Analyzing ideology and narratology in film series sequels and trilogies, 2024
Star Wars, one of the most popular film series in cinema history, has a story about the eternal s... more Star Wars, one of the most popular film series in cinema history, has a story about the eternal struggle between good and evil. In this dichotomy the Jedi knights represent the light side, while the Sith represent darkness and absolute evil. It may be realized that the Jedi order, presented as the guardian of order and prosperity in the galaxy, may not be as perfect as it seems. But how and why did the Jedi, who understood the Force best and dedicated their entire lives to its balance, come to the point of self-destruction? To answer this we need to look at the philosophy of Stoicism, which is thought to have inspired the Jedi code. Stoic virtues such as wisdom, justice, courage, self-control and humility appear to be among the ethical codes of the Jedi order. However, the Jedi have an idealistic understanding of ethics, which may conflict with the complex situations they face in practice.This study aims to discuss the similarities and fundamental conflicts between Jedi philosophy and Stoicism and to discuss the “bad” aspects of the side representing “good” in the Star Wars universe.
"Televizyon Reklamlarının İdeolojik Boyutunun Göstergebilimsel Analizi" adlı tez dört b... more "Televizyon Reklamlarının İdeolojik Boyutunun Göstergebilimsel Analizi" adlı tez dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, ideoloji kavramı ele alınmaktadır. İdeoloji kavramı hakkında üzerinde uzlaşmaya varılan belirli bir yaklaşım bulunmadığından farklı ideoloji kuramlarına değinilmektedir. Tezin kuramsal altyapısı Marksist teoriyi dayanmakla birlikte Gramsci, Althusser, Laclau ve Mouffe, Hail, Thompson, Therborn ve Habermas'ın teorileri de analize dahil edilmiştir. İkinci bölümde, göstergebilim ve ideoloji ilişkisi üzerinde durulmaktadır. Toplumsal gerçekliğin kurucusu olarak dil, ideolojinin işlediği alan olarak kabul edilmektedir. Buradan hareketle göstergebilimsel çözümlemenin anahtar kavramları ele alınmıştır. Aynı zamanda söylem, dil ve ideoloji ilişkisi farklı kuramsal çerçeveler ışığında değerlendirilmiştir. Medya söylemi, medya kültürü ve reklamın söylemi konulan toplumsal, siyasal ve ekonomik bağlamla ilişkilendirilerek aktarılmaktadır. Üçüncü bölümde, kapitalizm, tüketim toplumu ve ideoloji ilişkisi incelenmektedir. Kapitalizm ve sanayileşme ile birlikte yaşanan toplumsal değişme sonucu modernizmden postmodernizme, kitle toplumundan tüketim toplumuna geçiş süreci ve bu süreçte kitle iletişim araçlarının ve reklamların rolü değerlendirilmektedir. Toplumun her alanına hakim olan tüketim kültürü, değişen tüketici davranışları ve bireyin kimlik oluşumu ele alınmaktadır. Bunun yanı sıra reklamın ideolojisi ve ideolojik işlevlerine değinilmektedir. Dördüncü bölümde 1-16 Mart 2003 ile 14 - 27 Nisan 2003 tarihleri arasında; ATV, Star Tv ve Kanal D' de prime time' da yayınlanan televizyon reklamları analiz edilmektedir. Beyaz eşya, otomobil, banka ve kredi kartı olmak üzere 4 adet reklam çözümlenmiştir. Oluşturulan model, biçimsel ve içeriksel çözümlemeye dayanmaktadır. Elde edilen bulgular reklamın kapitalist ideolojiyi sürdürme ve yemden üretme işlevi temel alınarak yorumlanmaktadır
2000 sonrası çağdaş Yunan sinemasını anlamak için söz konusu dönemin sosyal, siyasal, kültürel ve... more 2000 sonrası çağdaş Yunan sinemasını anlamak için söz konusu dönemin sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmelerine yakından bakmak gerekmektedir. Uluslararası eleştirmen ve akademisyenler tarafından Yunan yeni dalgası ya da Yunan tuhaf dalgası olarak adlandırılan akım, 2008 yılında ülkede yaşanan ekonomik kriz sonrasında çekilen 'tuhaf' filmleri kapsamaktadır. Söz konusu filmler krizle doğrudan ilgili olmamakla birlikte, krizin neden olduğu toplumsal travmayı yansıtır niteliktedir. Akımın tuhaf olarak nitelendirilmesi ise, filmlerin biçimsel ve içerik bakımından geleneksel anlatılardan farklı stratejiler izliyor olmasıyla ilgilidir. Bu çalışma ise, Yunan yeni dalgasının sadece tuhaf değil ama aynı zamanda 'mağduriyet sineması' olarak da düşünülebileceğini savunmaktadır. Ekonomik krizin genç nesil için sebep olduğu maddi ve manevi sıkıntıların yanı sıra, Yunan toplumunun kurucu değerleri olarak kabul edilen 'anayurt, din ve aile' kavramları da bugünün travmalarında rol oynamaktadır. Bu nedenle çalışma, yeni dalga filmlerinin aşırı milliyetçiliğin, geleneksel ahlaki değerlerin ve ataerkil yapının mağdur ettiği bireylerin öykülerini anlattığı düşüncesinden hareketle, mağduriyet temasının da Yunan yeni dalgasının ayırıcı özellikleri arasında olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır. Bu kapsamda iki ana bölüme sahip olan çalışmanın ilk bölümünde Yunan yeni dalgasını oluşturan filmlerin ortak karakteristik özellikleri ele alınmıştır. İkinci bölümde ise çalışmanın amacına yönelik olarak Yunan yeni dalgasının önemli örnekleri arasından seçilen sekiz film mağduriyet teması üzerinden incelenmiştir. Çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden biri olan betimsel analiz benimsenmiştir. Araştırma sonucunda mağduriyet kavramının Yunan yeni dalgası için tematik bir çerçeve olarak kullanılabileceği görülmüştür.
