Papers by H. Furkan Livan

Felsefi Düşün: Akademik Felsefe Dergisi, 2022
Politika teorisinde Friedrich Wilhelm Nietzsche ismi ve demokrasi kavramı yan yana gelmesi nerede... more Politika teorisinde Friedrich Wilhelm Nietzsche ismi ve demokrasi kavramı yan yana gelmesi neredeyse imkânsız görünen iki unsur olarak karşımıza çıkar. Nietzsche’nin metinlerinde demokrasi, Hristiyan dünya anlayışının devamı niteliğindedir; insanları aynılaştırması ve kitlelerin zayıflıklarıyla şekillenmesi nedeniyle, yüksek değerlere karşı hıncın ve köle ahlâkının seküler biçim almış hallerinden biri olarak tanımlanır. Bu çalışmada, Nietzsche’nin demokrasiyi eleştiren argümanlarının yanı sıra, başka bir perspektiften demokrasiyi destekleyen argümanlara da sahip olduğu savunulmaktadır. Bu paradoksal durumun nedeni, Nietzsche’nin eleştirdiği demokrasi anlayışı ile çağdaş demokrasi teorisine katkı yapabileceği öngörülen demokrasi yorumlarının birbirinden farklı olmasıdır. Bu minvalde, Nietzsche’nin eleştirdiği demokrasi anlayışı çerçevesinde öne çıkan sürü, köle ahlâkı, aynılık gibi kavramların karşısında üstinsan, efendi ahlâkı, güç istenci ve perspektivizm gibi kavramlar kullanılarak güncel bir demokrasi yorumuna varılmaktadır. Bu yorum ise büyük oranda, bir zemin veya prensip olarak nihaî bir temelin toplumsalı kuramayacağı, demokrasinin süregiden olumsal bir zeminlenme oyunu süreci olduğu görüşüne dayanan temelcilik-sonrası (post-foundational) demokrasi teorisi bağlamında yer almaktadır.

Ankara Ünversitesi SBF Dergisi, 2020
https://dergipark.org.tr/tr/pub/ausbf/issue/58271/749951
Bergson felsefesi, modernizm/modernleşm... more https://dergipark.org.tr/tr/pub/ausbf/issue/58271/749951
Bergson felsefesi, modernizm/modernleşme bağlamında oldukça etkilidir. Çünkü bu felsefe, modernizmin hâkim paradigması olan pozitivizme, ilerleme fikrine ve aklın yüceltildiği Aydınlanma'ya itirazlar getirmektedir. Hâkim paradigma yerine metafiziğin dışlanmadığı, yaşamın varlık yerine oluş vasfına vurgu yapan ve yaşam atılımına (élan vital'e) dayalı evrimsel dönüşümü savunan bir felsefe sunmaktadır. Determinizme, mekanizme ve entelektüelizme karşı çıkan Bergsonculuk, toplumları ve etik-politik sistemleri de bu bağlamda değerlendirmektedir. Bergsonculuk, Türk siyasal düşüncesinde de bu argümanlarıyla oldukça önemli etkiler yapmıştır. Osmanlı-Türk modernleşmesinin hâkim paradigması pozitivist, ilerlemeci ve Aydınlanmacı özelliklere sahipken; Bergsoncu çevreler, modernleşme sürecini farklı bir perspektifle ele almıştır. Bu sayede, Millî Mücadele'nin ve Cumhuriyet'in yaşam atılımı (élan vital) ve yaratıcı tekâmül kavramlarına dayalı, farklı bir yorumu mümkün hâle gelebilmiştir. Ancak, tartışmalı olan husus Bergsonculuk düşüncesinin modernleşmenin neresinde yer aldığı hususudur. Şimdiye kadar Bergsonculuk muhafazakârlık çerçevesinde değerlendirilmiş olsa da, bir felsefeyi yalnızca bir ideolojinin tahakkümünde ele almak hatalı olacaktır. Bu bağlamda çalışma, Bergsonculuk düşüncesinin Osmanlı-Türk modernleşmesinde anti mi yoksa alternatif mi olduğu tartışmasını yürütmektedir.

KAÜİİBFD, 2020
https://dergipark.org.tr/tr/pub/kauiibf/issue/57604/721872
Demokrasi teorisinde temelci (foundat... more https://dergipark.org.tr/tr/pub/kauiibf/issue/57604/721872
Demokrasi teorisinde temelci (foundational) paradigmanın işleyişi köklü bir kriz içerisindedir. Bu çalışmada temelci paradigmanın eleştirisi üzerinden çağdaş politika teorisinde ortaya çıkan temelcilik-sonrası (post-foundational) tartışmalara odaklanılmaktadır. Çıkış noktası olarak temelcilik-sonrası demokrasi teorisine yön veren iki başat argüman ele alınmıştır: Birlikte-varoluş ve antagonizma. Buna göre, -başta liberal temsilî demokrasi olmak üzere- demokrasinin temelci biçimlerinin eleştirisi üzerine bina edilen temelcilik-sonrası argümanlarda, bir yanda bir arada yaşama imkânını arayan, diğer yanda ise demokrasiyi antagonistik mücadelelerin oyun alanı olarak değerlendiren iki yaklaşımın ön plâna çıktığı söylenebilir. Bu bilgiler ışığında, öncelikle temelcilik ve temelcilik-sonrası kavramları açıklanmakta; akabinde, demokrasi teorisi bağlamında temelcilik ve temelcilik-sonrası kavramlarının ne anlama geldiği analiz edilmektedir. Nihayetinde ise birlikte-varoluş ve antagonizma tartışmalarının eleştirisi ortaya konarak, bu iki yaklaşımın ötesinde bir demokrasi imkânı sorgulanmaktadır.

