Afyon Kocatepe University
Cinema and Television
The research examines the lifestyle and consumption phenomena presented through the media and television. Based on Neil Postman's (2022) two different approaches based on the dystopias presented to the reader in the novels "1984" and... more
The research examines the lifestyle and consumption phenomena presented through the media and television. Based on Neil Postman's (2022) two different approaches based on the dystopias presented to the reader in the novels "1984" and "Brave New World", the research suggests that Huxley's novel finds more practice in the contemporary world. In this direction, it was deemed appropriate to examine the media contents, which are the dominant force in the spread of consumer culture and lifestyles and the dominant ideology. The experiences presented in the television series not only enable young people to adapt to the consumer culture but also bring the concept of lifestyle to the fore and make young people a part of the consumption society. In this study, which aims to reveal how globalized consumption culture is tried to be disseminated by examining the lifestyle and consumption phenomena presented in television series, the series "Gossip Girl" was determined as the universe. Content analysis was used as a data collection technique, and a situation determination was tried to be made. Eight categories were determined to examine the lifestyles and consumption activities of the nine main characters. Content analysis was used as a data collection technique, and a situation determination was tried to be made. Eight different categories were determined to examine the lifestyles and consumption activities of the nine main characters in the four episodes of the series included in the study sample. According to the results obtained from the data, the series' producers present the consumption to the audience in an implicit way with indirect narrations instead of showing the characters while shopping. In this way, possible reactions of the audience are restrained as much as possible. In addition, the research has shown that the phenomenon of lifestyles has ceased to be the privilege of a particular group today and has taken a form that influences society. Consumption and lifestyles have become independent of time and location, dominating all parts of life. This situation, which was realized thanks to technological developments, was also supported by the content analysis method carried out in the study.
- by Tolga GÜROCAK
- •
Özet Günümüzde egemen olan tekno-ekonomik süreçlerin, kültürlerin özgünlüklerini dönüştürücü bir etkisi vardır. Bu tür süreçlerin bir sonucu olarak kültürler, evrensel bir insanlığa ilişkin bir kavrayış geliştirmişlerdir. Ancak pratikten... more
Özet Günümüzde egemen olan tekno-ekonomik süreçlerin, kültürlerin özgünlüklerini dönüştürücü bir etkisi vardır. Bu tür süreçlerin bir sonucu olarak kültürler, evrensel bir insanlığa ilişkin bir kavrayış geliştirmişlerdir. Ancak pratikten kopuk, nihilist bir yönelim olarak bu evrenselcilik, değerlerin değersizleşmesiyle ilişkilidir. Özgün kültürel pratiklerden kopuşun bir göstergesi olan bu tür kavrayış biçimi aslında kültürün maruz kaldığı küresel bir çerçeveleme biçimidir. Egemen tekno-ekonomik-politik süreçler, Alevi-Bektaşi kültürünün temel değerlerinin araçsal bir dönüşüme ve çerçevelemeye maruz kalmasına yol açmaktadır. Bu dünya görüşü, doktrinsel ve felsefi bir sistem olmaktan çok Alevi-Bektaşi tarihinde es-tetik bir düzlemde, sanat eseri vasıtasıyla ifadesini bulmuştur. Bu makalede Alevi-Bektaşi kültürü ve tarihinin şu konularla ilişkili anlayışı ve tutumu temel sorunsalı oluşturmaktadır: insan-doğa ilişkisinin nasıl kavrandığı ve ortaya konulduğu; akıl ve bilginin ne anlam ifade ettikleri; toplumsal yaşamın nasıl kavrandığı, insanların bir arada var olmasının temel biçim-lerinin