Özet Geleceğe yönelik düzen tasarımlarını iki kutup bağlamında düşünmek mümkündür. Buna göre bir ... more Özet Geleceğe yönelik düzen tasarımlarını iki kutup bağlamında düşünmek mümkündür. Buna göre bir tarafta ütopya, diğer tarafta ise distopya yer almaktadır. Ütopyalar ideal gelecek kurgusu yaparken; distopyalar ise karanlık ve kaygı verici bir çerçeve çizer. İkisi de düşsel nitelik taşımakla birlikte, gerçeklikten kopuk değildir. Ütopyanın iyimser öngörüleri de distopyanın karamsar korkuları da her zaman gerçek dünya ile bağlantılı olmuştur. Bu çalışmanın konusunu oluşturan distopik anlatılar, mevcut toplumsal düzendeki kusurlara dikkat çeken ve bu kusurlar ortadan kaldırılmadığı takdirde meydana gelebilecek olumsuzlukları gösteren uyarılar olarak değerlendirilmektedir. Bununla birlikte distopyaların erkek egemen bir tür olduğu ve dolayısıyla eril bakış açısı taşıdığı unutulmamalıdır. Yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve kadın yazarlar tarafından kaleme alınan feminist distopya ise, odak noktasına kadını koyan ve erkek egemen düzeni eleştiren anlatılardır. Bu çalışma, feminist distopya örneklerinin 'geleceğe dair paranoyak tahminler' olduğu görüşüne karşı çıkarak, bu tür anlatıları 'var olan erkek egemen düzenin muhafazakâr gerçekliğinin alegorileri' şeklinde kabul etmektedir. Bu bağlamda feminist distopya türünün temsilcilerinden kabul edilen Margaret Atwood'un 1985 yılında yazdığı The Handmaid's Tale romanından aynı adla uyarlanan televizyon dizisi ele alınmıştır. Ataerkil düzene eleştirisini distopya türü üzerinden yapan dizide, egemen düzenin tahakküm araçlarının ve tabi olanların direniş olanaklarının nasıl temsil edildiği nitel içerik analiz yöntemiyle incelenmiştir. Anahtar Sözcükler: Feminist distopya, Damızlık Kızın Öyküsü, tahakküm, direniş. Akademik disiplin(ler)/alan(lar): Sinema, televizyon. Abstract It is possible to evaluate future governing models as binary oppositions. In this framework there is a utopia on one hand and a dystopia on the other. While utopias set out an ideal future; dystopias draw a dark and worrying picture. Though both of them are imaginary, they are not detached from reality. Optimistic predictions of utopia and pessimistic fears of the dystopia have always been linked to the real world. Dystopic narratives constituting the subject of this study are considered as warnings that draw attention to the defects in current social order and reveal the adversities that may occur if these defects are not eliminated. Nonetheless, it should be kept in mind that dystopias are male-dominated and therefore have a masculine point of view. Feminist dystopias that emerged in the late twentieth century were written by female writers. As a result, such feminist utopias present narratives in which women are placed at the centre of discussion, and thus, criticize patriarchy. This study opposes the view that the examples of feminist dystopia are 'paranoid predictions of the future' and accepts such narratives as 'allegories of the conservative reality of the existing male-dominated order'. In this context, the television series adapted from Margaret Atwood's 1985 novel The Handmaid's Tale is discussed as one of the representatives of the feminist dystopia genre. This paper explores the representation of how a hegemonic order uses tools of domination and the possibilities of resistance in the series, which criticizes the patriarchal order, through elements of the dystopia genre by conducting a qualitative content analysis.
Bertolt Brecht, dünya sinema tarihinde pek çok yönetmeni etkileyen ve ilham veren kuramsal yaklaş... more Bertolt Brecht, dünya sinema tarihinde pek çok yönetmeni etkileyen ve ilham veren kuramsal yaklaşımlardan birinin sahibidir. Geleneksel sinemada oyunculuk, çekim açıları, kamera hareketleri, görsel efektler, müzik ve dekor gibi estetik öğeler izleyicinin filmin akışına kendini rahatça kaptırması için sistematik olarak bir araya getirilmektedir. Brecht ise buna karşıt olarak izleyicinin, izlediğinin üzerinde düşünerek eleştirel sonuçlara ve bir yargıya ulaşması için duygularından çok aklına hitap edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Başka bir deyişle, Brecht'in estetik kuramı sinema ve tiyatronun klasik dramatik yapısına ait olan özdeşleşme, mimesis ve katharsis kavramlarını reddederek, izleyiciyi aktif halde tutacak alternatif bir dramatik yapı önermektedir. Avrupalı yönetmen Michael Haneke ise geleneksel sinemanın çizgisinden uzak bir estetiğe sahip, kapitalist düzeni ve burjuva hayat tarzını eleştiren, çoğu zaman izleyiciyi rahatsız eden ve yabancılaştıran filmlerden oluşan bir filmografiye sahiptir. Çalışmada öncelikle, izleyicinin katılımını duygusal olarak değil, zihinsel açıdan arttırmayı savunan Brecht'in kuramının temelinde yer alan kavramlar incelenmiştir. Bu doğrultuda amaçlanan, Haneke sinemasında Brecht estetiğinin araştırılmasıdır. Michael Haneke'nin ilk ve son dönem filmleri ele alınmış ve yönetmenin, Brecht'in varisi olarak görülüp görülemeyeceği tartışılmıştır.
