emirler doğrultusunda hereket etmiştir. Fakat, Cafer Tayyar Bey, tüm Trakyalıları aldattığı, hiçbir teşkilat ve teçhizatta bulunmadığı, şahsını düşündüğü, Bulgaristan’dan haberdar olmadığı, hatta neredeyse İtilaf Devletleri lehinde hareket ettiği şeklinde ithamlara maruz kalmıştır. Çalışmada Cafer Tayyar Bey’in Doğu Trakya’daki faaliyetlerine yer verilerek, kendisi hakkındaki iddiaların geçerliliği ve doğruluğu değerlendirilmiştir. Buna göre, Trakya’da gerçekleşen Millî Mücadele’ye ve Cafer Tayyar Bey’in Trakya’daki faaliyetlerine bakıldığında onun hakkındaki iddiaların doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın doğrudan Cafer Tayyar Bey ile iletişimi oldukça kısıtlıydı. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa Doğu Trakya konusunda dolaylı yoldan bilgi edinmiştir. Mustafa Kemal Paşa aldığı bu bilgilerden dolayı Trakya’da yanlış bir siyaset izlendiğini düşünmüştür. Halbuki Cafer Tayyar Bey 1918 yılı Ekim ayından itibaren Bulgaristan’da olan bitenden haberdar olup, Bulgaristan ile Batı Trakya konusunda uzlaşmaya çalışmış, Doğu Trakya’da köylere kadar gidip halkı işgale karşı direnişe hazırlamıştır. Bazı mülki amirler İstanbul Hükümeti’nden çekindikleri için Millî Mücadele’ye taraf olmamış ve Trakya’da Yunan işgali sebebiyle asayiş problemleri yaşanmıştır. Buna rağmen Cafer Tayyar Bey orduyu teşkilatlandırmış ve tarafsız kalan mülki amirleri Millî Mücadele tarafına çekmeye, çekemiyorsa etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. Mustafa Kemal Paşa ise Cafer Tayyar Bey ve Trakya hakkında aldığı olumsuz haberleri dikkate almakla birlikte, durumu ve bilgiyi getirenleri soruşturmuştur. Cafer Tayyar Bey ile doğrudan iletişime geçtikten sonra bu ithamların doğru olmadığına kani olmuştur.

Milli Mücadele Dönemi'nde Doğu Trakya'da İşgalin Toplumsal Boyutu
Türkiye Günlüğü Dergisi, 2022
Bulgaristan'ın I. Dünya Savaşı'ndan çekilmesiyle Osmanlı Devleti'nin Doğu Trakya bölgesi, bölgede... more Bulgaristan'ın I. Dünya Savaşı'ndan çekilmesiyle Osmanlı Devleti'nin Doğu Trakya bölgesi, bölgede bulunan yetersiz donanımdaki 8000'i aşmayan sayıdaki askeri ile savunmasız hale gelmiş ve müttefikleri ile kara bağlantısı kesilmiştir. Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak savaştan çekilmiş ve İtilaf Devletlerinin işgalleri başlamıştır. İşgaller gerçekleşirken, Doğu Trakya'da yaşayan farklı inanç grupları işgale farklı tepkiler vermiştir. Bu çalışmada bu tepkisel süreç ve arkasındaki motivasyon işlenmiştir.
Bölgede bulunan Hristiyan cemaat, çoğunlukla işgalci güçleri olumlu karşılamış ve işgalin genişlemesinde rol oynamıştır. İşgal devletleri de bu süreçte Hristiyan cemaatin işlediği suçları görmezden gelerek mevcut olumsuz durumun büyümesine sebep olmuştur. işgale destek veren insanların beklentisi, gelecekte bölgenin Yunanistan'a bağlanması ve buradan sürülmesi düşünülen Türklerin (ve hatta Musevilerin) mal varlıklarının kendilerine kalmasıdır. Hristiyan cemaat içerisinde işgale destek vermeyen ve suç işlemeyenlerin kendi cemaatlerinden dışlandıkları ve kötü davranışlara maruz kaldıkları da görülmüştür, Hristiyan cemaat içerisinde işgalci güçlere destek verme konusunda bir toplumsal baskı olduğu da söylenebilir.