nasıl görüldüğü; farklılıklara yönelik tutum ve yaklaşım; birey ile toplum arasındaki ilişkisin nasıl değerlendirildiği; inanç ve kutsallık konularına nasıl bakıldığı. Bu konular, ikti-dar ve günümüzün hâkim süreci olan araçsal çerçeveleme bağlamında yorumlanmaktadır. Bu bağlamda Alevi-Bektaşiliğe özgü değerlerin karşılaştığı sorunlar vurgulanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Alevi-Bektaşi kültürü, kültürel farklılık, kitle kültürü, çerçeveleme, araçsallaşma Abstract The dominant techno-economic processes in our day have a transformative effect over the peculiarities of cultures. As a result of such processes cultures have developed a conception in relation to a universal humanity. This universalism as a nihilistic orientation is based on the devaluation of values. Such form of conception, as an indicator of the break with the distinctive cultural practices, is indeed a global form of enframing to which culture is subjected. In this context, the dominant techno-economic-political processes lead to an instru
ÖZ Bellek yaşananları ve öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal bellek ise kültürel bir olgunun etrafında şekillenmekte, aynı zamanda tarihsel bir sürecin... more
ÖZ
Bellek yaşananları ve öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal bellek ise kültürel bir olgunun etrafında şekillenmekte, aynı zamanda tarihsel bir sürecin de bir parçası olarak oluşmaktadır. Sinema filmleri toplumsal belleğin oluşması ile ilgili önemli bir işlevi üstlenmiştir. Çalışmada Türkiye'den Almanya'ya göç olgusunu ele alan filmler arasından seçilen bir örneklem incelenmiş ve Almanya'ya göç olgusuna ilişkin filmlerde sürekli olumsuz imgelerin yer aldığı, yabancılaşma, kültürel değerlerden, gelenek-göreneklerden kopma, uyum sağlayamama, robotlaşma, makineleşme gibi konulara değinildiği görülmüştür. SUMMARY The memory is defined as the deliberate that happened and learn the topics, their past relationship storage capacity of mind. Social memory that is formed around a cultural phenomenon, as a part of a historical process is composed at the same time. Movies about the formation of social memory have an important function. In this study, a sample of films examined that selected from the films which related the phenomenon of migration from Turkey to Germany and these films that constant negative image on the phenomenon of migration to Germany such as alienation, stay away from traditions and cultural values, inability to adapt, robotic-up and mechanization is seen as addressing issues.
Bellek yaşananları ve öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal bellek ise kültürel bir olgunun etrafında şekillenmekte, aynı zamanda tarihsel bir sürecin de bir parçası olarak oluşmaktadır. Sinema filmleri toplumsal belleğin oluşması ile ilgili önemli bir işlevi üstlenmiştir. Çalışmada Türkiye'den Almanya'ya göç olgusunu ele alan filmler arasından seçilen bir örneklem incelenmiş ve Almanya'ya göç olgusuna ilişkin filmlerde sürekli olumsuz imgelerin yer aldığı, yabancılaşma, kültürel değerlerden, gelenek-göreneklerden kopma, uyum sağlayamama, robotlaşma, makineleşme gibi konulara değinildiği görülmüştür. SUMMARY The memory is defined as the deliberate that happened and learn the topics, their past relationship storage capacity of mind. Social memory that is formed around a cultural phenomenon, as a part of a historical process is composed at the same time. Movies about the formation of social memory have an important function. In this study, a sample of films examined that selected from the films which related the phenomenon of migration from Turkey to Germany and these films that constant negative image on the phenomenon of migration to Germany such as alienation, stay away from traditions and cultural values, inability to adapt, robotic-up and mechanization is seen as addressing issues.