Sinemada kentler, filmin öyküsünün geçtiği arka fon olmaktan çok öte bir konuma sahiptir. Kent, f... more Sinemada kentler, filmin öyküsünün geçtiği arka fon olmaktan çok öte bir konuma sahiptir. Kent, filmde duygu ve atmosfer yaratmak için kullanılan önemli araçlar arasında yer almaktadır. Sinemasal evrende öyküye anlam katan ve atmosferi etkileyen güçlü bir öğe olan kent, filmin karakterlerinden biri olarak da değerlendirilebilmektedir. Bu bağlamda Paris, New York, Roma, Moskova, Hong Kong gibi kentler, filmler aracılığıyla sinematik bir nitelik kazanmıştır. Istanbul da, Avrupa ve Asya kıtalarını birleştiren coğrafi konumu, tarihsel ve kültürel özellikleri nedeniyle aynı kategoride bulunmaktadır. Yurtdışında film üreten Türk yönetmenlerden biri olan Ferzan Özpetek sinemasında İstanbul, bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Özpetek'in Hamam (1997) ile İstanbul Kırmızısı (2017) filmlerindeki İstanbul, İtalya'da yaşayan bir Türk yönetmenin gözünden sunulmaktadır. Bu sunum, doğu/batı ikiliği gibi temel bir karşıtlığın yanı sıra, İstanbul'un pharmakon olarak yorumlanması üzerinde temellenmektedir. Yunanca kökenli bir kelime olan pharmakon, şifa ve zehir anlamına gelmektedir. Pharmakon kelimesinin bu paradoksal yapısı-ya/ya da‖ ayrımına değil,-hem/hem de‖ birlikteliğine dayanmaktadır. Buradan hareketle, Ferzan Özpetek sinemasında İstanbul kentinin, film karakterleri üzerinde aynı anda ilaç ve zehir etkisi gösteren pharmakon niteliği taşıdığını söylemek olanaklıdır. Bu çerçevede, Jacques Derrida'nın pharmakon sözcüğünün çok yönlülüğüne yaptığı vurgu dikkate alınmıştır. Çalışmada ilk olarak amaçlanan, Ferzan Özpetek filmlerinde İstanbul imgesini pharmakon kavramı aracılığıyla incelemektir. İkinci olarak ise, İstanbul'un barındırdığı doğu/batı ikiliği başta olmak üzere diğer karşıtlıkları, pharmakon sözcüğünün çok yönlülüğü kapsamında irdelemektir. İstanbul'un yakın tarihli temsillerinin incelenmesi amaçlandığı için çalışmada örnek olarak Hamam ile İstanbul Kırmızısı filmleri ele alınmıştır.
Westernler, Amerikan toplumunun belirli bir dönemine ait tarihsel, kültürel ve sosyal yapıyı yans... more Westernler, Amerikan toplumunun belirli bir dönemine ait tarihsel, kültürel ve sosyal yapıyı yansıtması bakımından Hollywood tarafından üretilen türler arasında ayrıcalıklı konuma sahiptir. Western öykülerinin konu aldığı dönemde A.B.D'de gerçekleşen olaylar, tür için gerekli malzemeyi sağlamış ve westernlerin, Hollywood'a özgü bir tür haline gelmesine yol açmıştır. 'ABD'nin batısındaki keşfedilmemiş toprakların fethi ve uygarlaştırılması' teması, bütün westernlerin alt-metnini oluşturmakta ve böylece Amerikan uygarlığının kurgusal inşasında önemli rol oynamaktadır. Vahşi Batı'nın uygarlaştırılması için yerleşimin yaygınlaşması, ulaşım ve iletişim ağlarının kurulmaya başlamasının yanı sıra, hukuksal düzenlemelerin de hayata geçirilmesi gerekmiştir. Bu doğrultuda, western filmlerinin kurgusal evreninde, hukuk ve adaletin sağlanması uygarlığın önkoşulu olarak sunulmaktadır. Çalışmada amaçlanan, Amerikan uygarlığının kuruluş miti ile western filmleri arasındaki ilişkiye işaret etmek ve westernlerdeki ceza ve adalet anlayışının bu mitin inşasındaki işlevini ortaya koymaktır. Makalede ele alınan filmler, tür eleştirisi kapsamında incelenmiştir. Tür eleştirisinin, tür kategorisinde yer alan filmlerdeki ortaklıkları, tekrarlanan tema ve uylaşımları ortaya koymak ve tür filmlerinin kültürel, sosyal, tarihsel ve ideolojik yapıyla ilişkisini göstermek için uygun olduğu düşünülmektedir. Bu yöntemin, westernlerde sunulan cezalandırma ve adalet anlayışını örneklendirme konusunda yardımcı olması ve çalışmayı anlaşılır hale getirmesi hedeflenmiştir.
Sinema Alanında Uluslararası Araştırmalar –I, 2024
Kişilik, psikolojinin en yoğun ilgi gösterdiği çalışma alanlarından biridir. Günümüze kadar ortay... more Kişilik, psikolojinin en yoğun ilgi gösterdiği çalışma alanlarından biridir. Günümüze kadar ortaya koyulan bütün kişilik kuramları, bireyin kişilik gelişimini ve yapısını etkileyen faktörleri, kişilik özelliklerinin nasıl şekillendiği araştırarak insan davranışlarını, düşüncelerini ve duygularını açıklamaya çalışmaktadır. Tüm bu çabaların özünde sağlıklı bir kişiliğin anahtarını bulmak kadar, sağlıksız veya patolojik olarak değerlendirilen kişilik yapılarının anlaşılması arzusu da yatmaktadır. Bu bağlamda, sadakatsizlikten kıskançlığa, saldırganlık ve şiddet eğiliminden suça kadar pek çok davranış, kişiliğin karanlık yönü olarak nitelendirilen alanda ele alınmaktadır. Kişilik psikolojisi literatüründe "Karanlık Üçlü" (The Dark Triad) olarak adlandırılan ve ilk olarak Delroy L. Paulhus ve Kevin M. Williams (2002) tarafından ortaya atılan teori, bireylerin karanlık yönlerini tanımlamak için önemli bir çerçeve sunmaktadır. Bu teori, narsisizm, Makyavelizm ve psikopati olmak üzere üç temel kişilik özelliğini içermektedir. Narsisizm, kısaca kişinin aşırı derecede büyüklenmesi, başkaları üzerinde baskınlık ve üstünlük kurmayı arzulaması şeklinde tanımlanmaktadır. Makyavelizm ise manipülatif ve stratejik davranışlarla diğer insanları kişisel çıkarlar için kullanma eğilimini ifade etmektedir. Psikopati ise empati eksikliği, anti-sosyal davranış eğilimi ve dürtüsellik gibi özelliklerle karakterize edilmektedir. Bu üç özellik, bireylerde farklı derecelerde görülebilmektedir ve patolojik davranışların açıklanmasında kritik role sahiptir.