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2018
Bu çalışma, gerçek ile kurgu arasındaki ilişkiyi Oğuz Atay’ın “Tehlikeli Oyunlar” adlı metni... more Bu çalışma, gerçek ile kurgu arasındaki ilişkiyi Oğuz Atay’ın “Tehlikeli Oyunlar” adlı metnine atıfta bulunarak eleştirel bir bakış açısı ile ele almaktadır. Makale, yaşam gerçekliğini bir metnin kurgusundan kesin olarak ayıramayacağımız fikrine dikkat çekmektedir. Dolayısıyla, metnin temelinde gerçeklik ve kurgu ayrımının eleştirisi vardır. Johan Huizinga’nın oyun oynayan insan anlamına gelen homo ludens kavramı, bu noktada kritik bir hususa işaret eder. Homo ludens, oyun oynayarak gerçekliği kendi başına yaratan insandır. Gerçekliğin yaratılması, onun (gerçekliğin) özsel olmayan mahiyetini ifade etmektedir. Bu nedenle gerçeklik, aslında kurgudan ayrılamaz olan şeklinde tanımlanabilir. Çalışmanın temel amaçlarından biri, Oğuz Atay’ın “Tehlikeli Oyunlar”ının ana karakteri olan Hikmet Benol aracılığıyla gerçeklik-oyun, gerçeklik-anlatı, oyun-ciddiyet, logos-kaos gibi çeşitli ikili karşıtlıkların eleştirisini vermektir. Bilindiği gibi, bu tür ikili karşıtlıklar -Martin Heidegger’in ve Jacques Derrida’nın ifadesiyle- mevcudiyet metafiziğinin unsurlarıdır. Mevcudiyet metafiziği kavramı, Platon’dan bu yana süregelen Batı düşünce geleneğinin bir tür yorumudur. Bu yorum, beraberinde metafizik Batı düşünce geleneğinin eleştirisi fikrini getirmektedir. Çalışmada, bahsi geçen eleştirinin akıl, delilik ve oyun bağlamına odaklanılmıştır. Oğuz Atay’ın romanlarında ve öykülerinde sıklıkla anormal, topluma yabancılaşmış ve yalnızlaşmış karakterlere rastlanmaktadır. Oğuz Atay’dan bahsedilirken ilk akla gelen metin “Tutunamayanlar” olsa da, en tutunamayan, en deli, en aykırı karakteri “Tehlikeli Ouynlar”daki Hikmet Benol’dur. Bu bağlamda, Atay, belirli normlara uymama, logos düzenine karşıt olma ve günlük yaşamdaki normallerden ayrı olma yoluyla oyunu ve deliliği kullanmaktadır. Burada, Hikmet Benol’un yaşadığı temel sorun olarak varoluş/varolma ve bireyselleş(eme)me sorunlarını ortaya koymak suretiyle, ironinin ve alaycı düşüncenin, varlığın, ölümün/intiharın merkezi rolünü tartışmak amaçlanmıştır. Böylece çalışmada, oyunun kurmacalığının önemi ve delilik mefhumunun a/normalliği, eleştirel bir hayat felsefesi gözetilerek tartışılmaktadır.
Conference Presentations by H. Furkan Livan

Kafkas Üniversitesi 1. Ulusal Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Kongresi, 2020
Demokrasinin farklı bağlamları göz önüne alındığında, Antik Yunan’ın doğrudan demokrasi tecrübesi... more Demokrasinin farklı bağlamları göz önüne alındığında, Antik Yunan’ın doğrudan demokrasi tecrübesi ile bu sisteme karşı temkinli olan teorik argümanların yanında, modernite sürecinde yükselen insan hakları, eşitlik, özgürlük, birey, rasyonalite gibi temaların etkisinde temsili/parlamenter/liberal demokrasi argümanlarının ön plana çıktığı görülmektedir. 20. yüzyılın sonları ve içinde bulunduğumuz yüzyılda ise, demokrasi teorisinde klasik görüntülerin ve ideolojik yaklaşımların ötesine geçen perspektiflerin ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. Zira, bugünün dünyasında geleneksel demokrasi argümanlarının kriz içerisinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu kriz, temsilin ve kurucu özdeşliğin krizi olarak adlandırılabileceği gibi, temelcilik krizi olarak da ifade edilebilir. Bahsi geçen krizin yansımaları politika teorisinin her temasına sirayet etmiş, demokrasinin temelci-olmayan (non- foundational) aynı zamanda temelcilik karşıtı da olmayan (non-anti-foundational) ve/veya temelcilik- sonrası (post-foundational) bir bakışla değerlendirilmesi gereği ortaya çıkmıştır.