1896 yılında Lumiere Kardeşler tarafından Fransa’da icat edilen sinematografın İstanbul’a girişi, Osmanlı’nın son dönemlerine rastlamaktadır. Türkiye’de sinemayla ilgilenen ilk isim Enver Paşa olmuştur. Enver Paşa I. Dünya Savaşı... more
1896 yılında Lumiere Kardeşler tarafından Fransa’da icat edilen sinematografın İstanbul’a girişi, Osmanlı’nın son dönemlerine rastlamaktadır. Türkiye’de sinemayla ilgilenen ilk isim Enver Paşa olmuştur. Enver Paşa I. Dünya Savaşı sırasında Almanya’yı ziyaretinde Alman ordusunun Ordu Film Dairesi kurduğunu görmüş, sinemanın ne kadar önemli bir araç olduğunun farkına varmış ve Türkiye’de Bir Ordu Film Dairesi kurulmasını sağlamıştır. Ordu Film Dairesi’nin başına önce Sigmund Weinberg, sonrasındaysa yardımcısı olan Fuat Uzkınay getirilmiştir. Fuat Uzkınay ile göreve gelmesiyle birlikte birçok kaynakta Türk Sinemasının ilk filmi olarak gösterilen 1914 yapımı “Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı” adlı belge filmi çekilmiştir. İlk dönem çekilen filmlerin tamamı belge film niteliğindedir ve devletin desteğiyle gerçekleştirilmiştir. 1922 yılında Muhsin Ertuğrul ile birlikte Türk Sineması açısından yeni bir dönem başlamış ve Türk Sineması Türk Tiyatrosu’nun etkisi altına girmiştir. Ertuğrul daha çok kendi oyunlarının filmlerini çekmiştir. Bu dönemin belirleyici özellikleri, kentsel, tek parti döneminin kültür ideolojisiyle ve siyasetiyle bütünleşmiştir. 1922 yılından 1939 yılına kadar geçen 17 yıllık Muhsin Ertuğrul dönemiyle ilgili Alim Şerif Onaran (1999, s. 20) “Türk Sineması” adlı çalışmasında şu tespitleri yapmıştır: Tiyatrocular deyimiyle çoğul olarak ifade ettiğimiz halde bu döneme, oyuncular dışında tek bir tiyatrocu, Muhsin Ertuğrul egemendir. Dünyanın hiçbir ülkesinde, o ülkenin sinemasına 17 yıl süreyle tek bir sanatçının egemen olması görülmemiştir. Bunun nedeni, o yıllarda, sinemamızda, stüdyo çalışmalarımızda deneyimli yönetmen olarak Ertuğrul’dan başkasını bulunmaması, bulunsa da böyle bir işe ilgi duymamasıdır. II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber Türk Sineması yeni bir döneme girmiştir. 1939 ile 1952 yılları arasını kapsayan ve Tiyatrocular Döneminden, Sinemacılar Dönemine geçişi simgeleyen bu dönem; sinema tarihçileri tarafından “Geçiş Dönemi” olarak adlandırılmıştır. Bu dönemde Muhsin Ertuğrul’un dışında birçok yönetmen ortaya çıkmıştır. Bu yönetmenlerin çektiği filmler konu açısından Tiyatrocular Döneminden çok da farklı olmamakla birlikte, özellikle Mısır ve Amerikan melodramları Türk Sinemasını etkisi altına almıştır. Çekilen birçok film, ya Mısır ya da Amerikan melodramlarını yeniden çevrimleridir. Toplumsal ve siyasal konular hemen hemen hiç işlenmemiştir. Erman Şener (Şener’den akt. Uçakan; 1977, s. 19) bu dönemi şöyle değerlendirmiştir; “Türkiye’de kuruluş halindeki sinema, kendisini içinde yaşadığı toplumun bir köşesi saymamakta, olaylara sırt çevirip, kendi türkülerini söylemeye devam etmektedir.”
Türk Sinemasında İşçi Temsili: 1960lı Yıllara Sosyolojik ve İdeolojik Bir Bakış
İhsan Koluaçık Afyon Kocatepe Üniversitesi
Nesrin Kula Afyon Kocatepe Üniversitesi
2