Museviler bu dönemde işgallere destek vermemiştir, hatta destek vermedikleri için şiddete maruz kalmış, kendilerini ve bağlı oldukları Osmanlı Devleti'ni savunmuşlardır. Musevilerin bu süreçte Osmanlı Devleti yanlısı olmasında oldukça güçlü bir motivasyon vardır: var olan sosyal statünün ve ayrıcalıkların kaybedilmemesi. Osmanlı Devleti içerisinde vergilerini ödeyerek rahat şekilde yaşayan Musevi cemaati Osmanlı Devleti ile tarih boyunca olumlu ilişkiler geliştirmiştir. Yaşadıkları toprakların Yunanistan'a ilhak olması, onların durumunda da olumsuz anlamda değişime sebep olacağından bu durum Musevi Cemaatini rahatsız etmiştir.
Son olarak Müslüman cemaate bakıldığında, toplumun büyük bir kesiminin işgale karşı olduğu görülmüştür. Tıpkı daha önce Balkanlarda olduğu gibi, Doğu Trakya'nın da kaybedilmesi, yaşadıkları toprakları terk etmek ve bilinmeze gitmek anlamına geliyordu. Dolayısıyla Doğu Trakya bölgesinde işgale karşı silahla savunma kararı alınmıştır. Ancak işgale direnmek istemeyen, devletin bir çözüm bulması taraftarı olan ve işgal devletleri ile uyumlu olmaya çalışan bir grup da bulunmaktaydı.
Uploads
Thesis Chapters by Nagihan Ebru Cambaz
İtilaf Devletleri kadim devirlerden beri komşuluk eden Rum, Türk, Musevi, Bulgar ve Ermeniler arasında birbirlerine karşı acımasız bir düşmanlık yaratacak tohumları ekmişlerdir. İşgalin ilk anlarından itibaren Rum Patrikhanesi Osmanlı otoritesini tanımamaya başlamış, el altından izci ve çete teşkilatları kurmuş, Yunanistan’ın Doğu Trakya’yı ilhak edebilmesi için her türlü maddi ve manevi yardımı yapmışlardır. Nitekim bir buçuk yıl içinde gitgide büyüyen ve kapsamı genişleyen işgal hareketi 1920 yılının Temmuz ayı itibariyle bir istila ve ilhaka dönüşmüştür. 10 Ağustos 1920’de Sevres Antlaşması’nın imzalanmasıyla Doğu Trakya 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi’ne kadar Yunanistan’ın resmi işgali altında olmuştur.
Conference Presentations by Nagihan Ebru Cambaz
The second wave of the pandemic started in November 1918, and those infected with the mutated virus began to die. The Ottoman Empire started to implement some of the quarantine practices it had previously implemented, especially in Istanbul, and the soldiers returning from the front were kept in Haydarpaşa and quarantined. Since German and Austrian prisoners of war as well as Ottoman Empire soldiers were kept in Haydarpaşa, this area soon became inadequate in terms of hygiene and unable to meet basic needs. German and Austrian soldiers who were detained for repatriation and caught the disease started to be quarantined on Heybeli Island as an alternative.
According to the 19th Article of the Armistice of Mudros, German and Austrian soldiers were required to leave the borders of the Ottoman Empire within one month. On the other hand, according to Article 14, the Allied Powers could obtain the raw materials they needed from the Ottoman Empire; Therefore, there is a priority problem here. The Allied Powers kept the captured soldiers in field tents under unsuitable conditions and primarily transported coal by ships. With the absence of a doctor in the quarantine areas and the violent increase and spread of the epidemic in public areas, the captive soldiers were, in a sense, left to die.