KISA FİLMLER NE ANLATIYOR, NASIL ANLATIYOR? 2, 2023
Bu kitap ve kitabın özgün özellikleri tamamen Nüve Kültür Merkezi'ne aittir. Hiçbir şekilde takli... more Bu kitap ve kitabın özgün özellikleri tamamen Nüve Kültür Merkezi'ne aittir. Hiçbir şekilde taklit edilemez. Yayınevinin izni olmadan kısmen ya da tamamen kopyalanamaz, çoğaltılamaz. Nüve Kültür Merkezi hukukî sorumluluk ve takibat hakkını saklı tutar.
Suç bilimi olarak adlandırılan kriminoloji, suçu ve suç davranışını farklı perspektiflerle işbirli... more Suç bilimi olarak adlandırılan kriminoloji, suçu ve suç davranışını farklı perspektiflerle işbirliği içinde hareket ederek açıklamaya çalışır. Kriminoloji, aynı zamanda suçun medyadaki kültürel temsillerinin incelenmesi amacıyla da kullanılır. Böylece, o toplumda suç, ceza ve adalet gibi kavramların nasıl algılandığı hakkında bir çerçeve sağlanabilir. Suçun sinemadaki temsilini araştırmak ise, suçla ilgili bireysel ve toplumsal düşünceleri kavramak açısından yol göstericidir. Bu doğrultuda, yüksek suç oranlarına sahip bir ülkenin sineması olan Hollywood filmlerindeki suç eylemlerinin, suçlu karakterlerin ve kanun tarafında yer alan polis/dedektif figürünün geçirdiği tarihsel dönüşümün, Amerikan toplumunun kültürel ve politik yapısından ayrı değerlendirilmemesi gereklidir. Bu kitapta kriminoloji ve sinema ilişkisi ekseninde Amerikan toplumunun suçluluk, ceza ve adalet kavramlarına bakış açısı irdelenmektedir. Bu kapsamda suçluluğun nedenlerine ilişkin geliştirilen suç teorilerinden yola çıkılmış ve bu teoriler ışığında Amerikan filmlerindeki suç, suçlu ve yasa koyucu/uygulayıcı temsilleri incelenmiştir. Böylelikle, Amerikan toplumundaki egemen ve karşıt ideolojilerin filmlerde suç kavramı çerçevesinde üretilmesi ve yeniden üretilmesi sürecinin ortaya konması hedeflenmektedir.
International Perspectives on Rethinking Evil in Film and Television, 2021
John Milton, in his epic poem Paradise Lost, describes the expulsion of Adam and Eve from heaven,... more John Milton, in his epic poem Paradise Lost, describes the expulsion of Adam and Eve from heaven, leading to the beginning of the oldest struggle. However, the representation of the devil in Milton's work, which is considered responsible for all evil in the world, is striking. The fact that Milton's devil's temptation has taken precedence over the story of expulsion of Adam and Eve is similar to Batman being overshadowed by the evil character Joker. Batman, who has many virtues and positive qualities as a superhero, has not impressed the audience as much as wicked Joker. But what makes the bad characters attractive to the reader/audience in Milton's Satan and the Joker? Is the Joker mentally ill? Is there a rebellion like the Satan's behind the Joker's malicious actions or is it possible to talk about a different motivation? The aim of this chapter is to explore the answers to these and similar questions by taking a journey through the psychology of evil. Thus, it will be possible to understand whether our admiration of bad characters is a reflection of the darkness within us.
International Perspectives on Feminism and Sexism in the Film Industry, 2019
The representation of mental illness and individuals suffering from a specific mental illness in ... more The representation of mental illness and individuals suffering from a specific mental illness in films is a phenomenon encountered since the first years of cinema. Mental diseases in many film genres such as horror, science fiction, comedy, and crime are used as scary, laughing, or drama elements. The representations of various psychopathologies in the films give an idea about these disorders to the ordinary viewer. However, these representations can accurately describe the reality and also have the risk of being defective and incomplete. It is seen that people who have mental disorders in cinema are generally presented in the way that 'dangerous, violent, unpredictable characters' within the frame of limited and distorted patterns. It is possible to say that these cliché representations differ according to gender. Female characters with mental disorders are described as 'beautiful and troubled women' in cinema. Related films were taken as an example in this study and it is aimed examine the representation of female characters with mental disorders in these films.
Analyzing ideology and narratology in film series sequels and trilogies, 2024
Star Wars, one of the most popular film series in cinema history, has a story about the eternal s... more Star Wars, one of the most popular film series in cinema history, has a story about the eternal struggle between good and evil. In this dichotomy the Jedi knights represent the light side, while the Sith represent darkness and absolute evil. It may be realized that the Jedi order, presented as the guardian of order and prosperity in the galaxy, may not be as perfect as it seems. But how and why did the Jedi, who understood the Force best and dedicated their entire lives to its balance, come to the point of self-destruction? To answer this we need to look at the philosophy of Stoicism, which is thought to have inspired the Jedi code. Stoic virtues such as wisdom, justice, courage, self-control and humility appear to be among the ethical codes of the Jedi order. However, the Jedi have an idealistic understanding of ethics, which may conflict with the complex situations they face in practice.This study aims to discuss the similarities and fundamental conflicts between Jedi philosophy and Stoicism and to discuss the “bad” aspects of the side representing “good” in the Star Wars universe.