1950li yıllara kadar Türk Sinemasında ortaya çıkan gelişmeleri genel olarak değerlendirmek gerektiğinde, Cumhuriyet ideolojisi çerçevesinde oyunlar, filmler egemen ideoloji tarafından saptanmış, toplumsal ve siyasal konular egemen ideolojinin istediği biçimde ele alınmıştır. Toplumun istekleri ve onunla ilişki kurarak bir sinema gerçekleştirebilme noktasında eksik kalınmıştır (Ayça; 1994, s. 44). 1950li yıllar Türk Sineması için yeni bir dönemin başlangıcını ve toparlanmayı simgelemektedir. Ömer Lütfi Akad’ın 1952 yılında yapmış olduğu “Kanun Namına” adlı filmiyle başlayan bu dönem, Sinemacılar Dönemi olarak ifade edilmiştir. Bu dönemin bir diğer adı da Yeşilçam Dönemi’dir. Yeşilçam Dönemi birçok tartışmayı da beraberinde getirmesine rağmen, Türk Sinema’sını 1980li yıllara kadar etkisi altına almayı başarmıştır. 1950 yılında tek parti iktidarının sona ermesiyle beraber toplumsal yaşamda büyük değişikliler olmuştur. 1950lerdeki özellikle iki olay Türk Sinemasını önemli ölçüde etkilemiştir. Bunlardan birincisi; kırdan kente göçün artması ve kentlerin bu aşırı göçlerle beraber kırsallaşması; diğeri ise, kentlerle sınırlı sinema salonlarının kırsal alanlara yayılmasıdır. Siyasi alandaki popülist politikalar sinemada da karşılığını bulmuştur. Böylelikle popülist Yeşilçam Sineması ortaya çıkmıştır. Kırsal alandaki sinema sahipleri Yeşilçam’ı istedikleri gibi yönlendirmeye başlamışlardır. Bölge yapımcıları kendi istedikleri doğrultuda sipariş filmler ve hemen hemen birbirinin aynı olan bir sürü film çektirmişlerdir. Engin Ayça (Ayça’dan akt Uçakan; 1977, s. 19) Türk Sineması’nın içine düştüğü durumun nedenini devletin sinemaya gerekli desteği vermemesi olarak görmüş ve Yeşilçam hakkında şunları söylemiştir: Devlet, sahne sanatlarını ve orkestraları parasal olarak desteklerken, sinema alanını ticaret ilişkileri içinde gelişmeye bırakmıştır. Bunun sonucu olarak, Yeşilçam ticari, dolayısıyla halk kitlelerinin isteklerine, beklentilerine uyan, popüler filmler üretmek durumuyla karşı karşıya kalmıştır. Bu, Yeşilçam’ı giderek, dönemin siyasetiyle uyum içinde, popülist bir çizgi izlemeye kadar götürmüştür. Yeşilçam ticari bir sinemadır. Yeşilçam popüler bir sinemadır. Yeşilçam popülist bir sinemadır. Yeşilçam halkın geleneksel sözlü kültür yapısına eklemlenmiş, onunla bütünleşmiş bir sinemadır. Yukarda sayılanların tamamı Türk Sineması’nda kalburüstü yapımların artmasını engellemiştir. Yine Amerikan ve Mısır filmlerinin yeniden çevrimleri yapılmaya devam etmiş, bölge yapımcılarının istedikleri tarzda gişe başarısı elde edebilecek filmler yapılmış, onların istediği oyuncular sinemalarda boy göstermiş (böylelikle yıldız sistemi kendiliğinden oluşmuş), kişisel konular tekrar edilmiş, Türk Sineması toplum meselelerinden son sürat uzaklaşmıştır. Türk Sineması açısından bir Rönesans olacağı düşünülen Yeşilçam dönemi, hayal kırıklığından öteye geçememiştir.
Türk Sinemasında İşçi Temsili: 1960lı Yıllara Sosyolojik ve İdeolojik Bir Bakış
İhsan Koluaçık Afyon Kocatepe Üniversitesi
Nesrin Kula Afyon Kocatepe Üniversitesi
2
1950li yıllara kadar Türk Sinemasında ortaya çıkan gelişmeleri genel olarak değerlendirmek gerektiğinde, Cumhuriyet ideolojisi çerçevesinde oyunlar, filmler egemen ideoloji tarafından saptanmış, toplumsal ve siyasal konular egemen ideolojinin istediği biçimde ele alınmıştır. Toplumun istekleri ve onunla ilişki kurarak bir sinema gerçekleştirebilme noktasında eksik kalınmıştır (Ayça; 1994, s. 44). 1950li yıllar Türk Sineması için yeni bir dönemin başlangıcını ve toparlanmayı simgelemektedir. Ömer Lütfi Akad’ın 1952 yılında yapmış olduğu “Kanun Namına” adlı filmiyle başlayan bu dönem, Sinemacılar Dönemi olarak ifade edilmiştir. Bu dönemin bir diğer adı da Yeşilçam Dönemi’dir. Yeşilçam Dönemi birçok tartışmayı da beraberinde getirmesine rağmen, Türk Sinema’sını 1980li yıllara kadar etkisi altına almayı başarmıştır. 1950 yılında tek parti iktidarının sona ermesiyle beraber toplumsal yaşamda büyük değişikliler olmuştur. 