Bu çalışmada, öncelikle demokrasi teorisinde başat rol oynayan; uzlaşıya dayalı birarada yaşam imkânı ile şekillenen birleştirici perspektif ile başta dost-düşman karşıtlığı olmak üzere antagonizmanın kurucu olduğu modern demokrasi argümanları ele alınmaktadır. 18. yüzyılda, modernitenin ulus-devletlerinde pratiğe sokulan idealist eşitlik ve özgürlük düşüncesi ile Carl Schmitt’te net bir biçimde ortaya konan dost-düşman antagonizmasının getirdiği politik olan anlayışı üzerine destekleyici ve eleştirel teorik çıkarımlarda demokrasinin muhtevasını belirleyen antagonizma (ve agonizma) düşünceleri modern ve sonrası demokrasi perspektifleri açısından oldukça belirleyicidir. Bu unsurlar etrafında çeşitlenen argümanlar, doğrudan ve temsili demokrasinin yanında müzakereci demokrasi, radikal demokrasi gibi farklı tanımların/yaklaşımların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ancak, her ne kadar temsilin ve özdeşliğin krizinden ve birarada yaşamın imkânından yola çıksa da ortaya konan argümanlarda aşkınsallık, özcülük ve temelcilik problemleri sürmeye devam etmektedir. O halde, odaklanılması gereken husus, Oliver Marchart’ın terimiyle politik fark (political difference) kavramından yola çıkarak bizi temelcilik- sonrasına götürecek olan, olumsallık ve nihaî bir zeminin imkânsızlığı düşüncesine yaslanan, uzlaşı ve çatışma çerçevelerinin yapısöküme uğratıldığı bir demokrasi arayışı olmalıdır. Bu bağlamda, çalışma boyunca, temelcilik-sonrası demokrasi imkânı için geleneksel/temelci ve temelcilik-sonrası demokrasi tartışmalarının ne anlama geldiği ve ne yönlerden sakıncalar barındırdığı değerlendirilmektedir.

Siyasi İlimler Türk Derneği II. Ulusal Siyaset Bilimi Kongresi, 2023
Bu çalışmada temel olarak demokratikleşme kavramının anlamına yönelik eleştirel bir sorgulama hed... more Bu çalışmada temel olarak demokratikleşme kavramının anlamına yönelik eleştirel bir sorgulama hedeflenmektedir. Bu sorgulamanın çıkış noktası, demokratikleşme kavramının zorunlu olarak verili bir demokrasi tanımını varsayması gerekmediği savıdır. Aksine, bir oluş veya süreç olarak değerlendirildiğinde demokrasi, bir yerden başlayıp belli bir tamamlanış evresi ile nihayete eren, sınırları konulabilir bir mefhum değildir. Dolayısıyla, politika teorisinin geleneksel ve modern argümanlarında karşılaşılan, demokrasiyi belli ilkeler üzerinden tanımlamanın akabinde, bu ilkelerin uygulanması yoluyla demokrasiye ulaşılacağı tezi üzerinden kurgulanmış yaklaşımların sorunlarını ortaya koymak gerekir. Bu amaca yönelik olarak, öncelikle demokrasinin anlamı üzerinde durularak, belli ilkelerle demokrasiyi temellendirmenin olumlu ve olumsuz yönleri değerlendirilecek; daha sonra bu tutumun eleştirisiyle varılabilecek, biri radikal bir ilkesel reddedişe varan, diğeri ise olumsallığın yapıcı etkisiyle ilkelerin nihayete ermeyen kuruculuğuna yaslanan farklı sonuçlar üzerinde durulacaktır. Demokratikleşme kavramının değerlendirilmesinde alternatif bir yaklaşım sunmak adına bir taraftan temelcilik (foundationalism) çerçevesi sorunsallaştırılırken, diğer taraftan Étienne Balibar’ın terminolojisinden ödünç alınarak İhtilaflı Demokrasi kavramı ve demokrasiye içkin olan ayaklanma-kuruluş (constitution) paradoksu ortaya konacaktır. Böylece, demokrasinin durağan ve metafiziksel bir evrenselleştirme yoluyla, dışarıdan ilkeler dayatılarak tanımlanması yerine, demokrasiye içkin paradoksal yapı gösterilerek anlamının yorumlanması mümkün olabilir. Bu perspektif, demokrasinin her zaman bir dönüşüm içinde olduğunu varsayar. Demokrasi hiçbir zaman fiilî olarak herkesi kapsayan bir eşitliğe ve sınırsız bir özgürlüğe dayanmamıştır. Bu bağlamda demokrasi, tarihsel izleri takip edildiğinde görüleceği üzere, her zaman bir ayaklanma (yıkma eğilimi) ve kuruluş (anayasa, düzen) arasında salınan hareketle irtibatlı olmuştur. Antik Yunan’da Perikles’in Cenaze Söylevi’ndeki demokrasinin muhteviyatından Antik Roma’daki pleb-patrici çatışmasının politik kurumlara yansımasına ve modern dünyada Fransız ve Amerikan Devrimleri’nden 20. yüzyıl dünya savaşlarına kadar demokrasiyle -olumlu veya olumsuz- irtibatlı olarak yorumlanabilecek her politik oluşun bu salınıma dahil edilebileceği açıktır. Politik tarihin görüntüleri, demokrasinin kapsadığı öznelerin nasıl içerildiği kadar kimlerin -ve hatta nelerin- dışlandığı ile belirlenmiştir. Özetle demokrasiyi, son kertede varılacak, sınırları çizilmiş ve köşeleri belirli bir amaç olarak değil toplumun yüzünü döneceği bir ufuk olarak ve aynı zamanda, evrenselleştirilebilir belirli ilkelerin işe koyulmasıyla inşa edilecek nihaî bir düzenin kurulması olarak değil olumsal ve geçici olduğu bilinen koşullara uygun zeminlenme-çözülme hareketinin yarattığı süreçsel bir düzen-leniş olarak ele almak makul bir yaklaşım olacaktır. Sonuç olarak demokrasi bu biçimde ele alındığında, -Jacques Derrida’nın terimleriyle ifade edilecek olursa- demokratikleşme kavramı da kökensiz ve sonuçsuz bir düzen(sizliğ)in ve gelecek-olanın (to come/ à venir) konusu olarak her daim oluş halinde devam eden ama asla tamamlanmayan bir différance hareketi ve kararverilemez olana karar verme mecburiyetinin aporetik niteliği çerçevesinde değerlendirilebilir.