After the soldiers were kept waiting for two months, the survivors were sent to their countries in December. The soldiers, who were planned to be returned first to the Port of Odessa and then to their country, were kept waiting a little longer due to military operations in Ukraine and the risk of captured soldiers escaping and joining the war against the Allied Powers. The residence permit process has started to keep the remaining soldiers under control. The soldiers' weapons and equipment were delivered to the French, and German soldiers were settled in Kadıköy and the Islands. Although the soldiers quarantined here frequently requested a doctor, no doctor was allocated from the Allied Powers, and the very few German doctors had to take care of all the soldiers with some special permissions.
The lists of soldiers first sent to their countries date back to six months after the armistice was signed. The Ottoman Empire's Tiri Müjgan, Reşid Pasha, Gülcemal ships and soldiers were sent from Istanbul.
Key Words: Spanish Flu, Heybeliada, Quarantine, German Soldiers, Armistice.
1918 yılında ABD’de başlayan İspanyol Gribi, çok hızlı bir şekilde cephelerde yayılmış, sürekli mutasyona uğradığı için aşı geliştirilememiş ve diğer tüm hastalıklardan daha fazla can kaybına sebep olmuştur. Virüs özellikle orta Avrupa’da yayılım gösterdiyse de asker sirkülasyonu sebebiyle doğu cephelerine ve Osmanlı Devleti’ne gelmiştir. Savaşın bitmesi, askerlerin terhis olması ile virüs cephelerden uzak olan sivil halka da bulaşmaya başlamıştır. İtilaf Devletleri virüsün ortaya çıkışı ve yayılmasında Almanları sorumlu tutmuştur.
Salgının ikinci dalgası 1918 Kasım ayında başlamış ve mutasyon geçirmiş virüse yakalananlar ölmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti daha önce de uygulamış olduğu bazı karantina uygulamalarını İstanbul başta olmak üzere uygulamaya başlamış ve cepheden dönen askerler Haydarpaşa’da bekletilerek karantinaya alınmıştır. Haydarpaşa’da Alman ve Avusturyalı savaş esirlerinin yanı sıra Osmanlı Devleti askerleri de tutulduğundan bu alan kısa sürede hijyen bakımından yetersiz ve temel ihtiyaçları karşılayamaz hale gelmiştir. Ülkesine gönderilmek üzere tutulan ve hastalığa yakalanmış olan Alman ve Avusturyalı askerler alternatif olarak Heybeli Ada’da karantinaya alınmaya başlamıştır.
Mondros Mütarekesi’nin 19. maddesine göre Alman ve Avusturyalı askerlerin bir ay içerisinde Osmanlı Devleti sınırlarını terk etmesi gerekiyordu. Öte yandan İtilaf Devletleri 14. maddeye göre ihtiyaç duydukları ham maddeleri Osmanlı Devleti’nden karşılayabilecekti; dolayısıyla Osmanlı Devleti’nden Avrupa’ya taşınacak insan ve ticari mal konusunda öncelik problemi oluşmuştur. İtilaf Devletleri esir edilen askerleri sahra çadırlarında uygun olmayan koşullarda bekleterek öncelikle gemilerle kömür taşımıştır. Karantina alanlarında doktor bulunmaması, salgının toplu alanda şiddetle artması ve yayılması ile aslında esir askerler bir anlamda ölüme terk edilmiştir.
Askerler iki ay bekletildikten sonra, hayatta kalanlar aralık ayı itibariyle ülkelerine gönderilmiştir. Önce Odesa Limanı’na oradan da ülkelerine iade edilmesi planlanan askerler, Ukrayna’da askeri harekatlar olması ve esir askerlerin kaçarak İtilaf Devleti aleyhine savaşa katılması riski sebebiyle biraz daha bekletilmiştir. Kalan askerlerin kontrol altında tutulabilmesi için oturum izni süreci başlamıştır. Askerlerin silahları ve teçhizatları Fransızlara teslim edilmiş, Alman askerler Kadıköy ve Adalara yerleştirilmiştir. Burada karantina altına alınan askerler sık sık doktor talebinde bulunduysa da İtilaf Devletlerinden doktor tahsis edilmemiş, çok az sayıdaki Alman doktor özel izinler alarak tüm Alman ve Avusturyalı askerlerle ilgilenmek zorunda kalmıştır.