1950lerdeki özellikle iki olay Türk Sinemasını önemli ölçüde etkilemiştir. Bunlardan birincisi; kırdan kente göçün artması ve kentlerin bu aşırı göçlerle beraber kırsallaşması; diğeri ise, kentlerle sınırlı sinema salonlarının kırsal alanlara yayılmasıdır. Siyasi alandaki popülist politikalar sinemada da karşılığını bulmuştur. Böylelikle popülist Yeşilçam Sineması ortaya çıkmıştır. Kırsal alandaki sinema sahipleri Yeşilçam’ı istedikleri gibi yönlendirmeye başlamışlardır. Bölge yapımcıları kendi istedikleri doğrultuda sipariş filmler ve hemen hemen birbirinin aynı olan bir sürü film çektirmişlerdir. Engin Ayça (Ayça’dan akt Uçakan; 1977, s. 19) Türk Sineması’nın içine düştüğü durumun nedenini devletin sinemaya gerekli desteği vermemesi olarak görmüş ve Yeşilçam hakkında şunları söylemiştir: Devlet, sahne sanatlarını ve orkestraları parasal olarak desteklerken, sinema alanını ticaret ilişkileri içinde gelişmeye bırakmıştır. Bunun sonucu olarak, Yeşilçam ticari, dolayısıyla halk kitlelerinin isteklerine, beklentilerine uyan, popüler filmler üretmek durumuyla karşı karşıya kalmıştır. Bu, Yeşilçam’ı giderek, dönemin siyasetiyle uyum içinde, popülist bir çizgi izlemeye kadar götürmüştür. Yeşilçam ticari bir sinemadır. Yeşilçam popüler bir sinemadır. Yeşilçam popülist bir sinemadır. Yeşilçam halkın geleneksel sözlü kültür yapısına eklemlenmiş, onunla bütünleşmiş bir sinemadır. Yukarda sayılanların tamamı Türk Sineması’nda kalburüstü yapımların artmasını engellemiştir. Yine Amerikan ve Mısır filmlerinin yeniden çevrimleri yapılmaya devam etmiş, bölge yapımcılarının istedikleri tarzda gişe başarısı elde edebilecek filmler yapılmış, onların istediği oyuncular sinemalarda boy göstermiş (böylelikle yıldız sistemi kendiliğinden oluşmuş), kişisel konular tekrar edilmiş, Türk Sineması toplum meselelerinden son sürat uzaklaşmıştır. Türk Sineması açısından bir Rönesans olacağı düşünülen Yeşilçam dönemi, hayal kırıklığından öteye geçememiştir.
- by İhsan Koluaçık and +1
- •
- 1960-1970 Türk Sineması, İşçI Sınıfı
Hacı Bektaş Veli, Türk Müslümanlığının önemli isimlerinin başında gelmektedir. Çeşitli kaynaklar ve zümreler birbirinden farklı ve birbirlerine tamamen zıt Hacı Bektaş portreleri çizmektedir. Kimileri Hacı Bektaş'ı, Sünni bir mutasavvıf... more
Hacı Bektaş Veli, Türk Müslümanlığının önemli isimlerinin başında gelmektedir. Çeşitli kaynaklar ve zümreler birbirinden farklı ve birbirlerine tamamen zıt Hacı Bektaş portreleri çizmektedir. Kimileri Hacı Bektaş'ı, Sünni bir mutasavvıf olarak ifade ederken kimileri de heterodoks İslam'ın bir temsilcisi olarak değerlendirirler. Bunun yanı sıra Hacı Bektaş'ı tamamen politik bir figüre dönüştürerek haksızlıklar karşısında emekçi halkın yanında yer alan bir direniş sembolü olarak gösterenler de mevcuttur. Bir kitle sanatı olarak sinemada da bu inanca ait kültürel göndergeler ve temsillere rastlamak mümkündür. Bu doğrultuda çalışma, Türk toplumunun inanç ve değerlerinde büyük bir öneme sahip olan ancak gerçek ve menkıbevi kişiliği arasında tartışmalar barındıran Hacı Bektaş temsillerinin sinemaya yansımalarını açığa çıkarmayı hedeflemektedir. Nitel araştırma metodolojisinde yer alan betimsel analiz ve söylem analizi aracılığıyla, Türk sinemasına yansıyan bir geleneğin nasıl tanımlandığı, nasıl yorumlandığı örnek filmler üzerinden değerlendirilmiştir. Uygulanan betimsel analizde görüşmeler yerine filmlerde ele alınan tematik çerçevenin kurulumu ve nasıl değerlendirildiği gözleme tabi kılınırken, farklı düşüncelere