"Televizyon Reklamlarının İdeolojik Boyutunun Göstergebilimsel Analizi" adlı tez dört b... more "Televizyon Reklamlarının İdeolojik Boyutunun Göstergebilimsel Analizi" adlı tez dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, ideoloji kavramı ele alınmaktadır. İdeoloji kavramı hakkında üzerinde uzlaşmaya varılan belirli bir yaklaşım bulunmadığından farklı ideoloji kuramlarına değinilmektedir. Tezin kuramsal altyapısı Marksist teoriyi dayanmakla birlikte Gramsci, Althusser, Laclau ve Mouffe, Hail, Thompson, Therborn ve Habermas'ın teorileri de analize dahil edilmiştir. İkinci bölümde, göstergebilim ve ideoloji ilişkisi üzerinde durulmaktadır. Toplumsal gerçekliğin kurucusu olarak dil, ideolojinin işlediği alan olarak kabul edilmektedir. Buradan hareketle göstergebilimsel çözümlemenin anahtar kavramları ele alınmıştır. Aynı zamanda söylem, dil ve ideoloji ilişkisi farklı kuramsal çerçeveler ışığında değerlendirilmiştir. Medya söylemi, medya kültürü ve reklamın söylemi konulan toplumsal, siyasal ve ekonomik bağlamla ilişkilendirilerek aktarılmaktadır. Üçüncü bölümde, kapitalizm, tüketim toplumu ve ideoloji ilişkisi incelenmektedir. Kapitalizm ve sanayileşme ile birlikte yaşanan toplumsal değişme sonucu modernizmden postmodernizme, kitle toplumundan tüketim toplumuna geçiş süreci ve bu süreçte kitle iletişim araçlarının ve reklamların rolü değerlendirilmektedir. Toplumun her alanına hakim olan tüketim kültürü, değişen tüketici davranışları ve bireyin kimlik oluşumu ele alınmaktadır. Bunun yanı sıra reklamın ideolojisi ve ideolojik işlevlerine değinilmektedir. Dördüncü bölümde 1-16 Mart 2003 ile 14 - 27 Nisan 2003 tarihleri arasında; ATV, Star Tv ve Kanal D' de prime time' da yayınlanan televizyon reklamları analiz edilmektedir. Beyaz eşya, otomobil, banka ve kredi kartı olmak üzere 4 adet reklam çözümlenmiştir. Oluşturulan model, biçimsel ve içeriksel çözümlemeye dayanmaktadır. Elde edilen bulgular reklamın kapitalist ideolojiyi sürdürme ve yemden üretme işlevi temel alınarak yorumlanmaktadır
2000 sonrası çağdaş Yunan sinemasını anlamak için söz konusu dönemin sosyal, siyasal, kültürel ve... more 2000 sonrası çağdaş Yunan sinemasını anlamak için söz konusu dönemin sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmelerine yakından bakmak gerekmektedir. Uluslararası eleştirmen ve akademisyenler tarafından Yunan yeni dalgası ya da Yunan tuhaf dalgası olarak adlandırılan akım, 2008 yılında ülkede yaşanan ekonomik kriz sonrasında çekilen 'tuhaf' filmleri kapsamaktadır. Söz konusu filmler krizle doğrudan ilgili olmamakla birlikte, krizin neden olduğu toplumsal travmayı yansıtır niteliktedir. Akımın tuhaf olarak nitelendirilmesi ise, filmlerin biçimsel ve içerik bakımından geleneksel anlatılardan farklı stratejiler izliyor olmasıyla ilgilidir. Bu çalışma ise, Yunan yeni dalgasının sadece tuhaf değil ama aynı zamanda 'mağduriyet sineması' olarak da düşünülebileceğini savunmaktadır. Ekonomik krizin genç nesil için sebep olduğu maddi ve manevi sıkıntıların yanı sıra, Yunan toplumunun kurucu değerleri olarak kabul edilen 'anayurt, din ve aile' kavramları da bugünün travmalarında rol oynamaktadır. Bu nedenle çalışma, yeni dalga filmlerinin aşırı milliyetçiliğin, geleneksel ahlaki değerlerin ve ataerkil yapının mağdur ettiği bireylerin öykülerini anlattığı düşüncesinden hareketle, mağduriyet temasının da Yunan yeni dalgasının ayırıcı özellikleri arasında olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır. Bu kapsamda iki ana bölüme sahip olan çalışmanın ilk bölümünde Yunan yeni dalgasını oluşturan filmlerin ortak karakteristik özellikleri ele alınmıştır. İkinci bölümde ise çalışmanın amacına yönelik olarak Yunan yeni dalgasının önemli örnekleri arasından seçilen sekiz film mağduriyet teması üzerinden incelenmiştir. Çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden biri olan betimsel analiz benimsenmiştir. Araştırma sonucunda mağduriyet kavramının Yunan yeni dalgası için tematik bir çerçeve olarak kullanılabileceği görülmüştür.