İlk olarak ülkelerine gönderilen asker listeleri ise mütareke imzalandıktan altı ay sonrasına aittir. Osmanlı Devleti’ne ait Tiri Müjgan, Reşid Paşa, Gülcemal gemileri ile askerler İstanbul’dan gönderilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İspanyol Gribi, Heybeliada, Karantina, Alman Askerleri, Mütareke.
Papers by Nagihan Ebru Cambaz
Bölgede bulunan Hristiyan cemaat, çoğunlukla işgalci güçleri olumlu karşılamış ve işgalin genişlemesinde rol oynamıştır. İşgal devletleri de bu süreçte Hristiyan cemaatin işlediği suçları görmezden gelerek mevcut olumsuz durumun büyümesine sebep olmuştur. işgale destek veren insanların beklentisi, gelecekte bölgenin Yunanistan'a bağlanması ve buradan sürülmesi düşünülen Türklerin (ve hatta Musevilerin) mal varlıklarının kendilerine kalmasıdır. Hristiyan cemaat içerisinde işgale destek vermeyen ve suç işlemeyenlerin kendi cemaatlerinden dışlandıkları ve kötü davranışlara maruz kaldıkları da görülmüştür, Hristiyan cemaat içerisinde işgalci güçlere destek verme konusunda bir toplumsal baskı olduğu da söylenebilir.
Museviler bu dönemde işgallere destek vermemiştir, hatta destek vermedikleri için şiddete maruz kalmış, kendilerini ve bağlı oldukları Osmanlı Devleti'ni savunmuşlardır. Musevilerin bu süreçte Osmanlı Devleti yanlısı olmasında oldukça güçlü bir motivasyon vardır: var olan sosyal statünün ve ayrıcalıkların kaybedilmemesi. Osmanlı Devleti içerisinde vergilerini ödeyerek rahat şekilde yaşayan Musevi cemaati Osmanlı Devleti ile tarih boyunca olumlu ilişkiler geliştirmiştir. Yaşadıkları toprakların Yunanistan'a ilhak olması, onların durumunda da olumsuz anlamda değişime sebep olacağından bu durum Musevi Cemaatini rahatsız etmiştir.
Son olarak Müslüman cemaate bakıldığında, toplumun büyük bir kesiminin işgale karşı olduğu görülmüştür. Tıpkı daha önce Balkanlarda olduğu gibi, Doğu Trakya'nın da kaybedilmesi, yaşadıkları toprakları terk etmek ve bilinmeze gitmek anlamına geliyordu. Dolayısıyla Doğu Trakya bölgesinde işgale karşı silahla savunma kararı alınmıştır. Ancak işgale direnmek istemeyen, devletin bir çözüm bulması taraftarı olan ve işgal devletleri ile uyumlu olmaya çalışan bir grup da bulunmaktaydı.
İtilaf Devletleri kadim devirlerden beri komşuluk eden Rum, Türk, Musevi, Bulgar ve Ermeniler arasında birbirlerine karşı acımasız bir düşmanlık yaratacak tohumları ekmişlerdir. İşgalin ilk anlarından itibaren Rum Patrikhanesi Osmanlı otoritesini tanımamaya başlamış, el altından izci ve çete teşkilatları kurmuş, Yunanistan’ın Doğu Trakya’yı ilhak edebilmesi için her türlü maddi ve manevi yardımı yapmışlardır. Nitekim bir buçuk yıl içinde gitgide büyüyen ve kapsamı genişleyen işgal hareketi 1920 yılının Temmuz ayı itibariyle bir istila ve ilhaka dönüşmüştür. 10 Ağustos 1920’de Sevres Antlaşması’nın imzalanmasıyla Doğu Trakya 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi’ne kadar Yunanistan’ın resmi işgali altında olmuştur.