sahip film yapımcılarının ve yönetmenlerin içinde bulunduğu toplumsal yapıda, bu değerleri nasıl yansıttığı ve Hacı Bektaş Veli hakkındaki görüşleri ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Başlangıcından günümüze kadar sadece bir tane Hacı Bektaş Veli filmi çekilmiştir. Bu film, 1967 yılında T. Fikret Uçak tarafından çekilen ve "Hazretli filmler" olarak adlandırılan dinî figürlerin yaşamlarından kesitleri Yeşilçam estetiği içerisinde aktarmaya çalışan Hacı Bektaş'ı Veli (Anadolu'yu Türkleştirenler)'dir. Hacı Bektaş Veli filminin dışında Yunus Emre'nin yaşam öyküsünün anlatıldığı filmlerde de Hacı Bektaş Veli tiplemelerine rastlanmaktadır. Çalışmada Türk sinemasında incelenen Hacı Bektaş temsillerinin yönetmenlerin ya da senaristlerin ideolojik düşünceleri ve inanışları ile bağlantılı olarak değişkenlik gösterdiği tespit edilmiştir.
Felsefeden psikanalize, ekonomiden sanata kadar sosyal bilimlerin birçok alanında eserler vermiş olan Eleştirel Teorisyenler, ele aldıkları konular itibariyle 20. yüzyıl Batı Marxizmini yoğun bir biçimde etkilemiş ve dönemin... more
Felsefeden psikanalize, ekonomiden sanata kadar sosyal bilimlerin birçok alanında eserler vermiş olan Eleştirel Teorisyenler, ele aldıkları konular itibariyle 20. yüzyıl Batı Marxizmini yoğun bir biçimde etkilemiş ve dönemin tartışmalarına yön vermiştir. Eleştirel Teorisyenlerin ortaya çıktığı dönemde kitlesel üretimin kültürel ve sanatsal alanda hızlanmış olması, çalışmalarının bu alanda yoğunlaşmasını sağlamış ve birçok düşünür önemli eserler ortaya koymuştur. Özellikle Adorno ve Horkheimer'ın kültür endüstrisi eleştirileri bu çalışmaların en önemlileri arasında yer almaktadır. Çalışmanın amacı kültür endüstrisi kavramını, Eleştirel Teorisyenlerin kültürel ve sanatsal ürünlere, özellikle de sinemaya yaklaşımlarını, metinlerinden yola çıkarak ortaya koymaktır. Çünkü Eleştirel Teorisyenler ve ele aldıkları konular 21. yüzyılda da tartışılmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, ileri kapitalist toplumlarda kültür endüstrisi kitle iletişim araçları sayesinde üretilip, dağıtılmakta ve temel işlevini yitirerek, kültür tekellerinin birer parçası haline dönüşmektedir. Böylelikle endüstri ile iç içe geçmiş olan kültürel ve sanatsal ürünler temel işlevlerini yitirmiş ve birer metaya dönüşmüştür.
The first and largest scale war since the dawn of the 21st century was the Iraq War. Initiated by the attack of Iraq by the U.S.A. and U.K., the war has many descriptors stemming from ideological bias such as “Iraq Invasion”, “2nd Gulf... more
The first and largest scale war since the dawn of the 21st century was the Iraq War. Initiated by the attack of Iraq by the U.S.A. and U.K., the war has many descriptors stemming from ideological bias such as “Iraq Invasion”, “2nd Gulf War”, and “Operation Iraqi Freedom”. As with many wars historically, the Iraq War has become a subject for film narratives based on such ideological approaches. As a frequent subject in Hollywood productions, the fact that the U.S.A. is one party in this war increases the importance of analyzing these films. This study aims to portray the ideological rhetoric on the Iraq War by Hollywood productions. Using purposive sampling from the population of feature-length Hollywood productions, five films were selected for analysis. The films were then analyzed regarding four categories derived from the literature. These categories were “preventive/justified war”, “freedom and liberation”, “democratization”, and “security and peacekeeping”.