I. Pratik Felsefe Konferansı (Özet Kitabı), 2020
Bu çalışmada, Aristoteles düşüncesinde oldukça önemli bir yere sahip olan phronēsis (pratik bilge... more Bu çalışmada, Aristoteles düşüncesinde oldukça önemli bir yere sahip olan phronēsis (pratik bilgelik / aklı başındalık) kavramı ve bu kavramın politika teorisinin temel meselelerinden birisi olan karar edimi ile irtibatı açıklanmaktadır. Phronēsis, Aristoteles felsefesinde etik ve politika alanlarını birbirine bağlamakla kalmayıp aynı zamanda metafiziğin, fiziğin ve matematiğin yer aldığı teori düzlemi ile etik ve politikadan müteşekkil pratik düzlemi birbirine bağlayan ve aynı zamanda Aristoteles’in tarif ettiği haliyle insan doğasının işleyişi içinde akıllı ve akıldan yoksun (logoslu ve alogoslu) kısımları da birbiriyle irtibatlı hâle getiren kilit bir kavramdır. Phronēsis olmaksızın hem bireysel düzlemde etik davranışın hem de toplumsal düzlemde (polis düzleminde) iyi bir yurttaş olmanın imkânı yoktur. Sonuç olarak, Aristoteles’in en yüksek iyi olarak tanımladığı, politikaya ve polis yaşamına katılımla gerçekleşebilecek tamamlanma hâlinin, bir diğer ifade ile iyi durumda olmanın (well-being) ve mutluluğun (happiness) -Antik Yunan dilinde eudaimonianın- elde edilebilmesinin yolu phronēsisi haiz bir yaşamla mümkündür.

Nietzsche ve Gezgin, 2019
Nietzsche ve Gezgin: Politikada Oluşun Olumlanışı
Politika teorisinde modernitenin geldiği no... more Nietzsche ve Gezgin: Politikada Oluşun Olumlanışı
Politika teorisinde modernitenin geldiği nokta, büyük oranda bir tür krizin varlığıyla birlikte düşünülmektedir. Husserl’in Avrupa Krizi argümanı, Heidegger’in Varlığın Unutuluşu düşüncesi, Nietzsche’nin dekadans tespiti, Foucault’nun iktidar- özne-bilgi ilişkisine dair analizi, Deleuze ve Guattari’nin şizo-analizi, Lyotard’ın büyük anlatıların yıkıldığı bir dönem olarak postmodern durum tanımı, Habermas’ın postmetafizik kavramıyla karşıladığı durum, Derrida’nın dekonstrüksiyonu, Stiegler’in teknik meselesine odaklanarak sunduğu hiper-endüstriyel kapitalizm tespiti gibi kavramlaştırmalar ve teoriler birbirinden farklı içeriklere sahip olmakla birlikte günümüzün sürekli hızlanan ve akışkan muhtevaya sahip dünyasını anlama çabasının ortaya çıkardığı literatürün parçalarıdır. Bu çalışmada, günümüzde yaşanan politik, ontolojik ve epistemolojik değişimi ve gelecek olan yeniyi anlama çabalarına Nietzsche’nin oluşun olumlanışı kavramı temelinde katkı yapılması planlanmaktadır. Buna göre, Platon’dan günümüze uzanan mevcudiyet metafiziği -aşkınlaştırma, sabitleme, temelcilik, özcülük- sorununa işaret eden ilk isimlerden birisi olarak Nietzsche’nin gezgin biyografisi ve gezgin felsefesi, bizi Heidegger’in ifadesiyle inşa etme ve mesken tutma eğiliminden/mecburiyetinden, yani büyük anlatıların ve idea sistematiğinin katılığından özgür kılmaya muktedir olabilmektedir. Sloterdijk’ın dediği gibi, postmodern yaşamın en belirgin özelliklerinden birisi yuva bulamamaktır. Bu tespit sadece küreselleşme bağlamında mekânsal bir tespit değil, aynı zamanda epistemolojik bir tespittir. Çalışma boyunca; mesken tutmanın, yuva bulmanın zorlaştığı bu dönemde, anlam ve hakikati sabitlemeyen, kavramların kalın duvarlarının ötesinde ironi ve olumsallığın oyununa katılabilen, hem teorik hem pratik düzlemde politikayı ve demokrasi meselesini oluşun olumlanışı sayesinde ötekine/başkasına/yabancıya/üçüncü türe açık olmayla ve bu sayede bir arada yaşamın imkânıyla örebilen, her daim karar vermenin biricikliğinden kaynaklanan sorumluluğu üstlenerek ve aynı zamanda evrenselin ufkuna bakmaktan da vazgeçmeyerek adaleti kovalayan bir perspektif, tam da bugün ihtiyaç duyulan bir anlayış olarak Nietzsche’nin gezginliğiyle birlikte ele alınacaktır.

Political Theory and Cultural Studies: Other Voices and New Perspectives (Consortium for Research in Political Theory), 2017
This study takes a critical view of the relationship between truth and narrative with reference t... more This study takes a critical view of the relationship between truth and narrative with reference to Oğuz Atay’s prose. The paper draws attention on the idea that we cannot separate the reality of life precisely from the fiction of a text. Huizinga’s concept of Homo Ludens which means the human being who plays games implies a critical marker at this point. One of the major aims of this work is to critically interpret dual oppositions of reality-game, reality-narrative, game-seriousness, logos-chaos through Hikmet Benol who is the main character of Oğuz Atay’s Tehlikeli Oyunlar (Dangerous Games). Although the work that first comes to mind when Oğuz Atay is mentioned is his Tutunamayanlar (The Disconnected), the most 'disconnected’, the ‘maddest’, the most anomalous character of his prose is Hikmet Benol. In this way, Atay proses game and madness through inconsistency with certain norms, contradictions of the logos order, or the sense of being disconnected from the signs of the 'normal' in daily life. By introducing the basic problems experienced by Hikmet Benol, most explicitly the problem of existence and (dis)individuation, this paper aims to discuss the central role of irony, mocking, existence, death/suicide. In this paper, thus, the importance of the fictionality of the ‘game’ and the a/normality of ‘madness’ for a critical philosophy of life is discussed.