Özet Geleceğe yönelik düzen tasarımlarını iki kutup bağlamında düşünmek mümkündür. Buna göre bir ... more Özet Geleceğe yönelik düzen tasarımlarını iki kutup bağlamında düşünmek mümkündür. Buna göre bir tarafta ütopya, diğer tarafta ise distopya yer almaktadır. Ütopyalar ideal gelecek kurgusu yaparken; distopyalar ise karanlık ve kaygı verici bir çerçeve çizer. İkisi de düşsel nitelik taşımakla birlikte, gerçeklikten kopuk değildir. Ütopyanın iyimser öngörüleri de distopyanın karamsar korkuları da her zaman gerçek dünya ile bağlantılı olmuştur. Bu çalışmanın konusunu oluşturan distopik anlatılar, mevcut toplumsal düzendeki kusurlara dikkat çeken ve bu kusurlar ortadan kaldırılmadığı takdirde meydana gelebilecek olumsuzlukları gösteren uyarılar olarak değerlendirilmektedir. Bununla birlikte distopyaların erkek egemen bir tür olduğu ve dolayısıyla eril bakış açısı taşıdığı unutulmamalıdır. Yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve kadın yazarlar tarafından kaleme alınan feminist distopya ise, odak noktasına kadını koyan ve erkek egemen düzeni eleştiren anlatılardır. Bu çalışma, feminist distopya örneklerinin 'geleceğe dair paranoyak tahminler' olduğu görüşüne karşı çıkarak, bu tür anlatıları 'var olan erkek egemen düzenin muhafazakâr gerçekliğinin alegorileri' şeklinde kabul etmektedir. Bu bağlamda feminist distopya türünün temsilcilerinden kabul edilen Margaret Atwood'un 1985 yılında yazdığı The Handmaid's Tale romanından aynı adla uyarlanan televizyon dizisi ele alınmıştır. Ataerkil düzene eleştirisini distopya türü üzerinden yapan dizide, egemen düzenin tahakküm araçlarının ve tabi olanların direniş olanaklarının nasıl temsil edildiği nitel içerik analiz yöntemiyle incelenmiştir. Anahtar Sözcükler: Feminist distopya, Damızlık Kızın Öyküsü, tahakküm, direniş. Akademik disiplin(ler)/alan(lar): Sinema, televizyon. Abstract It is possible to evaluate future governing models as binary oppositions. In this framework there is a utopia on one hand and a dystopia on the other. While utopias set out an ideal future; dystopias draw a dark and worrying picture. Though both of them are imaginary, they are not detached from reality. Optimistic predictions of utopia and pessimistic fears of the dystopia have always been linked to the real world. Dystopic narratives constituting the subject of this study are considered as warnings that draw attention to the defects in current social order and reveal the adversities that may occur if these defects are not eliminated. Nonetheless, it should be kept in mind that dystopias are male-dominated and therefore have a masculine point of view. Feminist dystopias that emerged in the late twentieth century were written by female writers. As a result, such feminist utopias present narratives in which women are placed at the centre of discussion, and thus, criticize patriarchy. This study opposes the view that the examples of feminist dystopia are 'paranoid predictions of the future' and accepts such narratives as 'allegories of the conservative reality of the existing male-dominated order'. In this context, the television series adapted from Margaret Atwood's 1985 novel The Handmaid's Tale is discussed as one of the representatives of the feminist dystopia genre. This paper explores the representation of how a hegemonic order uses tools of domination and the possibilities of resistance in the series, which criticizes the patriarchal order, through elements of the dystopia genre by conducting a qualitative content analysis.
Bertolt Brecht, dünya sinema tarihinde pek çok yönetmeni etkileyen ve ilham veren kuramsal yaklaş... more Bertolt Brecht, dünya sinema tarihinde pek çok yönetmeni etkileyen ve ilham veren kuramsal yaklaşımlardan birinin sahibidir. Geleneksel sinemada oyunculuk, çekim açıları, kamera hareketleri, görsel efektler, müzik ve dekor gibi estetik öğeler izleyicinin filmin akışına kendini rahatça kaptırması için sistematik olarak bir araya getirilmektedir. Brecht ise buna karşıt olarak izleyicinin, izlediğinin üzerinde düşünerek eleştirel sonuçlara ve bir yargıya ulaşması için duygularından çok aklına hitap edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Başka bir deyişle, Brecht'in estetik kuramı sinema ve tiyatronun klasik dramatik yapısına ait olan özdeşleşme, mimesis ve katharsis kavramlarını reddederek, izleyiciyi aktif halde tutacak alternatif bir dramatik yapı önermektedir. Avrupalı yönetmen Michael Haneke ise geleneksel sinemanın çizgisinden uzak bir estetiğe sahip, kapitalist düzeni ve burjuva hayat tarzını eleştiren, çoğu zaman izleyiciyi rahatsız eden ve yabancılaştıran filmlerden oluşan bir filmografiye sahiptir. Çalışmada öncelikle, izleyicinin katılımını duygusal olarak değil, zihinsel açıdan arttırmayı savunan Brecht'in kuramının temelinde yer alan kavramlar incelenmiştir. Bu doğrultuda amaçlanan, Haneke sinemasında Brecht estetiğinin araştırılmasıdır. Michael Haneke'nin ilk ve son dönem filmleri ele alınmış ve yönetmenin, Brecht'in varisi olarak görülüp görülemeyeceği tartışılmıştır.
Sinemada kentler, filmin öyküsünün geçtiği arka fon olmaktan çok öte bir konuma sahiptir. Kent, f... more Sinemada kentler, filmin öyküsünün geçtiği arka fon olmaktan çok öte bir konuma sahiptir. Kent, filmde duygu ve atmosfer yaratmak için kullanılan önemli araçlar arasında yer almaktadır. Sinemasal evrende öyküye anlam katan ve atmosferi etkileyen güçlü bir öğe olan kent, filmin karakterlerinden biri olarak da değerlendirilebilmektedir. Bu bağlamda Paris, New York, Roma, Moskova, Hong Kong gibi kentler, filmler aracılığıyla sinematik bir nitelik kazanmıştır. Istanbul da, Avrupa ve Asya kıtalarını birleştiren coğrafi konumu, tarihsel ve kültürel özellikleri nedeniyle aynı kategoride bulunmaktadır. Yurtdışında film üreten Türk yönetmenlerden biri olan Ferzan Özpetek sinemasında İstanbul, bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Özpetek'in Hamam (1997) ile İstanbul Kırmızısı (2017) filmlerindeki İstanbul, İtalya'da yaşayan bir Türk yönetmenin gözünden sunulmaktadır. Bu sunum, doğu/batı ikiliği gibi temel bir karşıtlığın yanı sıra, İstanbul'un pharmakon olarak yorumlanması üzerinde temellenmektedir. Yunanca kökenli bir kelime olan pharmakon, şifa ve zehir anlamına gelmektedir. Pharmakon kelimesinin bu paradoksal yapısı-ya/ya da‖ ayrımına değil,-hem/hem de‖ birlikteliğine dayanmaktadır. Buradan hareketle, Ferzan Özpetek sinemasında İstanbul kentinin, film karakterleri üzerinde aynı anda ilaç ve zehir etkisi gösteren pharmakon niteliği taşıdığını söylemek olanaklıdır. Bu çerçevede, Jacques Derrida'nın pharmakon sözcüğünün çok yönlülüğüne yaptığı vurgu dikkate alınmıştır. Çalışmada ilk olarak amaçlanan, Ferzan Özpetek filmlerinde İstanbul imgesini pharmakon kavramı aracılığıyla incelemektir. İkinci olarak ise, İstanbul'un barındırdığı doğu/batı ikiliği başta olmak üzere diğer karşıtlıkları, pharmakon sözcüğünün çok yönlülüğü kapsamında irdelemektir. İstanbul'un yakın tarihli temsillerinin incelenmesi amaçlandığı için çalışmada örnek olarak Hamam ile İstanbul Kırmızısı filmleri ele alınmıştır.