21. yüzyılın başında meydana gelen ilk ve en büyük ölçekli savaş, Irak Savaşı’dır. ABD ve İngiltere’nin Irak’a saldırması ile başlayan savaş, “Irak İşgali”, “2. Körfez Savaşı”, “Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu” gibi ideolojik yanlılıktan kaynaklanan farklı kavramlarla nitelendirilmektedir. Tarihteki birçok savaş gibi Irak Savaşı da bu tür ideolojik yaklaşımlar ekseninde sinema anlatılarına konu olmaktadır. Hollywood yapımlarına da sık sık konu olan bu savaşın taraflardan birinin ABD olması, söz konusu filmlerin incelenmesinin önemini ortaya koymaktadır. Bu çalışma, Hollywood yapımlarının Irak Savaşı hakkındaki ideolojik anlatılarını ortaya koymaya çalışmaktadır. Uzun metrajlı Hollywood yapımları arasından amaçlı örneklem alma metoduyla beş film belirlenmiştir. Ardından söz konusu filmler, literatürden hareketle oluşturulan dört kategori ekseninde analiz edilmiştir. Bu kategoriler şunlardır: “Önleyici/haklı savaş”, “özgürlük ve özgürleştirme”, “demokratikleştirme”, “güvenliği ve barışı sağlama.”
21. yüzyılın başında meydana gelen ilk ve en büyük ölçekli savaş, Irak Savaşı’dır. ABD ve İngiltere’nin Irak’a saldırması ile başlayan savaş, “Irak İşgali”, “2. Körfez Savaşı”, “Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu” gibi ideolojik yanlılıktan kaynaklanan farklı kavramlarla nitelendirilmektedir. Tarihteki birçok savaş gibi Irak Savaşı da bu tür ideolojik yaklaşımlar ekseninde sinema anlatılarına konu olmaktadır. Hollywood yapımlarına da sık sık konu olan bu savaşın taraflardan birinin ABD olması, söz konusu filmlerin incelenmesinin önemini ortaya koymaktadır. Bu çalışma, Hollywood yapımlarının Irak Savaşı hakkındaki ideolojik anlatılarını ortaya koymaya çalışmaktadır. Uzun metrajlı Hollywood yapımları arasından amaçlı örneklem alma metoduyla beş film belirlenmiştir. Ardından söz konusu filmler, literatürden hareketle oluşturulan dört kategori ekseninde analiz edilmiştir. Bu kategoriler şunlardır: “Önleyici/haklı savaş”, “özgürlük ve özgürleştirme”, “demokratikleştirme”, “güvenliği ve barışı sağlama.”
The interesting elements of humans’ individual and social life are preferred as subjects in cinema and other mediums of dramatic expression. Crime is one of these interesting elements. Many crimes such as murder, theft and fraud are... more
The interesting elements of humans’ individual and social life are preferred as subjects in cinema and other mediums of dramatic expression. Crime is one of these interesting elements. Many crimes such as murder, theft and fraud are discussed in narrative tools such as literature, theater and cinema. Crime, which can be handled as an individual phenomenon, is examined in a broader social context. In this study, Reha Erdem's movie Hey There! is discussed. The movie, which was released on the internet in 2021, tells its story through the character of Ali Felek, who earned his living by fraud. All the characters in the movie are people who are somehow involved in crime or make a living by committing crimes. The communication between the characters in the film, which was shot during the COVID-19 epidemic that affected the world, is established through video call applications that enable communication over the internet. In this study, the film is analyzed in the context of the sociological concepts of crime, fraud, cyber-crime and social engineering. As a result of the sociological analysis conducted, it was found that the conflicts created within the film and the relations portrayed between the characters were established and shaped in the context of the concept of crime as a social phenomenon.