The Crisis: Future Prospects on Politics, Culture and Governance (Consortium for Research in Political Theory), 2018
Nietzsche, with his well-known phrase “God is dead!”, assesses the end times of the metaphysical ... more Nietzsche, with his well-known phrase “God is dead!”, assesses the end times of the metaphysical tradition by presenting a non-historical reading of the concept of crisis. According to Nietzsche, the crisis of Western philosophy implies an ongoing turmoil of thought, value, and life since Plato. Nietzsche's reading of crisis toward life is not pessimistic. Instead, it means an effort to overcome metaphysics itself. The crucial point, at this point, is the affirmation of the argument which implies that being is composed of pluralities of perspectives and is heading towards an "Overman."
According to Nietzsche, no ethics can be universal, and the "free spirit" must strive to create its ethical values. Therefore, it is essential to act according to the values that are not universalized, idealized on both the ethical and political levels. This notion effectuates one of the most common critiques of Western metaphysics raised by postmodernism. The critique of the binary oppositions of Western metaphysical tradition, moralism, and modernity also reflects the effects of Nietzsche's thought among postmodern literature either in its Deleuzian (becoming, difference and Eternal Recurrence) or Derridean (deconstruction) interpretations. Conceptually based on the central discussions in Nietzsche's thought such as perspectivism, nihilism, affirmation of life, becoming, "Eternal Recurrence" and "the Overman”, this study aims to interpret the problematic relation between truth and crisis in contemporary political philosophy.

KTÜ - Uluslararası İlişkiler Kongresi (Tam Metin), 2018
Bu çalışmada, Jacques Derrida’nın dostluk ve egemenlik kavramlarını, différance (fark/ayram) b... more Bu çalışmada, Jacques Derrida’nın dostluk ve egemenlik kavramlarını, différance (fark/ayram) bağlamında nasıl yorumladığı üzerinde durulmuştur. Güncel politika teorisinde egemenlik kavramı, Carl Schmitt’in argümanlarından yoğun şekilde etkilenmiştir. Schmitt’e göre egemen, ‘istisna hâline karar veren’ olarak tanımlanır. Dolayısıyla, egemenlik mefhumunun temeline karar yerleştirilmiştir. Ayrıca, Schmitt’e göre egemen, politik olanı meydana getiren dost-düşman antagonizmasının taraflarını da belirlemektedir. Derrida’ya göre ise istisna hâli, yasa ve adalet konusuyla ilgilidir. Bu bağlamda, karar meselesi yasa ve adalet arasındaki aporetik ilişkide kararverilemezlik biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Derrida’ya göre adalet, ancak gelmekte-olan-adalettir. Gelmekte-olan-adalet ise, yasanın evrenselliği ile adaletin tekilliği arasındaki aporianın deneyimi olarak tanımlanmaktadır. Çalışmanın diğer kısmında ise, egemenliğin sabitleyici metafizik içeriğini temellendiren dostluk kavramı değerlendirilmiştir. Antik Yunan’dan günümüze dek politika ile ilişkilendirilen dostluk mefhumu, modern politika teorisinde de yurttaşlık ve (İ)nsanlık gibi soyutlamalarda karşımıza çıkmaktadır. Bu haliyle dostluk söyleminin geldiği nokta, toplum sözleşmesi kuramlarındaki genelleyici eğilimdir. Bu, günümüzün egemenlik krizinin ortaya çıkışına neden olmaktadır. Derrida, dostluk kavramı üzerinden de dekonstrüksiyona girişerek, dost-düşman antagonizmasının ikili yapısını tamamen şüpheli hâle getirir. Ayrıca, egemenlik krizini de ifşa ederek farka, ötekine ve gelmekte-olana odaklanır. Bu noktada, mevcudiyet metafiziğinin ötesine geçerek, gelmekte-olan-demokrasi kavramını sunar. Ona göre gelmekte-olan-adalet ve gelmekte-olan-demokrasi, politik olanı düşünmeye başlayabileceğimiz çıkış noktası olarak ele alınabilir. Gelmekte- olan yaklaşımının çıktısı ise kendi tekilliğinde kararverilemez olana karar verme ve muhtemel ötekiliklere açık olma sorumluluğudur.
Uploads
Papers by H. Furkan Livan
Bergson felsefesi, modernizm/modernleşme bağlamında oldukça etkilidir. Çünkü bu felsefe, modernizmin hâkim paradigması olan pozitivizme, ilerleme fikrine ve aklın yüceltildiği Aydınlanma'ya itirazlar getirmektedir. Hâkim paradigma yerine metafiziğin dışlanmadığı, yaşamın varlık yerine oluş vasfına vurgu yapan ve yaşam atılımına (élan vital'e) dayalı evrimsel dönüşümü savunan bir felsefe sunmaktadır. Determinizme, mekanizme ve entelektüelizme karşı çıkan Bergsonculuk, toplumları ve etik-politik sistemleri de bu bağlamda değerlendirmektedir. Bergsonculuk, Türk siyasal düşüncesinde de bu argümanlarıyla oldukça önemli etkiler yapmıştır. Osmanlı-Türk modernleşmesinin hâkim paradigması pozitivist, ilerlemeci ve Aydınlanmacı özelliklere sahipken; Bergsoncu çevreler, modernleşme sürecini farklı bir perspektifle ele almıştır. Bu sayede, Millî Mücadele'nin ve Cumhuriyet'in yaşam atılımı (élan vital) ve yaratıcı tekâmül kavramlarına dayalı, farklı bir yorumu mümkün hâle gelebilmiştir. Ancak, tartışmalı olan husus Bergsonculuk düşüncesinin modernleşmenin neresinde yer aldığı hususudur. Şimdiye kadar Bergsonculuk muhafazakârlık çerçevesinde değerlendirilmiş olsa da, bir felsefeyi yalnızca bir ideolojinin tahakkümünde ele almak hatalı olacaktır. Bu bağlamda çalışma, Bergsonculuk düşüncesinin Osmanlı-Türk modernleşmesinde anti mi yoksa alternatif mi olduğu tartışmasını yürütmektedir.