The second wave of the pandemic started in November 1918, and those infected with the mutated virus began to die. The Ottoman Empire started to implement some of the quarantine practices it had previously implemented, especially in Istanbul, and the soldiers returning from the front were kept in Haydarpaşa and quarantined. Since German and Austrian prisoners of war as well as Ottoman Empire soldiers were kept in Haydarpaşa, this area soon became inadequate in terms of hygiene and unable to meet basic needs. German and Austrian soldiers who were detained for repatriation and caught the disease started to be quarantined on Heybeli Island as an alternative.
According to the 19th Article of the Armistice of Mudros, German and Austrian soldiers were required to leave the borders of the Ottoman Empire within one month. On the other hand, according to Article 14, the Allied Powers could obtain the raw materials they needed from the Ottoman Empire; Therefore, there is a priority problem here. The Allied Powers kept the captured soldiers in field tents under unsuitable conditions and primarily transported coal by ships. With the absence of a doctor in the quarantine areas and the violent increase and spread of the epidemic in public areas, the captive soldiers were, in a sense, left to die.
After the soldiers were kept waiting for two months, the survivors were sent to their countries in December. The soldiers, who were planned to be returned first to the Port of Odessa and then to their country, were kept waiting a little longer due to military operations in Ukraine and the risk of captured soldiers escaping and joining the war against the Allied Powers. The residence permit process has started to keep the remaining soldiers under control. The soldiers' weapons and equipment were delivered to the French, and German soldiers were settled in Kadıköy and the Islands. Although the soldiers quarantined here frequently requested a doctor, no doctor was allocated from the Allied Powers, and the very few German doctors had to take care of all the soldiers with some special permissions.
The lists of soldiers first sent to their countries date back to six months after the armistice was signed. The Ottoman Empire's Tiri Müjgan, Reşid Pasha, Gülcemal ships and soldiers were sent from Istanbul.
Key Words: Spanish Flu, Heybeliada, Quarantine, German Soldiers, Armistice.
1918 yılında ABD’de başlayan İspanyol Gribi, çok hızlı bir şekilde cephelerde yayılmış, sürekli mutasyona uğradığı için aşı geliştirilememiş ve diğer tüm hastalıklardan daha fazla can kaybına sebep olmuştur. Virüs özellikle orta Avrupa’da yayılım gösterdiyse de asker sirkülasyonu sebebiyle doğu cephelerine ve Osmanlı Devleti’ne gelmiştir. Savaşın bitmesi, askerlerin terhis olması ile virüs cephelerden uzak olan sivil halka da bulaşmaya başlamıştır. İtilaf Devletleri virüsün ortaya çıkışı ve yayılmasında Almanları sorumlu tutmuştur.
Salgının ikinci dalgası 1918 Kasım ayında başlamış ve mutasyon geçirmiş virüse yakalananlar ölmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti daha önce de uygulamış olduğu bazı karantina uygulamalarını İstanbul başta olmak üzere uygulamaya başlamış ve cepheden dönen askerler Haydarpaşa’da bekletilerek karantinaya alınmıştır. Haydarpaşa’da Alman ve Avusturyalı savaş esirlerinin yanı sıra Osmanlı Devleti askerleri de tutulduğundan bu alan kısa sürede hijyen bakımından yetersiz ve temel ihtiyaçları karşılayamaz hale gelmiştir. Ülkesine gönderilmek üzere tutulan ve hastalığa yakalanmış olan Alman ve Avusturyalı askerler alternatif olarak Heybeli Ada’da karantinaya alınmaya başlamıştır.
Mondros Mütarekesi’nin 19. maddesine göre Alman ve Avusturyalı askerlerin bir ay içerisinde Osmanlı Devleti sınırlarını terk etmesi gerekiyordu. Öte yandan İtilaf Devletleri 14. maddeye göre ihtiyaç duydukları ham maddeleri Osmanlı Devleti’nden karşılayabilecekti; dolayısıyla Osmanlı Devleti’nden Avrupa’ya taşınacak insan ve ticari mal konusunda öncelik problemi oluşmuştur. İtilaf Devletleri esir edilen askerleri sahra çadırlarında uygun olmayan koşullarda bekleterek öncelikle gemilerle kömür taşımıştır. Karantina alanlarında doktor bulunmaması, salgının toplu alanda şiddetle artması ve yayılması ile aslında esir askerler bir anlamda ölüme terk edilmiştir.