Westernler, Amerikan toplumunun belirli bir dönemine ait tarihsel, kültürel ve sosyal yapıyı yans... more Westernler, Amerikan toplumunun belirli bir dönemine ait tarihsel, kültürel ve sosyal yapıyı yansıtması bakımından Hollywood tarafından üretilen türler arasında ayrıcalıklı konuma sahiptir. Western öykülerinin konu aldığı dönemde A.B.D'de gerçekleşen olaylar, tür için gerekli malzemeyi sağlamış ve westernlerin, Hollywood'a özgü bir tür haline gelmesine yol açmıştır. 'ABD'nin batısındaki keşfedilmemiş toprakların fethi ve uygarlaştırılması' teması, bütün westernlerin alt-metnini oluşturmakta ve böylece Amerikan uygarlığının kurgusal inşasında önemli rol oynamaktadır. Vahşi Batı'nın uygarlaştırılması için yerleşimin yaygınlaşması, ulaşım ve iletişim ağlarının kurulmaya başlamasının yanı sıra, hukuksal düzenlemelerin de hayata geçirilmesi gerekmiştir. Bu doğrultuda, western filmlerinin kurgusal evreninde, hukuk ve adaletin sağlanması uygarlığın önkoşulu olarak sunulmaktadır. Çalışmada amaçlanan, Amerikan uygarlığının kuruluş miti ile western filmleri arasındaki ilişkiye işaret etmek ve westernlerdeki ceza ve adalet anlayışının bu mitin inşasındaki işlevini ortaya koymaktır. Makalede ele alınan filmler, tür eleştirisi kapsamında incelenmiştir. Tür eleştirisinin, tür kategorisinde yer alan filmlerdeki ortaklıkları, tekrarlanan tema ve uylaşımları ortaya koymak ve tür filmlerinin kültürel, sosyal, tarihsel ve ideolojik yapıyla ilişkisini göstermek için uygun olduğu düşünülmektedir. Bu yöntemin, westernlerde sunulan cezalandırma ve adalet anlayışını örneklendirme konusunda yardımcı olması ve çalışmayı anlaşılır hale getirmesi hedeflenmiştir.
Sinema Alanında Uluslararası Araştırmalar –I, 2024
Kişilik, psikolojinin en yoğun ilgi gösterdiği çalışma alanlarından biridir. Günümüze kadar ortay... more Kişilik, psikolojinin en yoğun ilgi gösterdiği çalışma alanlarından biridir. Günümüze kadar ortaya koyulan bütün kişilik kuramları, bireyin kişilik gelişimini ve yapısını etkileyen faktörleri, kişilik özelliklerinin nasıl şekillendiği araştırarak insan davranışlarını, düşüncelerini ve duygularını açıklamaya çalışmaktadır. Tüm bu çabaların özünde sağlıklı bir kişiliğin anahtarını bulmak kadar, sağlıksız veya patolojik olarak değerlendirilen kişilik yapılarının anlaşılması arzusu da yatmaktadır. Bu bağlamda, sadakatsizlikten kıskançlığa, saldırganlık ve şiddet eğiliminden suça kadar pek çok davranış, kişiliğin karanlık yönü olarak nitelendirilen alanda ele alınmaktadır. Kişilik psikolojisi literatüründe "Karanlık Üçlü" (The Dark Triad) olarak adlandırılan ve ilk olarak Delroy L. Paulhus ve Kevin M. Williams (2002) tarafından ortaya atılan teori, bireylerin karanlık yönlerini tanımlamak için önemli bir çerçeve sunmaktadır. Bu teori, narsisizm, Makyavelizm ve psikopati olmak üzere üç temel kişilik özelliğini içermektedir. Narsisizm, kısaca kişinin aşırı derecede büyüklenmesi, başkaları üzerinde baskınlık ve üstünlük kurmayı arzulaması şeklinde tanımlanmaktadır. Makyavelizm ise manipülatif ve stratejik davranışlarla diğer insanları kişisel çıkarlar için kullanma eğilimini ifade etmektedir. Psikopati ise empati eksikliği, anti-sosyal davranış eğilimi ve dürtüsellik gibi özelliklerle karakterize edilmektedir. Bu üç özellik, bireylerde farklı derecelerde görülebilmektedir ve patolojik davranışların açıklanmasında kritik role sahiptir.
KISA FİLMLER NE ANLATIYOR, NASIL ANLATIYOR? 2, 2023
Bu kitap ve kitabın özgün özellikleri tamamen Nüve Kültür Merkezi'ne aittir. Hiçbir şekilde takli... more Bu kitap ve kitabın özgün özellikleri tamamen Nüve Kültür Merkezi'ne aittir. Hiçbir şekilde taklit edilemez. Yayınevinin izni olmadan kısmen ya da tamamen kopyalanamaz, çoğaltılamaz. Nüve Kültür Merkezi hukukî sorumluluk ve takibat hakkını saklı tutar.