İnsanın bireysel ve toplumsal hayatının ilgi çekici ögeleri sinemada ve diğer dramatik anlatım araçlarında konu olarak tercih edilmektedir. Suç da bu ilgi çekici ögelerden biridir. Cinayet, hırsızlık ve dolandırıcılık gibi birçok suç; edebiyat, tiyatro ve sinema gibi anlatım araçlarında konu edilmektedir. Bireysel bir olgu olarak ele alınabilen suç, daha geniş kapsamlı olarak toplumsal bağlamda incelenmektedir. Bu çalışmada, suç ve sinema bağlamında Reha Erdem’in Seni Buldum Ya! filmi ele alınmaktadır. 2021 yılında internet üzerinden gösterime sokulan film, dolandırıcılık yaparak hayatını kazanan Ali Felek karakteri üzerinden hikayesini anlatmaktadır. Filmdeki tüm karakterler bir şekilde suça bulaşan ya da geçimini suç işleyerek sağlayan insanlardır. Dünyayı etkileyen COVID-19 salgını sırasında çekilen filmde karakterler arasındaki iletişim, internet üzerinden iletişim kurmayı sağlayan görüntülü görüşme uygulamaları aracılığıyla kurulmaktadır. Film bu çalışmada; sosyolojinin alanına giren suç, dolandırıcılık suçu, siber suç ve sosyal mühendislik kavramları bağlamında çözümlenmektedir. Yapılan sosyolojik çözümleme sonucunda filmde yaratılan çatışmaların ve karakterler arasında kurulan ilişkilerin, toplumsal bir olgu olarak suç kavramı bağlamında oluştuğu ve şekillendiği bulgulanmıştır.
İnsanın bireysel ve toplumsal hayatının ilgi çekici ögeleri sinemada ve diğer dramatik anlatım araçlarında konu olarak tercih edilmektedir. Suç da bu ilgi çekici ögelerden biridir. Cinayet, hırsızlık ve dolandırıcılık gibi birçok suç; edebiyat, tiyatro ve sinema gibi anlatım araçlarında konu edilmektedir. Bireysel bir olgu olarak ele alınabilen suç, daha geniş kapsamlı olarak toplumsal bağlamda incelenmektedir. Bu çalışmada, suç ve sinema bağlamında Reha Erdem’in Seni Buldum Ya! filmi ele alınmaktadır. 2021 yılında internet üzerinden gösterime sokulan film, dolandırıcılık yaparak hayatını kazanan Ali Felek karakteri üzerinden hikayesini anlatmaktadır. Filmdeki tüm karakterler bir şekilde suça bulaşan ya da geçimini suç işleyerek sağlayan insanlardır. Dünyayı etkileyen COVID-19 salgını sırasında çekilen filmde karakterler arasındaki iletişim, internet üzerinden iletişim kurmayı sağlayan görüntülü görüşme uygulamaları aracılığıyla kurulmaktadır. Film bu çalışmada; sosyolojinin alanına giren suç, dolandırıcılık suçu, siber suç ve sosyal mühendislik kavramları bağlamında çözümlenmektedir. Yapılan sosyolojik çözümleme sonucunda filmde yaratılan çatışmaların ve karakterler arasında kurulan ilişkilerin, toplumsal bir olgu olarak suç kavramı bağlamında oluştuğu ve şekillendiği bulgulanmıştır.
Sinemada anlatı uzun ve kısa filmler aracılığıyla aktarılmaktadır. Bu iki film türü; süre, içerik, üretim ve dağıtım gibi konularda birbirlerinden ayrılmaktadır. Bu çalışmada, uzun ve kısa filmlerin anlatı yapılarındaki farklar... more
Sinemada anlatı uzun ve kısa filmler aracılığıyla aktarılmaktadır. Bu iki film türü; süre, içerik, üretim ve dağıtım gibi konularda birbirlerinden ayrılmaktadır. Bu çalışmada, uzun ve kısa filmlerin anlatı yapılarındaki farklar incelenmektedir. Böyle bir incelemenin, farklı sürelere sahip sinema anlatılarının daha iyi anlaşılmasında yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu inceleme için aynı yönetmenler tarafından aynı hikâyeden yola çıkılarak çekilen kısa ve uzun filmler örneklem olarak alınmış ve çözümlenmiştir. Süreleri farklı olan filmlerin öykü ve olay örgülerinin kapsamında da farklar olduğu, uzun filmlerin daha fazla karakterle daha kapsamlı öyküler anlattıkları saptanmıştır. Bunun yanında kısa filmlerin de daha basit olay örgüleri oluşturarak izleyiciye tahmin edecek ve hayal gücünü kullanacak daha fazla alan bıraktığı anlaşılmıştır.