Askerler iki ay bekletildikten sonra, hayatta kalanlar aralık ayı itibariyle ülkelerine gönderilmiştir. Önce Odesa Limanı’na oradan da ülkelerine iade edilmesi planlanan askerler, Ukrayna’da askeri harekatlar olması ve esir askerlerin kaçarak İtilaf Devleti aleyhine savaşa katılması riski sebebiyle biraz daha bekletilmiştir. Kalan askerlerin kontrol altında tutulabilmesi için oturum izni süreci başlamıştır. Askerlerin silahları ve teçhizatları Fransızlara teslim edilmiş, Alman askerler Kadıköy ve Adalara yerleştirilmiştir. Burada karantina altına alınan askerler sık sık doktor talebinde bulunduysa da İtilaf Devletlerinden doktor tahsis edilmemiş, çok az sayıdaki Alman doktor özel izinler alarak tüm Alman ve Avusturyalı askerlerle ilgilenmek zorunda kalmıştır.
İlk olarak ülkelerine gönderilen asker listeleri ise mütareke imzalandıktan altı ay sonrasına aittir. Osmanlı Devleti’ne ait Tiri Müjgan, Reşid Paşa, Gülcemal gemileri ile askerler İstanbul’dan gönderilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İspanyol Gribi, Heybeliada, Karantina, Alman Askerleri, Mütareke.
Bölgede bulunan Hristiyan cemaat, çoğunlukla işgalci güçleri olumlu karşılamış ve işgalin genişlemesinde rol oynamıştır. İşgal devletleri de bu süreçte Hristiyan cemaatin işlediği suçları görmezden gelerek mevcut olumsuz durumun büyümesine sebep olmuştur. işgale destek veren insanların beklentisi, gelecekte bölgenin Yunanistan'a bağlanması ve buradan sürülmesi düşünülen Türklerin (ve hatta Musevilerin) mal varlıklarının kendilerine kalmasıdır. Hristiyan cemaat içerisinde işgale destek vermeyen ve suç işlemeyenlerin kendi cemaatlerinden dışlandıkları ve kötü davranışlara maruz kaldıkları da görülmüştür, Hristiyan cemaat içerisinde işgalci güçlere destek verme konusunda bir toplumsal baskı olduğu da söylenebilir.
Museviler bu dönemde işgallere destek vermemiştir, hatta destek vermedikleri için şiddete maruz kalmış, kendilerini ve bağlı oldukları Osmanlı Devleti'ni savunmuşlardır. Musevilerin bu süreçte Osmanlı Devleti yanlısı olmasında oldukça güçlü bir motivasyon vardır: var olan sosyal statünün ve ayrıcalıkların kaybedilmemesi. Osmanlı Devleti içerisinde vergilerini ödeyerek rahat şekilde yaşayan Musevi cemaati Osmanlı Devleti ile tarih boyunca olumlu ilişkiler geliştirmiştir. Yaşadıkları toprakların Yunanistan'a ilhak olması, onların durumunda da olumsuz anlamda değişime sebep olacağından bu durum Musevi Cemaatini rahatsız etmiştir.
Son olarak Müslüman cemaate bakıldığında, toplumun büyük bir kesiminin işgale karşı olduğu görülmüştür. Tıpkı daha önce Balkanlarda olduğu gibi, Doğu Trakya'nın da kaybedilmesi, yaşadıkları toprakları terk etmek ve bilinmeze gitmek anlamına geliyordu. Dolayısıyla Doğu Trakya bölgesinde işgale karşı silahla savunma kararı alınmıştır. Ancak işgale direnmek istemeyen, devletin bir çözüm bulması taraftarı olan ve işgal devletleri ile uyumlu olmaya çalışan bir grup da bulunmaktaydı.