Demokrasi teorisinde temelci (foundational) paradigmanın işleyişi köklü bir kriz içerisindedir. Bu çalışmada temelci paradigmanın eleştirisi üzerinden çağdaş politika teorisinde ortaya çıkan temelcilik-sonrası (post-foundational) tartışmalara odaklanılmaktadır. Çıkış noktası olarak temelcilik-sonrası demokrasi teorisine yön veren iki başat argüman ele alınmıştır: Birlikte-varoluş ve antagonizma. Buna göre, -başta liberal temsilî demokrasi olmak üzere- demokrasinin temelci biçimlerinin eleştirisi üzerine bina edilen temelcilik-sonrası argümanlarda, bir yanda bir arada yaşama imkânını arayan, diğer yanda ise demokrasiyi antagonistik mücadelelerin oyun alanı olarak değerlendiren iki yaklaşımın ön plâna çıktığı söylenebilir. Bu bilgiler ışığında, öncelikle temelcilik ve temelcilik-sonrası kavramları açıklanmakta; akabinde, demokrasi teorisi bağlamında temelcilik ve temelcilik-sonrası kavramlarının ne anlama geldiği analiz edilmektedir. Nihayetinde ise birlikte-varoluş ve antagonizma tartışmalarının eleştirisi ortaya konarak, bu iki yaklaşımın ötesinde bir demokrasi imkânı sorgulanmaktadır.
Conference Presentations by H. Furkan Livan
Bu çalışmada, öncelikle demokrasi teorisinde başat rol oynayan; uzlaşıya dayalı birarada yaşam imkânı ile şekillenen birleştirici perspektif ile başta dost-düşman karşıtlığı olmak üzere antagonizmanın kurucu olduğu modern demokrasi argümanları ele alınmaktadır. 18. yüzyılda, modernitenin ulus-devletlerinde pratiğe sokulan idealist eşitlik ve özgürlük düşüncesi ile Carl Schmitt’te net bir biçimde ortaya konan dost-düşman antagonizmasının getirdiği politik olan anlayışı üzerine destekleyici ve eleştirel teorik çıkarımlarda demokrasinin muhtevasını belirleyen antagonizma (ve agonizma) düşünceleri modern ve sonrası demokrasi perspektifleri açısından oldukça belirleyicidir. Bu unsurlar etrafında çeşitlenen argümanlar, doğrudan ve temsili demokrasinin yanında müzakereci demokrasi, radikal demokrasi gibi farklı tanımların/yaklaşımların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ancak, her ne kadar temsilin ve özdeşliğin krizinden ve birarada yaşamın imkânından yola çıksa da ortaya konan argümanlarda aşkınsallık, özcülük ve temelcilik problemleri sürmeye devam etmektedir. O halde, odaklanılması gereken husus, Oliver Marchart’ın terimiyle politik fark (political difference) kavramından yola çıkarak bizi temelcilik- sonrasına götürecek olan, olumsallık ve nihaî bir zeminin imkânsızlığı düşüncesine yaslanan, uzlaşı ve çatışma çerçevelerinin yapısöküme uğratıldığı bir demokrasi arayışı olmalıdır. Bu bağlamda, çalışma boyunca, temelcilik-sonrası demokrasi imkânı için geleneksel/temelci ve temelcilik-sonrası demokrasi tartışmalarının ne anlama geldiği ve ne yönlerden sakıncalar barındırdığı değerlendirilmektedir.