Suç bilimi olarak adlandırılan kriminoloji, suçu ve suç davranışını farklı perspektiflerle işbirli... more Suç bilimi olarak adlandırılan kriminoloji, suçu ve suç davranışını farklı perspektiflerle işbirliği içinde hareket ederek açıklamaya çalışır. Kriminoloji, aynı zamanda suçun medyadaki kültürel temsillerinin incelenmesi amacıyla da kullanılır. Böylece, o toplumda suç, ceza ve adalet gibi kavramların nasıl algılandığı hakkında bir çerçeve sağlanabilir. Suçun sinemadaki temsilini araştırmak ise, suçla ilgili bireysel ve toplumsal düşünceleri kavramak açısından yol göstericidir. Bu doğrultuda, yüksek suç oranlarına sahip bir ülkenin sineması olan Hollywood filmlerindeki suç eylemlerinin, suçlu karakterlerin ve kanun tarafında yer alan polis/dedektif figürünün geçirdiği tarihsel dönüşümün, Amerikan toplumunun kültürel ve politik yapısından ayrı değerlendirilmemesi gereklidir. Bu kitapta kriminoloji ve sinema ilişkisi ekseninde Amerikan toplumunun suçluluk, ceza ve adalet kavramlarına bakış açısı irdelenmektedir. Bu kapsamda suçluluğun nedenlerine ilişkin geliştirilen suç teorilerinden yola çıkılmış ve bu teoriler ışığında Amerikan filmlerindeki suç, suçlu ve yasa koyucu/uygulayıcı temsilleri incelenmiştir. Böylelikle, Amerikan toplumundaki egemen ve karşıt ideolojilerin filmlerde suç kavramı çerçevesinde üretilmesi ve yeniden üretilmesi sürecinin ortaya konması hedeflenmektedir.
International Perspectives on Rethinking Evil in Film and Television, 2021
John Milton, in his epic poem Paradise Lost, describes the expulsion of Adam and Eve from heaven,... more John Milton, in his epic poem Paradise Lost, describes the expulsion of Adam and Eve from heaven, leading to the beginning of the oldest struggle. However, the representation of the devil in Milton's work, which is considered responsible for all evil in the world, is striking. The fact that Milton's devil's temptation has taken precedence over the story of expulsion of Adam and Eve is similar to Batman being overshadowed by the evil character Joker. Batman, who has many virtues and positive qualities as a superhero, has not impressed the audience as much as wicked Joker. But what makes the bad characters attractive to the reader/audience in Milton's Satan and the Joker? Is the Joker mentally ill? Is there a rebellion like the Satan's behind the Joker's malicious actions or is it possible to talk about a different motivation? The aim of this chapter is to explore the answers to these and similar questions by taking a journey through the psychology of evil. Thus, it will be possible to understand whether our admiration of bad characters is a reflection of the darkness within us.
International Perspectives on Feminism and Sexism in the Film Industry, 2019
The representation of mental illness and individuals suffering from a specific mental illness in ... more The representation of mental illness and individuals suffering from a specific mental illness in films is a phenomenon encountered since the first years of cinema. Mental diseases in many film genres such as horror, science fiction, comedy, and crime are used as scary, laughing, or drama elements. The representations of various psychopathologies in the films give an idea about these disorders to the ordinary viewer. However, these representations can accurately describe the reality and also have the risk of being defective and incomplete. It is seen that people who have mental disorders in cinema are generally presented in the way that 'dangerous, violent, unpredictable characters' within the frame of limited and distorted patterns. It is possible to say that these cliché representations differ according to gender. Female characters with mental disorders are described as 'beautiful and troubled women' in cinema. Related films were taken as an example in this study and it is aimed examine the representation of female characters with mental disorders in these films.
Uploads
Papers by Dilan Tüysüz
ethical codes of the Jedi order. However, the Jedi have an idealistic understanding of ethics, which may conflict with the complex situations they face in practice.This study aims to discuss the similarities and
fundamental conflicts between Jedi philosophy and Stoicism and to discuss the “bad” aspects of the side representing “good” in the Star Wars universe.
Books by Dilan Tüysüz
Suçun sinemadaki temsilini araştırmak ise, suçla ilgili bireysel ve toplumsal düşünceleri kavramak açısından yol göstericidir. Bu doğrultuda, yüksek suç oranlarına sahip bir ülkenin sineması olan Hollywood filmlerindeki suç eylemlerinin, suçlu karakterlerin ve kanun tarafında yer alan polis/dedektif figürünün geçirdiği tarihsel dönüşümün, Amerikan toplumunun kültürel ve politik yapısından ayrı değerlendirilmemesi gereklidir.
Bu kitapta kriminoloji ve sinema ilişkisi ekseninde Amerikan toplumunun suçluluk, ceza ve adalet kavramlarına bakış açısı irdelenmektedir. Bu kapsamda suçluluğun nedenlerine ilişkin geliştirilen suç teorilerinden yola çıkılmış ve bu teoriler ışığında Amerikan filmlerindeki suç, suçlu ve yasa koyucu/uygulayıcı temsilleri incelenmiştir. Böylelikle, Amerikan toplumundaki egemen ve karşıt ideolojilerin filmlerde suç kavramı çerçevesinde üretilmesi ve yeniden üretilmesi sürecinin ortaya konması hedeflenmektedir.
ethical codes of the Jedi order. However, the Jedi have an idealistic understanding of ethics, which may conflict with the complex situations they face in practice.This study aims to discuss the similarities and
fundamental conflicts between Jedi philosophy and Stoicism and to discuss the “bad” aspects of the side representing “good” in the Star Wars universe.
Suçun sinemadaki temsilini araştırmak ise, suçla ilgili bireysel ve toplumsal düşünceleri kavramak açısından yol göstericidir. Bu doğrultuda, yüksek suç oranlarına sahip bir ülkenin sineması olan Hollywood filmlerindeki suç eylemlerinin, suçlu karakterlerin ve kanun tarafında yer alan polis/dedektif figürünün geçirdiği tarihsel dönüşümün, Amerikan toplumunun kültürel ve politik yapısından ayrı değerlendirilmemesi gereklidir.
Bu kitapta kriminoloji ve sinema ilişkisi ekseninde Amerikan toplumunun suçluluk, ceza ve adalet kavramlarına bakış açısı irdelenmektedir. Bu kapsamda suçluluğun nedenlerine ilişkin geliştirilen suç teorilerinden yola çıkılmış ve bu teoriler ışığında Amerikan filmlerindeki suç, suçlu ve yasa koyucu/uygulayıcı temsilleri incelenmiştir. Böylelikle, Amerikan toplumundaki egemen ve karşıt ideolojilerin filmlerde suç kavramı çerçevesinde üretilmesi ve yeniden üretilmesi sürecinin ortaya konması hedeflenmektedir.