Politika teorisinde modernitenin geldiği nokta, büyük oranda bir tür krizin varlığıyla birlikte düşünülmektedir. Husserl’in Avrupa Krizi argümanı, Heidegger’in Varlığın Unutuluşu düşüncesi, Nietzsche’nin dekadans tespiti, Foucault’nun iktidar- özne-bilgi ilişkisine dair analizi, Deleuze ve Guattari’nin şizo-analizi, Lyotard’ın büyük anlatıların yıkıldığı bir dönem olarak postmodern durum tanımı, Habermas’ın postmetafizik kavramıyla karşıladığı durum, Derrida’nın dekonstrüksiyonu, Stiegler’in teknik meselesine odaklanarak sunduğu hiper-endüstriyel kapitalizm tespiti gibi kavramlaştırmalar ve teoriler birbirinden farklı içeriklere sahip olmakla birlikte günümüzün sürekli hızlanan ve akışkan muhtevaya sahip dünyasını anlama çabasının ortaya çıkardığı literatürün parçalarıdır. Bu çalışmada, günümüzde yaşanan politik, ontolojik ve epistemolojik değişimi ve gelecek olan yeniyi anlama çabalarına Nietzsche’nin oluşun olumlanışı kavramı temelinde katkı yapılması planlanmaktadır. Buna göre, Platon’dan günümüze uzanan mevcudiyet metafiziği -aşkınlaştırma, sabitleme, temelcilik, özcülük- sorununa işaret eden ilk isimlerden birisi olarak Nietzsche’nin gezgin biyografisi ve gezgin felsefesi, bizi Heidegger’in ifadesiyle inşa etme ve mesken tutma eğiliminden/mecburiyetinden, yani büyük anlatıların ve idea sistematiğinin katılığından özgür kılmaya muktedir olabilmektedir. Sloterdijk’ın dediği gibi, postmodern yaşamın en belirgin özelliklerinden birisi yuva bulamamaktır. Bu tespit sadece küreselleşme bağlamında mekânsal bir tespit değil, aynı zamanda epistemolojik bir tespittir. Çalışma boyunca; mesken tutmanın, yuva bulmanın zorlaştığı bu dönemde, anlam ve hakikati sabitlemeyen, kavramların kalın duvarlarının ötesinde ironi ve olumsallığın oyununa katılabilen, hem teorik hem pratik düzlemde politikayı ve demokrasi meselesini oluşun olumlanışı sayesinde ötekine/başkasına/yabancıya/üçüncü türe açık olmayla ve bu sayede bir arada yaşamın imkânıyla örebilen, her daim karar vermenin biricikliğinden kaynaklanan sorumluluğu üstlenerek ve aynı zamanda evrenselin ufkuna bakmaktan da vazgeçmeyerek adaleti kovalayan bir perspektif, tam da bugün ihtiyaç duyulan bir anlayış olarak Nietzsche’nin gezginliğiyle birlikte ele alınacaktır.
According to Nietzsche, no ethics can be universal, and the "free spirit" must strive to create its ethical values. Therefore, it is essential to act according to the values that are not universalized, idealized on both the ethical and political levels. This notion effectuates one of the most common critiques of Western metaphysics raised by postmodernism. The critique of the binary oppositions of Western metaphysical tradition, moralism, and modernity also reflects the effects of Nietzsche's thought among postmodern literature either in its Deleuzian (becoming, difference and Eternal Recurrence) or Derridean (deconstruction) interpretations. Conceptually based on the central discussions in Nietzsche's thought such as perspectivism, nihilism, affirmation of life, becoming, "Eternal Recurrence" and "the Overman”, this study aims to interpret the problematic relation between truth and crisis in contemporary political philosophy.
Bergson felsefesi, modernizm/modernleşme bağlamında oldukça etkilidir. Çünkü bu felsefe, modernizmin hâkim paradigması olan pozitivizme, ilerleme fikrine ve aklın yüceltildiği Aydınlanma'ya itirazlar getirmektedir. Hâkim paradigma yerine metafiziğin dışlanmadığı, yaşamın varlık yerine oluş vasfına vurgu yapan ve yaşam atılımına (élan vital'e) dayalı evrimsel dönüşümü savunan bir felsefe sunmaktadır. Determinizme, mekanizme ve entelektüelizme karşı çıkan Bergsonculuk, toplumları ve etik-politik sistemleri de bu bağlamda değerlendirmektedir. Bergsonculuk, Türk siyasal düşüncesinde de bu argümanlarıyla oldukça önemli etkiler yapmıştır. Osmanlı-Türk modernleşmesinin hâkim paradigması pozitivist, ilerlemeci ve Aydınlanmacı özelliklere sahipken; Bergsoncu çevreler, modernleşme sürecini farklı bir perspektifle ele almıştır. Bu sayede, Millî Mücadele'nin ve Cumhuriyet'in yaşam atılımı (élan vital) ve yaratıcı tekâmül kavramlarına dayalı, farklı bir yorumu mümkün hâle gelebilmiştir. Ancak, tartışmalı olan husus Bergsonculuk düşüncesinin modernleşmenin neresinde yer aldığı hususudur. Şimdiye kadar Bergsonculuk muhafazakârlık çerçevesinde değerlendirilmiş olsa da, bir felsefeyi yalnızca bir ideolojinin tahakkümünde ele almak hatalı olacaktır. Bu bağlamda çalışma, Bergsonculuk düşüncesinin Osmanlı-Türk modernleşmesinde anti mi yoksa alternatif mi olduğu tartışmasını yürütmektedir.
Demokrasi teorisinde temelci (foundational) paradigmanın işleyişi köklü bir kriz içerisindedir. Bu çalışmada temelci paradigmanın eleştirisi üzerinden çağdaş politika teorisinde ortaya çıkan temelcilik-sonrası (post-foundational) tartışmalara odaklanılmaktadır. Çıkış noktası olarak temelcilik-sonrası demokrasi teorisine yön veren iki başat argüman ele alınmıştır: Birlikte-varoluş ve antagonizma. Buna göre, -başta liberal temsilî demokrasi olmak üzere- demokrasinin temelci biçimlerinin eleştirisi üzerine bina edilen temelcilik-sonrası argümanlarda, bir yanda bir arada yaşama imkânını arayan, diğer yanda ise demokrasiyi antagonistik mücadelelerin oyun alanı olarak değerlendiren iki yaklaşımın ön plâna çıktığı söylenebilir. Bu bilgiler ışığında, öncelikle temelcilik ve temelcilik-sonrası kavramları açıklanmakta; akabinde, demokrasi teorisi bağlamında temelcilik ve temelcilik-sonrası kavramlarının ne anlama geldiği analiz edilmektedir. Nihayetinde ise birlikte-varoluş ve antagonizma tartışmalarının eleştirisi ortaya konarak, bu iki yaklaşımın ötesinde bir demokrasi imkânı sorgulanmaktadır.
Bu çalışmada, öncelikle demokrasi teorisinde başat rol oynayan; uzlaşıya dayalı birarada yaşam imkânı ile şekillenen birleştirici perspektif ile başta dost-düşman karşıtlığı olmak üzere antagonizmanın kurucu olduğu modern demokrasi argümanları ele alınmaktadır. 18. yüzyılda, modernitenin ulus-devletlerinde pratiğe sokulan idealist eşitlik ve özgürlük düşüncesi ile Carl Schmitt’te net bir biçimde ortaya konan dost-düşman antagonizmasının getirdiği politik olan anlayışı üzerine destekleyici ve eleştirel teorik çıkarımlarda demokrasinin muhtevasını belirleyen antagonizma (ve agonizma) düşünceleri modern ve sonrası demokrasi perspektifleri açısından oldukça belirleyicidir. Bu unsurlar etrafında çeşitlenen argümanlar, doğrudan ve temsili demokrasinin yanında müzakereci demokrasi, radikal demokrasi gibi farklı tanımların/yaklaşımların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ancak, her ne kadar temsilin ve özdeşliğin krizinden ve birarada yaşamın imkânından yola çıksa da ortaya konan argümanlarda aşkınsallık, özcülük ve temelcilik problemleri sürmeye devam etmektedir. O halde, odaklanılması gereken husus, Oliver Marchart’ın terimiyle politik fark (political difference) kavramından yola çıkarak bizi temelcilik- sonrasına götürecek olan, olumsallık ve nihaî bir zeminin imkânsızlığı düşüncesine yaslanan, uzlaşı ve çatışma çerçevelerinin yapısöküme uğratıldığı bir demokrasi arayışı olmalıdır. Bu bağlamda, çalışma boyunca, temelcilik-sonrası demokrasi imkânı için geleneksel/temelci ve temelcilik-sonrası demokrasi tartışmalarının ne anlama geldiği ve ne yönlerden sakıncalar barındırdığı değerlendirilmektedir.
Politika teorisinde modernitenin geldiği nokta, büyük oranda bir tür krizin varlığıyla birlikte düşünülmektedir. Husserl’in Avrupa Krizi argümanı, Heidegger’in Varlığın Unutuluşu düşüncesi, Nietzsche’nin dekadans tespiti, Foucault’nun iktidar- özne-bilgi ilişkisine dair analizi, Deleuze ve Guattari’nin şizo-analizi, Lyotard’ın büyük anlatıların yıkıldığı bir dönem olarak postmodern durum tanımı, Habermas’ın postmetafizik kavramıyla karşıladığı durum, Derrida’nın dekonstrüksiyonu, Stiegler’in teknik meselesine odaklanarak sunduğu hiper-endüstriyel kapitalizm tespiti gibi kavramlaştırmalar ve teoriler birbirinden farklı içeriklere sahip olmakla birlikte günümüzün sürekli hızlanan ve akışkan muhtevaya sahip dünyasını anlama çabasının ortaya çıkardığı literatürün parçalarıdır. Bu çalışmada, günümüzde yaşanan politik, ontolojik ve epistemolojik değişimi ve gelecek olan yeniyi anlama çabalarına Nietzsche’nin oluşun olumlanışı kavramı temelinde katkı yapılması planlanmaktadır. Buna göre, Platon’dan günümüze uzanan mevcudiyet metafiziği -aşkınlaştırma, sabitleme, temelcilik, özcülük- sorununa işaret eden ilk isimlerden birisi olarak Nietzsche’nin gezgin biyografisi ve gezgin felsefesi, bizi Heidegger’in ifadesiyle inşa etme ve mesken tutma eğiliminden/mecburiyetinden, yani büyük anlatıların ve idea sistematiğinin katılığından özgür kılmaya muktedir olabilmektedir. Sloterdijk’ın dediği gibi, postmodern yaşamın en belirgin özelliklerinden birisi yuva bulamamaktır. Bu tespit sadece küreselleşme bağlamında mekânsal bir tespit değil, aynı zamanda epistemolojik bir tespittir. Çalışma boyunca; mesken tutmanın, yuva bulmanın zorlaştığı bu dönemde, anlam ve hakikati sabitlemeyen, kavramların kalın duvarlarının ötesinde ironi ve olumsallığın oyununa katılabilen, hem teorik hem pratik düzlemde politikayı ve demokrasi meselesini oluşun olumlanışı sayesinde ötekine/başkasına/yabancıya/üçüncü türe açık olmayla ve bu sayede bir arada yaşamın imkânıyla örebilen, her daim karar vermenin biricikliğinden kaynaklanan sorumluluğu üstlenerek ve aynı zamanda evrenselin ufkuna bakmaktan da vazgeçmeyerek adaleti kovalayan bir perspektif, tam da bugün ihtiyaç duyulan bir anlayış olarak Nietzsche’nin gezginliğiyle birlikte ele alınacaktır.
According to Nietzsche, no ethics can be universal, and the "free spirit" must strive to create its ethical values. Therefore, it is essential to act according to the values that are not universalized, idealized on both the ethical and political levels. This notion effectuates one of the most common critiques of Western metaphysics raised by postmodernism. The critique of the binary oppositions of Western metaphysical tradition, moralism, and modernity also reflects the effects of Nietzsche's thought among postmodern literature either in its Deleuzian (becoming, difference and Eternal Recurrence) or Derridean (deconstruction) interpretations. Conceptually based on the central discussions in Nietzsche's thought such as perspectivism, nihilism, affirmation of life, becoming, "Eternal Recurrence" and "the Overman”, this study aims to interpret the problematic relation between truth and crisis in contemporary political philosophy.